Fatih Tekke ve Mutlu Son !!!
Evet belki de birçoğunuzun ilginizi çekecek bu başlık. Neden mutlu son ? Kime göre neye göre mutlu son ? Bence herkese ve her şarta göre mutlu son idi Fatih Tekke’nin hikayesi. Çünkü onu istemeyenler ondan kurtuldu, onu sevenler ise onun rahata kavuşması ile mutlu oldu. Peki Efsane oyuncumuz (yazı içinde bunu sık sık tekrarlayacağım, şahsi görüşümdür) gerçekten mutlu mu ? Gerçekten isteyerek, gönlü razı olarak mı verdi bu kararını ? Onu bu kararı verirken etkileyen nedenler ne idi ? Çok iyi bildiğim o büyük Trabzonspor aşkından neden bu transferinde vazgeçti ? Evet çok konuştuğumun ve çok sorduğumun farkındayım. Sadede gel Recep diyenlerin sesini duyabiliyorum. Ama bugün Fatih Tekke’nin adamlığını onca sayfada, onca yazıda eleştiren insanlar bu soruların kaç tanesinin yanıtını biliyordu ? Yada hangisinin yanıtı ile ilgileniyordu ? Yormayın güzel hafızlarınızı hiçbirisi bilmiyordu, hiçbirisini de ilgilendirmiyordu. Çünkü o şahıslar için önemli olan tek şey vardı, istemedikleri adamın, ettiği onca laftan sonra Beşiktaş gibi bir İstanbul Takımına gitmesi idi. Evet ilgilendikleri sadece Kaptanın gitmesi idi, ama vurdukları yer tek bir yer değildi, en ufak bir demeci yada olayı bile değerlendirdiler.
Peki her türlü şartta mutlu olan arkadaşlarım, var mısınız bu transfer sezonunu birlikte bir inceleyelim?
Fatih Tekke herkesin bildiği gibi Trabzonspor transfer rekorunu kırıp Zenit kulübüne transfer oldu. Aslında kendisini isteyen daha değişik ülkelerden farklı takımlarda mevcuttu. Fakat aralarında en yüksek parayı Zenit vermişti, kafası karışıktı, Trabzon’da dönen malum olaylar, can güvenliğinin olmaması,Gökdenizin yapmış olduğu Bahis yanlışı sonrasında onu korumak için kendisinin de olayla ilişkilendirilmeye çalışılması, mafya bozuntuları tarafından dağ tepe gezdirilmesi, ve bir yanda da kurtuluş imkanı. Ama bu kurtuluş sadece onun değil, bir yandan da Trabzonspor kulübünün kurtuluşu idi. O para kıymetli ellerde nasıl değerlendirilmezdi ki, belki de Şampiyonluk kadrosu kurulabilirdi. Kaptanda verdi kararını, sıkılmıştı, bunalmıştı, tehdit alıyordu, terinin son damlasına kadar verdiği ekmek parasını eli silahlı kişiler gasp etmek istiyordu. İşte belki de en büyük hatalarından bir tanesini o süreçte yaptı. Hiç beceremediği bir şeyi yaptı, konuştu, ve yine beceremedi. Miadım doldu, görevimi yaptım gidiyorum dedi. Bu aslında yarı yolda bırakmak değildi, bu bir kaçıştı, hem de Türk filmlerin de klasik sahne olan, hasta olan sevgilinin benden nefret etsin diye onu azarlayarak soğuttuğu şekilde yaptı bunu. İçinden geçenleri değil, olması gerektiğini söyledi ve gitti. Ve belki de Trabzonspor taraftarı bu zamana kadar ki en büyük keleğini orda yaptı ona. Bugün sayfalarca eleştiri yazısı döken insanlar, orda söylemek zorunda olduğu kelimeleri evirdi çevirdi ve ona karşı silah olarak kullandı. Hatta ve hatta ona o zor zamanlarında (kurşunlanma) sahip çıkmayan onu bağrına basmayan insanlar onu eleştirme hakkını sonsuza kadar iki kelime ile sınırladı ve bunu çok da güzel kullandı. Hatta Efsane Kaptan, Sultan lakaplarını taktıkları Fatih Tekke’yi kurşunlayanların Avukatlığını yapan insanların Sadri Şener yönetime girmesi de çok doğal karşılandı. İşte bunlar bile bu olaylara ne kadar tepki gösterdiğimizin birer örneğidir aslında.
