Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İzlediğiniz Sinema Filmleri Hakkındaki Yorumlarınız

Daraltma
X
Daraltma
  •  
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

  • İlk olarak Oğuz ZEYTİN tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
    https://boxofficeturkiye.com/film/be...en-kiz-2012760

    Ben, Earl ve Ölen Kız

    Cok iyi film.
    Hocam öneri için teşekkürler enfes film.Benzer tarzda önerebileceğin başka filmler var mı bu arada?
    "Happiness is only real when shared"

    Alexander Supertramp

    Yorum


    • İlk olarak Ecthelion tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
      Hocam öneri için teşekkürler enfes film.Benzer tarzda önerebileceğin başka filmler var mı bu arada?
      Rica ederim.

      Ayni tarz sayılır mi bilmiyorum ama Love, Rosie var.

      Filme de aktarılan "PS, I Love You"nun yazarı Cecelia Ahern'in "Where Rainbows End" isimli kitabından uyarlanan filmin başrollerinde Lily Collins ve Sam Claflin var.
      Akıl, öfkeyi ve onunla kolayca birleşen bilgisizliği yener. Aklı kullanmak biraz zahmet, çaba gerektirir.

      Yorum


      • İlk olarak Oğuz ZEYTİN tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
        Rica ederim.

        Ayni tarz sayılır mi bilmiyorum ama Love, Rosie var.

        https://boxofficeturkiye.com/film/love-rosie-2012326
        Baya kalitesi düşük o filme göre.

        Konu olarak ayni tarzda yildizlarin altinda var ama ayni tadi vermiyor.

        Farkli konular ama ayni kalite ve insanin içini açan renklerin ekrana yansidiği filmler önerebilirim.

        Little miss sunshine,

        Flipped

        Finding neverland

        Me, earl an dying girl kitaptan uyarlama. Elde güzel bir hikaye olunca karakterler daha incelikli oluyor gerisi yönetmene kalmiş. Hikaye güzel, yönetmen de sinematografiye yoğunluşmiş. Bu filmin kamera açilari ile ilgili güzel videolar var, hikayeye nasil hizmet ettiği ile alakali. Mahalle, okul, ev mekanlar farkli ve çok güzel. Daha bir sürü detay konuşulabilir, müziği de hala aklimda.

        Yorum


        • İlk olarak artvints tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
          Baya kalitesi düşük o filme göre.

          Konu olarak ayni tarzda yildizlarin altinda var ama ayni tadi vermiyor.

          Farkli konular ama ayni kalite ve insanin içini açan renklerin ekrana yansidiği filmler önerebilirim.

          Little miss sunshine,

          Flipped

          Finding neverland

          Me, earl an dying girl kitaptan uyarlama. Elde güzel bir hikaye olunca karakterler daha incelikli oluyor gerisi yönetmene kalmiş. Hikaye güzel, yönetmen de sinematografiye yoğunluşmiş. Bu filmin kamera açilari ile ilgili güzel videolar var, hikayeye nasil hizmet ettiği ile alakali. Mahalle, okul, ev mekanlar farkli ve çok güzel. Daha bir sürü detay konuşulabilir, müziği de hala aklimda.
          Evet, gerçekten birçok açıdan başarılı bir yapım.

          *

          The Last Face - Gerçeğin İki Yüzü

          Sean Penn'in yönetmenliğini üstlendiği, başrollerinde Charlize Theron ve Javier Bardem'in yer aldığı Gerçeğin İki Yüzü, Afrika'da bir devrim sırasında tanışan iki insanın hikâyesini odağına alıyor.


          Bardem ve Theron'u bir arada seyretmek büyük keyif. Konu da güncel... Afrika'daki sıkıntılara değiniyor.
          Akıl, öfkeyi ve onunla kolayca birleşen bilgisizliği yener. Aklı kullanmak biraz zahmet, çaba gerektirir.

          Yorum


          • Brawl in Cell Block 99 hapishane filmi Vince Vaughn başrolde şiddet dolu bir film

            "Happiness is only real when shared"

            Alexander Supertramp

            Yorum


            • 1965-2014 Yılları Arası IMDb'ye Alternatif En İyi 150 Film

              filmlerin sıraları tek tek beğeni çıtama göre oluşturulmuştur. her filmin listedeki mevcut sırasını ince eleyip sık dokudum. buna mukabil, ilk 50 filme şahsi yorumlarımı da kattım. ayrıca şunu da belirteyim; her film türünden eşit miktarda listede yer vermeye özen gösterdim. yaklaşık bir aylık bir çalışma neticesinde yazılmıştır. buyurunuz:

              1. a woman under the influence, 1974, john cassavetes : film, evli bir kadının iç dünyasında yaşadığı çalkantı ve sürtüşmeleri, kendince aradığı mutlu bir yuva özlemini olağanüstü bir gerçeklikle işliyor. bunun yanısıra en az kadın kadar, kocasının üzerine titremesi ve yaşadığı problemlere bir çözüm bulma çabası da filmdeki bunaltıyı, evlilik içerisindeki sıkıntıları, renksizliği daha gerçekçi bir hale getiriyor. aile içi bir dramı, çıldırırcasına mutlu olmayı arzulayan bir kadını bu kadar gerçeklikle anlatan başka bir film yoktur sanıyorum. performansların olağanüstülüğüne değinmeye gerek dahi görmüyorum.

              2. amarcord, 1973, federico fellini: mussolini dönemi italya'sının ufak bir kasabasında yaşanan olağan hayatların kışıyla baharıyla yansıtıldığı, fellini'nin delikanlılık çağlarının italya'sına döndüğü eseridir. fellini delikanlılık çağına dönüyor tabii bunu kariyerinin, yönetmenliğinin olgunluğuna, adeta zirvesine ulaştığı yerde yapıyor. filmin lezzetinde büyük ölçüde bunun da payı olsa gerek.

              3. idi i smotri, 1985, elem klimov: öyle vurucu bir film ki, belki bu yüzdendir yönetmen hayatının sonuna kadar başka bir film çekmiyor. yarattığı dehşet öyle büyük ki, neden oscar'a aday dahi yapılmamıştır diye soracak olsak "filmde yahudilerin veya cesur amerikan askerlerinin olmayışı" diyerek açıklanabilir sanıyorum. bataklık sahnesi, köyün ateşe verilmesi, inek ölüsü, değişen taraflar vs. savaş filmi değil de canlı kanlı savaşın kendisi sanki. izlendiğinde bünyelerde bir süreliğine hasar yaratıyor.

              4. all the president's men, 1976, alan j. pakula: nixon'ı istifaya götüren watergate skandalı'nı ortaya çıkaran iki muhabirin yaptıkları takip ve bu siyasi oyunu nasıl deşifre ettiklerini anlatan politik gerilim türündeki film. nefesleri kesen aksiyon dolu sahneler yok fakat şahane bir gerilim olduğu aşikar. bittikten sonra gazetecelik budur dedirtiyor.

              5. the thin red line, 1998, terrence malick: savaşın anlamsızlığını vurgulayan etkileyici diyalogların hemen arkasından sanki her biri kafamızın içinde patlarmışçasına arka arkaya atılan bombalar ve yaşanan çatşımalar filmin yakaladığı etkiyi inanılmaz boyutlara ulaştırıyor. aynı yıl çekilmiş er ryan devasa bir kahramanlık destanı olduğundan akademi tarafından büyük övgülere mazhar olmuşken, bu film ise nedir ki, savaşın anlamsızlığı mesajı falan filan.. peh... şaka bir yana gerçekten bu büyük filmin hakkı yenmiştir.

