Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Paylaşmak İstediğiniz Yazılar...

Daraltma
X
  •  
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

  • #76
    Acaba Siz Kaç KırLangıç KovaLadınız?

    Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne
    konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış,
    güzel durduğuna ikna olduktan sonra, küçük sevimli gagasıyla cama
    vurmuş. Tık..... Tık......Tık....
    Adam cama bakmış.Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş.
    Meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç!
    Heyacanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin
    bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış.
    Hey adam!Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun
    zamandır seni izliyorum.Bugün cesaret buldum konuşmaya.Lütfen
    pencereyi aç ve beni içeri al.Birlikte yaşayalım.
    Adam birden parlamış: Yok daha neler? Durduk yerde sen de
    nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam,demiş.Gerekçeside pek sersemceymiş:
    Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu?
    Kırlangıç mahçup olmuş.Başını önüne eğmiş.Ama pes etmemiş,
    bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş,gülümseyerek bir kez daha
    şansını denemiş: Adam, adam!Hadi aç artık şu pencereni.Al beni
    içeri! Ben sana dost olurum.Hiç canını sıkmam!
    Adam kararlı, adam ısrarlı: Yok ,yok ben seni içeri alamam
    demiş.Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş.İşim gücüm var,
    git başımdan. Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine
    gelmiş: Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi
    al beni içeri.Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım.Çünkü
    ben ancak sıcakta yaşarım.Pişman olmazsın, seni eğlendirirm.
    Birlikte yemek yeriz, bak hem de sen de yalnızsın' yanlızlığını paylaşırım, demiş.
    BAZILARI GERÇEKLERİ DUYMAYI SEVMEZMİŞ! Adam bu yalnızlık
    meselesine içerlemiş.Pek bir sinirlenmiş: Ben yalnızlığımdan
    memnunum,demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş.Düpedüz kovmuş.
    Kırlangıç , son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca,başını önüne eğmiş,
    çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş.Adam, önce düşünmüş, sonra kendi
    kendine itiraf etmiş:Hay benim akılsız başım; demiş.Ne kadar
    aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk
    fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle
    kös kös oturacağıma , keyifli vakit geçirirdik birlikte.
    Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş.Yine de kendi
    kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş: Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım
    nasıl olsa yine gelir.Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.
    Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş.Gözü yollardaymış.
    Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş.
    Ama......
    Onunki hiç görünmemiş.
    Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna.
    Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören
    olmamış.Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş.Olanları anlatmış.
    Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki:
    "KIRLANGIÇLARIN ÖMRÜ 6 AYDIR...."
    HAYATTA BAZI FIRSATLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ ELİNİZE GEÇER VE DEĞERLENDİRMEZSENİZ UÇUP GİDER!
    HAYATTA BAZI İNSANLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ KARŞINIZA
    ÇIKAR;DEĞERİNİ BİLMEZSENİZ KAÇIP GİDERLER!
    VE ASLA GERİ DÖNMEZLER!

    Dikkatli olun....
    Farkında olun.....
    Ve bir düşünün bakalım;
    Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?



    CEVABINIDA YAZABİLİRSİNİZ HİÇ DEĞERİNİ BİLEMEYİP KOVALADIĞINIZ KIRLANGIÇ VAR MI?
    www.twitter.com/SDanismaz
    Gugudali..
    Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi

    Yorum


    • #77
      Yaşanmış Gercek Bir Olay

      SAHİBİNİN OKUYAMAYACAĞI MEKTUP
      Terminaldeki bakışlarının, sımsıkı sarılışlarının bir elveda olduğunu, son kezlerin yaşandığını nereden bilirdim? Senin gitmene izin verdiğim için asla kendimi affetmeyeceğim.

      Sana bağlanışımı sağlayan olayı dün gibi hatırlıyorum. Hava soğuktu, yerde karın erimiş kalıntıları ve kuru kahverengi yapraklar vardı. Yavaş yavaş yürürken sen adımı söyledin ve olduğun yerde durdun bana döndün. Uzun uzun gözlerime suskun ama haylaz bir çocuk edasıyla baktın. Tebessüm edip suskunluğunu adımın tekrarıyla bozdun ve ardındanda kendi soyadını ekledin.

      Kıpkırmızı olmuştum. Biliyordum ki bu bir evlenme teklifiydi. Başımı öne eğdim. Sen utandığımı anlayınca ellerimi avuçlayıp bana yaklaştın anlıma bir buse kondurdun. Mutluydum ve artık ben senin sende benimdin. O gün mobilya mağazalarını, düğün salonlarını, gelinlik butiklerini gezip sanki haftaya düğünümüz varmış gibi fiyat sormuştuk. Hatırlıyormusun ne gülmüştük.

      Herşey yolundaydı. Ailelerimiz birbirleriyle uyuşmuşlardı ve geleceğimizle ilgili hiçbir sorunumuz çıkmayacaktı. Sen bir assubaydın bende iki sene sonra öğretmen olacaktım.

      Seni terminalden görev yerine uğurladıktan bir ay sonra ne olduysa bana telefonda ayrılacağını söyledin. Neydi kimdi aramıza giren bilmiyordum. Çok ağladım, yalvardım ama vazgeçiremedim seni. Bana ''Beni bırak başka birini bul'' diyordun. Soğuk ve duygusuzdun. Seni tanıyamamıştım bu sözlerinle.

      Beni yıkmış, ellerinle öldürmüştün. Mutluluğumu sevgimi çalmıştın.
      Bu acıyı haketmemiştim, çok beddualar ettim, belalar okudum sana duyduğum kinle. ALLAH'tan senin mutlu olmamanı dilemiş, her kelimemde sana ve mutluluğuna nefret kusmustum.