Kaptan Rusya’ya gittiği günden itibaren mutsuz olduğunu, kısmen de bazı demeçlerinde dönmek istediğini söyledi. Ama bu söylemler yine çokbilmiş taraftarımız tarafından görevini yaptın gittin, ne halin var ise gör olarak değerlendirildi. Sonuçta basının karşısında bunları söylemişti. Her şeye rağmen bizim de yeniden kaptan ile tanışmamız tam bu zamanların sonuna denk gelir, Sadri Şener ve yönetiminin atak yaptığı, onca transfer ile takımı ve taraftarı ateşlediği ve en önemlisi bir abiye ihtiyaç duyduğumuz zamanlara. Onu istemek en doğal hakkımız idi. Ama bilmiyorduk, bilemezdik arkasında pis oyunların döndüğünü ya da döneceğini. Yönetim masasında belki de ilk kez adının geçtiği sıralarda Yönetimin Asbaşkanı şu ifadeler ile belki de transferin asla olmayacağını MÜJDELİYORDU. Lafların özeti şu idi, O var ise ben yokum…
Ama taraftar baskısı, Ersun Hocanın Fatih yönünde ki istekleri ister istemez kaptanı Trabzonspor gündemine itiyordu. Ufak tefek dedikodular ile sezona giriyor ve ne yazık ki forvet hattındaki etkisizlik yada sorun herkesin olduğu gibi taraftarında dikkatini çekiyordu. Ve bu eksiklik gün yüzüne çıktıkça akıllardaki ve dudaklardaki tek isim her seferinde FATİH TEKKE oluyordu. Fakat tam bu arada yine olaya müthiş yönetim zekası dahil oluyor, Taraftarın Fatih seslerini çoğalttığı anlarda 3,9 Milyon Euroya Norveç Liginden Alanzinyo transfer ediliyordu. Kısacası ağlayan bebeğin ağzına meme veriliyordu. Artık Fatih’i bırakın bakın size milyon euroluk oyuncak aldım diyordu yönetim. Hatta bu transferin çıkmaza girdiği dönemlerde bardak atma olayı olarak Trabzonspor literatürüne geçen bir olay yaşanıyor, Transferlerimizden sorumlu yöneticimiz Sayın Mahmut Aksu pazarlık masasında bardağı yere fırlatıyor ve oyuncuyu alıp Türkiye’ye geliyordu. İlerleyen satırlarda göreceğiniz boş mukavele olayında ise aynı Mahmut Bey’i göremeyeceğiz ne yazık ki.Bu olaya ne yazık ki taraftar olarak tepkimizi koyamıyorduk, sonuçta Youtube de Alanzinyonun mükemmel hareketleri ve golleri vardı, hiç kimse Trabzonspor’un ihtiyacı ne diye düşünmedi, hiç kimse forvet gereken yerde neden bu adam diye sormadı ? Hiç kimse Sivas’ın 1 milyona alamadığı adamı biz neden 4 Milyona alıyoruz demedi ? O sıralarda bol bol duyduğumuz para – denge olayı yüzünden gerçekleştirilemeyen !!! Fatih transferine inat bu transfer nasıl oluyor demedi. Konumuza dönmemiz gerekirse Yönetim herkesin ağzına bir bardak bal çalıyor, ve geldiğinden beri ikinci büyük paralı transferini tüm kamuoyuna duyuruyordu. Ama ikinci yarı tüm rakiplerimizin de kötü olduğu sene işler bir türlü istenildiği gibi gitmedi. Forvetteki eksiklik, Denizli, Konya ve İBB maçlarında tavan yaptı, belki de şampiyonu biz yapacak bu maçlarda 7 puan kaybetmiştik. Sayın Sadri Şener, evet o başarıda hiç çekinmeden televizyon önlerinden ayrılmayan Başkan, kendisine mevcut durum ile ilgili uzatılan mikrofonlara yeni bir eleştiri üslubu ile yanıt veriyor ve spor literatürüne yeni bir boyut kazandırıyordu. “Hocaya Sorun” İşte mevcut hocamız Ersun Yanal’ında görevine