              6. balkanski spijun, 1984, dusan kovacevic: yüksek dozda paranoyaklık içeren ve bunu komünizm taşlamasıyla harmanlayan şahane bir komedi filmi. performanslar olağanüstü, karakterlerin her biri birbirinden ilginç ve tuhaf. konusundan kısaca bahsedecek olursak, evini kiraya verdiği masum komşusunun batılı bir ajan olduğundan şüphelenen orta yaşın biraz üzerinde bir adam, bu gizemli komşusunun her hareketini takip etmeye başlıyor. tabii biraz içe kapanık karısının olaylara kayıtsız kalışı, hatta dehşetli gözlerle seyredişi, bir de üstüne adamın ağabeyi ve çocuklarının da adama yardıma gelişi vs. derken zaten kısacık olan film müthiş bir finalle sona eriyor.

              7. glengarry glen ross, 1992, james foley: butik bir pazarlama şirketinin entrikalarını konu alan şahane kadroya sahip, diyalog ve performans ağırlıklı bir film. karmaşık ilişkiler ağı içerisinde kimin eli kimin cebinde takip etmekte zolanıyoruz. filmin tek oscar adaylığı al pacino'ya ait olsa da film bittikten sonra " al pacino mu yoksa alec baldwin, kevin spacey, ed harris yada jack lemmon'ın performansı mı daha iyiydi?" diye kendi kendinize düşünmeden edemiyorsunuz. ben jack lemmon derim tabii ki.

              8. punishment park, 1971, peter watkins: hayranlık uyandırıcı, cesur bir film. devlet tarafından muhalif görülen gençler, özgürlüklerini kazanmak için zoraki olarak insanlık dışı bir yarışa sokulurlar. filmin vuruculuğunun yanısıra; mahkemede hakim ve gençler arasında öyle ideolojik tartışmalar duyarız ki, bırakın şikayet etmeyi, her biri, bir ötekinden daha etkileyici olduğundan filme olan hürmetimiz bir nebze daha artar.

              9. todo sobre mi madre, 1999, pedro almodovar: normal ve sıradan bir anne-oğulun yaşantısıyla açılan filmin daha ilk dakikalarında genç çocuğun kaza yapıp ölmesiyle, sıradan sandığımız tablonun annenin yaşadığı ne kadar karmaşık bir sürecin meyvesi olduğuna şahit oluyoruz. kadının geçmişi bizi bir anda madrid'in nezih semtlerinden alıp, barcelona'nın travestiler, kadın satıcıları ve daha nice kıyısından köşesinden geçmeye imtina edeceğimiz arka sokaklarına götürüyor.

              10. the killing of a chinese bookie, 1976, john cassavetes: tek kelimeyle "fiyakalı" bir film. listedeki diğer filmlere nazaran öyle derinliği olan bir öyküsü filan yok, diğer cassavetes filmlerine kıyasla da aynı şekilde. konusu da çok öyle sıradışı değil. başı, borç ve alacaklıdan kurtulamayan kumarbaz bir striptiz kulübü sahibinin durumdan kurtulmaya çalışırken aksine debelenişini, dibe batışını anlatıyor. üstüne üstlük, filme adını veren çinli bahisçinin ölümüyse filmin en fazla on dakikasılık kısmında işleniyor. peki bu filmi listenin ilk onununa sokacak kadar iyi yapan şey nedir? kesinlikle izlerken aldığınız tarifi imkansız seyir zevki. iddiam odur ki, scorsese'in goodfellas'ından daha estetiktir, daha karizmatiktir, bu yönleriyle onu katbekat aşmıştığı söylenebilir. filmin baş karakterinin adının "cosmo vitelli" olduğunu da not düşeyim.

              11. repulsion, 1965, roman polanski: roman polanski'nin apartman üçlemesinin ilk ilk ve en iyi filmi. cinsel duyguları bastırılmış bir insanın, nasıl bir ruh halinde olacağını kah çeşitli simgelerle, kah başroldeki kızın çevresindekilerle kurduğu ilişkiler yoluyla gösteren catherine deneuve'un harika bir oyunculuk performansı sergilediği başyapıt.

              12. dersu uzala, 1975, akira kurosawa: ağaçla, kaplanla, ateşle konuşan, doğaya hakim bir insan: dersu... bir araştırma ekibine liderlik eden kaşif vladimir (kapitan!)... aralarında filizlenen dostluk. bilhassa filmin ikinci yarısının ortlarında dersu'nun, kaşifin eviyle kurduğu ilişkinin anlatımı hayranlık uyandırıcıdır. dersu, doğaya ve dolayısıyla yaşama adanmış bir ömür.

              13. mulholland dr, 2001, david lynch: lynch sinemasının zirve eseri diyebiliriz ancak yine hemen hemen her lynch filminde karşılaştığımız üzere, ilk izleyişte filmin parçalarını tam olarak doğru yere oturtamıyoruz. ikinci kere, belki üçüncü kere izlemek gerekiyor hatta bir rehber okumak gerekiyor. ancak bana kalırsa david lynch yıllar geçtikçe kademe kademe gerçeklikten uzaklaştı ve bu film gerçeklikten hem uzak ve hem de sağlıklı yorumlanabilecek son filmi diyebilirim. şöyle ki, önce blue velvet, arkasından twin peaks, hemen arkasından daha karmaşık kayıp otoban ve iki tık daha ötesi "mulhollan çıkmazı." basamağın son ayağı inland empire ise bana göre anlaşılması çok güç isteyen, çok daha karışık bir film.

              14. belle de jour, 1967, luis bunuel: yine luis bunuel ve yine şahane bir burjuva eleştirisi. şaşaalı hayat yaşayan güzel bir kadının; bastırılmış ve gizlenmiş duygularının da kışkırtmasıyla kocasına karşı hiçbir zaman üstlenemediği eşlik görevini ve dolayısıyla filmin çekildiği dönmdeki tüm ahlaksal tabuları yıkarak bir randevu evine gidip gelen fahişelere dönüşmesini anlatan harikulade bir klasik.

              15. blue velvet, 1986, david lynch: konusu ağır işliyor ancak sürükleyicilik ve gizemini (atmosferini) filmin sonuna kadar koruyor. bu yönüyle tam anlamıyla bir neo-noir filmi de diyebiliriz. bir de bonus olarak lynch'in çok fazla kafa yormadan izlenebilecek en iyi ve gizemli filmi. ayrıca filmin müzikleri de en az filmin kendisi kadar kendi kadar şahane.

              16. solyaris, 1972, andrey tarkovski: tarkovsky'nin bir bilim-kurgu eserini sanatıyla harmanlayıp konuşturduğu filmdir diyebiliriz. alışkın olduğumuz bilimkurgu filmlerinden çok öte bir film, çok daha derin. bilimselden ziyade sanatsal bir bilim-kurgu filmi diyebiliriz çünkü kitabın yazarı stanislaw lem dahi tarkovski'nin solyaris'i için ''o solyaris'i değil, suç ve ceza'yı çekti'' diyor. bu sözün üzerine bu başyapıtla alakalı daha ne söylenebilir ki?

              17. bring me the head of alfredo garcia, 1974, sam peckinpah: adından da anlaşılacağı üzere, çok ama çok sert bir film. vahşi batı, modern şehir, şiddet ve suçu bünyesinde barındırmasıyla bu başyapıt, kendisinden sonraki coen kardeşler ve daha birçok yönetmenin filmlerine ilham kaynağı olmuştur diyebiliriz.

              18. volver, 2006, pedro almodovar: fazlasıyla kadınsı bir film. ismini estrella morente'nin volver şarkısından almış. zaten bu şarkıyı penelope cruz'un ağzından filmde dinliyoruz. filmde neler yok ki? batıl inançlarda, kadınların dünyasına, hayatın zorluğundan, olağan kasaba yaşamının ince detaylarına kadar pek çok konu tek bir şekilde inceleniyor. dahası film, çocuk istismarcısı tecavüzcülerin veya katillerin (penelope cruz'un canlandırdığı karakter gibi) aslında günlük hayatımızın birer parçası olduğu, içimizde dolaşışını seslendiriyor, fazlasıyla almodovarvari.

