Dani Alvez
Gıda sektöründe çalıştığım için sık sık seyahat etmek zorunda kalıyorum, yazılar bazen bu nedenle aksıyor, kusura bakmazsınız umarım.
Cumartesi akşamı Antalya’daydım. Oradaki bayiimizin ısrarıyla, aslında nerdeyse zorlamasıyla, maça gitmek zorunda kaldım. Tam bir Türkiye Süper Dutturu Ligi maçı şeklinde geçen maçta, Antalyaspor görevini yerine getirdi. Gel buraya aslan kesil, git orada GS’ye teslim ol. Dutturu Milli Takımımızın antrenörü Fatih Terim de maçtaydı. Kendisine yakın çevrelerden sızan haberlere göre, Antalya defansının ortasındaki iki Polonyalıyı izlemeye gelmiş. Beğenirse onları da sünnet ettirecekmiş...!
Canı sıkkın bir halde dutturu maçından çıktım.
Otel odamda Sevilla – Valencia futbol maçını izlemeye koyuldum. Bildiğiniz gibi Sevilla geçen senenin UEFA şampiyonu. İngiliz milli takımının şimdiki hocası McLaren’in çalıştırdığı Middlesbrough’u paçavraya çevirdikleri 4-0’lik final maçı unutulmaz bir futbol resitalidir. Futbol akademilerinde bitirme ödevi olarak ezberlettirilecek derecede güzel. Sevilla, şu anda İspanya liginde lider Barca’nın ardından bir puan farkla ikinci sırada. Üçüncü R.Madrid’den ise iki puan üstün. Karşıdaki Valencia, dünyanın kalbur üstü takımlarından.
Şu aralar, sakatlıklar ve bir takım idari huzursuzluklar sebebiyle kötü bir donem geçiriyor Valencia. Ligde sekizinci sıradalar, liderin sekiz puan gerisine düştüler. Sakatlık deyip geçmeyin, ilk onbirden altı kişi sakat! Sevilla da en büyük silahlarından olan müthiş sağ kanat hücumcusu Navas ve orta sahanın dinamosu İtalyan Maresca’dan mahrumdu. Neyse, Sevilla gene şiir gibi bir futbolla bu sefer Valencia’yi 3-0 paketledi. Antalya maçında bozulan kafamı bir nebze olsun düzelten, insanin içine futbol sevinci dolduran bu harika gösterinin benim için tek üzücü yönü, uzun bir sakatlıktan yeni çıkmış olan Edu’nun tekrar ciddi biçimde sakatlanmasıydı (Valencia’nin Brezilyalı oyuncusu, Arsenal’den gelmişti). Bu sakatlık Edu’yu bitirmiş olabilir, çok yazık olur. Maçın adamı, Sevilla’nin sağ kanat savunucusu Brezilyali Daniel Alvez’di.
Diyeceksiniz ki, yahu, bir defans oyuncusu, takımın 3-0 kazandığı maçın adamı olur mu hiç? Dani Alvez’i tanımadığınız için böyle diyorsunuz. Futbol düşünürlerinin gerçekten görmeleri gereken bir olay bu. Bir oyuncu, sağbek mevkiinden bütün oyunu yönlendirebilir mi? Sağbek dediğime bakmayın, sağbek dediğim bizim Ferhat gibi değil. Dani Alvez, oyun suresinin %80’ini ikinci ve üçüncü bölgede geçiriyor ve oradan takımın oyununu şekillendiriyor. UEFA finalini seyredenler Dani Alvez’i hatırlamışlardır zaten. Dünkü Alvez, finaldekinden de etkiliydi. Üstelik önünde oynayan ve çok iyi anlaştığı Navas’in yokluğuna rağmen. Alvez’i Sevilla keşfetmiş Brezilya’dan, alıp getirmişler. Yani, Sevilla’ya geldiğinde Brezilya’da dahi tanınmıyordu. Transfere bakar mısınız? Böyle transfer yapan takım tabii ki UEFA’yı alır, tabii ki liginde kafaya oynar. Sevilla, 1946 yılından beri, atmış senedir şampiyon olamamış İspanya’da. Bu sene niyetleri ciddi gibi. Bakalım sonunu getirebilecekler mi? Eğer fırsat bulursanız, hiç kaçırmayın Sevilla maçlarını seyredin. Futbol görsün gözünüz, dutturu değil.
