Sayfa 2 Toplam 27 Sayfadan BirinciBirinci 1 2 3 4 12 ... SonuncuSonuncu
Toplam 653 adet sonuctan sayfa basi 26 ile 50 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk!

  1. #26
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart

    Cevap Veremediği Tek İnsan
    Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan baş kaldırıp ne memleketi imar edebilmiş, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun
    sebebi, bizim suçumuz olduğu kadar düşmanlarımızın da suçudur. Çünkü başta Ruslar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi:

    -Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler. ..

    Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, Balkan milletlerini "İstiklal" diye kışkırtırlardı. Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler zenginleşirlerdi.
    Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk'e verdiği kısa bir cevap ile çok güzel açıklamıştır.

    Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
    -Bu köşk kimin?
    -Kirkor'un.. .
    -Ya şu koca bina?
    -Yargo'nun.. .
    -Ya şu?
    -Salomon'un. ..
    Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
    -Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:
    -Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da
    savaşıyorduk paşam...

    Atatürk bu anısını naklederken:
    -Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, derdi.
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  2. #27
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart

    AtatÜrk'ten Duygulu Bİr Ani
    Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
    Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
    - Merhaba nine.
    Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
    - Merhaba dedi.
    - Nereden gelip nereye gidiyorsun?
    Kadın şöyle bir duralayıp,
    - Neden sordun ki, dedi. Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
    Paşa gülümsedi.
    - Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.
    - Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
    - Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
    - Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
    - Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.
    - Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim
    Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.
    Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?
    Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu
    dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.
    Bana dönerek,
    - Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
    Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
    Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.
    Ikisi de ağlıyordu. Iki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
    - Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik.
    Oradakilere şu emri verdi;
    "Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.
    Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun."
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  3. #28
    Kadir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.08.2006
    Nereden
    Eskişehir
    Mesajlar
    9,405

    Standart Ulu Önder'i Saygıyla Anıyoruz.






















  4. #29
    Trabzonspor Kongre Üyesi

    Genel Koordinatör
    Çakır - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16.07.1999
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    42
    Mesajlar
    8,019

    Standart



    “Siz Ankara’dan giderseniz, ben Elmadağı’na çıkar, kurşunum bitinceye kadar vatanı tek başıma müdafaa ederim!"

    23 nisan 1920... Ankara’da büyük millet meclisi açılmıştır. Memleketin her tarafından birçok milletvekilleri gelmiştir. Bu yeni meclise gelenlerin bir kısmı Ankara’ da hiçbir şeyin olmadığını görünce, ümitsizliğe düşmüşlerdi. Bahsedilen ne yeşil ordu, ne hazine, ne yatacak otel, hiçbir şey yoktu. Sadece, Mustafa Kemal...

    ... Bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler. Bunlar geri dönerlerse mecliste huzursuzluk olacağını anlayan Mustafa Kemal, kürsüye çıktı. O gün pek heyecanlıydı. Atatürk’ ün hayatında belki de böyle canlı bir tablo doğmamıştı.

    Milletvekillerine hitaben:

    "İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla milli meclise davet etmedim. Herkes kararında özgürdür, bunlara başkaları da katılabilirler.

    Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatı ile buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta, hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağı’na çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum.

    Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna ant içtim!.."

    diye feryat edince, herkesi bir heyecan dalgası sardı. Hiç biri gözyaşlarını tutamıyordu.



    "Ölmeyi Tercih Ederiz"

    General Pershing'in Kurmay Başkanı olan General Harbord Sivas'ta Mustafa Kemal'le görüşürken der ki;

    "Türk tarihini okudum. Milletiniz büyük komutanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Bunları yapan bir millet elbette bir medeniyet sahibi olmalıdır. Takdir ederim. Ama bugünkü duruma bakalım. Başta Almanya müttefikinizle dört yıl harb ettiniz, yenildiniz, dördünüz bir arada yapamadığınız şeyi, bu durumda tek başınıza yapmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Fertlerin intihar ettikleri vakit görülür. Bir milletin intihar ettiğini mi göreceğiz?"

