Uzun senelerdir televizyon ekranlarında Karadeniz tiplemeleri izleyince burun kıvırırız bizler. Sebebi ise gerek karakterlerin gerekse de kullanılan ağzın, şivenin ve jestlerin hakkını vermemesi, çoğunlukla da yanlış olmasındandır.
Kazım Koyuncu’nun “el verdiği” Gülbeyaz dizisi de dahil (ki o en çok sevdiğimizdi, sadece Kazım’ın muhteşem katkısı hatrına) hiçbir dizi ve dizilerdeki hemen hiçbir karakter bize “tamam” gelmemişti.
Derken, bir pazarlama projesi gibi yürütülen ve takım oyunu değil de özgün tiplemeleriyle başarı kazanan Avrupa Yakası dizisi akıllıca bir hamleyle Laz Dursun karakterini çıkardı karşımıza. Bir proje ürünü olduğu besbelli olduğu için içimize çok sinmez sanmıştık; ama öyle olmadı.
Benim tahlilime göre öyle bir oyun çıkardı ki Ömür Arpacı, o karakter ile çoğumuzun, hatta belki de hepimizin gönlünü kazandı. Peki bu nasıl oldu? Sadece şiveyle değil. Mimikler, jestler ve tüm karakter ile. Bu Trabzonlu olmayanların altından kalkabileceği bir iş değil; bu nedenle de ben şahsen tüm krediyi Arpacı’ya veriyorum.
Çok güldürdü bu karakter tüm Türkiye’yi. Çoğu yanlış yorumlayıp da güldü Dursun’un yaptıklarına. Saflık zannetti. Oysa yanıldılar.
Bir örnekten çıkalım yola. Dursun gelir ve mahalleliye sorar: “Şişli’ye nereden çıkarım?” Herkes aşağıyı gösterir, o yukarı gider. Herkes sağı gösterir, o sola gider. Standart bir zeka bunu “aptallık” olarak görüyor. Oysa Karadeniz kıvraklığında bir zekanız varsa böyle düşünmezsiniz. Bir insan herkes ona bir tarafı gösterirken neden başka bir yöne gitsin Allah Aşkına…
“Ya, la ilahe illallah yaaa….”
Çünkü Dursun’un bir doğru bildiği vardır ve kim ne derse desin bu değişmez. Kim ona ne bilgeliklerle bir şey söylerse söylesin, doğru yol, onun inandığı yoldur.
İşte bu nedenle çoğunlukla futbol konuşurken de bir türlü anlaşamayız İstanbullularla. Biz aşağı deriz, onlar yukarı, biz bu yana deriz, onlar gider öte yana. Tam da işte budur bizi farklı ve “başarılı” kılan şey. Bizim torpilimiz yoktur ama mangal gibi yürek ve “işleyen” bir zekamız vardır. Bu ikisi bir araya gelince başka etmenlere ihtiyacımız kalmaz.
Elbette bu her zaman olumlu meyveler vermez. Takımın başında dünyanın en iyi antrenörünü görmek isteriz; ama kafamızdakinden farklı veya kafamıza ters bir hamle yapacak olursa, işte o an o hocanın tüm deneyimi ve bilgeliği gider, bizim bildiğimiz gelir.
Geçen sezon Ersun Yanal takımın başına geldiğinde çoğu Trabzonsporlu çok memnun oldu. Kariyeri, arkasını kimse sıvazlamadığı halde başarılarla doluydu. Milli Takım’da da ciddi ciddi hakkının yendiğini düşünüyorduk. Bir de o hücum futbolu oynatmak inadı. Zaten evvelden beridir savunuyoruz. Bizim farkımız saldıra saldıra oynamak diye. Trabzonspor böyle oynayınca elbette “kendi gibi” oluyor. Hırçın, azla yetinmeyen, inatçı. İşte bu takımın mimarı Ersun Hoca’dır. Hem de onca eleştiriye rağmen yolundan taviz vermeyen, herkes “Şişli’ye bu yandan gidersin” derken o kendi bildiği “öte yandan” giden bir hoca.
Trabzonspor Ankara’da ligin şüphesiz en iyi pres yapıp koşan ve üreten takımlarından biri karşısında maçın başında öne geçmesine rağmen oyundan düşmedi ve “saldırma iştahından” hiç taviz vermedi. Böyle olunca da bir klişe gerçek oldu: En iyi savunma hücumdur!
Ersun Yanal’ın biraz şımarıkvari tavrı elbette herkesi hoşnut etmiyor. Ben kesinlikle hoşnut kesim içindeyim. Taviz vermiyor, doğru bildiklerini uyguluyor ve kendine has bir tavır sergiliyor. Sonuçta da ona ait bir takım çıkıyor ortaya.
Ersun Hoca Karadenizli değil; ama kesinlikle bizim gibi. Onu başarılı yapan da bence zaten bu.
Şimdi saldıran, koşan, oyun kuran, planlayan, pes etmeyen ve zengin içerikli bir takım var ortada. Onun önünü açan ve dediklerini gerçekleştirmek için emek veren bir yönetim. Hocasını mahcup etmemek için ter akıtan futbolcular ve onlara yürekten inanmış bir taraftar kitlesi.
Sözün özü ekranlarda da, sahalarda da Laz Dursunumuz’u bulduk.