son verilmesi tam bu zamanlara denk gelmektedir. Aslında Ersun hocamız Trabzonspordan gönderilmiyor, adeta kapı önüne konuluyordu. Mevcut yönetim Hocamıza taraftar tarafından (ne kadar taraftar denilebilir bilinmez) edilen onca küfrü RESMİ SİTESİNDEN veriyor adeta bu davranış ile gövde gösterisi yapıyordu. Hemen akabinde Hocamızın Kızı ve Selçuk ile çıkan (yazarken bile utanıyorum) haberler ise tam bir TESADÜF olarak notlarımın arasında ki yerini alıyordu. Arka arkaya çıkan bu haber, görüntü vs konuların neden bir anda hortladığı ve var olduğu kimsenin kafasında şüphe bırakmıyordu. Bu arada Hocamızın ben KESİNLİKLE kaleci istemiyorum, bu çocuklar bizi götürür demeçlerine rağmen yönetimin Slvayı alıp gelmesi ve oynatılmasının istenmesi de yine o notların arasında durmaktadır.Kısacası Ersun Yanal hem hiç hak etmediği şekilde, hem de aşağılıkça bu takımdan gönderiliyordu. Bu yönetimin en büyük şansı ise (şahsi kanımdır) her zaman adam gibi adamlar ile çalışmış ve çalışıyor olmasıdır, tüm yapılanlara rağmen asla ve asla konuşmamıştır adı geçen insanlar…
Sonuç olarak Hoca gönderiliyor ve Ahmet Özen hocamız ile sezonun yarısını tamamlıyorduk. Yine yönetim mucizeleri havada uçuşuyor, dünyaca ünlü hocalar ile resimler gazetelerde boy gösteriyordu. Beklentiler yönetim tarafından en yüksek seviyeye çıkarılıyor taraftar ise belki de o mucize isimleri bekliyordu. Ama aniden gelen Samet Aybaba ismi, taraftarı normal olarak bölüyor, forum sitelerinde tartışmalar ayyuka çıkıyordu. Taraftarın haklı isyanını fark eden Yönetim, ikinci bir şoka daha imza atarak Belçika’nın Samet Aybabasını alıp geliyordu. Aslında yönetim bu transfer ile Trabzonspor’un bir hoca ihtiyacından çok 6 ay sonra görev süresi dolacak olan Şenol güneş takımın başına gelene kadar sen gel idareten bu takımın başında dur diyordu Bross’a. Aslında Şenol Hoca yönetimden gelen ilk teklifi kabul etmiş olsaydı, Bross defteri hiç açılmayacak ve gerçek hocamıza kavuşacaktık, ama Şenol Güneş Adam gibi Adam olduğundan kulübü yarı yolda bırakmadı ve 6 ay sonrasına randevu verdi. Yönetim de çaresiz 6 aylık bir hoca arayışına girdi ve Bross’a imza attırdı. Ama hocanın istediği transferler bir türlü yapılmıyor, eski oyuncularımız ve transfer komitemizin verdiği onca isim es geçiliyordu. (Bunları da ek bir yazı ile belirteceğim) Bu zamanlarda menajer Ali ismi yükseliyor, Trabzonspor alacağı oyunculara bu menajerin oyuncusu olma şartını koyuyordu. Bu sıralarda başkan yeni bir cümleyi ağzına Pelesenk ediyor, Oturmuş kadromuz var ihtiyaç görülen mevkiler güçlendirilecek ve transfer kapatılacak lafları sezon sonuna doğru tüm haber sitelerinde ki yerini alıyordu.Ama ne hikmetse bunu diyen dillerin sahibi gözlerini de bir türlü çalıştıramıyor, ne forvet nede sağ bek ihtiyacı görülemiyordu. İşte tam bu sıralarda resmi transfer sezonu başlamadan önce Trabzonspor’un yeni aldığı oyuncular bir bir kamuoyuna duyurulmaya başlanıyordu. Bunlardan ilki ilk sene isteyip, almayı beceremediğimiz, oyuncuyu Trabzona kadar getirip imzayı attıramayıp