    Mustafa Kemal General'e:

    "Teşekkür ederim" dedi. "Tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. Fakat, şunu bilmenizi isterdim ki biz emperyalist pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağılık bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz."

    Falih Rıfkı Atay
    "... hayat Bordo-Mavi'dir!"

    "Şenol Güneş, Türkiye'nin en saygın ve en önemli futbol adamıdır. "

  5. #30

    Tokat İl Temsilcisi
    Kamil Çakmak - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    11.09.2006
    Nereden
    Tokat
    Yaş
    59
    Mesajlar
    5,186

    Standart

    Bir röportajda..
    Birleşmiş milletlere üye olmayı düşünüyormusunuz? diye sorulduğunda,"şartlarımız koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracat etmeyiz. Üye olmak için davet gelirse düşünürüz"

    Bunun üzerine Birleşmiş milletler yasası değişerek üyeliğe ilk olarak Türkiye Cumhuriyetinin davet edilmesi kararlaştırıldı.

    Gurur duymamak elde değil. Şu itibara bakarmısınız?
    Konu Kamil Çakmak tarafından (07.09.2007 Saat 09:47 ) değiştirilmiştir. Sebep: .

  6. #31
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart

    Hayatindakİ Bazi Sonlar
    HAYATINDAKİ BAZI SONLAR


    • Anlamlı son sözü, "Saat kaç" olmuştu.

    • Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp'e, son söz olarak "Vealeykümüsselam " dedi.

    • Koma içinde manası anlaşılamayan ve devamlı olarak tekrarladığı söz "aman dil...aman dil..."di.

    • Son aldığı gıda, 8 Kasım 1938 Salı günü, saat 18.35'de dört kaşık elma suyu oldu.

    • Son yemek istediği sebze, enginardı.

    • Son verilen ilaç, ölüm halinden kırk dakika önce, saat 8.25'de, 1/8 aubaine'di.

    • Hekimler ölüm raporunu imzalarken, son olarak elini öpen ve gözlerini kapayan Prof. Dr. Mim Kemal Öke idi.
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  7. #32
    macka61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    07.04.2006
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    36
    Mesajlar
    11,505

    Standart

    birleşmittle ilgili bir şey daha vardır dünyada bir lider ilkkez anıyolardı yani Atatürktü isveç buna karşı çıkmış sonra güzel bir anıyla bu hatasını anlamış ve her yıl anılıyordu tam ne olarak anılıyordu unuttum

  8. #33


    Selman - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.02.2006
    Nereden
    İstanbul
    Mesajlar
    2,015

    Standart

    Bazıları Atatürk'ü bizim takımın tafartarıydı diye anar, bizler; Atamız, kanımız, canımız olduğu için anarız...

  9. #34
    macka61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    07.04.2006
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    36
    Mesajlar
    11,505

    Standart

    o bazıları atamızı anmasınlar atamın kemekleri sızlıyor hem bizim takımı tutuyordu diyor hemde cumhuriyet adını veriyolar kendilerine bıraksınlar bu boş şeyleri

  10. #35
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart

    Atatürk'ün Tabutunun Açılışı
    Kefen sıyrıldı ve...

    Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca
    Ata'nın yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama hatları
    bozulmamıştı.Sanki uyuyordu...

    8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'da Prof. Dr. Kamile
    Şevki Mutlu'nun ev telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi
    Histoloji ve Ambriyoloji Kürsüsü Başkanı'ydı.Patalogdu. Arayan
    ise Ankara Valisi Kemal Aygün'dü...
    Aygün, "Hocam" dedi, "10 Kasım günü Atamızın naaşını
    Anıtkabir'e taşıyacağız. Bunun için bir komite kurduk. Naaşı
    geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan
    korunduğunu belgelemek için muayene etmenizi rica
    ediyoruz."Prof. Mutlu önce reddetti. Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu.
    Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını
    rica etti.Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: "Ben sizi sarar sarmalar
    götürürüm, bu tarihi bir görev" dedi. Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı
    Etnografya Müzesi'ne gitti. Başbakan Adnan Menderes oradaydı.
    Meclis Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan Abdülhalik Renda
    da...Mutlu, görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o zaman anladı.

