Muhteva, yazdıkların tam bir hezeyan. Ama suç sadece sende değil. O uydurma hadisleri oralara koyup. Burahi, Müslim gibi insanları zan altında bırakanlarda.
Duyuru
Daraltma
Henüz duyuru yok.
Uzay, Bilim, Komplo Teorileri Ve Diğer İddialar
Daraltma
X
-
Teşekkürler cesur insanlar Erman Toroğlu ve Uğur Meleke
Gâfil ne bilir neş've-i pür şevk-i vegâyı, Meydân-ı celâdetteki envar-ı sefâyı.
Merdân-ı gazâ aşk ile tekbirler alınca, Titretti yine rûyı zemin arş-ı semâyı.
Allah yolunda cenk edelim, şan alalım şan. Kur'an da zafer vâdediyor hazreti Yezdân.
- Alıntı
-
AW: Uzay, Komplo Teorileri Ve Diğer İddialar
İlk olarak okg_53 tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleMuhteva, yazdıkların tam bir hezeyan. Ama suç sadece sende değil. O uydurma hadisleri oralara koyup. Burahi, Müslim gibi insanları zan altında bırakanlarda.
Gesendet.Milli Takımım TRABZONSPOR
Al aşaa, vur yukari, Dik Oyna!!!
Helalin adı kaldı, onu gören yok.
Haram kapışıldı, hâlâ doyan yok. Yusuf Has Hacip
- Alıntı
Yorum
-
İnternette araştırıp taratanlar Hadis kaynaklarının orjinaline gittiler mi? İnançsız insanların yaptığı şey şu malesef;
Kuran'da bu böyle...? Ee hadis şöyle..? Peygamber şöyle niye yaptı..? Dünya'da bu niye böyle..? Allah beni niye yarattı..? Sordukları her soruya cevabı alırlarda malesef yinede ikna olmazlar.
Kuran-ı Kerim'in eksik olduğunu düşünmek yine yukarıda saydığım şablonların dışına çıkamayan, ibadet noksanlığından ötürü kendisiyle Allah ( C.C. ) 'ın arasına mesafe girmiş ve artık kendisini maneviyata tamamen kapayıp maddeciliğe yönelmiş insanların öne sürdüğü bir safsatadır. Zira bunu açacak olursak.
Bilimin seneler sonra matematiksel ve mantıksal olarak anlamlandıramadığı problemleri Allah (C.C.)'ün kelamı olan Kuran-ı Kerim olarak asırlar öncesinde çok açık bir şekilde belirtmiştir. Öyle ki yer yüzünde, Kuran-ı Kerim'de cevabı olmayıpta sorulabilen her hangi bir soru yoktur keza Kuran-ı Kerim'in cevaplayamadığı bir konu veya soruda yoktur.
Bilindiği gibi kelimeler manalara, edebî sanatlara zarf olurlar. Esas olan manadır, sanattır. Hepimiz Türkçe bildiğimiz halde kendi öz dilimizle yazılmış bir edebî şaheserin benzerini niçin yazamıyoruz. Demek ki, hüner kelimelerde değil onu çok iyi kullanan ediplerin ilminde, sanatındadır. Arapçanın Kur’an hakikatlerinin ifadesinde müstesna bir özelliği vardır. Özelikle kalp ve his alemine ait kelimeler onda çok zengindir.
Bununla birlikte hiçbir Arap edibi de Kur'an'a misil getirememiştir. Zira, Kur’an'da Arapçanın çok ötesinde bir kutsiyet vardır. Taklit edilemeyen, işte o kutsiyettir. Bu ise, Kur’an'ın Allah kelamı olmasında saklıdır. Belağat ilminin dahileri bu manayı çok iyi kavramışlar, bundan da öte tatmışlar, zevk etmişlerdir. Biz ise aynı manayı Allah’ın bir diğer kitabı olan Kâinat kitabından misaller getirmekle bir derece anlayabiliyoruz.
Elementler birer harf kabul edilirse, bu elementlerden insanlar bir takım eserler yaparlar. Allah ise aynı elementlerden insan yapar, hayvan yapar, ağaç yapar. İşte burada elementler ötesi bir ilahi sanat, bir ilahi kudret ve irade söz konusudur. İşte taklit edilemeyen de budur.
İslam hakikat ve hikmet dinidir. Her bir davası delil ve ispat üzeredir. Kur’an’ın değişmediği ve günümüze kadar sıhhatli bir şekilde geldiği o kadar aşikar ki bunu az bir dikkat ile görmek mümkündür. Mesela, Hz. Osman (r.a) zamanında mevcut hafız topluluğunun birleşimi ve yardımıyla hiçbir vesveseye imkan bırakmayacak şekilde yazılan Kur’an, şu an elimizde bulunan Kur’an’ın ta kendisidir. Yani ilk inen Kur’an ile şimdi piyasada var olan veya her an yazılan Kur’anların hiçbiri arasında ihtilaf yoktur. Herhangi bir dünya ülkesinden bir Kur’an alın bunu 300 veya bulabilsek 1000 yıl önce yazılan bir Kur’an ile karşılaştırsak, arada bir farka rastlamayacağız. Harfi harfine aynı olduğunu göreceğiz.
Kur'an tesbit edilişindeki sağlamlık itibariyle, diğer ilâhi kitaplardan farklı olarak, hiçbir tahrifat ve değişikliğe uğramadan vahiy mahsulü olan şekliyle tespit edilip ortaya konmuş; 1400 senedir de muhafaza edilerek gelmiştir. Bunda, Kur'an'ın edebî icaz ve i'câzının, yani, ezberleme kolaylığının hiçbir insan sözüne benzememesinin ve söz olarak hiçbir taklidinin yapılamamasının, edebiyat ve belagatına erişılememesinin ve zaptında azamî titizlik gösterilmesinin büyük rolü olduğu kesindir. Fakat asıl sebeb, Kur'an'ı Cenâb-ı Hakk'ın hıfz ve himayesine alması, onu kıyamete kadar lâfız ve mânâ bakımından bir mu'cize olarak devam ettirmeyi taahhüd etmesidir. Nitekim Kur'an'da şöyle buyurulur:
«Muhakkak ki bu Kur'an'ı biz indirdik ve onu koruyacak, muhafaza edecek, devam ettirecek de biziz.:.» (Hicr, 15/9)
Bugün yeryüzündeki bütün Kur' anlar aynıdır. Hiçbir farklılık ve değişiklik yoktur. Ayrıca milyonlarca hafızın ezberinde bulunmakta, her an milyonlarca dil ile kırâet edilip okunmaktadır. Bu özellik, Kur'an'dan başka herhangi bir beşeri kitaba nasib olmadığı gibi, semavi kitaplardan hiçbirine dahi nasib olmamıştır. Allah'ın son kelâmı, hükmü kıyamete kadar baki ezelî fermanı olan Kur'an'ın, böyle eşsiz bir makam ve ulvi bir şerefe nail olması da, elbette zaruri ve lüzumludur.
Kur'ân'ın, geçmişe dair verdiği haberlerin katiyyet ve doğruluğu kadar, geleceğe aid ihbarâtı da o ölçüde önemli ve başlı başına bir mucizedir.