      O beddualar acıyla bilinçsizce sarfedilmiş kelimelerdi. Nereden bilirdim sevsnin ahının tutacağını... Neredeb bilirdim senin kara pusularda şehit olacağını... Nereden bilirdim acı haberini gözü yaşlı annenden ''Seni hep sevmişti kızım'' diyerek alacağımı... Nereden bilirdim benden ayrılışının nedeninin hain pusularda ölümü gördüğün için olduğunu.

      Bu vicdan azabını daha ne kadar çekeceğimi bilmiyorum. Ölmek istiyorum. Seni ahlarımla nasıl kaybettim, sana bunu nasıl yaptım...

      Keşke o beddualarla ben ölseydim. Keşke benimle gerçekten dalga geçmiş olsaydın da sensiz ama senin yaşadığını bilerek yaşasaydım. Keşke 8 yıl önceye terminaldeki o son günümüze dönebilseydim.
      En son Cafer KILIÇSOY tarafından düzenlendi; 06.03.2008, 17:28.
      ODTÜ'lü bir hocanın Trabzonspor atkısıyla dolaşan Trabzonsporlular hakkındaki yorumu;
      "Hocam onlar Trabzonsporlu. Onların sevgisi, derdi bir başka. TRABZONSPOR onlar için bir var olma nedeni. TRABZONSPOR'a küsemez, kızamaz ondan utanamazlar çünkü o zaman şehirlerine küsmüş, şehirlerinden utanmış olurlar''

      Yorum


      • #78
        BİRAZ DURUP UZAKTAN BAKMALI

        'BANA asik misin?'
        Sevgiliniz bu soruyu sorarsa eger, ki sormamasi dusunulemez,cevap vermek
        icin sure isteyin.
        Ne kadar süre?
        Belirsiz.
        Daha dogrusu iliskinizin omrune bagli.
        iliskiniz bitecek, uzerinden epey bir zaman gececek,asik olup olmadiginizi
        anlayacaksiniz.
        Durum budur.
        Gerisi yalandir.
        İcindeyken, yani iliski surerken gercegi bilemezsiniz.
        Bildirmezler. Araya girerler.
        Kimler, neler?
        Hirs.
        Ekonomik sartlar.
        Cinsel cekicilik.
        Aliskanlik.
        Birbirine mecburiyet.
        Hepimizde var olan sevgiliyi kahramanlastırma egilimi.
        Falan, filan.

        Ancak...
        Her sey bitince.
        Sular durulunca.
        Heyecan dinince.
        Zaman geçince.
        Sevgiliniz ciplak kalinca...
        Anlarsiniz asik olup olmadiginizi.
        * *
        Dusunun soyle bir...
        Tarih olmus sevgililerinizi aklinizdan gecirin.
        Hani o deli gibi kiskandiginiz birisi vardi...
        Ne o? Yuzu gozunuzun onune gelmiyor tam olarak degil mi?
        Hani bir de ayrilirsaniz oleceginizi zannettiginiz birisi vardi...
        Biliyorum, simdi adini bile anmak istemiyorsunuz.
        Peki onu kaybetmenin dunyanin sonu olacagini dusundugunuze ne oldu?
        ''Hayatıma girmeseydi de olurdu'' diyorsunuz, duyuyorum.
        Dusunmeye devam edin.
        Biri var ki...
        Onu hatirlayinca derinlerde bir yerde bir sizi duyuyorsunuz.
        Zaten o tam olarak cikip gitmedi ki hayatinizdan.
        Artik hiç gorusmeseniz de var o.
        Bir yerlerde sakli duruyor.
        Siz onu gercekten sevmistiniz.
        Ask biter ama izi kalir.
        Her iliski bir suru ani birakir ama iz birakan asktir.
        Ve galiba bir kere asik olur insan omrunde.
        Ve maalesef onu da otekiler gibi yasar.
        Keske o sirada farkinda olabilse... Hayatinin aski oldugunu bilse.
        Gerci bilse ne olacak?
        Hic.
        Yine de bitecek.
        Su anda asktan aska kosanlar bu dediklerimden bir sey anlamayacaklardir.
        Anlamak icin biraz durulup uzaktan bakmak lazım .
        Pakize suda

        Yorum


        • #79
          MANTIKLI MI YASAL MI
          Biröğrenci, lojislik ve organizasyon dersinin yazılı sınavından kalıyor


          ÖĞRENCİ: Siz beni cezalandırıyorsunuz. Bunu hiç anlamıyor musunuz


          PROFESÖR: Evet tabi ki . Yoksa nasıl profesör olabilirdim.


          ÖĞRENCİ: İyi o zaman. Size bişey sormak istiyorum. Eğer doğru cevap verirseniz ben kötü notumu alıyorum ve gidiyorum. Fakat bununla beraber eğer cevabı bilemezseniz bana iyi not vereceksiniz.


          PROFESÖR: Anlaşıldı tamam. Sor bakalım


          ÖĞRENCİ: Yasal olupta mantıklı olmayan nedir? Mantıklı olup ama yasal olmayan nedir? Vede ne mantıklı ne de yasal olmayan nedir?