    Gerçekten tarihi bir tanıklıktı bu...
    Ata'nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım günü, geçici
    kabrinden çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu. Bir
    hafta boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk
    başında nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite
    üyeleri tamam olunca Prof. Kamile Mutlu "Başlayın" talimatını verdi.
    Bunun üzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madeni
    bir sanduka bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali
    düşünülerek önce bir burgu ile delik açıldı. Gaz ya da koku
    çıkmadı.Sanduka
    talaş doluydu.
    Sandukanın içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı
    doluydu. Bu talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında,
    ağzı kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe bulundu. Bu,cesedi muhafaza
    için kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde terkibi
    yazılıydı.Ata'nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi
    bir muşambayla kaplanmıştı.Sargıları açmaya başladılar. Herkes
    nefesini tutmuştu. Çünkü, "Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu
    patlatmış,nöbetçi er, kokudan bayılmış" diye bir sürü söylenti
    geziniyordu. Ve 15 yıl sonra ilk kez Ata'nın yüzünü göreceklerdi.Kefenin sargıları aralanınca Prof. Kamile Şevki Mutlu, orada bulunanların
    yardımıyla katafalka çıktı ve Atatürk'ün yüzüne baktı. Ata'nın derisi
    kahverengi bir hal almış, ama yüz hatları bozulmamıştı. Menderes sapsarı
    olmuştu Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle
    anlatacaktı:
    "Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü
    ile karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz
    kapağının üzerine düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında
    uyuyor gibiydi."
    Prof. Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun başına çağırdı. Onlar da tek tek tabutun içine baktılar.En başta Başbakan Adnan Menderes vardı. Koyu renk takım elbisesi içindeki Menderes de yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı,ürkek bir şekilde aşağı, tabuta doğru baktı. O an ne olduğunu Prof. Kamile Mutlu'dan aktaralım:
    "Menderes çok heyecanlandı.Rengi sapsarı oldu. Bir de baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk'ün yüzüne bakmadı. Tahmin ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdülhalik Renda kalmıştı. O da Ata'yla karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına yığılıverdi. Salondaki herkes Atatürk'ü tek tek gördükten sonra naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı. Ata'nın başı pamuklarla örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser,orada görevli adli tıp doçenti Dr. Cahit Özen'in yanına yaklaşıp avucunda taşıdığı bir kâğıdı
    gösterdi ve şöyle dedi:"Bu kâğıdı,Atatürk'ün hemşiresi Makbule Hanım
    gönderdi.Kefenin içine Atatürk'ün göğsü üstüne konmasını istiyor."Doç. Özen, kâğıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı. "Böyle bir kâğıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır" dedi.Komiser kâğıdı katlayıp cebine koydu ve uzaklaştı. Bütün işlemler bittikten sonra salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip hep bir ağızdan besmele çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15 yıl içinde yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri
    bayrakla örtüldükten sonra kapağı kapatıldı. Ve 10 Kasım sabahı, Ata'nın naaşı 15 yıl önce onu Dolmabahçe'den Ankara'ya taşıyan top arabasına yerleştirilip son durağı olacak Anıtkabir'e taşındı. Artık ebediyen orada kalacaktı...
    Atatürk'ün tabutu, Menderes'in huzurunda açılmıştı Ata'nın 15 yıl Etnografya Müzesi'nde bekletilen naaşı,12 askerin omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir top arabası ve matem marşı eşliğinde Anıtkabir'e taşınmıştı.Radyodan naklen yayımlanan o görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar hüzünlüdür. Ancak o törenden hemen önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini çekmemiştir. Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk'ün
    naaşının korunabilmesi için "tahnit" denilen bir işlem yapılmıştı. Gülhane Patolojik Anatomi profesörü Dr. Lütfi Aksu tarafından gerçekleştirilen bu işlem sırasında naaşa, şırıngayla özel bir formül enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç şişesi, Ata'nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem sayesinde Ata'nın naaşı da -diyelim bugün Lenin'in mozolesinde olduğu gibi öldüğü günkü haliyle korunabilirdi. Ancak İslam dini, ölünün defnini
    şart koştuğundan,geçici tahnitin bozulması şarttı. Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O komite,törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes'in huzurunda Atatürk'ün tabutunun açılmasını kararlaştırdı.Tabut açılınca tahnit bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı.Bir başka deyişle
    Atatürk'ün (mumyalanmış gibi) korunmuş naaşını son görenler, o törene
    katılanlar olacaktı. Atatürk'le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o törene
    katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk.Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmı o tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk araştırmacısı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Prof.Dr. Kamile Şevki Mutlu ile yaptığı sohbetten aktardıklarına dayanıyor. Ata'nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu ayrıntılarla
    daha da ilginç bir boyut kazanıyor.