Şükürler olsun.
Ersun Dursun!
Tunga LİMAN
bordomavi.net
Kazım Koyuncu’nun “el verdiği” Gülbeyaz dizisi de dahil (ki o en çok sevdiğimizdi, sadece Kazım’ın muhteşem katkısı hatrına) hiçbir dizi ve dizilerdeki hemen hiçbir karakter bize “tamam” gelmemişti.
Derken, bir pazarlama projesi gibi yürütülen ve takım oyunu değil de özgün tiplemeleriyle başarı kazanan Avrupa Yakası dizisi akıllıca bir hamleyle Laz Dursun karakterini çıkardı karşımıza. Bir proje ürünü olduğu besbelli olduğu için içimize çok sinmez sanmıştık; ama öyle olmadı.
Benim tahlilime göre öyle bir oyun çıkardı ki Ömür Arpacı, o karakter ile çoğumuzun, hatta belki de hepimizin gönlünü kazandı. Peki bu nasıl oldu? Sadece şiveyle değil. Mimikler, jestler ve tüm karakter ile. Bu Trabzonlu olmayanların altından kalkabileceği bir iş değil; bu nedenle de ben şahsen tüm krediyi Arpacı’ya veriyorum.
Çok güldürdü bu karakter tüm Türkiye’yi. Çoğu yanlış yorumlayıp da güldü Dursun’un yaptıklarına. Saflık zannetti. Oysa yanıldılar.
Bir örnekten çıkalım yola. Dursun gelir ve mahalleliye sorar: “Şişli’ye nereden çıkarım?” Herkes aşağıyı gösterir, o yukarı gider. Herkes sağı gösterir, o sola gider. Standart bir zeka bunu “aptallık” olarak görüyor. Oysa Karadeniz kıvraklığında bir zekanız varsa böyle düşünmezsiniz. Bir insan herkes ona bir tarafı gösterirken neden başka bir yöne gitsin Allah Aşkına…
“Ya, la ilahe illallah yaaa….”
Çünkü Dursun’un bir doğru bildiği vardır ve kim ne derse desin bu değişmez. Kim ona ne bilgeliklerle bir şey söylerse söylesin, doğru yol, onun inandığı yoldur.
İşte bu nedenle çoğunlukla futbol konuşurken de bir türlü anlaşamayız İstanbullularla. Biz aşağı deriz, onlar yukarı, biz bu yana deriz, onlar gider öte yana. Tam da işte budur bizi farklı ve “başarılı” kılan şey. Bizim torpilimiz yoktur ama mangal gibi yürek ve “işleyen” bir zekamız vardır. Bu ikisi bir araya gelince başka etmenlere ihtiyacımız kalmaz.
Elbette bu her zaman olumlu meyveler vermez. Takımın başında dünyanın en iyi antrenörünü görmek isteriz; ama kafamızdakinden farklı veya kafamıza ters bir hamle yapacak olursa, işte o an o hocanın tüm deneyimi ve bilgeliği gider, bizim bildiğimiz gelir.
Geçen sezon Ersun Yanal takımın başına geldiğinde çoğu Trabzonsporlu çok memnun oldu. Kariyeri, arkasını kimse sıvazlamadığı halde başarılarla doluydu. Milli Takım’da da ciddi ciddi hakkının yendiğini düşünüyorduk. Bir de o hücum futbolu oynatmak inadı. Zaten evvelden beridir savunuyoruz. Bizim farkımız saldıra saldıra oynamak diye. Trabzonspor böyle oynayınca elbette “kendi gibi” oluyor. Hırçın, azla yetinmeyen, inatçı. İşte bu takımın mimarı Ersun Hoca’dır. Hem de onca eleştiriye rağmen yolundan taviz vermeyen, herkes “Şişli’ye bu yandan gidersin” derken o kendi bildiği “öte yandan” giden bir hoca.
Trabzonspor Ankara’da ligin şüphesiz en iyi pres yapıp koşan ve üreten takımlarından biri karşısında maçın başında öne geçmesine rağmen oyundan düşmedi ve “saldırma iştahından” hiç taviz vermedi. Böyle olunca da bir klişe gerçek oldu: En iyi savunma hücumdur!
Ersun Yanal’ın biraz şımarıkvari tavrı elbette herkesi hoşnut etmiyor. Ben kesinlikle hoşnut kesim içindeyim. Taviz vermiyor, doğru bildiklerini uyguluyor ve kendine has bir tavır sergiliyor. Sonuçta da ona ait bir takım çıkıyor ortaya.
Ersun Hoca Karadenizli değil; ama kesinlikle bizim gibi. Onu başarılı yapan da bence zaten bu.
Şimdi saldıran, koşan, oyun kuran, planlayan, pes etmeyen ve zengin içerikli bir takım var ortada. Onun önünü açan ve dediklerini gerçekleştirmek için emek veren bir yönetim. Hocasını mahcup etmemek için ter akıtan futbolcular ve onlara yürekten inanmış bir taraftar kitlesi.
Sözün özü ekranlarda da, sahalarda da Laz Dursunumuz’u bulduk.
Şükürler olsun.
Ersun Dursun!
Tunga LİMAN
bordomavi.net








Yorum