          Profesör iyice bir düşündükten sonra hiçbir cevap veremiyor. Ve öğrenciye iyi not vererek onu geçiriyor. Daha sonra profesör en iyi öğrencisini çağırıyor ve aynı soruları ona soruyor. Öğrenci hemen cevap veriyor:


          Siz 63 yaşındasınız ve 35 yaşında bir bayanla evlisiniz. Bu yasal ama bununla beraber mantıklı değil. Karınızın 25 yaşında bir dostu var, bu gerci mantıklı ama yasal değil. Siz karınızın dostuna iyi not veriyor ve onu geçiriyorsunuz, oysa ki o sınıfta kalmıştı. Bu ise ne mantıklı ne de yasal
          ODTÜ'lü bir hocanın Trabzonspor atkısıyla dolaşan Trabzonsporlular hakkındaki yorumu;
          "Hocam onlar Trabzonsporlu. Onların sevgisi, derdi bir başka. TRABZONSPOR onlar için bir var olma nedeni. TRABZONSPOR'a küsemez, kızamaz ondan utanamazlar çünkü o zaman şehirlerine küsmüş, şehirlerinden utanmış olurlar''

          Yorum


          • #80
            Bir papatya tarlası düşün..

            İlkbahar ayı..
            Ve sen, onun yanından geçen yolda yürüyorsun...
            Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker..
            Binlercesinden birisidir ama sen, onun yanına gidersin..
            Onda seni çeken bir şeyler vardır ..
            O papatyayı olduğu yerden koparırsın ..
            Sadece senin olsun istersin, sadece senin ..
            Öleceğini düşünmeden. Ve gidersin o tarladan ...
            İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik ama bir o kadar güzel ve hapsedici.

            *İşte bu TUTKU..

            Yine o tarlanın kenarındaki yolda yürüyorsundur..
            Yine milyonlarcası arasında bir tanesi seni çeker..
            Yaklaşırsın, yanına gidersin o papatyanın..
            Gözlerin başkasını görmez olur o an.
            Onun için herşeyi yapmak istersin... Dokunmak istersin..
            Dokunamazsin, orda, onunla ölmek istersin.
            Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna.. Dayanamazsın onun kokusuna..
            Unutturur herşeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin.. O papatya orda kalmıştır, yüreğinin bir kenarında..
            Paylaşılmamıştır bir çok şey.. Unutulmaz belki ama geri de dönülmez ona..

            *İşte bu AŞK...



            Yine o yoldasın.. Papatya tarlasının yanından geçen..
            Ve yine bir papatya ...
            Milyonlarcasının içinde seni çeker..
            Gidersin yanına.. Orda kalakalırsın..
            O hiç ölmesin diye her şeyi yaparsın..
            Tüm gücünle onunla olmak istersin..
            Oradan seni koparacak hiç bir güç olmadığına inanırsın..
            Ve orda onunla ölene kadar birlikte kalırsın...


            *İşte bu da SEVGİ ..

            Yorum


            • #81
              GİT (ME)
              Git. Yüzüme öyle bakma git. Hiç durma, bir gidenin asla giremeyeceği kapı orada, git. Hiçbirşey açıklamak zorunda değilsin. Giderken söyleyecek sey bulamaz insanlar. Sen bahanelerin arkasına sığınanlardan olma, git.


              (oysa daha doyamadım sana kokunu yeterince çekemedim içime... Yapacağımız ne çok şey vardı... Neler planlamıştık... Şimdi ne yapacağım ben? Nasıl duracağım ayakta? ''Kal'' desem kalırmısın yar? Nasıl istiyorum yalan bile olsa ''Bu gidiş sadece zorunluluktan, bekle beni döneceğim'' demeni)


              Her aşk biter, sende git. Hem zaten biteceği daha baştan belli bir aşktı bizimkisi. Sen gitmesen belliki birgün ben gidecektim. Herkes kendi tercihini yaşar ve sen tercihini yaptın. Rahat ol, git. Aklın kalmasın burada. Dramatik vedaların kahramanları olmayalım, git.


              (Benim aklım sende kalacak. Sadece aklım değil yüreğimde... Bitmezdi bizim aşkımız. Asla terketmezdim seni. Benliğimi, varlığımı, hayatımı adamıştım ben bu aşka. Beni tercih etmeni isterdim, benimle yaşamanı isterdim. Şimdi kimi ya da neyi seçtiğinin ne önemi var artık? Ağlayacağım ardından, kahretsin ağlayacağım


              İstersen dost olabiliriz, haberleşiriz birbirimizle. Mutlu olmanı isterim. Sen mutluluğu hakeden bir insansın. Elbette bende mutlu olacağım, merak etme,git. Hayatımıza başkaları girecek ve biz belkide birlikte yaşadıklarımızı bir süre sonra hatırlamayacağız bile, git. Hangi yara kabuk bağlamamış ki bugüne kadar? Hangi ateş sönmemiş ki. Yapman gerekeni yap, git.


              (Sensiz mutlu olabilirmiyim ben yar? Unutabilirmiyim bu kadar kolay. Yaşadığımız onca şeyi silebilir miyim? Mümkün değil, seni içimden söküp atmam mümkün değil. Biliyorum hiçbir ilac iyileştiremeyecek senin açtığın yarayı. Senin yaktığın sevda ateşi hiçbir zaman sönmeyecek. Senin mutlu olmanı istediğimde yalan. Mutlu olma yar, sende benim gibi mutlu olma. Belki o zaman yeniden dönersin bana..)


              Haydi zaman geçiyor artık git. Hem neden suratın asık? Sevinmelisin gittiğine. Aslında sana teşekkür etmeliyim. Beni bu aşkın yükünü taşımaktan kurtardığın için. Rahatladım biliyormusun? Bende kalan Birkaç parca eşyanıda gönderirim ardından. Fırsat buldukca ararım seni. Hadi git.


