Çocukken Erzurum'da yaşadığımızı yukarıdaki yazımda belirtmiştim. Yazları İstanbul Levend'deki evimizde geçirirdik. O yazlardan birinde, öteden beri çok istediğim bir kedim olmuştu. Aşağıdaki yazılar, Levend hatıralarımı anlattığım başka bir yazımdan alınmadır:
..."Çam ağacı" deyince aklıma geldi: Bindokuzyüzyetmişbeş yazında, kedileri hiç sevmeyen annemin büyüj fedakârlık göstererek, eve bir kedinin gelmesini kabûl etmesiyle, MİİGROS'un yanından yavru bir kediyi eve getirip, adını "Elâ" koymuştuk. Bir gün, "Acaba gerçekten dört ayak üstüne mi düşüyor?" düşüncesiyle, Elâ'yı çam ağacının tepesinden, hem de ters olarak bırakmıştım. Hakikaten de dört ayak üstüne düştü. O gün şuursuzca yaptığım bu hareket neticesinde, Elâ'nın kemiklerinin kırılmadığına bugün hâlâ şükrederim. Elâ, emanet ettiğimiz kiracılar sayesinde, ertesi yaz da bizimle beraber oldu. Ama ondan sonra maalesef bir arabanın altında kalmış. Kendi kedim diye söylemiyorum; onun kadar güzel kediyi çok az gördüm."
..."Elâ sağken, balkondaki divanın büyük sırt yastığını deviridik ki, içine girip uyusun. Elâ'nın siyah, kuyruksuz, çirkince bir hanımı vardı. Sabahleyin erkenden uyanıp, kapıyı açarsam, onun da Elâ'nın yanında yattığını görürdüm. Ama beni görür görmez kaçar, gün boyu da görünmezdi. Ya böyle sabahın erken saatlerde uyandığını görürdük; ya da gece geç vakit bir yerden döndüğümüz zaman, Elâ ile beraber uyuduğunu. Bu kuyruksuz dişi kedi, bize hiç sokulmadı. Elâ'yı kaybettikten sonra, onu da görmedik."
Yazımı Elâ için yazdığım bir şiirle noktalıyorum:
ELÂ
Sanki dün beraberdik, iki eski kafadar,
Çocukluk günlerimin cilveli sevgilisi.
Uyumayıp beklesem öyle sabaha kadar,
Uzaktan ince ince hâlâ gelir mi sesi?
Bir garip olur içim, sen aklıma geldikçe,
Bir zamanlar uğruna ağladığım yaratık.
Pek zevk vermiyor bana Levend'deki o bahçe.
Sanki her şey bir suskun... Çünkü sen yoksun artık...