              19. boogie nights, 1997, paul thomas anderson: porno alemi, pornocu kimliği, hızlı hayat, hayat tarzının getirdiği buhranlar, 70'lerden 80'lere geçiş, harikulade atmosfer, yerine göre cuk oturan müzik seçimleri, sağlam oyuncu kadrosu ve klas bir yönetmen. hem acımasız, hem de renkli bir film.

              20. dogville, 2003, lars von trier: öyle çok cafcaflı bir film değil, nedir yani bir tiyatro sahnesi var gibi eleştirilere katılmıyorum. alt metni, filmden çıkarılacak anlam oldukça fazla. adaletin sağlanışı, tanrı-isa, melek-şeytan vs. çok geniş bir yorumlar zinciri yapılabilir film için, ancak genel itibarıyla "insanlık" diyebiliriz.

              21. as good as it gets, 1997, james l. brooks: kendini çevresindeki insanlardan soyutlamış, patavatsız ve işkolik bir adamın ikinci baharını yakalaması olarak tanımlayabiliriz filmi. senaryo basit gelebilir ancak jack nicholson ağabeyimizden film boyunca işittiğimiz beylik laflar, harikulade performanslar ve üstüne üstlük buram buram hissedilen duygusal taşkınlıkla adeta büyüleyici bir film.

              22. once were warriors, 1994, lee tamahori: aile şiddet ve alkolizm sebebiyle mahvolmanın eşiğindeki bir aileyi büyüleyici bir yalınlıkla adeta gözümüzün içine sokuyor. filme adını veren "bir zamanlar savaşçıydık" ifadesi filmde sıklıkla karşılaştığımız yeni zellanda'daki maori kültürüne yapılmak istenen vurgudur. filmdeki şiddetle de oldukça uyum sağlamış.

              23. midnight cowboy, 1969, john schlesinger: sıkı bir düzen taşlaması. sürekli kovboy kıyafetleri ile dolaşan yakışıklı, neşeli, kendine güvenen joe bir gün new york'a gidip kolay yoldan para kazanmaya karar verir. film ara ara tebessüm ettiriyor, bazense, filmin bir yerinde olduğu gibi kaldırımda yatan evsizin ölüsüne kimsenin dönüp bakmaya tenessül etmemesi gibi fazlasıyla düşündüren sahneler de mevcut. filmdeki iki karakterin de birbirlerine destek çıkışı, yer yer filmde artan duygusal derinliği ve şahane müzikleri dönemin underground yapımı olan bu filmi bir altın haline getiriyor.

              24. quiz show, 1994, robert redford: toplum tarafından ağzı açık izlenen tv yarışmalarının ve televizyon showlarının arka planını tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren; insanları uyutmanın ve kandırmanın nasıl nakite ve prestije dönüşebileceğini, toplumların tv tarafından nasıl mışıl mışıl uyutulduğunu gözler önüne seren, televizyon patronlarını da doyasıya taşlayan düşündüren ve sorgulatan bir film.

              25. getaway, 1972, sam peckinpah: entrika, kovalamaca, birbirinden acayip yan karakterler, sam packinpah'a özgü şiddet... yahu filmde bir çöp kamyonun içinde kaçış var, filmi yüceltmek için sırf bu sahnenin dahi yeterli olabileceğini düşünüyorum. sam peckinpah'a özgü göndermeler oldukça boldur filmde. mesela filmin bir sahnesinde soyguncuların oldukça kirli bir konuşmasına şahit oluruz. konuştukları mekandan çıkıp arabalarına yöneldiklerinde mekanın dış duvarında kocaman bir coco-cola billboardunun asılı olduğu göze çarpıyor. çok kötü bir dünyanın içinde yaşadığımız söylenmişti değil mi bize?

              26. roma, 1972, federico fellini: fellini yine roma'yı anlatıyor. şehrin loş sokaklarına, bilinçaltına iniyor. filmdeki sinema salonunda geçen uzun sahne kesinlikle cinema paradiso'nun ilham kaynağı olmuştur diye düşünüyorum. fellini'nin fantezi dünyasını yansıtan bir takım bölümler de bulunmakta.

              27. kramer vs. kramer, 1979, robert benton: ayrılığın bilhassa çocukların üzerinde bıraktığı etkiyi, çok ciddi bir konuyu gayet dokunaklı şekilde işliyor. velayet, veda, tıkanma noktasına gelen evlilik, kısacası boşanma sürecine ait hemen hemen tüm konulara değinilmiş filmde. filmi bu denli güzel kılan bir diğer unsur ise abartının olmayışı. herşey olduğu gibi, olağan şekliyle anlatılmış. bu yönüyle bir hayli gerçekçi diyebiliriz. performansların olağanüstülüğüne değinmiyorum bile.

              28. paris, texas, 1984, wim wenders: aramak, kazanmak, kaybetmek, üzülmek, denemek, bırakmak, kaçmak, boşvermişlik, eğlenmek gibi en temel duyguları wim wenders öyle bir ustalıkla bizlere yansıtıyor ki, film bu yönüyle sinema tarihinin en iyilerinden birisi olmayı fazlasıyla hakediyor. başroldeki travis karakterinin ruh hali ve performansı filmin atmosferini tamamlar nitelikte. wim wenders'ın diğer iki yol filminden ayrılan en önemli yanı, filmdeki hikayenin aslında her insanın başına gelebilecek bir kayboluşu barındırıyor olması bana göre. diyalogların filmi daha da güzelleştirdiğine değinmeyeceğim bile.

              29. blood simple, 1984, joel coen, ethan coen: coen kardeşlerin "biz geliyoruz." diye haykırdıkları filmdir. kaba ancak kesinlikle zevkli bir film. coenlerin ustalıklarını konuşturdukları ilk film olsa da kesinlikle filmin bilinçaltında bir "sam peckinpah" vardır diye düşünüyorum. para dedektifleri, şuh bir kadın, gayet güzel bir atmosfer ve arka plan... tüm bunlara bakınca neo-noir kategorisine koyabiliriz filmi ancak salt neo-noir filmi olarak nitelendirmenin çok yanlış olacağını düşünüyorum. çünkü film hem donuk, hem sakin, hem de bir o kadar absürd.

              30. the wild bunch, 1969, sam peckinpah: aksiyon filmlerine bir dönem damga vurmuş, kilometre taşı olmuş, çatışma sahnelerinin yavaş çekim tekniğiyle çekildiği ilk film. ruh hali pek de sağlıklı olmayan karakterlere sahip, kadınlar dövülüyor, hayvanseverlerin üzerine ateş açılıyor ancak filmi aksiyon ve western filmi olarak düşünürsek kesinlikle kült bir film.

              31. santa sangre, 1989, alejandro jodorowsky: dövmeli kadın, şişman üvey baba, kolsuz anne, ona kol olan bir evlat ögeleriyle bezeli çarpıcı, eşi benzeri olmayan sürreal bir intikam filmi. anne gerçekte ölü mü? yaşananlar düş mü yoksa gerçek mi? spoiler vermek istemiyorum ancak kesinlikle çok farklı bir deneyim bu filmi izlemek.

              32. barton fink, 1991, joel coen, ethan coen: izlendikten sonra damakta hoş bir tat bırakan filmlerden. sahilde uzanan genç bir kıza ait kartpostalı cenet olarak tasvir edersek, cehennem yaşanan süreçte tam olarak nerede duruyor, nasıl tasvir edilmiş? çok fazla yorum çıkarmaya müsait, satır araları oldukça dolu tutulmuş bir film. anlaşılmaz bir film olduğunu düşünmüyorum ancak coen kardeşlerin çizgisinden uzaklarda durduğu da aşikar.