              (Gitme benim güzel sevdalım gitme. Beni bu aptal dünyada bir başıma bırakıp gitme. Gidipte yüreğimi öldürme. İçim acıyor, kalbim sıkısıyor. Ben asıl sensizliğin yükünü taşıyamam gitme. Ne olur gitme
              ODTÜ'lü bir hocanın Trabzonspor atkısıyla dolaşan Trabzonsporlular hakkındaki yorumu;
              "Hocam onlar Trabzonsporlu. Onların sevgisi, derdi bir başka. TRABZONSPOR onlar için bir var olma nedeni. TRABZONSPOR'a küsemez, kızamaz ondan utanamazlar çünkü o zaman şehirlerine küsmüş, şehirlerinden utanmış olurlar''

              Yorum


              • #82
                Harika bi yazı Cafer teşekkürler.. Söz başka,Kalp ise bambaşka!

                Yorum


                • #83
                  Cafer Hocam kocaman bedeninin içimde sevgi dolu minicik bi kalp taşıyosun sen.....
                  Ne mutlu Türk olana değil , Ne mutlu Türk'üm diyene !

                  "Cahilin karşısında kitap gibi sessiz ol." Mevlana

                  Yorum


                  • #84
                    İlk olarak SeRaP tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
                    Harika bi yazı Cafer teşekkürler.. Söz başka,Kalp ise bambaşka!
                    İlk olarak blackseastorm tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
                    Cafer Hocam kocaman bedeninin içimde sevgi dolu minicik bi kalp taşıyosun sen.....
                    Ben teşekkür ederim arkadaşlar. Devamı gelecek
                    ODTÜ'lü bir hocanın Trabzonspor atkısıyla dolaşan Trabzonsporlular hakkındaki yorumu;
                    "Hocam onlar Trabzonsporlu. Onların sevgisi, derdi bir başka. TRABZONSPOR onlar için bir var olma nedeni. TRABZONSPOR'a küsemez, kızamaz ondan utanamazlar çünkü o zaman şehirlerine küsmüş, şehirlerinden utanmış olurlar''

                    Yorum


                    • #85
                      Beni Anla

                      Beni bana bırakma
                      Acıyan yanlarıma yama ol.
                      Susuz kalmış dudaklarıma yağmur ol.
                      Körleştirilen gözlerime yeniden bakmayı öğret.
                      Yalnız,korkmuş tufanlarımı sessizce dinleyip durdur.
                      Ama lütfen! !
                      Yorgun bedenimi yorma
                      Küskün ruhumu üzme
                      Ezik yanlarımı kurcalama
                      BENİ ANLA KAFİ....
                      En son Serap tarafından düzenlendi; 12.01.2007, 22:30.

                      Yorum


                      • #86
                        Huzur evinin kapısından hızlı adımlarla giren ve halinden 60-70 yaşlarında olduğu anlaşılan kadın, girişteki danışmadan bir şeyler sorar.
                        Danışma memuruyla aralarında geçen ve kısa süren konuşmadan sonra aradığı şeye bir an önce kavuşma heyecanıyla olsa gerek daha bir hızlı adımlarla merdivenlere yönelir.
                        Kapı numaralarına bakarak ilerlemektedir koridorda. Ve hışımla dalar 24 numaralı odaya...
                        Bir yatak, çelik bir elbise dolabı, küçük, formika kaplı bir sehpa, dayanakları ahşap bir tek misafir koltuğunun bulunduğu, yerlerin mozaik olduğu, penceresi batıya bakan, pek köhne sayılamayacak bu Huzur evi odasında yaşı 70’ e varmış ve çoktandır ilaç tedavisi gören birisi yatmaktadır.
                        Kaybetmişlikle bulmuşluğun, ya da bulmuşlukla kaybetmişliğin arasında bir çok zıt duyguyu aynı anda yaşayan kadın, gözlerinin ışığına bakılırsa, sevinmektedir. Alnındaki daha bir belirginleşen hayat çizgileri ise üzüntülü olduğunu ortaya koymaktadır.
                        Çok kısa bir sürede anılar gözünün önünden bir film şeridi gibi geçmiş olan kadın, üzerinde lacivert eşofman bulunan yataktaki yaşlı adama yaklaşır. Gözleri nemlidir. Yıllardır denize hasret bir kaptanın denizi seyrettiği gibi seyreder bir müddet onu. Ve buruk bir sevinç içerisinde seslenir.
                        - Merhaba,
                        Nihayet buldum seni.
                        Nasılsın,
                        Beklemiyordun değil mi beni?..

                        - Merhaba,
                        Ben kaybolmadım ki bulunayım.
                        Herkes biliyor ki,
                        Son sekiz senedir buradayım.

                        - Yanlış anladın,
                        Kavuştum sana dedim.
                        Belki inanmayacaksın ama,
                        Seni çok özledim.

                        - Çıkaramadım, af buyurun,
                        Tanıtır mısınız kendinizi?
                        Ne zamandır tanıyorsunuz,
                        Bendenizi?

                        - Yapma Allah aşkına
                        Yapma be şâir
                        Ne şiirler yazmıştın hani,
                        Beni sevdiğine dâir.


                        - Hem sevdim hem şiir yazdım ha
                        Şimdi iyice şaşırttınız.
                        Aklımı yitirmedim daha
                        Bence siz ortaya bir yalan attınız.

                        - Yalan değil söylediğim
                        Niçin öyle düşünüyorsun?
                        Bu değildi beklediğim,
                        Beni kırmak mı istiyorsun?

                        - Niyetim sizi üzmek değildi,
                        Samimi söylüyorum.
                        Sadece gerçekleri,
                        Anlamak ve anlatmak istiyorum.

                        - Haydi, gezdireyim bahçede seni,
                        Hava alırsın, mevsim nasıl olsa yaz.
                        Hem belki konuştukça,
                        Hatırlarsın geçmişi biraz.