sonrasında ise Almanya’ya dönen oyuncunun arkasından onlarca laf söylediğimiz, geldiğinde ise tüm sorulara büyük bir edep ile iyi oyuncu aldık dediğimiz Zafer Yelen idi. Evet Trabzonspor yönetimi becerip alamadığı, arkasından onca laf ettiği, karaktersizlik ile suçlayıp geri gönderdiği adamı ağzının suyu aka aka geri alıyordu. Ama ne hikmetse bugün Fatih Tekke dediklerini yaladı yuttu diyen bilmiş zihniyet, o gün Başkan sende dediklerini yalıyorsun, Nasıl iş bu demiyordu !!! Bu transferden 1 ay sonra büyük bir şevk ile forvet transferi bekleyen taraftarın önüne 61 operasyonu dahilinde Engin Baytar getiriliyor ve büyük bir iştah dahilinde sunuluyordu. Ama yönetimimiz asıl bombayı en sona bırakmıştı. Oyuncunun menejeri ve Teknik Direktörünün tüm ikaz ve uyarılarına rağmen Tjikuzu buraspor’a gönderilen Hüseyinin yerine Trabzonspor kadrosuna dahil ediliyordu. Bu transferde akılcı kalıcı bir olay ise, İBB Teknik direktörü Abcullah Avcı’nın,
- Tizikuzu yaramaz bir oyuncu, zor zaptediliyor, çoğu zaman gittiği mekanlara ya birlikte gittik, yada arkasından ben gittim, aklı pek futbolda değil demeci ve,
oyuncu menejerinin bir radyo programında,
- Bende aslen Trabzonluyum, trabzonspor kulübüne bu oyuncu sizde iş yapmaz, uğraştırır sizi diye onca kez uyardım ama çok zorladılar ve aldılar demeçleri idi.
İşte Trabzonspor o meşhur iskeletinin üzerine gün geçtikçe daha kaliteli oyuncuları ekliyor, taraftarında şampiyonluk umutları gün geçtikçe artıyordu !!!
Bu arada Kaptan Hüseyin takımdan gönderiliyordu. Bu ne kadar bıkmış taraftarın hoşuna gitse de, gönderilme şekli hiçte etik durmuyordu. Oyuncumuz ile doğru düzgün görüşülmeden takım ile ilişkisi kesiliyordu. Bu belki de ileri ki günlerde kulüp bünyesinde çalışan onca insanın da çıkarılma şekli hakkında bize bilgi verecekti ! (En basit örnek Ömer Seren, taraftar tepkisinden sonra göstermelik plaket)
Takım bünyesinde bu gelişmeler yaşanırken Fatih Tekke ismi de ne kadar istemeseler de gündemlerinden hiç düşmüyordu. Başkan(ımız) transferin son gününde taraftarın isteğine kulak veriyor !!!!! Zenit kulübü ile görüşüyor ve Fatih Tekke’yi bize verin diyordu. Zenit kulübü ise belki de en güzel yanıtı veriyor, siz benden Fatih’i alınca ben son gün kimi alayım yerine diyor ve bu teklifi resmen reddediyordu. İşte o günlerde belki de akla gelen ilk Atasözü, Meramın Yok öpmeye yanağın nerde diye soruyorsun oluyordu. Bu arada işin olmaması için Zenit kulübüne yapılan Umut – Fatih takası da güzel bir anı olarak Sadri Bey’e kalıyordu. Ama aslında işin en can alıcı noktası, yönetimin bu aciz, sırf ayak oyunları kokan, taraftarın gazını almak için yapılan bu hareketi, taraftar bakımından büyük ilgi görüyor, yönetim gerekeni yaptı deniliyordu. Aslında yapılan hiçbirşeyin olmadığı gün gibi ortada dururken !
Bir Transfer dönemini daha istedikleri gibi geçiren yönetim tabi ki zafer sarhoşluğu içindeydi. Sonuçta Türkiye’nin en iyi orta sahası da takıma kazandırılmış, büyük bir uğraş örneği gösterilerek iki yıldır peşinde olunan oyuncu (Zafer Yelen) alınmıştı.