Sanayi-öncesi futbol döneminde Trabzonspor yapardı böyle transferler.
Türkiye’deki herkesin ağzı açık kalırdı, yahu bu adamları nerden bulup çıkarıyorlar diye. Ülke çapında bütün genç yetenekler Trabzon’a yönlendirilirdi. Ülke çapındaki en yetenekli (mesela) 1100 oyuncu arasından elenip seçilen en üstün 11 kişi oluştururdu kadroyu. Milli takımın 11 oyuncusunun Trabzonspor’lu olduğu (hoca da Özkan Sümer) zamanlar anlattıklarım.
Zaten üstün yeteneklilerin oluşturduğu kalabalık bir grup içinden en üstünlerini seçiyorsunuz. Bu sayede her sene en az bir – iki Alvez’imiz olurdu. Yabancı demiyorum, yerli Alvez. Bunların sayesinde hem saha sonucu alırdık, hem bir kaç sene sonra İstanbul’a satıp para kazanırdık… Sonra ne oldu? Kaç sene oldu bir süper yıldız çıkmayalı Trabzonspor’dan? Fatih ve Gökdeniz diyorsunuz. Peki, onları kenara koyalım. Onlardan önce kimimiz var, kaç sene geriye gitmeli? Her sene bir – iki diyorum, siz Fatih – Gökdeniz diyorsunuz. Kaç senedir Fatih – Gökdeniz? 2002 Dünya Kupasındaki milli takımda kaç oyuncumuz vardı? Ne oldu da bu yukarıdaki akış kesildi? Artık (mesela) 1100 tane ülke çapında üstün yetenekli genç yerine, 200 tane bölge çapında yetenekli genç arasından kurmak zorunda kaldık takımı.
Ülke çapındaki üstün yetenekli gençlerin çoğu Trabzon’a kanalize olmuyorlardı artık. Ülke çapındaki 1100 üstün yetenekli yerine, bölge çapındaki 200 genç arasından seçmek zorunda kalınca, süper star değirmenimiz kurudu, 10 senede bir yumurtlar hale geldi. Süper star değirmenimiz kuruyunca para oyununa katılmak zorunda kaldık. Süper star olmuş olan oyuncuları, İstanbul’la açık arttırmaya girip çatır çatır parayı basarak almak zorunda kaldık. Benim ilk hatırladığım örnek, şimdiki yardımcı antrenörümüz Osman Denizci. Çoğu zaman da alamadık. Zonguldak’lı Hamit’i alamadık, Rıdvan’ı alamadık, Bolu’lu Halil İbrahim’i alamadık. Uzar bu böyle.
Yetmedi. Onlarla aşık atmaya yetemezdi. Çünkü, biz efsanenin zafer sarhoşluğunu yaşarken, Derwall’le birlikte Türkiye’de futbol dönüşmeye başlamış, bir sanayi olma yoluna girmişti. Biz bu işin dışında kaldık, içine girecek ekonomik ve sosyal potansiyel de yok gibi gözüküyor. Rakamlar belli. Bu yönetim gitsin, öbürü gelsin, hiç fark etmez. Ha, şu olur, ikinci oluruz, üçüncü oluruz, ama şampiyon olamayız. Kalıcı olamayız. İşte senelerdir ortada…
Hadi, bir sene kazaydı, ikincisi şanssızlıktı, üçüncüsü hakemdi, dördüncüsü sahaydı, 23 sene oldu hocam. Hala sistemik bir arıza olduğuna ikna edemiyoruz sizi.
“Hala o gitsin, bu gelsin” le bu işlerin düzeleceği düşüncesindesiniz. Daha oradayız. Anlayın yani işin ne kadar zor olduğunu.
Tekrar ediyorum, bu yönetim gitsin, şu gelsin diyenlerin tek derdi benim adamlarım gelsin, ben geleyimdir. Hangi yönetim gelirse gelsin, bu sistemik arızayı nasıl çözeceğini anlatmalıdır. Trabzonsporu nasıl sanayi-futbolunun içine sokacaklar? Nasıl dönüştürecekler? Neyle? Adım, adım saymalılar.
Yoksa hikaye... Farklı yüzler, aynı hikaye.
Çok daha ağlarız.