              33. they shoot horses, don't they?, 1969, sydney pollack: kurtlar sofrasına dönüşen sistemimizde kolay para kazanmanın cazibesi, insaları günlerce, haftalarca delirmek pahasına dans ettirir hale getiriyor. filmin uyarlandığı kitabı okumadım, bir yorumda bulunamayacağım ancak film için antik roma'daki gladyatör müsabakası seyrediyormuş hissi yaşattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. siz ne kadar az düşünürseniz, kafanız ne kadar az çalışırsa bizim cebimiz o kadar dolar özdeyişini de anımsatmıyor değil.

              34. straw dogs, 1971, sam peckinpah: fazlasıyla erkek egemen bir film. şiddetin dozu, diğer sam peckinpah filmlerine kıyasla bir nebze daha fazla diyebiliriz. film için kadın düşmanlığı yapıldığı yorumlarına katılmıyorum. yönetmenin her filminde bolca bulunan nefret edilesi karakterler mevcut ancak el insaf, dustin hoffman'ın başrolde canlandırdığı sam karakteri herhangi bir peckinpah filminde görülebilecek en melek insandır yahu. ancak şu söylenebilir, kadını aşağılayan ve dolayısıyla kadın düşmanlığını hortlatan yan karakterler mevcuttur ancak filmden kasaba muhafazarlığı, doğurduğu linç kültürü mesajını çıkarmak sanıyorum en uygun olanıdır.

              35. thelma and louise, 1991, ridley scott: kadınlar arası dayanışmanın ön planda tutulduğu (bir yol filmi olmasına nazaran) kadınsı ve eğlenceli bir film. gayet tekdüze ve monoton hayatları olan biri evli, diğeri evlilik harici beraberliği olan iki kadının bu sıradanlıktan biraz da olsa uzaklaşabilmek için çıktıkları yolculuğun, planladıklarından çok daha tehlikeli bir hal alması anlatılıyor. performanslar üst düzeyde, karakterlerin birbirleriyle uyumu şahane. film anlattığı hikaye kadar en az bizi de sorunlarımızdan bir süreliğine de olsa uzaklaştırıyor.

              36. lost highway, 1997, david lynch: yine bir bilinmezlikle karşı karşıyayız. hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu filmdeki diyaloglardan, sarfedilen herhangi bir cümleden çıkarmaya uğraştığımız kırılma noktalarının bulunduğu yine anlaşılması zor bir lynch filmi. kesin bir yargıda bulunmak gerçekten çok zor. kendi içerisinde döngüleri var filmin ve bu döngülerin ipuçları var, kimi yerde lynch bize açık kapı bırakıyor her zamanki gibi. üzerine tez yazılacak bir film doğrusu.

              37. the king of comedy, 1983, martin scorsese: günümüz şov dünyasına ve beraberinde getirdiği popülerliğe hayranlık beslemenin çaresizliğini yansıtmanın yanısıra robert de niro'nun filmdeki oyunculuğuna da şapka çıkartmak gerekiyor. muazzam bir oyunculuk. film ise bilhassa yaptığı yerinde tespitlerin yanında barındırdığı mizahla da (bilhasa robert pumpkin'in muziplikleri) güldüren bir film. scorsese ve de niro ortaklığının diğer filmlerine nazaran daha gölgesinde kalsa da filmin çok iyi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

              38. nostalghia, 1983, andrey tarkovski: filmin sonunda deli(!)'nin, meydanda feryat figan bağırış ve kendini yakış sahnesi gerçekten muazzamdır. gerçeğin izini süren adam, kadın, hasret... bunların hepsi bir kenara, yalnızca filmin sonundaki haykırıştır izleyeni koltuğa çivileten. "...delinin biri size kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası!"

              39. being there, 1979, hal ashby: kinayeli bir film. kinayeler o denli natural ve başarılı bir şekilde harmanlanmış ki günümüz dizilerindeki absürtlüğünden oldukça farklı olduğu göze çarpıyor. konusuna kısaca değinecek olur isek karşısındaki ne derse desin yüzünde artık kalıplaşmış gülümseyişiyle olumlu yanıt veren aslında hayat hakkında çok az şey bilen bir bahçıvanın dış dünyanın acımasızlığına yaptığı yolculuk diyebiliriz.

              40. being john malkovich, 1999, spike jonze: alışılmışın dışında bir konusu olmasının yanı sıra, bir bilim-kurgu filminde karşılaşması imkansız bir samimiyet ve olağanlık var bu filmde. malkovich'in kendi bedenine girdikten sonra yaşadığı travma bilhassa iyi kotarılmış. bağımsız sinemadan hoşlananlar için bulunmaz nimet.

              41. 4 zuli, 3 saptamani şi 2 zile, 2007, cristian mungiu: baskıcı bir devletin koyduğu kürtaj yasağıyla mücadele eden hamile bir kadının yaşadıklarını bütün çıplaklığıyla görüyoruz. donuk bir film fakat yaşattığı kasvetle, kaskatı kestirten sahneleriyle adeta kırık bir fay hattına dönüyorsunuz. filmdeki uzun diyalogları beğenmeyen veya filmin süresini uzatmak için konulmuş yapay diyaloglar diye eleştirenler filmin gişe filmi olmadığı söylenerek savuşturulmalı.

              42. brazil, 1985, terry gilliam: günümüz bürokratik meselelerinin tüm eksik ve aksayan taraflarına yaptığı eleştirilerle takdire şayan. filmin fantastik dünyası öyle güçlü tasvir edilmiş ki sahnelerin pek çoğu hafızalara kazınacak cinsten. finaliyle de insanı muallakta bırkamıyor değil, film sonlara doğru iyice kafa karıştırıcı bir hal almaya başlıyor. ara ara robert de niro'yu da görmek filmin bir diğer artısı,ayrı bir zevk katmış filme.

              43. rushmore, 1998, wes anderson: film, liseli genç bir delikanlının, okulundaki kadın öğretmene duyduğu platonik aşktan ziyade, filmdeki orta yaşlı erkek öğretmenle kuruduğu samimi dostluk ile daha fazla beğenimi kazanmıştı. yer yer güldürmesinin yanı sıra oyunculuklar şahane, karakterlerin birbirleriyle uyumu mükemmel. finaliyle az da olsa şaşırtmıyor değil. fazlasıyla anderson tarzı bir film olduğunu da not düşeyim.

              44. pat garret and billy the kid, 1973, sam peckinpah: daha ilk dakikalarından itibaren yönetmen, vahşi batıyı bir tabuta koyup bilinmezliğe doğru postalıyor. bunu simgesel bir anlatımla filan da yapmıyor üstad, baya baya bir cenaze merasimi düzenleyip eski tip kovboy karakter ve hikayelerini adeta tarihin tozlu raflarına kaldırdığını ilan ediyor ve üstüne üstlük bunu sırıtarak, gayet memnun, gayet keyifli bir şekilde yapıyor. hiç şüphesiz ki bu denli bir meydan okumayı sam peckinpah'tan başkası da yapamazdı, yapmamalıydı. filmin konusuna gelicek olursak sıkı bir takip filmi diyebiliriz ancak kesinlikle bir takip filminden çok daha fazlası vardır bu filmde. sam peckinpah'ın aynı semtte oturmaya dahi imtina edeceğimiz kirli ve pis adamlarla dolu karakter ve şiddet yüklü olay örgüsüne merhaba derken, eski tip kahramanvari western anlatımlarının ise bir cenaze korteji eşliğinde kaybolup gidişine el sallıyoruz.