Asıl konumuz olan Fatih’e dönersek, psikolojik olarak yıpranmaya devam eden bir insan karşımızda idi. Bir yandan aile hasreti, diğer yandan memleket hasreti, öbür yandan oynadığı kulüpteki sorunları onu çıkmaz bir dar boğaza itiyordu. İçindeki hasret o kadar çoğalıyordu ki yanına röportaja giden gazetecilere bile muhlama yapıyor, memleket yemekleri ile ağırlıyor, 50 senelik dostunu görmüş gibi ağırlıyordu onları. Ve her fırsatta da ben dönmek istiyorum diyordu. İşte burada yine o rezil düşüncede ki adamlar devreye giriyor, bu demeçlerini bir özlem olarak değil, işte kariyerinin sonu gelen oyuncu, Trabzonspor’u emeklilik yeri olarak görüyor demeye başlamışlardır bile. Ama en üzücü yanları ise daha sonra gelecek. Çünkü bu insanları Fatih Beşiktaş’a gittiğinde de onu HAİN olarak suçlarken göreceğiz. Görüldüğü gibi taraftarımız (bir kısmı) aslında çift taraflı oynuyor, her sözü, demeci, beyanatı, haberi istediği gibi kullanıyordu. Ve o günlerde her türlü platformda gelmemesi için çabalayan insanlar bugün halen daha kaptanı Beşiktaş’a gitmek ile suçlayabiliyorlar. Bilinmez, belki de bu Yönetimi savunmak için bir DAL olmuştur malum kişilere….
Trabzonspor yeni kurduğu kadrosu ile ligde mücadeleye devam ediyor, ama sonuçlar istenilen gibi gelmiyordu. Herkes suçluyu ararken Başkan çoktan bulmuştu, çünkü hortlayan laf geri gelmiş, başkan çoktan Hocaya sorun demeye başlamıştı bile.
Hatta mevcut yöneticilerden birisinin daha sonlarda hocayı göndermek için bilerek yenildiğimiz maçlarda oldu demesi, bu yönetimin en büyük ayıplarından birisi oluyordu. Ama tabiî ki ANLAYANA…
Trabzonspor o günlerde 2. Hocasını da gönderiyor ve Hugo Bross da bilmem kaçıncı Teknik direktör olarak tabeladaki yerini alıyordu. Peki bu hocaya yapılan transfer Tijikuzu mu nerde, ülkesine gitmiş gelmemiş, Başkan ulaşamıyormuş…. Ya… bu arada bir kulüp çalışanı bir dost sohbetinde aynen şu cümleleri kuruyordu,
- Ersun Hocaya yapılanın aynısı şu an Hugo Bross’a yapılıyor, bırakıp gitmesi için üzerinde inanılmaz bir baskı var…
Sonuç olarak zaten yönetim tarafından 6 aylığına getirildiği bilinen hocamız Hugo Bross görevinden bir şekilde ayrılıyordu, kendisi mi gitti, gönderildi mi, neler oldu bilebilene aşk olsun diyoruz bizlerde. Düşünsenize aylarca hoca arıyorsunuz, konuşmadığınız, RESİM ÇEKTİRMEDİĞİNİZ adam kalmıyor, günlerce yurt dışında TEMAS (!) halindesiniz, sonunda Hugo Bross’u bulup getiriyorsunuz, adama ihtiyacı olan transferleri yapmıyorsunuz, bilerek puan kaybına uğruyoruz, ve hocayı yine bir hoca aşkına gönderiyoruz. Değer mi onca emeğe, paraya ve Trabzonspor’un giden 1 yılına daha ! İşte tam bir Trabzonspor aşığı insanın yada Yönetimin yapacağı işler. Alkışlıyorum sizleri ellerim çatlayana kadar.
Bu arada kulüpte komedi filmlerini aratmayacak olaylar oluyor, Yattara 1 senedir sakat olmasına rağmen bir türlü iyileşemiyor, ayağındaki kırık teşhis edilemiyor ve en sonunda da Yattara’dan şu demeç geliyordu,
- İyiyim diyorum sakatsın diyip oynatmıyorlar, sakatım diyorum bir şeyin yok çık oyna diyorlar…
Trabzonspor’umuzun kankacılık ile yönetildiğinin, iş bilmez insanların elinde canım oyuncuların ne hale geldiğinin en güzel örneğidir bu belki de. Aslında çok uzun bir şekilde değinmek istediğim ama bu yazıda yeri olmadığına inandığım bu iş bilmez insanların TSClupları ne hale getirdiği de gün gibi aşikardır. TSCluplara yeni forma yerine yaz günü eldiven gönderen, ürettikleri ürünlerin amblemlerini bile düzgün basamayan insanların bu kulüpte ne aradıklarını da çok merak ediyorum açıkcası. Bir TsClup yetkilisinin,
- Abi bizi kapatmak için ellerinden geleni yapıyorlar, sadece Trabzon’da olmasını istiyorlar, zorla dayanıyoruz demesi de aslında olayı güzel açıklıyor.