    Atatürk'ü son görenler anlatıyor:

    'Yüzünde iki günlük sakal vardı'
    Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesi'nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki o töreni ve tabutun içindeki Atatürk'ü son kez görme fırsatı buldular. İzlenimlerini şöyle anlattılar:
    • OSMAN ERSOY: "Sağlığında görmemiştim Atatürk'ü... Korkunç
    heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile katafalka çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre... 1 - 2 günlük sakalı vardı. Kaşları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu." ' Gözleri aralıktı'

    • HALİDE İNTEPE: "Tabut kapanmadan en son gittim baktım. Başı yana
    doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı.
    Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı
    gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi."
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  11. #36
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart


    Nefeslerin tutulduğu an...
    Tarih: 10 Kasım 1953. Mermer lahit sökülmüş, betonlar kırılmış, tabutu kaldıracak zincirli makaralar lahit salonunun tavanına yerleştirilmişti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve devletin en üst düzeyi, tabutun çevresindeler...
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  12. #37
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart


    Kız kardeşinin gözyaşları
    Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Atadan, başını tabuta dayıyor ve dakikalarca öyle kalıyordu. Belki çok uzaklarda, Selanik'te kalan günleri yâd ediyor; belki de ağabeyinin ruhuna dualar gönderiyordu.
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  13. #38
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart



    Dinler, Anıtkabir yolunda...
    Türkiye'deki bütün dini cemaatlerin temsilcileri cenaze arabasını takip ediyorlar. Ermeni, Yahudi, Katolik ve Rum temsilcilerle beraber zamanın Diyanet İşleri Başkanı kortejle yürüyor.
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  14. #39
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart


    Atatürk'ün tabutu birazdan salona çıkartılmış olacak.
    Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve devletin en üst düzeyi tabutun çevresindeler...
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  15. #40
    Trabzonspor Kongre Üyesi
    bordobluex - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    13.11.2005
    Yaş
    45
    Mesajlar
    2,070

    Standart

    Fikret Kızılok - Bir Devrimcinin Güncesi


  16. #41
    Trabzonspor Kongre Üyesi
    Kaya - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16.07.1999
    Nereden
    İzmir
    Yaş
    41
    Mesajlar
    25,832

    Standart

    Celal Bayar'ın anlatımıyla...
    İsmet Bozdağ'ın kaleminden...


    Köylü Milletin Efendisidir

    Size Atatürk'ün "Köylü Milletin Efendisidir." sözünü Büyük Millet Meclisi'ndeki nutkuna ne suretle aldığını hikaye edeyim.

    Çünkü bu söz üzerine yerli yersiz çok durulmuş, övülmüş, tenkit edilmiş, çeşitli yorumlara uğramıştır. Aslında, Büyük Atatürk'ün en büyük emellerinden biri bu sözde yatar. Hemen hemen yarı yüzyılın arkasında kalan bu olayı anlatarak hem ruhunu taziz, hem hatırasını tazelemiş oluruz.