              45. festen, 1998, thomas vinterberg: sosyetik bir ailenin şölen maksadıyla bir araya geldiği sofrada, bir gerçeğin açığa çıkmasıyla filmin başındaki mutlu aile tablosu bir anda dağılıyor ve biz de gerçekte parçalanmaya yüz tutmuş bir ailenin dramını seyreder hale geliyoruz. filmin çekim teknikleri, -bilhassa kamera kullanımı- dogma 95 akımının prensiplerine göre çekilmiş olduğunu not düşmekte yarar var.

              46. thunderball, 1965, terence young: listede kendine yer bulan tek bond filmi. bunun sebebi en başarılı bulduğum, en beğendiğim bond filmi olmasından kaynaklanıyor. bilhassa döneminin çok üzerinde olan aksiyon sahneleri, birbirinden güzel ve tehlikeli bond kızlarının filme kattığı fantezi, filmin diğer bond filmlerine oranla daha estetik olması filmi hem en iyi hem de en favori bond filmi haline getiriyor.

              47. krotki film o milosci, 1988, krzysztof kieslowski: aşkı fazla söze gerek duymadan oldukça yalın bir şekilde anlatabilen bir film. evet, bu genç hayran kalıyor belki de seviyor, sevmekten de öte sevdiği kadının duygudan yoksun yaşamına bir anlam katıyor. aşk, çok nadide bir değişkenlik üzerine kurulu. film de zaten aşk budur dememiş, bizi biraz da olsa acabalarla bırakıp sorgulamamızı istemiş.

              48. the last seduction, 1994, john dahl: bolca ters köşeye yatıran, gelmiş geçmiş en soğuk ve belki de en seksi femme fatalelerden (kelimenin tam manasıyla bir kara melekten söz ediyoruz.) birini barındıran alabildiğne karanlık bir neo noir filmi. karmaşık kurgulanmış olsa da bu, filmin mükemmeliğinin önüne geçemiyor.

              49. in cold blood, 1967, richard brooks: film, yaşanmış bir aile katliamını soğukkanlılık ve titizlikle aktarıyor. katliamı gerçekleştiren iki şahsın suçluluk potansiyali taşımayan, yalnıca ufak bir soygun planlamış iki delikanlı olarak lanse edilmeye çalışılması (biraz zorlama da olsa)filmin vurgulamak istediği idam karşıtlığı mesajının içini doldurmak istemesi olarak yorumlanabilir. doğrusu her yönüyle sarsıcı, her saniyesi merak uyandıran, mücevher gibi bir film.

              50. opening night, 1977, john cassavetes: bir hayranını kendisinin sebep olduğunu düşündüğü bir trafik kazasında yitiren orta yaşlı tiyatro oyuncusu bir kadının, bu durumu üzerinden atamaması neticesinde yaşadığı tramvalar, biraz da yaşlanmasının getirdiği özgüven eksikliğiyle canlandıracağı karakterle bir bağ kuramayacak hale gelmesi, john cassavetes filmografisinden alışkın olduğumuz üzere kadını gitgide dengesiz bir hale getiriyor. biraz da kadın cazibesini yitirmekten korkuyor. tabii kadın varoluşsal problemlerle boğuşurken oyunun prömiyeri de anbean yaklaşmakta. su gibi akıp geçen bir film.
              ufak bir not: filmin başındaki kaza sahnesi pedro almodovar da dahil pekçok yönetmenin filmlerinde kullandığı kaza sahnesine ilham kaynağı olmuştur diyebiliriz.

              ilk 50 film içerisinde en çok filmi bulunan yönetmenler:

              sam peckinpah: 5 film
              john cassavetes: 3 film.
              david lynch: 3 film.
              andrei tarkovsky: 2 film
              federico fellini: 2 film
              pedro almodovar: 2 film

              51. il conformista, 1970, bernardo bertolucci
              52. magnolia, 1999, paul thomas anderson
              53. eastern promises, 2007, david cronenberg
              54. hable con ella, 2002, pedro almodovar
              55. spalovac mrtvol, 1969, juraj herz
              56. the evil dead 2, 1987, sam raimi
              57. 21 grams, 2003, alejandro gonzález ıñárritu
              58. love streams, 1984, john cassavetes
              59. alice in den stadten, 1974, wim wenders
              60. fitzcarraldo, 1982, werner herzog
              61. la mala educacion, 2004, pedro almodovar
              62. nikita, 1990, luc besson
              63. american hustle, 2013, david o. russell
              64. professione*, 1975, michelangelo antonioni
              65. le scaphandre et la papillon, 2007, julian schnabel
              66. abre los ojos, 1997, alejandro amenabar
              67. blow up, 1966, michelangelo antonioni
              68. texas chainsaw massacre, 1974, tobe hooper
              69. hannah and her sisters, 1986, woody allen
              70. dom za vesanje, 1988, emir kusturica
              71. die ehe der maria braun, 1979, rainer werner fassbinder
              72. garden state, 2004, zach braff
              73. der himmel über berlin, 1987, wim wenders
              74. into the wild, 2007, sean penn
              75. la double vie de veronique, 1991, krzysztof kieslowski

              76. filantropica, 2002, nae caranfil
              77. gravity, 2013, alfonso cuaron
              78. spoorloos, 1988, george sluizer
              79. lost in translation, 2003, sofia coppola
              80. ed wood, 1994, tim burton
              81. giulietta degli spiriti, 1965, federico fellini
              82. the dirty dozen, 1967, robert aldrich
              83. der amerikanische freund, 1977, wim wenders
              84. the last emperor, 1987, bernardo bertolucci
              85. brokeback mountain, 2005, ang lee
              86. the straight story, 1999, david lynch: kalpleri yumuşatan, sıcacık bir david lynch filmi.
              87. der siebente kontinent, 1989, michael haneke: sanıyorum gelmiş geçmiş en rahatsız edici film. bilhassa ikinci yarısı.
              88. vargtimmen, 1968, ıngmar bergman
              89. after hours, 1985, martin scorsese
              90. darbareye elly, 2009, asghar farhadi
              91. party, 1968, blake edwards
              92. down by law, 1986, jim jarmusch
              93. the wrestler, 2008, darren aronofsky
              94. underground, 1995, emir kusturica
              95. akira, 1988, katsuhiro otomo
              96. falling down, 1993, joel schumacher
              97. mujeres al borde de un ataque de "nervios", 1988, pedro almodovar
              98. mccabe and mrs. niller, 1971, robert altman
              99. persepolis, 2007, marjane satrapi
              100. living in oblivion, 1995, tom dicillo: bir filmin çekim aşamasında yaşanması tüm muhtemel sorunlar bu filmde mevcut diyebiliriz.

              101. ah fei zing zyun, 1990, kar wai wong
              102. mean streets, 1973, martin scorsese
              103. dallas buyers club, 2013, jean-marc vallee
              104. radio days, 1987, woody allen
              105. das weisse band, 2009, michael haneke
              106. crimes and misdemeanors, 1989, woody allen
              107. im lauf der zeit, 1976, wim wenders
              108. nebraska, 2013, alexander payne
              109. patton, 1970, franklin j. schaffner
              110. midnight run, 1988, martin brest
              111. good night and good luck, 2005, george clooney
              112. stranger than paradise, 1984, jim jarmusch
              113. przypadek, 1981, krzystof kieslowski: 3 şekilde gelişen (genç adam, trene yetişirse, yetişemezse, yetişemeyip görevlilerle kavga ederse başına gelecekler.) lola rennt gibi filmlerin türünün ilk örneği diyebiliriz.
              114. a bronx tale, 1993, robert de niro
              113. children of men, 2006, alfonso cuaron
              114. the untouchables, 1987, brian de palma
              115. eyes wide shot, 1999, stanley kubrick
              116. gloria, 1980, john cassavetes
              117. wait until dark, 1967, terence young
              118. don't look now, 1973, nicolas roeg
              119. nueve reinas, 2000, fabián bielinsky
              120. la promesse, 1996, jean-pierre dardenne, luc dardenne: sanıyorum bugünlerde en çok izlenmesi gereken filmlerden.
              121. miller's crossing, 1989, joel coen, ethan coen