Mesela, senelerce evvel Mekke'nin fethedileceğini ve Kâbe'ye emniyet içinde girileceğini
"Allah dilediğinde, güven içinde başlarınızı traş ederek ve saçlarınızı kısaltarak korkmadan Mescid-i Haram’â gireceksiniz." (Fetih, 48/27)
ayetiyle haber verdiği gibi, İslâm'ın bütün bâtıl sistemlere galebe çalacağını da
"O, Resûlünü, hidayet ve hak dinle gönderdi ki bütün dinlere galebe çalsın. Şâhid olarak Allah yeter." (Fetih, 48/28)
beyanıyla ilân etti. Kezâ, o gün Romalılar karşısında savaş galibi görünen Sâsânilerin yenileceğini ve aynı zamanda, Bedir gâlibiyetiyle Müslümanların da sevineceğini
"Rum yenildi (bölgenize) en yakın bir yerde. Onlar bu mağlubiyetden sonra (yeniden) galebe çalacaklar. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de sonra da iş Allah'a aiddir. O gün mü'minler de sevinirler." (Rum, 30/2-4)
müjdesiyle duyurmuşdu; vakti gelince Kur'ân'ın haber verdiği gibi çıktı. Bunun gibi,
"Ey Resûl, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni (insanlardan gelen kötülüklerden) koruyacaktır." (Maide, 5/67)
ayetiyle de, en yakınındaki amcasından, düşman millet ve düşman devletlere kadar çevresi düşmanlıklarla sarılı olduğu halde, hayatını emniyet içinde geçireceği va'dolunmuşdu ve öyle de oldu.
Değişik ilim dallarının inkişâfıyla, âfâk ve enfüsün yâni insan mâhiyeti ve mekânların didik didik edileceğini, ilmî buluş ve tesbitlerin, yeni yeni keşiflerin insanoğlunu inanmaya zorlayacağını
"Biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde mucizelerimizi göstereceğiz ki, o (Kur'ân ve Kur'ân'ın getirdikleri)nin gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şâhid olması yetmez mi?" (Fussilet, 41/53)
mucizevî beyanıyla ifâde etmişti ki, günümüzde süratle o noktaya doğru gidilmektedir. Ayrıca, Kur'ân, nazil olduğu günden bu yana
"Deki: And olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine O'nun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka verseler de." (İsra, 17/88)
deyip, hasımlarının damarlarına dokundurduğu halde, bir-iki küçük hezeyanın dışında, kimsenin ona nazire yapmaya teşebbüs etmemesi ve edememesi, onun verdiği haberi doğrulamakda ve mucize olduğunu ilan etmektedir.
Kur'ân-ı Kerim'in nâzil olduğu ilk yıllarda, Müslümanlar az, zayıf, iktidarsız ve geleceğe aid hiçbir düşünceleri yoktu. Ne bir devlet, ne dünya hakimiyeti ne de yeryüzündeki sistemleri altüst edecek dinamikleri hâvi yeni dinin güç kaynağı adına hiçbirşey bilmiyorlardı. Oysa ki, Kur'ân
"Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara va'deti ki; onlardan öncekilerini nasıl hükümrân kıldıysa, onları da yeyüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini sağlama bağlayacak ve korkularının ardından da onları güvene erdirecektir." (Nur, 24/55)
ayetiyle onlara, bu yüksek hedefleri gösteriyor ve cihanın hakimi olacakları müjdesini veriyordu. Daha bunlar gibi, Müslümanlığın ve Müslümanların geleceği, zafer ve hezimetleri, terakkî ve tedennîleriyle alâkalı pekçok ayetler varki, hepsini burada zikretmemiz mümkün değil. Kur'ân-ı Kerim'in gelecekle alâkalı verdiği haberlerin büyük bir bölümünü, değişik ilim dallarının varacakları nihâi hudutlarla ilgili olan ayetler teşkil eder. İlmî tesbitlerle alâkalı, kısa fezlekeler halinde, Kur'ân'ın verdiği haberler o kadar hârika ve o kadar erişilmezdir ki, onun bu mevzudaki beyanlarını kulak ardı etmek mümkün olmayacağı gibi, bu mevzudaki beyanlarıyla ona beşer kelâmı demek de mümkün değildir. Yüzlerce âyetin sarâhat, delâlet ve işaret yoluyla ifâde ettikleri harikalara dair pekçok eser yazıldığından, bu meselenin tafsilâtını o eserlere havale ederek, misâl teşkil edecek birkaç ayetin işaret ve delâlet ettikleri hususları kaydedip geçeceğiz.
"Allah o zattır ki, gökleri, görebildiğiniz bir direk olmaksızın yükseltti; sonra da iradesini (tekvin) arşına yöneltti. Artık hepsi belli bir süreyle kayıtlı olarak akıp gitmektedir." (Ra'd, 13/2)
Âyet, göklerin yükseltilmesini, genişleyip büyümesini hatırlattığı gibi, her şeyin nizam içinde baş başa, omuz omuza olmasını da (bilebileceğimiz cinsten bir direk olmaksızın) sözüyle ifade etmektedir. Evet, kubbe-ı âsumânı tutup, dağılmasına meydan vermeyen, görebileceğimiz cinsten bir direk yok ama, yine de bütün bütün direksiz değil. Zira, kütlelerin dağılmaması ve gelip birbirine çarpmaması için, görülsün görülmesin mevcut nizama esas teşkil edebilecek kanun, kaide, prensip mânâsında böyle bir direğin vücudu zarurîdir. Kur'ân bu ifadesiyle bizlere, kütlelerarası ile'l-merkez (merkez çek) an'il-merkez (merkez kaç) prensibini düşündürmektedir ki, bunun, Newton'un çekim kanununa veya Einstein'in (hayyiz)'ine uyup uymaması birşey ifade etmez. Hele âyetin, Güneş ve Ay'ın akıp gittiğini ifade etmesi çok enteresandır ve üzerinde durulmaya değer. Rahmân suresindeki
"Güneş ve Ay'ın hareketleri. tamamen bir hesaba bağlıdır." (Rahman, 55/5),
Enbiya suresindeki,
"Geceyi, gündüzü, Güneşi, Ay'ı yaratan O'dur. Bunların herbiri bir yörüngede yüzmektedirler." (Enbiya, 21/33),
Yâsin suresindeki,
"Güneş kendine mahsus yörüngede akıp gitmektedir." dedikten sonra "Bunların herbiri belli bir yörüngede döner dururlar."(Yasin, 36/38-40)
diyerek,Güneş, Ay ve sair gezegenlerin bir nizama göre yaratıldıklarını, bir âhengi temsil ettiklerini ve riyazî bir gerçeğe dayalı bulunduklarını apaçık dile getirmektedir.
Yerin yuvarlaklığı,
"Geceyi gündüzün üstüne, gündüzü de gecenin üstüne doluyor." (Zümer, 39/5)
ayeti, kullandığı malzeme itibariyle, gece ve gündüzün birbirini takib etmesini, sarığın başa sarılması gibi, ışık ve karanlığın,Yerküre'nin başına "sarık gibi dolanması" sözüyle anlatıyor. Bir diğer âyette ise
"Arkasından da yeryüzünü mücessem kat-ı nâkıs (yâni yerküreyi elips şeklinde), söbüleştirdi." (Naziat, 79/30)
diyerek, müşahidlere peygamberlik buudunda varılmış en nihâi noktayı göstermektedir. Mekân genişlemesi hususunda:
"Semâyı biz kendi elimizle kurduk ve sürekli genişletmekteyiz." (Zariyat, 51/47)
Bu genişleme ister Einsteine'nin anladığı mânâda, ister Edwin Hubble'in Güneş sisteminin dahil olduğu galaksiden, nebulozların uzaklaşması şeklinde olsun fark etmez. Önemli olan Kur'ân'ın, ana teme parmak basıp, tecrübî ilimlerin çok önünde zirveleri tutup onlara ışık neşretmesidir.