                        - Hatırlamam neyi değiştirir,
                        Konuşsak da hoş konuşmasak da hoş.
                        Gerçek olan tek şey şu değil mi;
                        Sevgisiz geçen hayat boş.

                        - Alır alır gelirdim seni buraya,
                        Ancak Huzur evinde kavuşuruz derdim.
                        İster inan ister inanma ama,
                        Ben sana bu güne söz verdim.

                        - Ya, demek öyle,
                        Pekiyi ya bunca geçen zaman?
                        Hasret nasıl telafi edilir,
                        Mümkün mü o günü tekrar yaşaman?

                        - Hiç unutmam,
                        Bir sohbette sormuştun bana,
                        “Bende ne buldun?” diye.
                        Gönlümü çalan ne servetindi
                        Ne de verdiğin bir hediye.

                        - Allah Allah,
                        Diyorsun ki şuydu sorduğun,
                        Peki söyle bakalım,
                        Neymiş bende bulduğun?

                        - Oturduğumuz o parkta gözlerine bakarak,
                        Gülümsemiştim.
                        Ve daha sonra sana,
                        Sen beni çok sevdin, demiştim...

                        - Hatırlıyorum elbette hepsini,
                        Unutulur mu hiç?
                        Onca gayret onca emek.
                        Tahmin etmeliydim,

                        Sen, “O” sun demek.

                        - Evet, benim,
                        “Sevmekten kim usanır?” diyen,
                        Kaç kere yemin eden,
                        Kaç kere geri gelen...

                        - Anlıyorum, kaçan kovalanır, sevenden kaçılır,
                        Bizde böyledir değil mi âdet?
                        Üç günlük dünyada
                        Çok görülür saadet.

                        - Gittim... Gittim ama,
                        Sebepsiz değildi gidişim,
                        Terk etmiş olsam da seni o gün.
                        Geldim işte yanındayım,
                        Ve seninim bugün.

                        - Neye yarar ki,
                        Ne olursa olsun neden,
                        Beni terk ettin.
                        Ve geçti artık iş işten,
                        Sen unutulmuş olmayı,
                        Çoktan hak ettin.

                        - Yalvarırım,
                        Yalvarırım bana bunları söyleme.
                        Kırk yıldan sonra,
                        Tam bulmuşken seni,
                        Yeniden kaybetmemi isteme.

                        - Bırak !..
                        Bırak lütfen ellerimi,
                        Ömür bitmiş seni neyleyim?
                        Tek başıma yaşadığım dünyadan,
                        Bırak da, yalnız gideyim...


                        Sağ elini avuçlarının arasında tutan kadından kurtaran yaşlı adam, oturmakta oldukları banktan da aniden kalkar.

                        Bastonunun da yardımıyla ağır aksak yürümeye başlar. Ağlıyordur... Ama arkasına bakmadan yürümektedir. Binaya mı? Odasına mı? Hayır...

                        Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş gençliğinin maralını, güzel hatıralar yaşadığı kadınını, yüzlerce şiir yazdığı ilham perisini bırakmıştır arkasında...

                        Gitmektedir.... Ama nereye gittiğini ne kendisi ne bir başkası bilmektedir...

                        Yorum


                        • #87
                          Yolumu aydınlatan güneşim değilsin; ama
                          Yıldızım sensin,
                          Derdimin kaynağı sen değilsin; ama
                          Dermanı sensin.

                          Şarkılarımı dinleyen değilsin; ama
                          Söyleten sensin.
                          Yanlızken yanımda değilsin; ama
                          Sen her şeyimdesin.

                          Seni böyle düşünürken
                          Hiç bir şeyimde sen yoksun ama;
                          Yazarken yazmama nedensin,
                          Anlayacağın herşeyim sensin...

                          Yanlış yolda rehberim değil; ama
                          Pusulam sensin.
                          Acılı günlerim sen değilsin; ama
                          Mutlu günlerim sensin.

                          Anlayacağın Her Şeyim Sensin

                          Yorum


                          • #88
                            Canım Memleketim

                            Dağda ki karına,
                            Köydeki bağına,
                            Denizde ki balığına,
                            Yaşamı renkli kılan,
                            Trabzonspor'una.


                            Mavisine, yeşiline,
                            Sümela manastırına,
                            Huzurun uğrak yeri,
                            Deniz kıyılarına.

                            Boztepeden Uzungöle,
                            Ganetadan köşküne,
                            Tarihine,şivesine,
                            Karadenizin incisi,
                            Canım memleketime...
                            "Trabzonspor taraftarı rüzgara uymaz, rüzgarı yaratır" Şenol GÜNEŞ

                            Yorum


                            • #89
                              Kaybolan Yıllar

                              Karamsar bir yapıyla,
                              Heyecansız anlarda,
                              Umut yeşermiyor,
                              Aydınlık doğmuyor sabah.

                              İstesende başında,
                              Çaresiz bakışlarda,
                              Geri gelmiyor zaman
                              Göçüp gidince bir daha.

                              Karanlık çökünce Dünya'na,
                              Işıldasa da şehrin ışıkları,
                              Çare olmuyor,
                              Olamıyor,
                              Kaybolan yılları'na...
                              "Trabzonspor taraftarı rüzgara uymaz, rüzgarı yaratır" Şenol GÜNEŞ

                              Yorum


                              • #90
                                salı günlerimiz ...

                                Bir salı günüydü.

                                'Yoğun bir iş temposuyla geçen günün akşamında eve varmak ne güzel...

                                Daha da güzeli elini yüzünü hoş kokulu sabunlarla yıkayıp, üstüne

                                rahat ev kıyafetlerini geçirmek... Sonra şöyle güzelce televizyonun

                                başına kurulup eline kumandayı almak..'