              122. insomnia, 1997, erik skjoldbjaerg: aynı isimli bir benzerini christopher nolan yıllar sonra çekmişti.
              123. amour, 2012, michael haneke
              124. mystic river, 2003, clint eastwood
              125. walkabout, 1971, nicolas roeg
              126. changeling, 2008, clint eastwood
              127. johnny got his gun, 1971, dalton trumbo
              128. funny games, 1997, michael haneke
              129. the poseidon adventure, 1972, ronald neame
              130. true romance, 1993, tony scott
              131. prisoners, 2013, denis villeneuve
              132. fatal attraction, 1987, adrian lyne
              133. ang-ma-reul bo-at-da, 2010, jee-woon kim
              134. zwartboek, 2006, paul verhoeven
              135. match point, 2005, woody allen
              136. the three burials of melaquades estralda, 2005, tommy lee jones
              137. clerks, 1994, kevin smith
              138. a simple plan, 1998, sam raimi
              139. kiss of the spider woman, 1985, hector babenco
              140. out of sight, 1998, steven soderbergh
              141. 28 days later, 2002, danny boyle
              142. the crying game, 1992, neil jordan
              143. ondskan, 2003, mikael hafström
              144. the ballad of cable hogue, 1970, sam peckinpah
              145. titanic, 1997, james cameron
              146. angel heart, 1987, alan parker
              147. dzien swira, 2002, marek koterski
              148. edward scissorhands, 1990, tim burton
              149. nattevagten, 1994, ole bornedal
              150. carne tremula, 1997, pedro almodovar

              listede en çok filmi bulunan yönetmenler:

              6 film: pedro almodovar, sam peckinpah.
              5 film: john cassavetes, wim wenders.
              4 film: michael haneke, woody allen, david lynch.
              3 film: federico fellini, joel ve ethan coen kardeşler, martin scorsese, krzystof kieslowski.

              .................................................. .................................................. .................................................. ..............

              son elli yıla ait, 25 adet türk sinemasından seçkiler:

              25. büyük adam küçük aşk, 2001, handan ipekçi
              24. baba, 1971, yılmaz güney
              23. bir avuç cennet, 1987, muammer özer
              22. çöpçüler kralı, 1977, zeki ökten
              21. duvar, 1983, yılmaz güney
              20. tabutta rövaşata, 1996, derviş zaim
              19. babam ve oğlum, 2005, çağan ırmak
              18. kapıcılar kralı, 1976, zeki ökten
              17. insan nedir ki?, 2004, reha erdem
              16. uçurtmayı vurmasınlar, 1989, tunç başaran
              15. canım kardeşim, 1973, ertem eğilmez
              14. selvi boylum, al yazmalım, 1978, atıf yılmaz
              13. muhsin bey, 1987, yavuz turgul
              12. umut, 1970, yılmaz güney
              11. gemide, 1998, serdar akar
              10. gülen gözler, 1977, ertem eğilmez
              9. yol, 1982, şerif gören,
              8. bir zamanlar anadolu'da, 2011, nuri bilge ceylan
              7. tosun paşa, 1976, kartal tibet
              6. kibar feyzo, 1978, atıf yılmaz
              5. züğürt ağa, 1985, nesli çölgeçen
              4. eşkıya, 1996, yavuz turgul
              3. masumiyet, 1997, zeki demirkubuz
              2. hababam sınıfı (ertem eğilmez'in yönettiği serinin ilk dört filmi) 1975, 1976, 1977, 1978
              1. sürü, 1979, zeki ökten
              Ekşi Sözlük alıntısıdır.

              ''immanuelkantinsaygidegerbiryakiini'' büyük emek vererek IMDb'ye alternatif harika bir liste hazırlamış. Kendisine teşekkür eder, sizlere de iyi seyirler dileriz.
              Bize Her Yer TRABZON!

              Trabzon Bir Sevda
              Trabzonspor Bir Destan ...

              Yorum


              • Az Kişi Tarafından Bilinen Şaheser Filmler

                spalovac mrtvol: filmin baş kahramanı cermen asıllı, çekli bir kremator. bildiğimiz cenaze yakıcı, sıradan bir insan. nazi işgaliyle beraber bir arkadaşı tarafından aklı nazizm ile çeliniyor. ancak karısı da bir yahudi. hayal edin, gitgide nazizmi benimseyen bir krematorun eşi ve bir yahudi. hangimiz bu kadının yerinde olmak isterdik? politika ve inanç ekseninde harika bir gerilim. (imdb)

                punishment park: en cesur filmlerden biridir. türü, sahte belgeseldir. (pseudo-documentary) devlet tarafından muhalif görülen gençler, özgürlüklerini kazanmak için zoraki olarak insanlık dışı bir yarışa sokulurlar. filmin vuruculuğunun yanında; mahkemede hakim ve gençler arasında öyle ideolojik tartışmalar duyarız ki, her biri, bir ötekinden daha fazla etkiler bizi. (imdb)

                inherit the wind: sağlam diyalogların ve performansların havada uçuştuğu bir mahkeme filmi. mahkemelik olay ise küçük yaştaki öğrencilere ders esnasında darwin'in evrim teorisinden bahseden bir öğretmen. film boyunca, tahmininiz üzere konu mahkemede çok hararetli tartışılıyor. bunun yanında hava da bir o kadar boğucu ve sıcak. yani film çok hararetli, çok leziz. (imdb)

                the ox-bow incident: çaresizlikle izleyeceğiniz, önyargıların ne kadar hazin sonuçlara sebebiyet verebileceğini gösteren belki bundan daha iyi bir film yapılmamıştır. film boyunca bütün olan biteni büyük bir çaresizlikle seyrediyorsunuz. hele ki filmin son anlarında, gerçekten nutkunuz tutuluyor, konuşamaz hale geliyorsunuz. oldukça da kısa bir film. (imdb) muhtemelen aynı çaresizliği amerika'nın bir dönem yoğun tecrite tabi tuttuğu yönetmen dalton trumbo'nun iki kolu ve iki bacağını kaybetmiş vietnam gazisi askerin hikayesini anlattığı johnny got his gunfilmini seyrederken yakalayabilirsiniz. (imdb)

                un condamne a mort s'est echappe: adı uzun, kendi ise kısa ve yalın olan bu filme istemsizce mest oluyorsunuz. bir hapishaneden kaçış filmi. yalnız öyle bir kaçış filmi ki, hareket yok. film boyunca genel itibarıyla bir mahkumun iç konuşmaları ve yaptığı hazırlığı seyretmekle meşgul oluyoruz. buna rağmen, filmin sonuna yalnızca "vay be" denebilir. bu kadar mıydı? bu kadar kolay mıydı? adam elini kolunu sallar ve gider. öyle bakakalırız arkasından. (imdb) filmin tam adı: un condamne a mort s'est echappe ou le vent souffle ou il veut

                le trou: yapılmış belki de en iyi hapishaneden kaçış filmi. filmdeki kum saatine ayarlı olarak nefesiniz bir hızlanacak, bir inecek. seyir zevki alacağınız bir film arıyorsanız muhakkak izleyin. ayrıca sinema tarihindeki en vicdansız ihanetlerden birine de şahit olacaksınız. (imdb)

                i soliti ignoti: eğlencesi, kahkahası, komedisi bol bir soygun filmi. ya da soygun yapmaya çalışan mahalleliler filmi. ayrıca sinema tarihinin gelmiş geçmiş en karizmatik aktörlerinden marcello mastroianni ve claudia cardinale'in gençliği de filmin bonusları. (imdb)