Bir yandan Fatih Tekke baskısı, bir yandan takımın gidişi, diğer yandan Hocasızlık derken, imdada yine ÖZEVLADIMIZ Şenol hoca yetişiyordu. Daha doğrusu en sonunda takımın başına geçebiliyordu. Sonuçta yönetim ilk geldiğinden beri onu istiyor, bekliyor ve onun uğruna iki hoca gönderiyordu. (Burada eleştirdiğim hoca değil, anlayıştır) Yönetimimiz bir adamlık örneği gösteriyor, Şenol hocanın görev süresi bitene kadar bekliyor, karşı tarafı asla mağdur etmiyordu. Şenol Hoca gelirken Başkan(ımız)ın bir lafı dikkatleri çok çekiyordu,
- Şenol bizim evladımız, gel deriz gelir, git deriz gider….
Aslında bu laf bile yönetimin değerlerimize ne gözle baktığının en güzel örneğidir. Yönetim bu hamle ile, hem kötü giden işleri iyiye çeviriyor, hem de istediğini yaptırabilecek (yapısı itibari ile) bir Teknik Adamı takımın başına getiriyordu, ve belki de en önemlisi taraftar baskısını azaltıyordu.
Şenol hoca gelirken yine ağızlardan o çok bilinen laflar dökülüyordu,
- Şenol tam yetki ile geliyor
- Şenol kimi isterse alacağız,
- Şampiyonluk süreci yeniden başlamıştır vs vs vs.
Taraftarın Fatih isteği Şenol Hocanın gelmesi ile birlikte daha da artıyor ve umutlanıyordu. Öyle ya da böyle beceriksiz hamleler yüzünden 2 senedir çok kötü olan rakiplerimizin inadına biz yine şampiyonluğu onlara bırakıyorduk. Ama Şenol Hoca ile gelen başarılı sonuçlar ve Türkiye Kupası da yüzümüzü güldürüyordu. Bizi ilgilendiren konuya dönersek, Şenol hoca da forvetteki eksikliği görüyor, taraftarın sesine ve takımda ki ağabey yoksunluğuna kulak veriyor yönetimden Fatih’in alınmasını resmen istiyordu. Ama birileri yardan mı yoksa serden mi geçeceğini bir türlü bilemiyordu. Sonuçta Hacısalihoğlu onun için çok büyük değerler ifade ediyor, onsuz bir türlü adım atamıyordu. Başkan ise topu üzerinden atıyor, tesisler orda gitsin imzayı atsın, gerisini ben yaparım diyordu. Ama Şenol Hoca konusunda gösterdiği futbol AHLAKINI, sonraki günlerde Semih konusunda göstereceği futbol AHLAKINI Fatih konusunda göster(e)miyordu. Her yapacağı transfer öncesi,
- Transfer 3 aşamalıdır, önce oyuncuyu ikna edersiniz, sonra kulübünü ikna edersiniz, sonunda da kendi dengelerinize bakarsınız, eğer hepsi uygunsa transfer o zaman gerçekleşir,
Diyen Başkan(ımız) bu transfer de hepsini rafa kaldırıyor, arkadaş git imzanı at diyordu. Baksanıza aslında transferler ne kadar da kolay oluyormuş. Etik değerleri bir türlü çiğnemeyen Başkan, sözleşmesi devam eden bir oyuncuya git imza at diyordu. Anlaşılan aynısını yaptırdığı Slva’dan daha ağzının payını tam olarak almamıştı Başkan. Etik Başkan, Etik değerleri…
Arada geçen sürelerde Kaptan 1.000.000 Euro karşılığında anlaşılmak üzere çağrılıyor, ama yönetim kaptan geldiğinde bu parayı 600.000 Euroya indiriyordu. Fatih ise biz böyle anlaşmadık diyerek görüşmelere son veriyordu. Bilinmez belki de karşısında kendisi gibi DELİKANLI insanlar görmek istiyordu !!! Bu örnekten sonra birçok arkadaş buna alıntı yapacak, ve belki de paragöz Fatih diyecektir hiç utanmadan. Sonuçta Fatih o, Trabzonsporlu beleşe oynamalı değil mi ? Yönetim önüne ne koyarsa kabul etmeli, 1 milyona çağırır, ama 600 verir, sen kabul edeceksin, çünkü sen Trabzonsporlu Fatih’sin. Peki o Trabzonsporlu Fatih’de ona bu adiliği yapanlar kim ? Trabzonspor’un forvet ihtiyacını görüp de almayan, katkısı tartışılmayacak, taraftarın çok istediği bu adamı almayan, almamak için kırk takla atanlar kim ? Neci, nereli ?