                                Oturduğu yerde sızlanmalarını dindirmek için ayaklarını yüksekçe bir

                                yere kaldırıp uzandı. Yorgunluğu şimdi çok daha belirginleşmiş, külçe

                                gibi üzerine çökmüştü. Oh! Tam şekerlemelik bir andı. Gözlerini yumdu,

                                televizyonun sesini kıstı. Sabah geç kalkmasına rağmen çok iş yapmış,

                                çok yere gitmişti. Geç yatması da cabası...

                                Şöyle bir düşündü:

                                'Evi silip süpürmek, çarşıya çıkıp sayısını hatırlamadığı kadar

                                mağaza gezmek, alışveriş yapmak, bu arada faturaları unutmamak, her

                                biri için saatlerce sıra beklemek, sonra o eşyaları elleriyle

                                taşımak...'

                                Çok, çok zahmetli bir gün olmuştu bugün.

                                Ayakları, kolları, her yeri sızlıyordu. Burnuna sabunun güzel kokusu

                                geldi. Leylâk gibi, insana eflâtun rengini hatırlatan ferahlatıcı bir

                                kokuydu bu... Derin derin içine çekti. Galiba bu kokunun uykuya da

                                tesiri vardı. Davetiye çıkarmış gibi, uyku hemen başucunda bitiverdi.

                                Tam kendini uykunun o tatlı tatlı dalgalanan, masmavi ve ılık denizine

                                atacak, imkânsızın mümküne dönüştüğü yerlerde gezecek hattâ uçacaktı

                                ki, aklına akşam namazını kılmadığı geldi. Düşünmemeye çalıştı.

                                Yok, hayır! Akşam namazını kılmamıştı. Ama çok yorgundu. Olsun, yine

                                de kılmamıştı. Ama kıpırdayacak hâli kalmamıştı, her yeri sızlıyordu,

                                zaten namazını kılsa bile huşuyla değil, bir an evvel kılmış olmak

                                için kılacaktı. Biraz düşünüp aklına gelen birkaç önemli önemsiz

                                bahaneyi de sıraladı. İçindeki uzlaşmaya yanaşmayan o inatçı ses tek

                                cümleyle cevap verdi: Kılmamıştı işte, kılmamıştı, kılmamıştı...

                                Bahanesini geçerli hâle getirmek, inatçı sesin inadını kırmak için

                                daha çok düşündü:

                                'Zaten bu sene üniversite imtihanına giriyorum. Gece yarılarına kadar

                                ders çalış, okul, dershane, etütler... Sabah namazlarına da genelde

                                kalkamıyorum, öğlenleri okulda kılamıyorum, hattâ bazen, yok yok,

                                genellikle ikindileri de... Ne öyle bölük pörçük... Bir şey yapıldı mı

                                tam olmalı. Seneye hayırlısıyla üniversiteyi bir kazanayım... Hepsini

                                beş vakit kılmaya başlarım. Hayatım nasıl olsa düzene girer. Şimdiki

                                kadar yoğun da olmam. Bu sene geçiş yılı. Olmuyor işte bu yoğunluğun

                                içinde!'

                                Üniversiteli olmakla, yepyeni bir pazartesiyle yepyeni bir hayata

                                başlayacaktı... düzenli bir hayata. Tabii, namazları tam bir hayata..

                                Ah pazartesi, bir gelse!

                                .........

                                Ve üniversite yılları

                                Bir salı günüydü. Artık şubat tatilinin yaklaştığı, insanların kayıp

                                düşmesini bekleyen buzlarla kaplı, soğuk yollarda geçirilen

                                koşturmacalı bir günün akşamında kendini eve zor atmıştı.

                                Yoğun bir günün bitiminde evine varmak ne güzel bir duyguydu.

                                'Bir de mor veya mavi renkli, kokulu sabunlarla yıkanıp, yüzüne

                                gözüne, eline ayağına yapışıp onun yorgunluğunu artırmak için ağırlık

                                yapan tozdan kirden kurtulmak herhalde dünyanın en güzel duygularından

                                biriydi.'

                                Gerçi sabun evindekiler kadar kaliteli değildi. Bazen yüzünü tahriş de

                                ediyordu; ama olsun. Öğrencilik hayatı işte...

                                Oturduğu koltukta hemen uyuyabileceğini biliyordu. Çok yorgun ve

                                uykusuzdu. Gece sabaha kadar ders çalışmış, erkenden deneme imtihana

                                gitmiş, yetiştirmesi gereken ödevi yapmak için kütüphanede bir hayli

                                vakit geçirmişti.

                                O kadarla kalsa yine iyi... Eksik ders notlarını tamamlamak için

                                koşuşturup fotokopicilerde epey ter dökmüştü... 'Üff ne tempo ama!' diye

                                düşündü. 'Hiç de öyle bir kere kapağı atmakla bitmiyormuş... Asıl zorluk

                                üniversitedeymiş meğer. Şimdi çalıştığım kadar üniversite imtihanına

                                hazırlansaydım en yüksek bölümü kazanırdım alimallah...'

                                Başını yastığa koydu. Üzerine sıcacık bir battaniye aldı. Burnuna

                                ikinci sınıf da olsa güzel kokan sabunun kokusu geldi. Bir an evini

                                hatırladı. 'Az kaldı. 2-3 imtihan sonrası, yaklaşık 2 hafta sonra

                                evdeyim.'

                                Annesinin mis gibi yemeklerinden yiyecek, yüzünü evlerinin güzel ve

                                kaliteli sabunlarıyla yıkayacaktı.