                the miracle worker: azmin ve umudu kesmemenin en nadide örneğini bu filmde bulacağınıza eminim. bir insanı hayata bağlamak için ne denli çabalar harcandığını görüp de etkilenmemek elde değil. kısaca konusu; görme engelli bir öğretmenin kendisi gibi görme engelli, konuşmayan küçük bir kıza harcadığı takdire şayan çaba. (imdb)

                walkabout: genç bir kızın, küçük kardeşiyle birlikte avustralya'nın çorak arazisinde hayatta kalma mücadelesini anlatan kıyıda köşede kalmış enfes filmlerden. filmde yaban hayatı ve modern hayatın unsurlarına küçük dokunuşlar mevcut. mesela ufak bir örnek; kızın onca uğraştan sonra yaban hayatından kurtulup kara yoluna ulaştığı sahnede, yola adımını atarken ayağının yakın plan çekilmesi gibi. (imdb)

                la historia oficial: totaliter rejimleri eleştiren iyi filmlerin başında gelir. arjantin'de, askeri cuntanın dayattığı tarih müfredatına karşı duran bir grup gencin çevresinde başlayan film, zamanla askeri darbenin gölgesinde gerçekleşen sokak hareketlerine dek uzanır. muhakkak izlenmeli. filmde çizilen politik tablo, genel hatlarıyla ülkemize çok da yabancı değildir. (imdb)

                fury: güncelliği halen devam eden linç kültürünü gözümüze sokan ibret alınası filmdir. cahil bir kasaba güruhunun lincine uğramış bir insan olsanız intikamını alır mıydınız almaz mıydınız? linç, adalet, intikam sorunsalı. hepsi bu leziz filmde. (imdb)

                balkanski spijun: daha önce şu entry'de de bahsettiğim gibi #52545322, izleyeceğiniz en paranoyak karakterlere sahip filmdir. kısaca konusuna değinecek olursak; devletine, komünizme sonuna kadar bağlı yugoslav yurttaş olan ilija, yanyana olan iki evinden birini iş adamına kiraya veriyor. ancak nasıl bir paranoyaklıksa, evini kiraya verdiği adamın rejim karşıtı kapitalist ajan olduğundan çok saçma bahanelerle şüphelenip, takip etmeye başlıyor. hayır, bir süre sonra da en az kendi kadar tuhaf abisi, hatta çok derin bir yapılanma olduğundan şüphelendiklerinden, abisinin oğulları da katılıyor. sonuna kadar kahkahalarla "yuh arık, n'oluyosunuz. bu kadarı da fazla" dedirten olaylar silsilesiyle geçen, aynı zamanda da kapalı toplumları da doyasıya taşlayan bir filmdir. (imdb)

                the last seduction: ters köşeye yatırmalı, karmaşık kurgulanmış, dişe dokunur bir film izlemek istiyorsanız şiddetle tavsiye edilir. (imdb)

                kind hearts and coronets: ingiliz aristokrasisinde; hırsın, intikamın göz bürümesi üzerine yapılmış, en soğuk kanlı seri katile de sahip leziz filmlerden biridir. ayrıca gelmiş geçmiş en hazinli sonlardan birini de barındırmaktadır. (imdb)

                değinmeden geçemeyeceğim. yönetmen sam peckinpahimzalı şu iki film de maalesef kıyıda köşede kalmış hazinelerdendir. ilki, bring me the head of alfredo garciaolup nasıl bir hafızanın ürünüdür, merak uyandırır. filmle alakalı yalnız şu anektodu sizinle paylaşayım. sin city filmini dikkatli izleyenler hatırlayacaktır. tarantino'nun konuk yönetmen olarak araba sahnesini çektiği şu sahne (ayrıca sin city'nin çizgi roman serisinde de mevcuttur.) yani kesik kelle ile konuşma sahnesi. bring me the head of alfredo garcia filminde ise buna benzer sahnelerin ağa babası diyebileceğimiz, 40 yıl önceden düşünülmüş sahneler mevcuttur. (imdb) sam peckinpah boşuna şiddetin ozanı lakabıyla anılmıyor. bir diğer kıyıda köşede kalmış ancak pek çok kere remake'i çekilmiş getaway filmi. kirli ve çatlak yan karakterlere sahip, kendini bir solukta izleten, dengine rastlanması imkansız olan enfes bir kaçış filmidir. (imdb)

                santa sangre : dövmeli kadın, şişman üvey baba, kolsuz anne, ona kol olan bir evlat ögeleriyle bezeli çarpıcı, eşi benzeri olmayan sürreal bir intikam filmi. anne gerçekte ölü mü? baba gerçek mi, yoksa tüm bunlar tramva mı? ve dahası. (imdb)

                yönetmen ve yönetmen sineması dedikten sonra şu ismi es geçmek olmaz. amerikan bağımsız sinemasının mihenk taşı john cassavetes. maalesef günümüzde kıyıda köşede kalmış olan iki şaheser filmini ekleyeyim. ilki a woman under the influence: tamamen olağanüstü performanslarla bezeli leziz, şahane bir dramdır. (imdb)
                bir diğer filmiyse the killing of a chinese bookie: başı, borç ve alacaklıdan kurtulamayan bir striptiz kulübü sahibinin çok naif bir anlatımla sergilendiği lezzetli mi lezzetli bir filmdir. ayrıca, altından kalkması zor sahneler de barındırmaktadır film. örnek verecek olursak; yaklaşık on dakika boyunca, kapkaranlık bir yol üzerinde geçen diyalog sahnesi vardır filmin. yol kenarındaki araba çalışana kadar devam eder bu sahne. ancak geçen hiçbir saniyesinde sıkılmayız. ayrıca ölen çinli bahisçi de filmin hemen hemen yirmi dakikalık bölümüne konu olur. mavi ve kırmızı ışıklandırmanın yoğun kullanıldığı, işçilikle yoğurulmuş sahneleri bolcadır.(imdb)

                sanat eseri ve işçilik dedikten sonra değeri maalesef az bilinmiş şu hazineleri anmadan olmaz : soylent green, soy cuba, idi i smotri ve pek tabii ki fitzcarraldo,

                ek: dellamorte dellamore (cemetary man) : hiçbir kaba sığmayan, yer yer hayranlık, yer yer de tiksinti duyacağınız filmlerden. peki neden bir şaheser? izledikten yıllar sonra dahi muhakkak filmin bir sahnesi aklınızın ucuna yer ediyor. tek cümleyle özet geçeyim; mezarlık bekçisi bir gencin, mezarlıkta ara ara yakınını ziyarete gelen bir kadına duyduğu aşk. esasen, kahramanın aşk hakkındaki yani dellammore ve ölum hakkındaki o da dellamorte ikilemini çok zor yoldan oğrenmesini anlatır. ayrıca truman show, dark city gibi filmlerden önce çekildiği de unutulmasın. (imdb)

                jules dassin'in yıllara meydan okuyan şu filmini de ekleyeyim. günümüzün ocean's serisine her yönüyle ilham kaynağı olan başyapıtı du rififi chez les hommes. film, cezaevinden çıktıktan sonra tekrar eski sevgilisine sahip olabilmek için mücevher soygunu planlayan adamın, ekip toplayarak gerçekleştirmesi üzerine kuruludur. ancak, öyle titiz ve hayranlık uyandıracak bir soygundur ki, düşününüz şemsiye dahi kullanılıyor. fazla spoiler vermeyeyim. buyurunuz. imdb linki. türkçe vikipedisi de mevcuttur. spoiler içerir.

                ayrıca hüzünlü bir film die brücke (imdb), sakin bir western mccabe & mrs. miller(imdb) ve kışkırtıcı bir film to die for (imdb)

                aile içi şiddet temalı, alkolü bol inanılmaz gerçekçi ve güzel bir film : once were warriors(imdb)

                kdo chce zabit jessii: çizgi romanvari konuşma balonlarının olduğu yarım asırlık kült kategorisine rahatlıkla sokulabilecek ilgi çekici ve seyir zevki yüksek bir film. imdb

                ek 2: sıkı bir gerilim filmi nattevagten (imdb). ayrıca henri-georges clouzot klasikleri; le salaire de la peur (imdb), les diaboliques (imdb) ve le corbeau (imdb) filmleri.

                psikolojik-gerilim türüne ait kilit filmlerden spoorloos da şiddetle tavsiye edilir. (imdb)

                fando y lis (imdb) ve seksmisja (imdb) filmleri de aynı şiddetle tavsiye edilir.

                the guard (imdb) filmi de önerilir.
                Ekşi Sözlük alıntısıdır.