Meteoroloji
Hava akımları, bulutların kesâfet kazanması, havanın elektriklenmesi, şimşeklerin çakması ve yıldırımların meydana gelmesi Kur'ân-ı Kerim'de, yer yer ilâhî nimetleri hatırlatma ve yer yer de insanları tehdid etme sadedinde çokça zikredilen hususlardan biri. Meselâ
"Baksana, Allah bulutları sürüyor, sonra toparlayıp birleştiriyor, sonra da üstüste yığıyor.. Bir de bakıyorsun bunun arkasından yağmur ortaya çıkıyor. Doluyu da yukarıda dağlar gibi olanlardan indiriyor; onunla dilediğini vuruyor, dilediğinden de onu öteye çeviriyor." (Nur, 24/43)
Her yerde olduğu gibi, burada da Kur'ân yağmur vak'asının nihâî durumunu ihtâr ederek, fezâyı velveleye veren, bulut, yağmur, şimşek ve yıldırımlar gibi ürperten, haşyet veren hadiselerin arkasındaki in'amperver eli göstermek ve ruhları ona karşı uyanık olmaya çağırmakta aynı anda, belli disiplinlere bağlı olarak yağmur ve dolunun meydana geliş keyfiyetlerini ve sonra da yeryüzüne inmelerini öyle garib bir biçimde anlatmaktadır ki; böyle bir anlatış tarzından hemen herkes bugün bilinene ters düşmeyecek şekilde yağmur ve dolunun meydana geliş keyfiyetlerini anlar ve Kur'ân'ın beyanına hayranlık duyar.
Kur'ân, iki ayrı çeşit elektriğin birbirini çekmesi, aynı cinsten elektrik yükünün birbirini itmesi, rüzgârların devreye girerek birbirini iten bu bulutları birleştirmesi; yerden yukarıya yükselen pozitif yüklü akımların fezadaki mevcut elektrikle birleşmesi neticesinde elektriklenmenin meydana gelmesi ve bu noktada buharın su damlaları halinde yere inmesi gibi teferruâtla meşgul olmaz. O ana vak'a ve asıl tem üzerinde durur; teferruata ait diğer meselelerin izah ve isimlendirilmelerini zamanın tefsirine bırakır. Hicr suresindeki
"Aşılayıcı rüzgârları gönderip onunla gökyüzünden su indirip size takdim ettik, (yoksa) siz o suyu depo edemezdiniz." (Hacr, 15/22)
ayeti, bu hususa ayrı bir buud ilâve ederek ağaçların ve çiçeklerin aşılanmasında rüzgârların fonksiyonuna dikkati çektiği gibi onların bilhassa, bulutları aşılama vazifesini de ihtar etmektedir. Oysa ki, Kur'ân nâzil olduğu zaman, ne otun, ağacın, çiçeğin ne de bulutların aşılanma ihtiyaçları bilinmediği gibi, rüzgârların çelik-çavak bu önemli vazifeyi gördüklerinden de hiç kimse haberdar değildi...
FİZİK
Varlığın ana unsuru madde ve onun çift ve tek olma gibi hususiyetleri de Kur'ân-ı Kerim'in ele alıp anlattığı mevzulardandır. Meselâ, Zâriyat suresinde,
"İyice düşünesiniz diye biz her şeyi çift olarak yarattık." (Zariyat, 51/49)
her şeyin çift olarak yaratıldığı ve Kur'ân'ın kullandığı malzeme itibariyle, bunun önemli bir esas ve âlem-şümul bir prensip olduğu anlaşılmakta. Şuarâ suresindeki ayette ise,
"Yeryüzüne bakmıyorlar mı? Biz onda nice içaçıcı çiftler yaratıp yetiştirdik." (Şuara, 26/7)
denilerek, her sene gözümüzün önünde haşr-ü neşr olan yüzbinlerce çifte dikkat çekilmekte ve Allâh'ın nimetleri hatırlatılmakta. Yâsin suresindeki ayet ise, daha şümullü ve daha enteresan.
"Ne yücedir o Allah’ki toprağın bitirdiklerinden, (onların) kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden hep çiftler yaratmıştır." (Yasin, 36/36)
şeklindeki beyanıyla, bugün bilip tesbit edebildiğimiz çift yaratıkların yanında, henüz bilemediğimiz birçok çiftlerin varlığı da, ihtar edilmektedir. Evet, Allah, insanlardaki erkeklik ve dişilikten, otların, ağaçların çift olma esasına; atomlar, atomlardaki elektron ve çekirdek ikiliğinden, madde -anti madde zıd eşliliğine kadar, canlı-cansız, yerde-gökte değişik keyfiyet ve buudda ne kadar çift varsa, umum nimetlerini tâdâd sadedinde, kendinden başka her şeyin çift olduğunu zikredip bizleri düşünmeye davet ediyor. Sırf birer misal teşkil etsin diye, yukarıda zikrettiğimiz âyetlerden başka, pekçok ilâhî beyan var ki, herbirisi başlı başına birer mucize olması itibariyle, hem Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğuna hem de Peygamberimizin (asm) O'nun elçisi bulunduğuna apaçık delâlet etmektedir.
Evet, Kur'ân yeryüzünde hayatın ortaya çıkışından, bitkilerin aşılanma ve üremelerine, hayvan topluluklarının yaratılmasından hayatlarını onlarla devam ettirdikleri bir kısım sırlı düsturlara, bal arısı ve karıncanın esrarlı dünyalarından kuşların uçuş keyfiyetine, hayvan sütünün hasıl olma yollarından insanın anne karnında geçirdiği safhalara kadar pekçok mevzuda, kendine has ifade tarzıyla, öyle veciz, öyle muhtevâlı, öyle hâkim bir üslupla ele aldığı şeyleri takib etmektedir ki; bizim yorumlarımız bir yana, ne zaman onlara müracaat edilse hep taze, genç ve ilimlerin varabilecekleri en son hedefleri tutmuş oldukları görülecektir. Şimdi, bir kitap, binlerce insanın, bilmem kaç asırlık çalışmaları neticesinde varabildikleri noktaların dahi ötesine parmak basıyor, mevzua hakim bir üslupla o mevzuun hülâsasını veriyorsa, o kitabı, değil on dört asır evvelki bir insana, günümüzün mütefennin yüzlerce, binlerce dâhisinin mesâisine vermek dahi mümkün değildir. Hele o kitap, Kur'ân gibi muhtevası zengin, ifadeleri çarpıcı, üslubu âli, şivesi de ilâhi olursa...
Şimdi dönüp muhatabımıza soralım, ümmîliği mucize o Zât, mektebin, medresenin, kitabın bilinmediği o cahilî vasatta, canlılarda sütün meydana geliş keyfiyetini kimden öğrendi? Rüzgârların aşılayıcı olduğunu, nebatât ve bulutları telkih ettiğini, yağmur ve dolunun meydana gelme noktalarını nasıl bilebildi? Yerkürenin elipsî olduğunu O'na kim ta'lim etti? Mekân genişlemesini hangi rasathanede ve hangi dev teleskoplarla tesbit edebildi? Atmosferin yapı taşlarını ve yukarılara doğru çıktıkça oksijenin azlığını hangi laboratuvarda öğrendi? Hangi röntgen şualarıyla cenînin anne karnında geçirdiği safhaları aynı aynıya tesbit etti? Sonra da bütün bu bilgilerin teferruâtına vâkıf, mütehassıs bir ilim adamı edasıyla, tereddüdsüz, fütursuz ve kendinden gayet emin bir tarzda muhatablarına anlattı?..
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de olan ifadeler de, Kur'an'ın Peygamber sözü olmadığına delildir:
Kur'ân-ı Kerim, Efendimizin (asm) vazife, mesuliyet ve selâhiyetlerini anlatıp O'na yol gösterdiği gibi, yer yer de seviyesine uygun olarak O'na itâbda bulunmakta ve ikaz edip ırgalamaktadır. Meselâ: Bir defa münafıklara, izin vermemesi gerekirken izin verdiğinden dolayı,
"Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup ve yalan söyleyenleri bilmezden önce niçin onlara izin verdin?" (Tevbe, 9/43)
şeklinde tenbihde bulunduğu gibi, Bedir esirleri hakkındaki tatbikatından dolayı da,
"Yeryüzünde tam yerleşip istikrar kazanıncaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise (sizin için) ahireti istiyor. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir. Eğer Allah'tan (affınıza dair) bir yazı ve takdir geçmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azab dokunurdu." (Enfâl, 8/67 ve 68)
mahiyetinde itabda bulunmuştu.
Bir keresinde, Allah'ın dilemesine havale etmeden, "yarın bu işi yaparım" dediği için
"Hiçbir şey için bunu yarın yapacağım deme. Ancak Allah dilerse(de). Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Umarım Rabbim beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştırır de." (Kehf, 18/23-24)
emir ve tenbihinde bulunmuş, bir başka sefer,
"İnsanlardan korkup çekiniyordun; oysa asıl çekinmeye lâyık olan Allah idi." (Ahzab, 33/37)
itab işmâm eder mahiyette, sadece AIlah'tan korkulması lâzım geldiğini ihtar etmişti. Zevcelerini bir meseledeki tavırlarına karşı bal şerbeti içmemeye yemin edince,
"Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını arıyarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun? Allah çok gafûr ve rahimdir." (Tahrim, 66/1)
diyerek sertçe ikaz ediyordu. Daha bunlar gibi, pekçok âyetle, bir taraftan O'nun vazife, mes'uliyet ve selâhiyetlerinin sınırları belirlenirken, diğer taraftan az dahi olsa bu sınırlara riâyet edilmediği, vazife ve mes'uliyetin mukarrabine göre yerine getirilmediği zamanlarda O'na itab edilmiş, tenbihde bulunulmuş ve yeryer sertçe uyarmalar yapılmıştır. Şimdi hiç akıl kabul edermi ki, bir insan bir kitap telif etsin, sonra da o kitabın muhtelif yerlerine kendi hakkında, itab, kınama, ikaz ve ihtar ifade eden âyetler yerleştirsin. Hâşâ!... O kitap Allah kitabı, O zât da O'nun şerefli mübelliğidir...
Kur'an'ın bir benzerinin getirilememesi de Onun Allah Kelamı olduğuna delildir:
Kur'ân-ı Kerim, bir belâğat harikasıdır ve bu sahada eşi menendi yoktur. Bu itibarla da onu bir beşere maletmek mümkün değildir. Efendimiz (asm) peygamberlikle ortaya çıktığı zaman, kitleleri arkasından sürükleyen bir sürü şâir, edib ve söz üstâdı vardı. Bunlar pekçoğu itibariyle de O'na muârız idiler. Yeryer kafa kafaya verip düşünüyor; Kur'ân'ı bir kalıba yerleştirmek, bir şeye benzetmek ve ne olursa olsun mutlaka hakkından gelmek istiyorlardı.
Hatta, zaman zaman Hristiyan ve Yahudi âlimleriyle de görüşüyor, onların düşüncelerini alıyorlardı . Ne pahasına olursa olsun Kur'ân çağlayanını durdurmak ve kurutmak için akıllarına gelen her şeyi yapma kararındaydılar. Bütün bu engellere ve engellemelere, akla hayâle gelmedik karşı koymalara aldırmadan yoluna devam eden Hz. Muhammed (sav), bilumum inkârlara, ilhadlara karşı sadece ve sadece Kur'ân'la muâraza ediyor ve mücadelesini de zaferle noktalıyordu. Hem de bunca hasıma rağmen.
Evet, o gün, Hristiyan ve Yahudi ulemasıyla beraber, belâğatın dev temsilcileri, tek cephe olup etrafı velveleye verdikleri bir dönemde, Kur'ân o üstün ifade gücü, o büyüleyici beyanı, o başdöndürücü üslûbu, o insanın içini ürperten ledünniliği ve ruhâniliğiyle muhatablarının gönlüne girdi; arşı, ferşi çınlatacak bir ses, bir soluk oldu yükseldi... Bir mübâriz gibi hasımlarını muârazaya çağırdı, tehdit etti, meydan okudu "siz de Kur'ân'a benzer bir kitap, hiç olmazsa onun bir suresine denk birşey, daha da olmazsa aynı ağırlıkta bir âyet ortaya koyun; yoksa savulun gidin!.." dediği ve o günden bugüne de,
"Eğer kulumuz Muhammed'e (sav) indirdiğimizden şüphe içindeyseniz, haydi onun gibi bir sûre getiriniz ve eğer doğru iseniz; Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırınız." (Bakara, 2/23)
"De ki: and olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân’ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım etseler de." (İsra, 17/88)
"Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin." (Yunus, 10/38)
ayetleriyle aynı şeyleri tekrar edip durduğu halde, bir-iki hezeyanın dışında, Kur'ân'ın bu meydan okuyuşuna cevap verilmemesi, onun. kaynağının beşerî olmadığını gösterir.
Çünkü, tarih şahittir ki, Kur'ân'ın muârızları O'na ve O'nun mübelliğine her türlü kötülük yapmayı denedikleri halde, Kur'ân'a nazire yapmayı akıllarından bile geçirmediler. Böyle bir şeye güçleri yetseydi, nazire ile Kur'ân'ın sesini kesecek, tehlikelerle dolu muharebe yoluna girmeyeceklerdi. Evet, o koca belâğat üstadları, şeref, haysiyet hatta ırz, namus gibi en değerli şeylerini tehlikeye atıp muharebe yolunu seçmeleri, Kur'ân'a nazire yapılamamasının en açık delîlidir. Eğer nazire yapmak mümkün olsaydı, münazara yolunu muharebe yoluna tercîh edecek ve geleceklerini katiyyen tehlikeye atmayacaklardı. Arap şâir ve nâşirlerinin, Kur'ân'ın benzerini getirememeleri tahakkuk edince, ona Hristiyan ve Yahudiler arasında menşe' aramak beyhude ve bir çaresizlik ifadesidir. Hem, Hristiyan ve Yahudiler bu muhteva ve bu ifade zenginliğinde bir kitap hazırlayıp ortaya koymaya güçleri yetseydi, ne diye onu başkasına nisbet edeceklerdi. "Biz yaptık" der ve onunla övünürlerdi...
Kaldı ki, dünden bugüne, dikkatsiz veya garazlı bir iki müsteşrik ve müşrike bedel, bir sürü ilim adamı, araştırmacı ve mütefekkir Kur'ân'ın muhteva zenginliği, ifade gücü karşısında hayranlıklarını gizleyememiş ve onu alkışlamışlardır.
Bakalım..
Charles Milles; Kur'ân'ın üslubundaki zenginlik itibariyle tanzîr ve tercüme edilmeyecek kadar yüksek bir edâya sahib olduğunu... Victor İmberdes; Kur'an'ın, bütün hukuk esaslarına kaynak olabilecek zengin bir muhtevaya sahib bulunduğunu... Ernest Renan; Kur'ân'ın dînî bir inkılâb kadar edebî bir inkılâb da yaptığını... Gustave Le Bon; Kur'ân'la gelen İslâm'ın en saf, en hâlis bir tevhid anlayışını dünyaya tebliğ ettiğini... CI. Huart; Kur'ân'ın Allah kelâmı olup, vahiy yoluyla Hz. Muhammed'e (sav) tebliğ edildiğini... H. Holman; Hz.Muhammed (sav)'in Allah'ın son peygamberi, İslâmiyetin de vahyedilmiş dinlerin en sonuncusu bulunduğunu... Emile Dermenyhem; Kur'an'ın, Peygamber (sav)'in birinci mucizesi olduğunu, edebî güzelliği itibariyle de erişilmez bir muamma olduğunu... Arthur Bellegri; Hz. Muhammed'in (sav) tebliğ ettiği Kur'ân'ın bizzat Allah'ın eseri olduğunu.,. Jean Paul Roux; Peygamberimizin en güçlü mucizesinin melek vasıtasıyla gönderilen Kur'ân-ı Kerim olduğunu... Raymond Charles; Kur'ân'ın, hükmü hâlâ devam eden ve Allah'ın bir elçi vasıtasıyla müminlere tebliğ ettiği beyanların en canlısı olduğunu... Dr. Maurice; Kur'an'ın her türlü tenkîdin fevkinde bir mucize, bir harika olduğunu hatta daha da ileri giderek, edebiyatla ilgilenenler için Kur'ân'ın bir edebî kaynak, lisan mütehassısları için lâfızlar hazinesi ve şairler için bir ilham menbaı bulunduğunu... Manuel King; Kur'ân'ın, Peygamberimizin peygamberliği süresince Allah'dan aldığı emirlerin mecmuu bulunduğunu... Mr. Rodwell; İnsanın Kur'ân'ı okudukça hayretler içinde kaldığını ifâde eder ve onu takdirlerle alkışlarlar.
Sadece birer cümleciklerini alıp naklettiğimiz bu seçkin ilim adamı ve mütefekkirler gibi, daha yüzlerce düşünür ve araştırmacı bilgilerinin vüs'ati nisbetinde, aynı hakikatlara parmak basmış ve Kur'ân karşısında takdirle iki büklüm olmuşlardır.
Kuran-ı Kerim sürekli ve devamlı olarak şamarı birilerinin suratına çarpmaktadır. Cevapsız hiç bir sorunun olmadığı bir kelama hala daha nasıl iftiralar atılabilir? İnsan hayatından, devlet işleyişine kadar bilimum her meseleyi incelemiş, insanın yaşadığı süre boyunca aklına dahi gelmeyecek bilimsel ve manevi konulara dahi değinen bir kitaba nasıl olurda hala iftira atılır? İşte burada yukarıda yazdığım ibadet noksanlığının önemi ortaya çıkıyor ve insanları bu yola sevkettiği açıkça görülüyor.
Geçenlerde Google Talks'ta Forbidden Archaeology isimli bir belgesel izledim. Bilenler biliyordur. Ve Evrim teorisinin insanlığın başlangıcını yani 0'ını hesapladığı bir nevi evrimleşme sürecini bilimsel olarak delillendirdiği homohabills, erectus, sapiens vs. gelişim sürecinin nasıl çürüdüğüne hayretle şahitlik ettim. Çok şey bildiğini zanneden insanlığın aslında hiç birşey bilmediğini gördüm, ve bahsedilen bilimin acziyetini insanların bulunan her bilgiyle wuhuu çok ilerledik uçtuk havalarına girmesini. Kesinlikle İnanılmaz bir sunumdu.
İngilizcesi olanlar daha net anlayacaklardır. 2-3 Milyonluk insan kemikleri. İnanılmaz yahu.. Biz ise henüz Milattan öncesini biliyoruz
Bulunan kemikler yani fosiller evrimin 0'ı olan 20.000 yıl değil 60.000 hatta o 60.000'in yanına bir sıfır daha koyun 600.000 yıla kadar gidiyor. Aynı günümüzdeki kemik ve kas yapısına sahip insan kemikleri bunlar. Bizler sadece 100 sene yaşıyoruz yani siz insanlığın ömrünü varın hesaplayın. Bilim ilerledikçe esasında İslamiyet'e vurdukları tezleri kendi kendine çürütüyor bir nevi. İslamiyet dediğimde yalnızca Müslümanlık olarak algılamayın bunu tahrif edilmemiş İncil'e bağlı olanlar, Tevrat'a tabii olanlar veya Zebur'a binaen yaşayanlarda İslam dininin mensubuydu.
Din kelimesi, deyn kökünden türemiştir. deyn, kelimesi ise borç anlamına gelmektedir.
Demokrasi ile İslamiyet'in size çok benzer bir yanını söyleyeceğim.
Demokrasilerde senin olana başkasının hakkına, hukukuna tecavüz etmediğin sürece istediğini yapabilirsin. Örneğin kendi vücudunu jiletleyebilirsin veya kendi vücuduna yasal olarak estetik yaptırabilirsin vs. Fakat İslamiyet buna cevaz vermemiştir ( Sağlık zaruriyeti dışında ) Bunun ana nedeni Demokrasilerde insanın olarak kabul edilen bedenin, İslamiyet'te esasında Allah'a ait olduğudur. Allah'a ait olan birşeye insan kendi iradesiyle zarar vermemelidir. Bu basit örnekten kendinizi İslamiyet'in derinliklerine işleyebilirsiniz."When you start supporting a football club, you don't support it because of the trophies, or a player, or history, you support it because you found yourself somewhere there; found a place where you belong.”
- Alıntı
Yorum
-
İlk olarak okg_53 tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle"Eski Türkler saz çalıp ibadet ederdi" : Bunu sözü tenkit ederek değil överek söylüyor. Haşa bu küfürdür.
- Alıntı
Yorum
-
İlk olarak Emrah Akcagöz tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleİlginç, gerçekten çok ilginç.
Sormak istediğim sorular var ancak özeline girmek istemiyorum.Adalet,Eşitlik,Özgürlük..
Komünar..
- Alıntı
Yorum
-
AW: Uzay, Komplo Teorileri Ve Diğer İddialar
İlk olarak Muhteva tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleİstediğini sorabilirsin..Valla diyomusun mesela?
Gesendet.Milli Takımım TRABZONSPOR
Al aşaa, vur yukari, Dik Oyna!!!
Helalin adı kaldı, onu gören yok.
Haram kapışıldı, hâlâ doyan yok. Yusuf Has Hacip
- Alıntı
Yorum
-
İlk olarak okg_53 tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleMuhteva, yazdıkların tam bir hezeyan. Ama suç sadece sende değil. O uydurma hadisleri oralara koyup. Burahi, Müslim gibi insanları zan altında bırakanlarda.
Beni internete koyulan uydurma hadislere kananlarla karıştırma verdiğim site güvenilir seni tatmin etmiyorsa kitaptan resmini çeker buraya eklerim..
Kütübi Sitte şuan elimde yok en kısa zaman da bir tanıdık'tan temin edip o hadislerin fotoğrafını çekip atacağım başka türlü bu hezeyan dan kurtulamayacaksın belli ki
Gerçi o zaman da bu kitaplar uydurma dersiniz siz inanmak istemezsiniz sonra mazallah inancınız falan sarsılır
Bunlar ne ki tabi hayatınız da bir sefer bile orjinal hadis kitabını elinize alıp okumamışsınız şimdi duyunca tuhafınıza gidiyor 2000 sayfalık hadis kitaplarım vardı Babam hepsini camiye verdi hayatım bunlarla geçti benim hergün 300-400 yıllık orjinal hadis kitapların dan arapça hadis ezberlerdim zamanın da..
Sahihi Buhari'yi kaçınız okudu burada acaba..? Kaçınız hadis kitaplarıyla yıllarca meşgul oldu..?
Diyanet zaten 2011 yılında 204 bin civarı hadisi ayıkladı biz burada sahih hadislerden bahsediyoruz ayrıca Recm zaten İslam hukukun da olan bir şey şuanda bir çok İslam devletin de uygulanıyor ve ayet olarak kabul ediliyor sen Diyanet'in başkanını bile bir köşeye çekip yukarı da ki recm ile ilgili hadisi
sorsan inkar etmez denemesi bedava
Bu konu tüm İslam coğrafyasın'ın mutabık olduğu bir husustur daha bundan haberiniz yok..
Eğer Cübbeli hoca gibilere itibar ediyorsan onun da videolarını araştırıp recm gerçeğini ve Kuran da olmadığı halde ayet olarak görülüp uygulandığını dinleyebilirsin..Adalet,Eşitlik,Özgürlük..
Komünar..
- Alıntı
Yorum
-
İlk olarak ibrahim tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleMesela yemin ettin, inanmıyorlar. Ne yapıyosun sonra?Valla diyomusun mesela?
Gesendet.
Hem alıştığımız için hemde bazen yerine söyleyecek başka kelime bulamadığımız için kullanıyoruz mesela Eyvallah kelimesini sık kullanırım çünkü bu kelimen'in yerini dolduracak bir kelime hayal edemiyorum
Tıpkı dilimize ingilizce'den,Fransızca'dan geçen kelimeleri kullandığımız gibi yani o kelimeleri kullanınca kimse bize "Aaa sen Hristyanmısın" diye sorup garipsemezAdalet,Eşitlik,Özgürlük..
Komünar..
- Alıntı
Yorum
-
İlk olarak U.Sadıkoğlu tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleİnternette araştırıp taratanlar Hadis kaynaklarının orjinaline gittiler mi? İnançsız insanların yaptığı şey şu malesef;
Ben bir çok hadis kaynağın'ın orjinalini gördüm bir çok hadisi de o kaynaklar dan bakarak onayladım hocam zaten 7-8 yıl önceleri orjinal hadis kitaplarıyla meşgul olduğum için internet'te gördüğüm hadislerin hangilerin'in gerçek olduğunu en azından aklım da kalanlar nisbetin de ilk görüşte hatırlıyorum..
Tabiki orjinal hadis kitapların'ın tamamını okumadım bu zaten çok zor yüzlerce kitap var aklıma bir hadis takıldığı zaman o kaynaklara ulaşıp bakıyordum gerçi bu işleri bıraktığım için eskisi gibi kaynaklara ulaşmam kolay olmuyor illaki eski bir arkadaş'tan yahut annem'den rica edip öyle ulaşıp bakabiliyorumEn son Muhteva tarafından düzenlendi; 11.10.2014, 02:19.Adalet,Eşitlik,Özgürlük..
Komünar..
- Alıntı
Yorum
-
Uydurma hadislere örnekler;
"Kadınlara danışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zira kadınlara muhalefet berekettir."
Kadınlara Dîni Bilgiler 44,45 Suyuti, Leali II, 147; İbn Arrak, Tenzihü’ş Şeria II, 210
"Kim ki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü Cehenneme atar." İbn Arrak II, 215
"Kadınlara yazıyı öğretmeyin. Dikişi ve Nur Suresini öğretin." İbnü’l Cevzi, Mevzuat II, 269
Bu hadisler sahih olan pek çok hadis ile çelişmese bile uydurmadır bunlara orjinal kaynakların da ulaşabilirsiniz ama zaten orjinalleri uydurmadır onun için kökten uydurma oluyorlar
Şu hadis pek çok sahih kaynakta geçiyor orjinal kaynaklarda da gördüm peki buna aklını oynatmayanlar dışında hanginiz inanır(Çok fazla inanan var halbuki onlara göre bu hadiste anlatılan temsili imiş yersek
)
“Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.”
Müslim-İman 302; Buhari 97/24, 10/29; Hanbel 3/1
Şimdi bu hadisi inkar ederseniz aynı kaynaklar da geçen beş vakit namaz,oruç,zekat,hac vs bir çok dini konuda ki hadisleri nasıl kabul edebilirsiniz..? Eğer hiç birini kabul etmezseniz ortada Din namına bir şey kalmaz çünkü bütün Dini ibadetlerin içeriği hadisler de açıklanıyor Kuran da hiç bir konu hakkın da(Miras hariç) ayrıntılı açıklama bulamazsınız..
Mesela Öğlen namazın'ın farzı kaç rekat,ayakta ne okunacak,oturunca ne yapılacak bunları hadislerden öğreniyoruz Kuran da bu tür konular hakkında bilgi bulamazsınız sadece "Namazını dosdoğru kıl,Oruç tut,Zekat ver" gibi ayetler bulabilirsiniz..Adalet,Eşitlik,Özgürlük..
Komünar..
- Alıntı
Yorum
-
İlk olarak Muhteva tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleİstediğini sorabilirsin..
Son olarak neye inanıyorsun ?"Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olurmuş ..!"
- Alıntı
Yorum
-
İlk olarak Muhteva tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleBen bir çok hadis kaynağın'ın orjinalini gördüm bir çok hadisi de o kaynaklar dan bakarak onayladım hocam zaten 7-8 yıl önceleri orjinal hadis kitaplarıyla meşgul olduğum için internet'te gördüğüm hadislerin hangilerin'in gerçek olduğunu en azından aklım da kalanlar nisbetin de ilk görüşte hatırlıyorum..
Tabiki orjinal hadis kitapların'ın tamamını okumadım bu zaten çok zor yüzlerce kitap var aklıma bir hadis takıldığı zaman o kaynaklara ulaşıp bakıyordum gerçi bu işleri bıraktığım için eskisi gibi kaynaklara ulaşmam kolay olmuyor illaki eski bir arkadaş'tan yahut annem'den rica edip öyle ulaşıp bakabiliyorum
Örneğin bir hadis vardı: "Sizden birinizin (yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın."
Bu hadisle çok dalga geçilirdi bir sıralar. Anlamı idrak edilemezdi. Fakat daha sonra sineğin bir kanadında zehir varsa, diğer kanadında panzehir olduğu bilim adamlarınca ortaya çıkarıldı ve hadisin anlam ve önemi daha net bir şekilde ortaya çıktı.
Verdiğin hadislere binaen hepsinin bir açıklaması mevcuttur bunları kendin İslami yorumlama hadisesinin dışında yorumlayacak olursan yanılırsın. Örneğin Kimya ilminde H20 nasıl ki Su anlamı taşıyor ve sıradan bir vatandaş bunu HikiO diye okuduğundan bir anlam ifade etmiyorsa hadis yorumlamasıda, Kuran mealide aynı şekildedir.
Bazı ayet ve hadislerde "Allah'ın eli, Allah'ın ipi, Allah'ın baldırı,.." gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu tür ayetler mütaşabih ayetlerdir. Peygamber Efendimiz (asm) de bazı hadislerinde mütaşabih kelimeler kullanmıştır. Böylece insanlar bu meseleri daha iyi anlasın. Nitekim başka bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:
"Ebu Said (ra) anlatıyor. Resulullah (aleyhisselatu vesselam)'ı dinledim, "Baldırların açılacağı, kendilerinin secdeye davet edileceği gün..."(Kalem, 68/42) mealindeki ayetle ilgili olarak şöyle diyordu:
"Rabbimiz baldırını açar, her mümin erkek ve her mümin kadın O'na secde eder. Dünyada iken kendisine riya ve gösteriş olarak secde edenler geri kalırlar. Onlar da secde etmeye kalkarlar, ancak sırtları bükülmeyen yekpare bir tabakaya dönüşür (ve secde edemezler.)." (Buhari, Tefsir, Nun ve Kalem 2, Nisa 8, Tevhid 24; Müslim, İman 302)
Kalem suresinin 42. ayetinde "Keşfu's-sak" tabiri geçmektedir. Lügat olarak baldırın açılması manasına gelir. Görüldüğü üzere ayeti kerimeden asıl maksat lügat manası değildir, aksine bir mesaj söz konusudur. Hadis yukarıdaki rivayette baldır kelimesini "sâkehu" şeklinde zamir olarak kaydeder. İbnu Hacer bir başka tarikde zamirsiz olarak "sâke" şeklinde geldiğini ve bu şeklin -ayeti kerimeye uygunluk arzetmesi sebebiyle- daha doğru oldğunu söyler. Aksi takdirde yukarıdaki tercümede aslına muvafık olarak kaydettiğimiz üzere Cenab-ı Hakk'a baldır izafe ederek, insana teşbih etmek gibi te'vili tekellüflü bir durum ortaya çıkacağını belirtir.
Öyle ise, "baldırı açmaktan" maksat nedir?
Alimler bunu, "bütün hakikatkerin çırıl çıplak ortaya çıkması (sebebiyle) hesap ve cezanın bütün şiddet ve dehşetiyle hüküm sürmesi" şeklinde anlamışlardır. Nitekim hadiste, Resulullah (asm) Cenab-ı Hakk'ın bütün gerçekleri ortaya koyarak hesap verme hadisesinin dehşetini yaşattığı hengamda, dünyada iken kulluğunu samimiyetle yapanlarla, riyakar hareket edenleri ayırıp mü'minleri dehşetten kurtaracağını, riyakarları da sırtları eğilmez bir hale sokarak cürümlerini yüzlerine vurmak suretiyle, dehşetlerine dehşet katacağını belirtmektedir.
Konuyu tasvir eden ayeti karimenin tam meali şöyledir:
"(Hatırla ki o gün) baldır(lar)ın açılacağı, kendilerinin secdeye davet edileceği bir gündür. Fakat buna güç yetiremeyeceklerdir. Evet secdeye davet edilecekler gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Halbuki onlar bu secdeye dünyada her şeyden salim ve sapasağlam iken davet ediliyorlardı." (Kalem, 68/42-43)
Hadisler İnternetten değil, Şerh ettirilerek nakil yoluyla iletilir. Ve bir surede örneğin, çekip tek bir ayeti aldığınızda farklı bir mana elde edebilirsiniz bunun için o ayetin öncesini ve sonrasını iyi irdelemeniz ve gerekirse Kuran-ı Kerim'in tamamından bir tüme varım yapmanız gerekebilir."When you start supporting a football club, you don't support it because of the trophies, or a player, or history, you support it because you found yourself somewhere there; found a place where you belong.”
- Alıntı
Yorum
-
Beyler Bu başlık Muhteva'nın inançsızlığını sorgulanmaya başladığı bir yere doğru gidiyor. Yemin ederken nasıl ediyorsun gibi dalga vari mesajlar hiç ama hiç hoş değil olmuyor. Herkesin dünya ve dini görüşü kendisini bağlar. Hadis konusunu Muhteva'yı linç konusuna getirmeyelim lütfen!En son Selim Turan tarafından düzenlendi; 11.10.2014, 14:26.
- Alıntı
Yorum
-
SAMİMİYETSİZ DİNDARLIK
Kuyudaki o lanetin sesiyle kendime geldim birden. Bütün vücudum bunları düşünürken adeta kaskatı kesilmişti. İblis konuşuyordu; fakat sanki ses ondan değil de Dabulyu’dan çıkar gibiydi. Demek ki Dabulyu burada bir verici konumundaydı. Söyledikleri Şeytanîlere emir ve talimatlar şeklindeydi:
- İnsanlığı süratle ruhundan koparın!
Ahlaksızlığı ve kötülüğü yeryüzüne yayın!
Bu sırada Firavun söze atıldı:
- Kötülüğü Müslümanlara işletmekte zorlanıyoruz. Diğer insanlık gibi bu konuda kolay lokma olmuyorlar ve dindarlığa her geçen gün daha da yaklaşıyorlar. Yani biz kötülüğü arttırdıkça Müslümanlar dindarlığa yöneliyorlar. Bu planımız hep aksıyor ve ters tepiyor. Bunun için yeni bir metot önermenizi bekliyorum.
Şeytan o anda kızgınlıkla:
- Dindar olsunlar; ama ahlaklı olmasınlar dedi.
Böyle bir dindarlığın bana zararı olmaz. Tam tersi planlarıma yararı bile olur. Kötülüğe gelince ben Müslümanları iyi tanırım. Kötülükte bunlar nazlanır. Pek yanaşmazlar. Onun için kötülüğü eğlenceli hâle getirin.
Firavun yanındaki Şeytanîlere döndü ve not alan Şeytanîye:
- Bu çok güzel bir fikir. Medyanın başındaki adamımıza söyleyin bu ibareyi bir doktrin hâlinde ilk önce:
* Buna bağlı planlar hazırlasınlar.
* Müslüman ülkelerinde bu planları uygulasınlar.
* Kötülüğü hoş, eğlenceli ve sıradanmış gibi gösteren; insana öyle algılatan programlar, diziler, filmler yapsınlar.
* Toplumun kınayacağı herhangi bir kötülük meydana geldiğinde de adamlarımızca kullanılan kişileri hoş gösterecek ve onları kınanmaktan kurtaracak bir kamuoyu oluştursunlar.
* Tanınmış sanatçılar, gazeteciler, yazarlar, bilim adamları ve diğerleri kınanacak olan bu kötülüğü sıradanmış gibi Müslüman halka telkin etsinler.
* Bunları uygularken de çağ dışı, medeniyet, özgürlük kavramlarını kullansınlar.
* Bu duruma karşı çıkan âlimleri, kitleleri küçük düşürecek ve onların önünü kesecek yorumlar yapsınlar.
* Bunlara komplolar kursunlar.
* Aynı şeyi ahlak konusunda da düzenleyip ortaya koysunlar.
* Ahlaksızlığı sıradan, olası, hoş, sevimli bir hâle getirip beyinlere bu şekilde algılatsınlar.
Söylediklerim kralımızın doktrinidir.
Firavun’un bu önerilerinden sonra İblis devam etti:
- Özellikle Müslüman toplumlarda içi boşaltılmış ve tefekkürden, ahlaktan, mânâdan uzaklaştırılmış dindarlık akımını yayın.
Firavun tekrar katibine dönerek:
- Bunu zaten başardık sayılır dedi. Böyle bir akımı neredeyse yerleştirdik halk arasına.
Konu başlığı: Samimiyetsiz Dindarlık
Camilerde, hacda bir araya gelen Müslümanlar hep içi boşaltılmış durumda. Aralarında hiç muhabbet yok. İşte bu olayı şimdi had safhaya çıkartın!
Bütün bu söylenilenlerle her şeyi daha iyi anlamaya başlamıştım. Birçok Allah dostu şöyle diyordu:
“Cami sadece namaz kılınan bir yer değildir.”
Bu sırada İblis kızgın bir sesle Firavun’a bağırmaya başladı:
- Daha fazlasını istiyorum... Her sene hacca içi boşaltılmış hâlde dahi olsa kimsenin gelmesini istemiyorum. Zira her sene milyonlarca Müslüman gelerek beni taşlıyor. Bu taşlamalar bana haddinden fazla acı veriyor. Taşların yaratılışımın üzerindeki tesiri çok büyük. Müslümanlar sırf bu iş için bile gelseler; beni taşlamalarından ızdırap duyuyorum. Kahroluyorum. Çünkü Yaradan bana “Âdemoğluna secde et! “ dediği zaman o topraktan olduğundan ve toprağı da değersiz gördüğümden bu emre uymadım. Allah da beni kıyamete kadar hakir gördüğüm, aslı toprak olan bu taşlarla taşlatıyor, küçük düşürüp ızdırap verdiriyor. Hakir gördüğüm bu toprak beni çok küçük düşürüyor.
İşittiğim bu sözler sık sık şahit olduğum, ama bir türlü anlam veremediğim olayların üzerine bir çentik atıyor ve perde yırtıldıkça gerçek ortaya çıkıyordu.
Müslüman’dık; ama Müslüman gibi neden davranamıyorduk? Bu mesele son zamanlarda beni hayli meşgul ediyordu. İçi boşaltılmış, mânâsı unutulmuş ibadetler sadece ritüeller zinciri gibiydi. Hac ibadeti için de bunun böyle olduğunu düşünüyordum. Milyonlarca insanın bu görevi tam mânâsıyla yapamadığına ve bu kutsal ibadetin bir kongre olmaktan çıktığına şahit oluyor, bundan da aşırı üzüntü duyuyordum. Ancak bu işittiklerimden sonra bu konudaki düşüncelerim farklı bir anlam kazandı. Hele ki daha sonraki günlerde İlhami Abi’nin anlattıklarından sonra bu konu hakkında çok daha farklı düşünmeye başlayacaktım.
Bir gün kendisine hac ibadeti hakkında sorular sormuştum ve İlhami Abi de bana şunları anlatmıştı:
- Hac ruhu azalsa da şeytan laneti hacca gelinip kendinin taşlanmasından çok acı ve ızdırap duyar ve küçük düşer.
Hacdaki büyük ve küçük şeytan taşlama mekanları sembolik zannedilse de o iki taşlanan şeytanın kafası kuyudan oraya bağlanır. Her taş yiyişte büyük ızdırap duyar. Ona bunun çok büyük tesiri vardır. O alanda hacıların izdihamdan birbirlerini öldürmesinden şeytan çok zevk alır. Keyiflenir. Bu yüzden Efendimiz Hz. Muhammedimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurur:
“O bölgede birbirinizi öldürmeyiniz.”
Bu yüzden ne olursa olsun hacca gidilmeli. Hac ibadeti bu yönüyle de eda edilmelidir. Mânâ yönünü inşallah Allah nasip etsin.
İlhami Abi’nin anlattıklarından ve bugün gözlerimin önünde gerçekleşen olaylardan sonra haccın bu yönünü daha farklı düşünmeye başlamıştım.
- Bu konuda elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Haccı engellemek için fitneler yayıyoruz. Hacca gidemesinler diye Müslümanlara ülkelerinde bin bir zorluk çıkartıyoruz. Elimizden gelen her şey yapılıyor. Kabe emiri - Suudi kralı da bu konuda çok işimize yarıyor.
Bu konuşmalar Firavun’un, Şeytan’ın kızgınlıkla söylediklerine karşı yaptığı açıklamalardı ki Şeytan yine aynı kızgın sesle Firavun’u azarlamaya başladı:
- Sersem herif! Kabe emirinin Suudi kralı olduğunu mu sanıyorsun?
Orası bütün Müslümanların malı.
Bunun üzerine:
- Efendim dedi Firavun. İleriki sayfa planlarımızda Kabe’yi bombalamak yani ortadan kaldırmak var. Buna muvaffak olursak kim gelir ki buraya? Bu iş de biter.
İblis’in bu sefer sesi daha kızgın çıkıyordu.
- Kabe’yi ortadan kaldırmakla bu işin biteceğini mi sanıyorsun? İnsanların kalbindeki Kabe’yi, Kabe sevgisini nasıl kaldıracaksın? Kabe sadece bir yön mü? Onu Allah kıblegâh yaptı. Ortadan kaldırdığını farz et. İş bitti mi sanıyorsun? Allah Müslümanlara Kur’an’da:
“YERYÜZÜNÜ BİZ SİZLERE SECDE YERİ KILDIK.” dedi.
Nereye bakarsanız bakın; her yönde Ben varım dedi.
Önemli olan, kalplerdeki Kabe sevgisini kaldırmak. Allah sevgisini yok etmek.
Sizin göreviniz önce bu işi başarmak. Yoksa buradaki Kabe meselesi kolay. Ancak her şeyi böyle mübah sayarsınız.
Unutmayın: İnsanların inancında şu vardır: Allah varsa sınır vardır. Yoksa her şey mübahtır.
Her şeyi mübah yapabilmeniz için Allah inancını akıllardan, kalplerden silmeniz lazım.
Bunun üzerine Firavun:
- Bunun için uğraşıyoruz efendim.
Burada kod: CEHALET
Bu sebeple cehaleti her yere yayıyoruz dedi.
İslam’ın en büyük düşmanına takılan adı düşündüm: İslam’ın en büyük düşmanı Ebu Cehil.
Neden kendisine Ebu Şirk değil, Ebu Küfr değil de Ebu Cehil denmişti? Yani cahillerin ve cehaletin babası mânâsında bu ad uygun görülmüştü?
Efendimiz (sav) bizlere her şerrin, her kötülüğün başının cehalet olduğunu defalarca bildirmişti. Aslında Yüce Allah bu kodu çoktan vermişti de. Ama anlayana idi. Türkiye’deki istatistiklere göre kütüphane sayısı 1400 civarındaydı. Fakat yine kayıtlı istatistiklere göre birtakım pavyonlar, gece kulüpleri, kumarhaneler, internet kafeler, batakhaneler, kahveler… on binlerceydi.
Her defasında yeni şeyler öğreniyor; öğrendikçe ufkum açılıyordu. Öğrenmemek dar bir alanda boğulmak gibi bir şeydi benim için.
O cehalet yuvalarında heba olan gençler yürek yaramızdı. Gözyaşımızdı. Cahil olanın bir gün canı da alınırdı, canındaki Kabe’si de.
Kabe ve cehalet derken İlhami Abi’nin bir gün bana Kabe ile ilgili verdiği şu çarpıcı bilgiyi hatırladım.
- Yüce Yaradan Kabe’yi birçok mânâsı dışında aynı zamanda “mütevazilik sembolü” olarak inşa etmiştir.
Hacca giden, Kabe’nin yanına vardığında ne görüyor?
Bakıyor ki bir taş ve üstü siyah örtüyle kaplı bir ev. Diğer dinlerdeki gibi tonlarca ağırlığındaki altından yapılmış dev kubbeli tapınaklar gibi değil. İçleri insanoğluna göre son derece şaşaalı; altın heykellerle, altın eşyalarla dolu bir mekan değil. Bakıyor ki bir taş ve mütevazi bir örtü. Bunun mânâsıyla da Yüce Allah buraya gelenlere mütevazilıği gösteriyor. Bu anlamda mesaj veriyor anlayana. Teşbihte hata olmasın. Allah adeta kuluna şunu diyor:
“EY KULUM! BURAYA GELDİN; GÖRDÜN EVİM DEDİĞİM YERİN MÜTEVAZİLİĞİNİ. BURADAN GİTTİKTEN SONRA ARTIK SEN DE HAYATINDA VE BÜTÜN YAŞAMININ NEFESLERİNDE NE KADAR MÜTEVAZİ OLMAN GEREKTİĞİNİ DÜŞÜN VE ANLA.”
Gerçek insan olabilmek için Rabbim nasihatlerini her yere kanaviçe gibi işlemişti. Tabii görene ve mesajı alabilenlere. Görenlere ve bu mesajı alabilenlere ne mutlu.
Oktan Keleş
Melekler Ağlarken Kitabı
(Sayfa.203-211)
__________________________________________________ _____
Bu gün Kâbe ne halde? Etrafı 5 yıldızlı otellerle AVM'lerle çevrili yeni projelerde Kâbe bile gözükmüyor. Hani nerede Kabe'den yüksek yapının olmadığı "Mütevazi" dönemler? Şeytanın Doktrini Kâbeyi hızla kuşatıyor. Biz de kendi aramızda O yazar sazlardan bahsetti kafir ilan edelim, şu kişi şöyle yaptı dinden çıkaralım diye birbirimizi yiyoruz...En son Selim Turan tarafından düzenlendi; 11.10.2014, 15:04.
- Alıntı
Yorum
-
AW: Uzay, Komplo Teorileri Ve Diğer İddialar
İlk olarak Selim Turan tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüleBeyler Bu başlık Muhteva'nın inançsızlığını sorgulanmaya başladığı bir yere doğru gidiyor. Yemin ederken nasıl ediyorsun gibi dalga vari mesajlar hiç ama hiç hoş değil olmuyor. Herkesin dünya ve dini görüşü kendisini bağlar. Hadis konusunu Muhteva'yı linç konusuna getirmeyelim lütfen!
Bir zamanlar (bu başlıkaydı galiba) Delibaş nickli biri vardı onla çok dalga geçilmişti atheist diye. Çocuk patlamıştı burda, sonrada ben fenerliyim silin beni burdan diyerek ayrılmıştı. O yüzden dikkatliyim bu konuda.
Ha dalga geçer gibi anlaşılmışsa özürde dilerim arkadaştan sıkıntı yok.
Gesendet.En son ibrahim tarafından düzenlendi; 11.10.2014, 16:40.Milli Takımım TRABZONSPOR
Al aşaa, vur yukari, Dik Oyna!!!
Helalin adı kaldı, onu gören yok.
Haram kapışıldı, hâlâ doyan yok. Yusuf Has Hacip
- Alıntı
Yorum
Yorum