                                Bu düşünce onu keyiflendirdi. Gözlerini kapadı, yüzünde ailesini

                                düşünmenin verdiği tebessümle, bedeninde uzun zamandır süren

                                koşuşturmanın yorgunluğuyla, uykunun insanı uçurup yorulmaksızın

                                gezdirdiği değişik âlemlere yola çıkmaya hazırlanıyordu...

                                Birden aklına akşam namazı geldi. Eskisi kadar inatçı olmasa da, o

                                ses yine konuşmaya başlamıştı: 'Oooo, bu yorgunlukla çok zor bir iş

                                şimdi bu. Kalkacak, ağrıyan bacaklarıyla yürüyecek, sızlayan

                                kollarınla, ellerinle abdest alacaksın... Soğuk suyu da hesaba kattın

                                mı? Sıcacık battaniye terk edilip namaz kılmak...'

                                Kılmalıydı!!!

                                İnatçı sese karşı, o da inat etti: 'Yarım yamalak, bu yoğun temponun

                                içinde, hızlı hızlı kılınacak namazın ne hayrı olur ki... Koşturmanın

                                içinde böyle geçiştirilmiş namazlar... Yok yok, olmaz öyle. Şu

                                imtihanlar bir bitsin, şu okul bir bitsin, mesleğimi elime bir alayım.

                                Adam gibi kılmaya başlarım...'

                                Pazartesi bir gelse.

                                Yeni bir hayatın ilk günü olacaktı... Artık mesleğini eline almış çok

                                daha düzenli ve stressiz hayata başlamış olacaktı. 'O zaman kılarım,

                                hem bugünlerin kazasını da yaparım.' diye düşündü. Sonra içinde

                                feryatlar koparan o sesi duymamak ve hattâ onu da rahatlatacak bir

                                çözüm bulabilmek için, yarın bir gün çalışacağını, sabah erken kalkıp

                                namazını kılıp hattâ çok sevdiği sabah uykularından vazgeçip, namazdan

                                sonra yatmayıp Kur'ân okuyacağını, öğle tatillerinde namazını

                                rahatlıkla kılabileceğini, ikindiyi kısa günlerde iş yerinde, uzun

                                günlerde evinde, akşam ve yatsıyı evinde sakin ve huşuyla kılacağını

                                hayal etti.

                                Nasıl olsa kılacaktı.

                                Yeter ki şu yoğun tempolu, stresli okul günleri bir geçsin... İşe

                                başlayacağı, yeni bir başlangıç yapacağı pazartesi bir gelse..

                                ......

                                .. Ve iş hayatı

                                Bir salı günüydü. İşten yorgun argın eve gelmişti. Gelen fakslar,

                                yapılan görüşmeler, arananlar, arayanlar... İnsanlara laf anlatmak

                                cidden çok zordu. Hele bir de iş yerinde dönen ayak oyunları.

                                Çekememezlikler, kavgalar.. hadi hepsi bir yana, işten çıkıp da eve

                                gelmek için çekilen trafik çilesi... Bazen caddede yolun ilerisinin

                                göründüğü yerlerde kilometrelerce uzayan tıkanık yolu, bekleşen

                                arabaları görünce ağlayası geliyordu.

                                Sonunda varabildiği evinde olmanın mutluluğuyla elini, yüzünü güzel

                                kokan bir sabunla yıkadı. Yorgunluktan dile gelmiş ayaklarını yüksekçe

                                bir yere koyarak uzandı.

                                Gözlerini kapadı. Bugün ayaklarının sızlamasına baş ağrısı da eşlik

                                ediyor, Bremen mızıkacılarınınkine benzeyen uyumsuz bir koro gibi

                                kendilerince bağrışıyorlardı.

                                Sabunun hoş kokusunu duydu. Uyku, güzel kokulu yumuşacık mavi bir

                                bulut gibi onu sarıp sarmaladı.

                                Tam o bulutun üzerinde yola çıkacaktı ki, 'namaz' dedi içindeki ses,

                                her geçen gün biraz daha kısılan ses tonuyla..

                                İster istemez uyku bulutu aralandı, zihni yeni bahaneler üretmek için

                                harekete geçiyordu ki, içinden bir başka ses daha geldi. 'Evde yemek

                                yok ve akşama yemeğe arkadaşlarını çağırdın...'

                                Üç saniye içinde uyku kalmadı gözlerinde. O sevimli bulut kuvvetli bir

                                rüzgârla karşılaşmışçasına kaçıverdi geldiği bilinmeze. Hâlâ ayakları

                                sızlıyor ve başı ağrıyordu; yine de telâş içerisinde mutfağın yolunu

                                tuttu, telâşını bastıracak kadar kuvvetli değildi bu ağrılar.

                                Öyle bir telâştı ki namazı da unutturuvermişti.

                                ......

                                İşte aile...

                                Bir salı gecesiydi.

                                Oturduğu koltuğun üzerinde kâh uyuyor, kâh uyanıyordu. İşin gerçeği,

                                uykuyla uyanıklık arasında bir bölgede, 'âraf'ta duruyordu.

                                Ârafın bu yanına geçip gözlerini, uykusuzluktan sızlayan gözlerini

                                aralayıp çocuğunun ateşini kontrol etti. Biraz düşmüş gibi olması

                                ârafın öbür tarafına daha rahat geçebilmesi için bir biletti sanki.

                                İçi rahatlayarak başını koltuğa dayadı.