                İzleyecek harika filmler arıyorum ama öyle çok bilinenlerden olmasın diyenler için muazzam bir liste.

                Bize Her Yer TRABZON!

                Trabzon Bir Sevda
                Trabzonspor Bir Destan ...

                Yorum


                • Müthiş, izlediğim en güzel 5 film arasına rahatlıkla girer. Türkçe'ye "Saygın Vatandaş" ismiyle çevrildi.





                  Film kahramanımızın harika bir nobel konuşmasıyla başlıyor. Bir film de olsa, hayatımda gördüğüm en güzel ödül konuşmasıydı. Arzedeyim:

                  "Nobel Edebiyat Ödülü'nü almak konusunda iki farklı duygu hissediyorum. Bir yandan gururum okşandı, gerçekten okşandı, ama diğer yandan acı bir duygu içimde çok daha ağır basıyor. Benim inancıma göre, bu tür oybirliğiyle alınmış bir onay kararı bir sanatçının çöküşüyle doğrudan ve şüphe götürmez bir şekilde alakalıdır. Bu ödül şunu kanıtlıyor: Eserlerim kişilerin zevkleri ve ihtiyaçlarıyla aynı görüşte. Yargıçların, uzmanların, akademisyenlerin ve kralların. Açık bir şekilde ben, sizin için en konforlu sanatçıyım ve bu konforun her sanatsal eserde bulunması gereken ruhla çok az ilgisi var. Sanatçıların sorgulaması gerekiyor, şaşırtması gerekiyor. Bu yüzden bir sanatçı olarak ulaşabileceğim son noktaya gelmekten pişmanlık duyuyorum. Ancak hissettiğim en kalıcı duygu şu aslında, gururuma yediremediğim, iki yüzlü bir şekilde beni kızdıran, yaratıcı macerama son vermeye karar verdiğiniz için size teşekkür ederim. Ama bunları söyleyerek sizi suçladığımı düşünmeyin sakın. Burada suçlanacak tek kişi var; o da benim."

                  Sonrasında olay örgüsü, yapılan göndermeler ve oyunculuk tam anlamıyla harika. Öncelikle şehrin belediye başkanı rolündeki adama hasta oldum. Bizdekilerden hiç farkı yok. Otel resepsiyonundaki uşakla yazar arasındaki diyalog da çok iyiydi. Resepsiyonist genç yazdığı hikayeleri gösterdi yazarımıza. O da bir akşam okuduktan sonra:

                  -"Çok basit yazmışsın" dedi. Bunun üzerine utanıp kızaran çocuk:
                  - "Öyle mi, çok mu basit olmuş?" diyerek yüzünü buruşturunca yazar:
                  -"Kafka da basit yazardı, ama yazdıkları basit olduğu kadar sert ve yıkıcıydı" dedi.

                  Birden üstadı azam Johan Cruyff Hocaefendi Hazretleri(k.s.)'nin "Futbol basit bir oyundur, zor olan basit oynamaktır" sözü geldi aklıma. Bu ve bunun gibi onlarca müthiş aforizmalarla bezeli, harika bir film.

                  İzleyiniz, izlettiriniz efem.
                  BİLMEM ANLATABİLDİM Mİ?

                  Yorum


                  • Şu Blade Runner'ı izlemeye karar verdim. Sonra baktım ki bunun ilk filmi de varmış. Ayrıca yeni versiyonununda sansür uygulanmış. En gıcık olduğum şeydir.

                    Bu bir sanat eseri. Bunun yönetmeni bu eseri böyle uygun görmüş. Kimsin de bunu kesiyorsun?

                    Heykeltraş bir heykel yapıyor, kafana göre kolunu koparıyorsun. Şair şiir yazıyor, hoşuna gitmediği için iki üç dizesini aradan çekip çıkarıyorsun. Ressam resim çiziyor, bazı renkleri tuvalden siliyorsun... Hiçbir farkı yok!

                    O yüzden illegal yollarla, kesilmemiş versiyonunu izleyeceğim filmin. Sektörün puştlarına paramı yedirmeyeceğim.
                    Forum Kurallarına aykırı gördüğünüz mesajları ve üyeleri kullanıcı panelinde bulunan (ikaz tuşu) tıklayarak raporlamanızı rica ediyoruz..
                    Ayağa KALK!

                    Yorum


                    • dead man's shoes....etkilileyici....

                      ingiliz sineması bazı filmleri cok cok iyi....
                      ıslak imza....

                      Yorum


                      • İlk olarak pazarkapılı tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
                        dead man's shoes....etkilileyici....

                        ingiliz sineması bazı filmleri cok cok iyi....
                        Müthiş bir intikam filmi...

                        Yine nokta atışı bir film...
                        Arafilboylu

                        Ve mikrofonlarımız Avni Aker'de...

                        Yorum


                        • İlk olarak SixtyOne_61 tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
                          Yerli yapımlar arasına Fasulye'yi de eklerim.

                          Akıl, öfkeyi ve onunla kolayca birleşen bilgisizliği yener. Aklı kullanmak biraz zahmet, çaba gerektirir.

                          Yorum


                          • [MENTION=47842]SixtyOne_61[/MENTION] çok güzel liste olmuş aralarında izlediğim çok fazla film yok belki ama aç sıradan izle yani farklılık arayanlara iyi alternatifler var.

                            As Good As It Gets , The Thin Red Line , Mullholland Dr. bir çırpıda aklıma gelenler.

                            Aksın gitsin , eğlendirsin , şöyle adam gibi başrol görelim diyenlere As Good As It Gets le başlamalarını tavsiye ederim.
                            "We are here to preserve democracy , not to practice it."

                            Yorum


                            • İlk olarak -Samet tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
                              [MENTION=47842]SixtyOne_61[/MENTION] çok güzel liste olmuş aralarında izlediğim çok fazla film yok belki ama aç sıradan izle yani farklılık arayanlara iyi alternatifler var.

                              As Good As It Gets , The Thin Red Line , Mullholland Dr. bir çırpıda aklıma gelenler.

                              Aksın gitsin , eğlendirsin , şöyle adam gibi başrol görelim diyenlere As Good As It Gets le başlamalarını tavsiye ederim.
                              Aynen öyle. Bu başlık altında birçok kez film önerisi isteyen mesajlar gördüm, listelerdeki filmler pek bilinmese de sıkılmadan izlenebilecek güzel film alternatifleri. Boşluk buldukça seçsin izlesinler işte
                              Bize Her Yer TRABZON!

                              Trabzon Bir Sevda
                              Trabzonspor Bir Destan ...

                              Yorum


                              • Secret Superstar...
                                Twitter: https://www.twitter.com/burakzihni61
                                Gazete: https://www.takvim.com.tr

                                Yorum

                                Üzgünüz, bu sayfayı görüntüleme yetkiniz yok
                                Yükleniyor...
                                X