Transfer görüşmelerinde geçen en ilginç olay ise yine aynı zamanlara denk geliyordu. Mahmut Aksu, Ünal Karaman ve bir gazeteci Fatih’in kayınpederi Aziz Bey’in evinde buluşuyor, aralarında çeşitli konuşmalar geçiyordu.. Ama en enteresanı ise,
Mahmut Aksu : Fatih sende boş mukaveleye imzanı at, olsun bitsin (gülerek)
Fati Tekke : Baba içerden kağıt kalem getir, bitsin bu iş
Mahmut Aksu : …….
Evet işte Alanzinyo transferini bardak atarak bitirdiğini söyleyen Mahmut Bey, kesin olacak işi o evde bitiremiyordu. (Bu olayı o gece orda olanları bildiğini söyleyen gazeteci bile yalanlayamamıştır, ulusal basın yazarı)
Görüldüğü üzere yönetim bu transferin olmaması için elinden geleni yapmaktadır, ama basın ve taraftar bu transferi devamlı olarak gündemde tutuyordu. Baskılardan bunalan yönetim Ünal Karaman’ı Rusya’ya gönderiyordu. Güya git işi bitir diye… Nemi oluyordu masada, önce gidiliyor kulüpte kimse bulunamıyor, Başkan hiç kızarmadan, bunlar şirket tatil delermiş gibi saçma sapan bir bahane ile ortaya çıkıyordu.Güya alacaktık ama kapalı imiş tükan! Diğer görüşmede ise, Ünal Karaman tek bir kelime fiyat konuşmadan masadan kalkıp Trabzon’a geri geliyordu. Evet, transferi bitirsin diye görevlendirilen kişi, pazarlık yapacağı yerde havadan sudan konuşuyor TL ya da Euro lafını ağzına almadan, Havaalanına geri dönüyordu. Masada konuşulanlar ise, biz almak istiyoruz – biz de satmak istiyoruz cümleleri oluyordu. Hatta Zenit yetkilileri oyuncuya biz hiç böyle transfer pazarlığı yapmadık diyorlardı…İleri ki günlerde gelecek Ünal’dan bile büyük Trabzonsporluyum demeçleri buna istinaden gelecektir aslında. (Konuşulmayan para mevzusu masada bulunan bir kişi tarafından teyit edilmiştir) İşte, bugün onca kişinin sitemizde yada Facebook profilinde paylaştığı o meşhur söz buna istinaden söylenmiştir aslında. Aynı teknik direktör arayışlarında olduğu gibi Rusya gezisi de Transfer bitirme işinden çok bir tristik gezi halini alıyordu.
Bu arada söylenip söylenmediği bir türlü kesinleştirilemeyen,
O molla bu kapıdan içeri giremez lafı sanki o günlerde doğrulanır gibi bir olay yaşanıyordu. İnanılması gerçekten çok güç, ama birinci ağızdan gelince ister istemez inanıyor insan. Yönetim isteklerini ne yazık ki Fatih’e bire bir söyleyemiyor ve aracı olarak herkesin baş tacı olan iki kişiyi görevlendiriyordu. Bu iki ismin bu sefer ki görevi ise, Yönetimin bir isteğini oyuncuya iletmek idi. Bu istek aynen şudur arkadaşlar,
- Fatih sen camiye gidiyorsun, bunu yapman hoş karşılanmıyor, hadi bunu geçtik, birde oyuculardan bazılarını da alıp götürüyorsun, bu istenmiyor, hem de kesinlikle. Yapma bunları, belki iş kolaylaşır.
Evet, bunu Fatih’e iletenlere tek kelime lafım yok, ya iletilmesini isteyenlere…. Tek hayatı (geldiğinde) Avni Aker, MAY Tesisleri ve Yayla evi olacak olan insanın yine de kötü bir huyu (Tövbe haşa, birilerine göre) bulunuyor ve bu oyuncuya direkt ağızdan iletiliyordu.
Yorum