                                Camiden yükselen sabah ezanı, hasta çocuğu soğuktan korumak için her

                                zamankinden daha sıkı kapatılmış evde açık cam bulamamasına rağmen,

                                onun ârafın öbür yanından bu yanına yaklaşmasına sebep olmuştu. 'Çok

                                bitkinim. Sabaha kadar uyutmadı çocuk. Aman ne çileymiş bu. Zaten her

                                şeyden hasta oluyorlar. Şimdi namaza kalkmak.. uzun iş. Çocuk da

                                ağlar. Yok yok şimdi olmaz.

                                Hep erteliyorsun ama..

                                Şu çocuk düzelsin başlayayım artık namaza. Aman düzelse ne ki, bu defa

                                öbürü hasta olur. Yok yok. bu çocuklarla namaz falan kılınmaz. Pek bir

                                zor olur, böyle bir vakit kıl, üç vakit kılma. Hoş değil zaten.

                                Hayırlısıyla şöyle biraz büyüsünler. Kendi işlerini görür hâle

                                gelsinler.

                                Onların yürüdüğü, okula başladığı pazartesi günü başlayacaktı

                                namazlarına.. çok düzenli, bol dualı ihlâslı namazlar kılacaktı.

                                Hayırlısıyla bir gelseydi o pazartesi.

                                ......................

                                Yine bir salı günüydü.

                                Bugün yıllık izninden bir gündü. Yorgun değildi, sabah da geç kalkmış,

                                ağır ağır aklına gelen bütün kahvaltılıklardan oluşan bir sofra

                                kurmuş, öğle yemeğiyle birleşen bir kahvaltı yapmıştı. Evin odalarında

                                yavaş adımlarla yürüdü. Televizyonu açıp elinde kumandasıyla koltuğa

                                kuruldu. Bu anın, bu mutluluğun tadını doya doya çıkarmak için eline

                                bol miktarda Erzurumluların deyimiyle sımışka, yani ayçiçeği almıştı.

                                Çıt çıt.. kanalları dolaştı. Hangisinde karar kılacağını düşündü.

                                Çıtır çıtır çitletilen çekirdeklerle önce bir film, sonra eski bir

                                film seyretti. Dışarıdan gelen yeni bir ezan sesi yine onu

                                kımıldatamadı.

                                "Namaz" dedi içindeki güçsüzleşmiş ses. "Namaz!"

                                Hiç yerinden kalkası yoktu. Zaten yarım yarımdı bütün namazları.

                                'Hangi gün beş vakit kılıyorum ki.. bir vakit daha neyi değiştirecek...

                                İş hayatında çok zordu namaz kılmak. Hem ev, hem iş. Bu koşuşturmada

                                çok zordu. Çok zor. Zaten emekliliğime de fazla bir şey kalmadı. Ah

                                hayırlısıyla emekli olayım. Artık gerçekten her şeye yeni bir

                                başlangıç yapacağım. Benim yeni pazartesim olacak.'

                                Kendini ibadete verecekti. Her namazını vaktinde huşu ile kılacak,

                                peşinden kazalarını kılacak, tesbihatları yapacaktı. Dahası gece

                                namazlarına bile kalkabilirdi.

                                O gün yeni bir başlangıç olacaktı. Yeni bir hayatın ilk günü, bir

                                pazartesi olacaktı. Ah o pazartesi bir gelse...

                                Çay demledi; bir süre çekirdek çitletti, çay içti. Sonra yavaş yavaş

                                bir uyku bastırdı. Kanepeye uzandı. Başının altına bir yastık aldı.

                                Elinde kumanda bir-iki kanal daha gezdi. Yeni bir programda karar

                                kıldı. 'Oh be, tatilde olmak koşuşturmamak ne güzel! Ama tatilden

                                sonra iş başı yapmak hiç güzel olmayacak. Off, Allah vere de bu sene

                                resmî tatiller hep hafta içine denk gelse!' diye düşündü.

                                Uzanıp masanın üzerindeki takvimi aldı. Yıllık tatilleri gösteren

                                sayfalara baktı. 23 Nisan Salı, 19 Mayıs Salı, Ramazan Bayramı Salı,

                                Kurban Salı... Keyiflendi. Sonra öylesine karıştırmaya başladı takvimi.

                                O günün tarihine baktı: ..ağustos salı. Çocuklarının doğum günlerine

                                baktı: ..mart salı, ...haziran salı...

                                Takvimin ilk sayfalarını açtı: 1 Ocak Salı, 2 Ocak Salı, 3 Ocak Salı,

                                mart salı, nisan salı...

                                Haziran, temmuz, ekim, kasım.. hepsi salı.. Dün salı, bugün salı, yarın salı.

                                'Bir gariplik var bu işte! Acaba?' demeye kalmadan iyice yoğunlaşan

                                sabun kokulu uykuya daha fazla karşı koyamadı.

                                Esnedi, battaniyesini iyice üzerine çekti.

                                Günlerin, ayların, yılların, kısacası hayatın sadece salı günlerinden

                                ibaret olduğunu anlayamadan uykuya daldı...

                                ..............

                                Uykuda mıydı, rüyada mıydı anlayamadı. Kıpırdamak istedi; fakat hiçbir

                                yerini oynatamadı, sonra gözlerini açmaya zorladı ve gözünü açtığında

                                bir anda çok şaşırdı. Nasıl olabilirdi bu iş? Kendisini seyrediyordu.

                                Biraz yaşlıca bir hanım kazandan bir tasla aldığı suyu bir tahta

                                üzerinde yatan yarı çıplak bedenine döküyor, diğer hanım da güzel

                                kokulu bir sabunla bedenini oğuşturuyordu.
                                yok bir sitemim hayatta hersey kısmet...

                                Yorum

                                Üzgünüz, bu sayfayı görüntüleme yetkiniz yok
                                Yükleniyor...
                                X