    Milli Mücadele günleriydi. O yılların Ankarasını anlatmak kolay değildir. Elektiriksiz, yolsuz, medeni vasıtalardan yoksun bir şehir!.. Caddelerinde devekatarları dolaşır, kahvelerinde gazlambası, pek pek, lüks lambası yanardı.

    Şimdi her biri muazzım blok halinde yükselen "Bakanlıklar", birer orta halli odadan ibaretti. İşte böyle bir odada ben de "Umuru İktisadiye Vekaleti" Vekili olarak çalışıyordum.

    Çalışma sabahla başlar, aralıksız geceyarısına, hatta daha sonralarına kadar sürerdi. İşten, imkansızlıklardan, yorulurduk, bezerdik. O zaman bizim için tek hayat penceresi Çankaya idi. Kendimizi Atatürk'ün yanında bulurduk.

    Kötü haberlerin birbiriyle yarıştığı günlerdi bu günler. Her gün yeni bir söylenti çıkar, her gün yeni bir haber kulaktan kulağa, ağızdan ağıza gezerdi.

    "Yunan ordusu taarruz edecekmiş."
    "Asiler filan yerde isyan çıkarmışlar."
    "Saray taraftarı çeteler Ankara yakınlarına kadar sokulmuş."

    Bunlarla başa çıkacak gereken güçte olmadığımızı bilirdik. Her şeyin başı, paraya ihtiyacımız vardı ve hazine tamtakırdı. Ama bir tek dayanağımız var; Mustafa Kemal Paşa...

    "O çaresini bulur, o işin içinden çıkar" diyorduk. Böyle olunca da gücümüzü yenilemek, nefesimizi tazelemek için Atatürk'ün yanına koşuyorduk.

    Milli Mücadele günlerinde Atatürk'ün ne zaman uyuduğunu, ne zaman uyandığını hala bilemem. Çünkü, ne zaman arasak, onu ayakta bulurduk. Geceyarısından iki üç saat sonra, sabaha karşı Çankaya'nın çalışma odasında ışık sönmezdi. Biz de ışığa koşan yorgun pervaneler gibi oraya koşardık.

    Atatürk, günlük olayları, ihtiyaçları, tehlikeleri, hiç bir şey saklamadan, değerini küçültmeden konuşur, durumu tahlil eder, dayandığımız millet kuvvetinin nelere muktadir olduğunu örnekler vererek ruhlarımızı tazelerdi. Birden, bezginliklerimizi, kuşkularımızı silkinir, yeni bir iman ve yaratıcı güçle Çankaya'dan şehre inerken, güneşin doğuşunu seyrederdik.

    İçimizi, Mustafa Kemal Paşa'nın güneşi ısıtır, dışımızı doğan güneş aydınlatırdı.
    Konu Kaya tarafından (08.09.2007 Saat 00:26 ) değiştirilmiştir.
    “Her kim kendini kıymetli bilirse, onun tevazudan nasibi yoktur.”
    Malik bin Dinar

  17. #42
    Emre B. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.09.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    33
    Mesajlar
    6,989

    Standart

    Çok büyük adammış.Dünyaya onun gibi insan gelmez.

  18. #43
    Mayls - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    27.02.2005
    Nereden
    Almanya
    Yaş
    33
    Mesajlar
    6,157

    Standart

    Yeri belki bu baslik degil. Ama en uygun burasi olur dedim ondan buraya ekliyorum hosgörünüze siginarak. Bir arkadasin MSN Space'inde rastladim.

    Babamın dostlarındandı. Dimdik yürüdü. Hani Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmemiş tipler vardır ya,
    öyle biriydi. Ben çok küçüktüm, evimize misafir gelirdi. "Oğul" diye seslenirdi hep. Bağdaş kurmaz, diz çöker öyle
    otururdu. Gaz lambası ışığında daha bir heybetli görünürdü gözüme. Hep bitip tükenmek bilmeyen harp hatıraları anlatırdı.
    Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya, Dumlupınar'da savaşmış. Ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra
    köyüne dönebilmişti. Anlattıklarında hep acı, kan, cefa vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan? Ölüm neydi ki?
    Şerbet içmek kadar kolaydı. "Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale'de !" derdi sık sık.
    Olur muydu??

    Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperlerdekiler ileri fırlamış
    boğuşuyorlar. Yüzbaşı hucum için emir bekliyor. Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin ! ...
    Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor...
    "Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi !
    Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..."
    Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;
    " Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor.
    Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..."
    " Kabe Karşımızda... "

    Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... "



    O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti.
    Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular....
    Trabzonspor HES yapma, kendi kalene gol atma!
    Karadeniz'e Özgürlük!

  19. #44
    MURAT İNCE - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    13.04.2007
    Nereden
    Trabzon
    Mesajlar
    186

    Standart

    yalçın...başta fazla söze gerek yok demişsin..gerçekten öyle ama ATAyı anlatmakla bitmez..işin hem zor hem de zevkli..kolay gelsin..bu arada

  20. #45

    Smile Atam İzindeyiz...

    Sevgili BMN üyeleri... Yaptığım bir videoyu sizlerle paylaşmak istedim... ( http://www.youtube.com/watch?v=9Je_3A_T77k ) Herkese iyi seyirler...
    En iyi yastık temiz bir vicdandır...

  21. #46
    Kadir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.08.2006
    Nereden
    Eskişehir
    Mesajlar
    9,405

    Standart

    1. Cumhuriyetçilik:
    Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924)
    Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933)
    Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.... (1925)
    Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilâtıdır ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)
    2. Milliyetçilik:
    Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930)
    Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)
    Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923)
    3. Halkçılık:
    İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921)
    Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921)
    Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)
    4. Devletçilik:
    Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936)
    Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)
    Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. (1937)
    5. Lâiklik:
    Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)
    Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. (1930)
    Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)
    6. Devrimcilik:
    Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların, (devrimlerin) gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. (1925)
    Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. (1925)
    IL BÜTÜNLEYİCİ İLKELER:
    1. Millî Egemenlik:
    Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923)
    Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923)
    2. Millî Bağımsızlık:
    Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, İktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. (1921)
    Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923)
    3. Millî Birlik ve Beraberlik:
    Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919)
    Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte görnıekteyiz.(1936)
    Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919)
    4. Yurtta Barış Dünyada Barış:
    Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz. (1931)
    Türkiye Cumhuriyeti'nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı âmil olsa gerektir. (1933)
    Sulh, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (1938)
    5. Çağdaşlaşma:
    Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz. (1925)
    Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (1926)
    6. Bilimsellik ve Akılcılık:
    a) Bilimsellik:
    Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)
    Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. (1933)
    b) Akılcılık :
    Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin özelliği-mizdir. (1925)
    Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)
    7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi:
    İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931)
    Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936)

  22. #47
    Yasin N. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.03.2007
    Nereden
    Samsun
    Yaş
    44
    Mesajlar
    973

    Standart

    Biraz hüzünlü ama çok anlam yüklü.
    Atatürk'ün 'rezil olmayalım' diye kurdurduğu fabrika törenle kapandı
    Cumhuriyet'in ilk yıllarında Marsilya'dan ithalata kadar giden kiremit yokluğunu çözmek için Atatürk'ün "Şu kiremit işini halledin, aleme rezil oluyoruz" talimatıyla 80 yıl önce Eskişehir'de kurulan Türkiye'nin ilk kiremit fabrikası siyah kurdele bağlanarak törenle kapatıldı.

    1927
    yılında Türkiye'nin ilk kiremit fabrikası olarak kurulan ve aynı zamanda Türkiye'nin ilk üretim tesislerinden olan Kılıçoğlu Kiremit, Eskişehir'deki fabrikasını siyah kurdeleli törenle kapattı.

