Oy Tirabzon, Tirabzon!
17 Ekim 2000...
Bu hafta tepede 6 takımlık bir blok bir boy ileri çıktı. Haftanın zirve kapışmasında Beşiktaş'ı yenen Trabzonspor, "eski günlerine mi dönüyor?" heyecanı yarattı.
Trabzonspor, takrîben 1995-96'da şampiyonluğu Fenerbahçe'ye kaptırdığı sezondan beri, kalıcı bir biçimde sıradanlaşmanın tehdidini hissediyor. Şampiyonluk iddiası çarçabuk bitiyor, Avrupa Kupaları'ndan uzak kalıyor, Avni Aker bir "kale" olmaktan çıkıyor. Mehmet Ali Yılmaz'ın -prensip olarak Trabzon dışındaki makamından- yönettiği yoğun bir personel gel-giti takımın şanzımanını dağıtıyor. Bordo-Mavililerin yapısal sıkıntısı: Eski güzel günlerden yadigâr "yöre takımı" kimliği ile 'evrensel ölçüde' üst düzey kulüp olma arzusu arasındaki kararsız ve verimsiz denge. Yıllardır hiçbir "ecnebi"nin Trabzon'da yerleşikleşememesi, bu sıkıntının bir yansıması. Tek istisna, yine geniş anlamda "yöre"nin, yani Balkan-Kafkas ve Güney-Doğu Avrupa taşrasının çocukları (Polonyalı Cyzio, veremli intibaı uyandıran Gürcü Arveladze ikizleri, şimdiki Makedonlar...).
Gümbür gümbür Beşiktaş galibiyeti, "eski Trabzonspor geliyor mu?" sorusunu sordurdu. Takımların kimlikleri, karakterleri olur; "eski"yle kıyası evvelâ oyun karakteri bakımından yapalım. Şampiyon Trabzonspor'un (1976-1984) öne çıkan iki özelliği vardı. Birincisi, illet edici derecede az gol yiyen bir kemik savunma; altı şampiyonluğun ortak paydası, Şenol-Turgay-Necati üçgenidir. İkincisi, dripling yeteneği güçlü hızlı kanat adamlarına (ilk kuşağın yıldızı Ali Kemal, ikinci kuşağınki İskender) dayanan şehvetli hızlı hücum oyunu. İlâveten hırs, rakibi "yeter!" ettiren telâşeli bir koşuşturma. Avni Aker'in tezahürat literatürü kıt seyircisinin kesif ıslık sesi eşliğindeki gümbürtüsü, bu oyun karakterini mükemmel simgeler. Ve tabii kadronun omurgasında, Trabzon'u bölgenin millî takımı gibi benimsemiş "uşaklar". Trabzonspor, 80'lerde gitgide soluklaşan bu oyun karakterini rehabilite etmeye çalıştı hep. Yıldızının parladığı sezonlarda, hızlı hücum oyununu canlandırdı da, (hatta Şenol Güneşli 1994-96 döneminde tarihinde ilk defa ligin en çok gol atan takımı oldu) o amansız savunmayı bir daha yerine koyamadı. Ve "yerlinin yerlisi" tutkusunu tatmin edecek "özkaynak" elemanları ile artık çoğunluğu oluşturan göçmen oyuncuların huzurlu bir bileşimini yaratamadı. "Faroz'un çocukları" üstündeki basıncın nasıl lânet ettirici boyutlara ulaştığını bilmeyenler Ogün Temizkanoğlu'ndan öğrensin.
Şimdiki durum? Beşiktaş maçı, uyumlu ve süratli işbirliğiyle gerçekleştirilen az ama öz akına dayanan "Trabzonspor karakteri"nin dirilişini muştuladı sahiden. Dikkat edin, Trabzonspor son üç maçında bütün gollerini böyle hızlı ataklardan çıkarttı. Löbe-Sergen-Hami, ilâveten Tamer (hatta "eski" Orhan), bu stile uygun bir malzeme. Macit'le Gökdeniz'in başarısı ve "mahalleden ahbap olunan yıldız" tipinin yaşayan son örneği Hami'nin sahiplenici hırsı, "yerlinin yerlisi" duygusunu tatmin ediyor. Fakat temkinli olmalı: Trabzonspor'un savunması hâlâ pek emin değil, kadro başarı baskısıyla başedecek olgunluktan yoksun. Giray Bulak, golü yerleşik olmayan hücumlardan üretecek bir stratejiyi başarıyla uyguluyor ama rakipler önlem alıp kitlendiğinde problem çıkabilir. Durun bakalım...
(hala duruyoz zaten)...