Böyle maçlardan sonra bir şeyler yazmak gerçekten zor. O yüzden sıcağı sıcağına bir şeyler karalamaktansa biraz sakinleşmeyi beklemek daha iyi galiba. Zira duygunun ağır bastığı bir ortamda insan kendisine hiç de yakışmayacak ifadeler sarf edebiliyor. Tıpkı benim Osasuna maçını değerlendirirken yaptığım gibi.
Teknik direktör değişikliklerinin dünyanın neredeyse her yerinde takımlar için müspet motivasyon sağladığını, Beşiktaş galibiyetinin de böyle bir motivasyonun eseri olduğunu yazmıştım. Hala aynı fikirdeyim. Yeni bir teknik direktörün bu kadar kısa süre içinde takımda köklü bir zihniyet, taktik ve sistem değişikliği yapması mümkün değil. Zaten Ziya Doğan'ın taktik anlayışı ile Lazaroni'ninki arasında pek fark yok. Trabzon için adının sıkça anıldığı günlerde de belirttiğim gibi Ziya Doğan iyi bir antrenördür ama teknik direktör değildir, taktisyen hiç değildir. Taktisyenlik iki aşamada kendini belli eder:
1. Rakibi ya da rakipleri takip ederek genel oyun karakteristiklerini çözmek. Böylece rakibinizin karşısına doğru oyuncu ve oyun kurgularıyla çıkma imkânınız olur.
2. Maç esnasında rakipte ve kendinizde gördüğünüz aksaklıkları tespit edip doğru hamlelerle oyunu ve skoru lehinize çevirmek.
Bu iki özelliğe sahip yerli teknik direktör yok. Türk teknik adamların tamamı, yabancılarınsa büyük bir kısmı neredeyse hiç değiştirmeden her takıma uyguladıkları şabloncu bir anlayışa sahip. Ziya Doğan'ı az çok tanıyanlar Konyaspor maçında sahaya sürülen kadroya pek de şaşmamalılar. Deforme edilmiş bir 4–5–1 dizilişinin şüphesiz işe yaradığı durumlar da vardır. Ancak bu sistemde seçilip sahaya sürülen oyuncuların oyun zekâsı, çok yönlülüğü hatta top kontrolünden aciz olduğu bilindiğinden, daha maç başlarken herkes soğuk duşa girmiş gibiydi. Bir tek futbolcuların göğsünde “Görmüş olduğunuz takım, 90 dakika içinde kendini imha edecektir! ” yazısı eksikti. Kaleci için bir şeyler yazmaktan bıktım ama o takımın da maçların da canına okumaktan bıkmadı. Beşiktaş maçından sonra kendisini göklere çıkaran Lemi Çelik acaba son iki maç için iki satır yazacak kadar, irfan, izan, haysiyet, onur ve kalem namusuna sahip midir? Bir yolunu bulunup kendisini tekrar Brezilya’ya gönderelim. Diskolarda o meşhur Ernesto Che Guevera desenli tişörtünü beline sarmış vaziyette döktürürken belki bir kaleci daha bulup getirir de maçlara kalede iki kişiyle başlarız. Ya da İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da kimsenin talip olmayacağı yedek kaleci yok mu? Başkanımız bu konuyla ilgilensin biraz! Neyse, burayı geçelim!.. Bütün hücum organizasyonları son haftalarda hakikaten çok formda olan Gökdeniz’in bir şekilde getirip atacağı ya da Ersen Martin’e attıracağı gollere endekslenmiş bir takımın şampiyonluktan söz etmesi size de komik gelmiyor mu? Ama buna da şaşmamak gerek. Bir önceki Ziya doğan döneminde de bütün hücum organizasyonlarımız fatih ve Gökdeniz üzerine kurulu değil miydi? Gökdeniz formda olabilir ama Ersen fatih değil maalesef. Ersen Martin “pivot santrafor” olarak kaliteli bir isim. Ancak vücut yapısı, fizikî ve teknik potansiyeli dikkate alındığında tek forvet oynayabilecek bir oyuncu değil. Tek vuruşları fena değil. İyi de mücadele ediyor ancak sağından soluna dönmesi hicri takvimle bir güneş yılı alacak kadar ağır. Ersen Martin’i tek forvet oynatarak sonuca gitmek isteyen bir takımın orta sahasının çok iyi olması, kanatlarının çok iyi çalışması, oyunun rakip yarı sahada oynanması gerekir. Trabzonspor sizce bu özelliklerden hangisine sahip? Trabzonspor iki oyuncu formu, gayreti ve öz verisiyle ayakta kalmaya çalışan bir takım: Savunmadan orta sahaya kadar olan kısım Milan Stephanov’un, orta saha ve hücumu kapsayan bölge Gökdeniz’in performansına endeksli. Bu iki futbolcu için yeni bir terimi futbol literatürüne ithal edip “bölge sorumlusu” demek yerinde olacaktır. Kurgu böyle ve kapasite bundan ibaret olunca sahaya beraberliğe razı olarak çıkan rakip takımlar cesaretlenip galibiyet de istemeye kalkıyorlar. Oyunun lehimize dönme imkân ve ihtimalinin olduğu nadir anlarda da gizli öznelerden biri devreye giriyor. Ya Hasan Pele gibi hareketler yapmaya kalkışıp beceremeyince rakibini paralıyor, ya Kaptan Hüseyin kırmızı kart görüyor ya da Ömer Rıza tarihte eşine rastlanmamış ve rastlanmayacak gol kaçırma resitallerinden birini yapıyor.
Ya yedekler! Kimilerine göre Marcelinho, Szymkowiak ve Musampa kulübede otururken Hasan ve Hüseyin’in sahada olması büyük gaflet, dalalet ve hatta hıyanet! Haksız da sayılmazlar. Musampa’nın oynatılmaması konusunda hocanın tercihine saygı duymak gerektiği kanaatindeyim. Ama Szymkowiak ve Marcelinho’nun niye yedek kaldığını bu iki futbolcu da dâhil herkes kendine sormalı. Her şeye rağmen Hasan, Hüseyin, Ferhat ve Ömer Rıza’dan biri ya da ikisinin yerine bu futbolcularla maça başlamak daha doğru olmaz mıydı? kapasitesiz sıradan oyuncuların yerine formsuz yıldızları sahaya sürmek daha doğru değil midir? Ziya Doğan’ı tanıyanlar böyle bir ihtimalin zayıf olduğunu bilmeliler. Hep birilerinin geçmişteki performansı referans alınarak geleceğe dair beklenti içerisine girmek ne kadar doğru?
Marcelinho Herta Berlin’de oynadığının yarısını oynarsa, Szymkowiak ayağı kırılmadan önceki performansının 1/3’ünü gösterse, Hüseyin kestiği topların ¼’ünü doğru kullanabilse, Hasan topu gördüğünde bomba zannetmese Ali’nin kaç lirası kalır? Konudan saptık galiba!
Hasılı: “Kapıldım gidiyorum bahtımın yellerine! ”
Teknik direktör değişikliklerinin dünyanın neredeyse her yerinde takımlar için müspet motivasyon sağladığını, Beşiktaş galibiyetinin de böyle bir motivasyonun eseri olduğunu yazmıştım. Hala aynı fikirdeyim. Yeni bir teknik direktörün bu kadar kısa süre içinde takımda köklü bir zihniyet, taktik ve sistem değişikliği yapması mümkün değil. Zaten Ziya Doğan'ın taktik anlayışı ile Lazaroni'ninki arasında pek fark yok. Trabzon için adının sıkça anıldığı günlerde de belirttiğim gibi Ziya Doğan iyi bir antrenördür ama teknik direktör değildir, taktisyen hiç değildir. Taktisyenlik iki aşamada kendini belli eder:
1. Rakibi ya da rakipleri takip ederek genel oyun karakteristiklerini çözmek. Böylece rakibinizin karşısına doğru oyuncu ve oyun kurgularıyla çıkma imkânınız olur.
2. Maç esnasında rakipte ve kendinizde gördüğünüz aksaklıkları tespit edip doğru hamlelerle oyunu ve skoru lehinize çevirmek.
Bu iki özelliğe sahip yerli teknik direktör yok. Türk teknik adamların tamamı, yabancılarınsa büyük bir kısmı neredeyse hiç değiştirmeden her takıma uyguladıkları şabloncu bir anlayışa sahip. Ziya Doğan'ı az çok tanıyanlar Konyaspor maçında sahaya sürülen kadroya pek de şaşmamalılar. Deforme edilmiş bir 4–5–1 dizilişinin şüphesiz işe yaradığı durumlar da vardır. Ancak bu sistemde seçilip sahaya sürülen oyuncuların oyun zekâsı, çok yönlülüğü hatta top kontrolünden aciz olduğu bilindiğinden, daha maç başlarken herkes soğuk duşa girmiş gibiydi. Bir tek futbolcuların göğsünde “Görmüş olduğunuz takım, 90 dakika içinde kendini imha edecektir! ” yazısı eksikti. Kaleci için bir şeyler yazmaktan bıktım ama o takımın da maçların da canına okumaktan bıkmadı. Beşiktaş maçından sonra kendisini göklere çıkaran Lemi Çelik acaba son iki maç için iki satır yazacak kadar, irfan, izan, haysiyet, onur ve kalem namusuna sahip midir? Bir yolunu bulunup kendisini tekrar Brezilya’ya gönderelim. Diskolarda o meşhur Ernesto Che Guevera desenli tişörtünü beline sarmış vaziyette döktürürken belki bir kaleci daha bulup getirir de maçlara kalede iki kişiyle başlarız. Ya da İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da kimsenin talip olmayacağı yedek kaleci yok mu? Başkanımız bu konuyla ilgilensin biraz! Neyse, burayı geçelim!.. Bütün hücum organizasyonları son haftalarda hakikaten çok formda olan Gökdeniz’in bir şekilde getirip atacağı ya da Ersen Martin’e attıracağı gollere endekslenmiş bir takımın şampiyonluktan söz etmesi size de komik gelmiyor mu? Ama buna da şaşmamak gerek. Bir önceki Ziya doğan döneminde de bütün hücum organizasyonlarımız fatih ve Gökdeniz üzerine kurulu değil miydi? Gökdeniz formda olabilir ama Ersen fatih değil maalesef. Ersen Martin “pivot santrafor” olarak kaliteli bir isim. Ancak vücut yapısı, fizikî ve teknik potansiyeli dikkate alındığında tek forvet oynayabilecek bir oyuncu değil. Tek vuruşları fena değil. İyi de mücadele ediyor ancak sağından soluna dönmesi hicri takvimle bir güneş yılı alacak kadar ağır. Ersen Martin’i tek forvet oynatarak sonuca gitmek isteyen bir takımın orta sahasının çok iyi olması, kanatlarının çok iyi çalışması, oyunun rakip yarı sahada oynanması gerekir. Trabzonspor sizce bu özelliklerden hangisine sahip? Trabzonspor iki oyuncu formu, gayreti ve öz verisiyle ayakta kalmaya çalışan bir takım: Savunmadan orta sahaya kadar olan kısım Milan Stephanov’un, orta saha ve hücumu kapsayan bölge Gökdeniz’in performansına endeksli. Bu iki futbolcu için yeni bir terimi futbol literatürüne ithal edip “bölge sorumlusu” demek yerinde olacaktır. Kurgu böyle ve kapasite bundan ibaret olunca sahaya beraberliğe razı olarak çıkan rakip takımlar cesaretlenip galibiyet de istemeye kalkıyorlar. Oyunun lehimize dönme imkân ve ihtimalinin olduğu nadir anlarda da gizli öznelerden biri devreye giriyor. Ya Hasan Pele gibi hareketler yapmaya kalkışıp beceremeyince rakibini paralıyor, ya Kaptan Hüseyin kırmızı kart görüyor ya da Ömer Rıza tarihte eşine rastlanmamış ve rastlanmayacak gol kaçırma resitallerinden birini yapıyor.
Ya yedekler! Kimilerine göre Marcelinho, Szymkowiak ve Musampa kulübede otururken Hasan ve Hüseyin’in sahada olması büyük gaflet, dalalet ve hatta hıyanet! Haksız da sayılmazlar. Musampa’nın oynatılmaması konusunda hocanın tercihine saygı duymak gerektiği kanaatindeyim. Ama Szymkowiak ve Marcelinho’nun niye yedek kaldığını bu iki futbolcu da dâhil herkes kendine sormalı. Her şeye rağmen Hasan, Hüseyin, Ferhat ve Ömer Rıza’dan biri ya da ikisinin yerine bu futbolcularla maça başlamak daha doğru olmaz mıydı? kapasitesiz sıradan oyuncuların yerine formsuz yıldızları sahaya sürmek daha doğru değil midir? Ziya Doğan’ı tanıyanlar böyle bir ihtimalin zayıf olduğunu bilmeliler. Hep birilerinin geçmişteki performansı referans alınarak geleceğe dair beklenti içerisine girmek ne kadar doğru?
Marcelinho Herta Berlin’de oynadığının yarısını oynarsa, Szymkowiak ayağı kırılmadan önceki performansının 1/3’ünü gösterse, Hüseyin kestiği topların ¼’ünü doğru kullanabilse, Hasan topu gördüğünde bomba zannetmese Ali’nin kaç lirası kalır? Konudan saptık galiba!
Hasılı: “Kapıldım gidiyorum bahtımın yellerine! ”

Yorum