    FABRİKANIN ÖYKÜSÜ: Pek çok üründe olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında kiremit kıtlığı da yaşanıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) çatısını kaplayacak kiremit dahi bulunamıyor. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte başlayan yapılaşmada üretimi olmayan kiremitler Fransa'nın Marsilya şehrinden ithal ediliyor. Bu duruma çok içerleyen cumhuriyetin kurucusu Atatürk, Eskişehir'den birkaç kişiyi topluyor ve "Şu kiremit işini halledin, aleme rezil oluyoruz" diyor. Toprağı uygun olduğu için seçilen Eskişehir'e Deliorman'dan gelen Sabri Kılıçoğlu, 1927'de fabrikayı kurarak üretime başlıyor. Kılıçoğlu Kiremit'in Yönetim Kurulu Başkanı Savaş M. Özaydemir, Sabri Kılıçoğlu'nun damadı olarak, 1992'de fabrikayı aileden devralmıştı.

    ANLAMI ÇOK BÜYÜKTÜ: Fırından çıkan son kiremiti alarak, fabrikanın en eski çalışanının da katıldığı hüzünlü bir törende fabrikaya siyah kurdele bağlayan Savaş M. Özaydemir, fabrikanın kendileri için çok büyük bir anlam taşıdığını belirtti. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi'nin kentsel dönüşüm projeleri kapsamında üretimi durduklarını söyleyen Özaydemir, "Bize 30 Ağustos'a kadar zaman verilmişti. Biz de o gün bir tören yaptık. Bizim için çok anlamlı olduğundan öyle sessiz sedasız kapatmaya gönlümüz razı olmadı. İnsanlar daha çok açılış törenlerine alışıklar tabii ki, ama biz kapanış töreni yaptık" dedi.

    ŞIK MİMARİSİ VAR: Müze olarak değerlendirileceği söylenen fabrika binasını nasıl değerlendirecekleri konusunda Özaydemir, şöyle konuştu: "Bu çok güzel bir mimariye sahip, şık bir bina. Çok farklı amaçlarla kullanılabilir. Şu anda nasıl değerlendireceğimize karar vermedik. Güzel bina uygun bir şekilde değerlendirilir. Önümüzdeki günlerde karar vereceğiz."

    ÜRETİM DEVAM EDİYOR: Kılıçoğlu Kiremit'in daha önce başladığı Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi'ndeki üretimini artırarak devam edeceğini belirten Özaydemir, söz konusu tesisin Türkiye ve Ortadoğu'nun en büyük en modern kiremit fabrikası olduğunu söyledi. Özaydemir "Organize Sanayi Bölgesi'ndeki fabrikanın kapasitesi zamanla daha da artırılabilir. Sadece şehirde bulunan fabrikamızı kapattık. Üretimimiz sürecek" diye konuştu.

    1.7 MİLYAR KİREMİT: 80 yılı geride bırakan fabrikada bugüne kadar 1 milyar 750 milyon adet kiremit üretildi. 100 milyon metrekareyi aşan üretimle Kılıçoğlu, milletvekili lojmanlarının da arasında bulunduğu Türkiye'nin pek çok önemli yapısının çatısında yer aldı. Demiryolu sayesinde Kılıoğlu üretimini Cumhuriyetin ilk yılları da dahil olmak üzere Türkiye'nin her yerine ulaştırdı. Uzun yıllardır Ortadoğu ülkelerine yoğun ihracatı olan Kılıçoğlu, Kıbrıs ve İsrail'de de önemli ağırlığa sahip. ABD'den gelen talep doğrultusunda Kılıçoğlu, geçen yıl bu ülkeye de ihracata başladı.

    İngiliz'e satılmadı, damat devralıp hayata döndürdü

    1990'ların başında yönetim boşluğu yüzünden zora giren Kılıçoğlu Kiremit'i ailenin damadı Savaş Özaydemir yeniden hayata döndürmüş. Özaydemir, daha önce Hürriyet gazetesine verdiği röportajda şunları anlatmıştı: "1980'de yönetim kurulu üyesi oldum. 1985'te sen 'yönet' dediler, olmadı, 1986'da bıraktım. 1991'de İngiliz bir firmayla ortaklıkta anlaşılmıştı. İçinde bulunduğum yönetim kurulu satışı reddetti. Körfez Savaşı da başlayınca İngilizler çekildi. Piyasa çok kötüleşti ve aile bana 'sen bu şirketi devral ve yürü, yabancıya gitmesin' dedi. 1992 Mart'ında başladım."

    Koç'un topladığı kiremitler Meclis çatısını tamamladı

    CUMHURİYETİN kurulduğu ilk yıllarda yaşanan kiremit yokluğunu ve ilk TBMM binasının faaliyete geçişini, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç, 23 Nisan 2003'te yaptığı konuşmasında şöyle anlatmıştı: "Harap haldeki binayı Ankaralılar bağış toplayarak tamir ettirdi, bina temizlendi. Ancak binanın çatısı bir türlü tamamlanamadı. Bir genç adam, o meşhur zekası ile sokak sokak dolaşıp evlerin çatılarındaki kiremitleri bir miktar para vererek topladı, sonra da Meclis'in çatısını tamamladı. Bu genç adamın adı Vehbi Koç'tu."
    İmzam yok parmak bassam olurmu ?

  23. #48

    Standart

    arkadaşlar burda çok güzel atamızın ve türk tarihinin geçmişinden oluşan bi takvim var her gün ayru bi destan adeta günlerin üzerine tıklayın bakın neler görüpte duygulanacaksınız
    http://www.ataturktoday.com/2007AtaturkTakvimi.htm
    Bizim rahat edemediğimiz yerde kimse istirat edemez. keyfe keder alayına gider TS'li gencler.........

  24. #49
    turgi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    14.07.2004
    Nereden
    Antalya
    Yaş
    38
    Mesajlar
    488

    Standart Atatürk'ten Şok CevaP !

    Savaş Bitmiştir ve ATATÜRK yabancı subaylarında katıldığı bir kokteyle katılmıştır. Burda kokteyldeki subaylar ile sohbet ederken bir ingiliz subayının kendisine çok sert ve anlamlı bir şekilde baktığını görmüş ve bir süre sonra yaverini ingiliz subayının yanına göndererek sebebini sormuştur.Yaveri sorduktan sonra ATATÜRK'ün yanına gelerek 'paşam babası Çanakkale savaşında ölmüş bir ingiliz subayı imiş ondan dolayı o şekilde size bakmış 'demiş


    ATATÜRK'te bombayı patlatmış 'Git ona sor bakalım babası Çanakkale de ne arıyormuş ?
    BMN | ANTALYA
    Gemi mil ile olur Sevda dil ile Güzeller çok var ama Meyil birine olur...!!!

  25. #50
    turgi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    14.07.2004
    Nereden
    Antalya
    Yaş
    38
    Mesajlar
    488

    Standart ATATÜRK'ü ağlatan olay!!!!

    Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal’in özel treni Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu’sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e gidip annesini görecek. Ve Latife’yi.

    Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal’in ve bir türlü uyku tutturamıyor.

    Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.

    “Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.

    İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ‘Anamız öldü paşam!’ diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ‘Paşam sen sağ ol’ desem ‘Eyvah demez mi?’ ‘Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"

    Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.

    Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:

    “Emret Paşam”.

    Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:

    “Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?”

    “Uyku tutturamadım da Paşam”

    “Annemden bir haber var mı?”

    “Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.”

    “Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.”

    Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:

    “Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.”

    Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.

    “Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..”

    Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:

    “Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!”

    Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.

    “Ver onu” dedi. “Paşamız bekliyor.”

    Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: “Sen sağol paşam” dedi.

    “Millet sağ olsun.”

    Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş “Ağlama paşam” diye yalvardı.

    “Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da te selli bulurum. Benim için ikisi bir.”

    İşte ben bunun için:

    ‘Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ diye cevap vermedim mi Namık Kemal’e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı...
    BMN | ANTALYA
    Gemi mil ile olur Sevda dil ile Güzeller çok var ama Meyil birine olur...!!!

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •