ffice

Sevgili Arkadaslar,
?BMN Yazi Kurulu?hakkindaki genel tavriniza dair bir çift lafim olacak ama sonra. Ben bugün size baska ve çok önemli buldugum bir konudan bahsetmek istiyorum. Aslinda bilmediginiz sey ya da seyler degil. Ben anlattikça belki de ?sahi, nasil farketmedik daha önce?? diyeceksiniz. Kimbilir, belki ?bunlari zaten biliyorduk, ne diye tekrarladin ki simdi?? diyenler de çikabilir. Fakat bunlar konunun önemini azaltmaz.
Içinde bol miktarda rant, para, menfaat, söhret, mafya, sike gibi seytanî unsurlarin bulundugu futbolun neredeyse tamami bir illüzyon gösterisine dönüsmüstür ne yazik ki... Neredeyse hiçbir sey göründügü gibi degildir. Gözümüzün önünde bir seyler olup biter ya da biz olup bittigini zannederiz? Aslinda baska bir seyler cereyan etmektedir. Biz de olup bittigini zannettigimiz seyler hakkinda olumlu ya da olumsuz bir takim kanaatler edinir, bunlari söyler, yazar ve çizeriz.
Bu illüzyon sanatini koca bir toplum üzerinde icra eden kisi ve kurumlar, gayet dogaldir ki söz konusu toplumun bazi sosyo-psikolojik özelliklerini çok iyi bilmektedirler. Bu özelliklerden belki de en önemlisi nedir? Bu toplum okumaz, okusa da anlamaz, anlasa da yanlis anlar? Daha birkaç gün önce okudugum bir arastirma sonucunu sizinle paylasayim:
Yapilan arastirmaya göre, Bir Norveçli kitaba yilda 137 dolar, bir Alman 122 dolar, bir Isviçreli, bir Belçikali, bir Avusturyali 100 dolar, bir Amerikali 95 dolar harciyor... Bir Türk'ün kitaba ayirdigi para ise 45 cent...
Bu ne demek?
Bir Japon yilda 25, bir Isveçli yilda 10, bir Fransiz 7 kitap okurken, alti Türk'ün bir kitap okumasi demek...
Durumun vehametini görüyorsunuzdur umarim. Ve yine umarim, o çok begendiginiz ?Esir Sehrin Insanlari? yazi dizisinin son bölümünde tavsiye ettigim ilk seyin ?okumak? oldugunu da hatirlarsiniz?
Pekâlâ kitap okumaz da ne yapar bu koca toplum? Televizyon seyreder. Neyi seyreder? Dizileri, popstar türü yarismalari vs. Esasen böyle bir toplumu kandirmak için illüzyon yapmaya da gerek yoktur belki ama bu kisi ve kurumlar isi saglama alirlar.
Size hemen basit ama çok çarpici bir örnek vereyim. Söyle biraz gerilere gidelim, 1996 yili Agustos ayina? G. Saray adli kulüp, Romanya?nin dünyaca ünlü yildizi George Hagi?yi transfer etmeye çalisiyor. Bizim medya gürültü kiyamet? Hagi çok yasliymis da, son kulübü Barcelona?da bir basari gösterememis, hâttâ kadroya bile giremiyormus da, suymus da buymus da? Çünkü medya dedigimiz organizmanin hakim güçleri F.Bahçe adli kulübün sempatizanlari ya da parali askerleri olan insanlardi. Dolayisiyla G.Saray adli kulübün böylesi dünya çapinda bir transfer yapmasini engellemeye çalisiyorlardi. Bu illüzyon öylesine etkili oldu ki, G.Saray adli kulübün taraftarlarinin bile neredeyse çogunlugu bu transfere karsi çikti. Fakat kabûl etmek lazim gelir ki, G.Saray adli kulübün o zamanki idarecileri büyük bir basiret örnegi sergileyip, tüm bu yazilip çizilen, söylenen seylere kulak tikadilar. Sonra neler oldugunu biliyorsunuz. O zaman ki yasli Hagi -ki henüz 31 yasindaydi- bugün bile idmanli olsa çikip oynar.
Gelgelelim, F.Bahçe adli kulüp bir buçuk yil önce birisini transfer etti. Yine kiyamet koptu ama bu sefer baska sebepten? Bu ne serefti? Bu ne basariydi? ?Fener?e de ancak böylesi yakisirdi. Böyle bir transferi bu ülkede baska kim yapabilirdi? Dünyaca ünlü Hollandali futbolcu Pierre Van Hojdonk Türkiye?ye geliyordu. (Bizim konumuz adamin performansi degil, medyanin tavri elbette.)
Gariptir, Hojdonk Türkiye?ye geldiginde 34 yasindaydi ve medya ?bu adam yasli niye aliyorsunuz?? diye ortaligi velveleye vermedi. Böyle söyleyenler de aykiri bir ses olarak kaldi. Birkaç hafta önce gördüm ki, F. Bahçe adli kulüp bu futbolcuyla sözlesme yenilemeye çalisiyor.
Bir baska örnek, Fatih Terim örnegi... Kendisinin basarili bir teknik adam oldugu tartisilmaz. Fakat acaba göründügü kadar büyük mü bu basari? Daha dogrusu kendisinin gösterdigi kadar? Bu basarilarda yönetim ve taraftarin (ve tabii baska faktörlerin) katkisi ne orandadir? Terim, sezon ortasinda görevden alinirken bile tribünlerden koro halinde "istifa" sloganlari yükselmedi. Öte yandan, ayni kulüpte görev yapmis olan Lucescu, ondan belki de çok daha basarili bir performans sergilemis ve ayrildigi sene takimi sampiyon yapmis olmasina ragmen, neredeyse arkasindan teneke çalinarak gönderildi. Neden dersiniz? Ben söyleyeyim: Televizyondaki görüntülerinin kafalarda biraktigi taban tabana zit imajlar yüzünden... Buyrun kiyaslayalim. Fatih Terim'in maç esnasinda ve maç sonunda demeç verirken sergiledigihal ve hareketleri hatirlayiniz. Nasil da sahadaki oyuna ve oyunculara hükmediyordu, maglup bile olsa maç sonunda nasil da konulara ve olaylara hakim bir edayla konusuyordu, degil mi? Sanirdiniz ki, sahaya üzerlerine G. Saray formasi geçirilmis 11 adet fasülye sirigi çikarilsa yine galip gelir.
Pekâlâ ya Lucescu? Sahada oynayan takimi farkli galip durumda bile olsa, yüzünde sikintili bir çaresizlik ifadesi bulunan, maç sonunda da skor ne olursa olsun "mir mir..." konusan boynu bükük sefil bir adam... Sanki dersiniz, takimin çalistirilmasinda, oyuncu seçiminde en ufak bir etkisi ve dahli olmayan, sirf yabanci oldugu için tahammül edilen miyminti herifin teki... Sonucu yine biliyorsunuz...
Ya bizim Senol Günes'e ne demeli? Kendisi Türk Futbol Tarihi'nin en büyük isimlerinden biridir. Kiymeti bilindi mi? Ne yazik ki hayir... Ne içinden çiktigi camianin tam destegini alabilmistir, ne de basinda bulundugu Milli Takim'i rüyasinda bile göremeyecegi bir basariya tasimis olmasi ülke insanina kendini yeterince kabul ettirebilmesine yeterli olmustur. Hatta hiç unutmam, Dünya Kupasi'nda Kosta Rika maçinin ilk yarisi maglup sona erince, spor yazarligindan geçimini saglayan bir insan, devre arasinda kendisiyle canli yayinda yapilan bir röportajda, Günes'in hemen geriye çagrilip yerine Fatih Terim'in gönderilmesini teklif ve tavsiye etmistir(!) Senol Günes'in derdi de Lucescu ile büyük benzerlik göstermektedir. Onun imaji nedir? Asla yüzü gülmeyen, saha kenarinda sikintidan kendi kendini yiyen, ne yapacagini bilemeyen, çaresizlikten kivranan... Saha disinda, diksiyonu fazla düzgün olmadigi için konustugu tam olarak anlasilamayan, dinleyenleri sikintilara garkeyleyen, çogu zaman gözleri kisik, kafasinin içinde her daim çözemedigi problemler besleyen bir Trabzonlu... Kazandigi basarilari cilalayip da oldugundan büyük gösterebilmek bir yana, yeteri kadar bile anlatamayan...
Sayisiz örnek verilebilir ve gerekirse gene verecegiz ama biz simdi lafi daha fazla uzatmadan, illüzyon kavraminin yazimizin konusuyla ilgili kismina gelelim.
Efendim ne derler? "Filan takimin kadrosu yetersiz..." Bu filan takim, hemen her zaman Trabzonspor'dur tabii... Gerçi baska takimlar için de söylenir ve onlar da belirli maksatlar ugruna gündeme getirilir ama bizim konumuz kendi derdimizdir. Evet, böyle söylenir de ne olur? Bunun etkisi altinda kalan koca bir camiada futbolcunun kendine, taraftarin futbolcuya ve takima yeterli (?) takviyeyi yapamayan yönetime güveni sarsilir. Bir de saha sonuçlari tatmin edici olmazsa homurdanmalar, tartismalar ve bilimum huzursuzluklar alir yürür. Bizler "kadro yetersiz" nakaratini koro halinde hûsû içinde söylerken bu yetersiz kadroyu olusturan 20'li yaslardaki genç futbolcularin psikolojisinin ne hale geldigini hiç düsündük mü acaba?
Müsaadenizle size birkaç isim sayayim: Galip, Yasar, Metin, Ali, Sebahattin... Bu isimleri taniyor musunuz? Ben söyleyeyim... Trabzonspor'un 1979-1980 yilinda sampiyon olan kadrosundan birkaç futbolcu... Tayfun, Alisen, Hüseyin, Hasan Üçüncü'den daha yetenekli, daha parlak oyuncular degildi bu isimler... Fakat önemli bir ayrinti var: O Trabzonspor bir takimdi ve futbol da bir takim oyunuydu.
Kadrosunda barindirdigi yildizlara paha biçilemeyen Real Madrid kulübü, takim olmayi beceremedigi için basarili olamiyor bugün... Efsanevî Alman futbolcu Paul Breitner, "Bu kadar yildizin bir arada oldugu yer takim olmaz, olsa olsa sirk olur" demisti ve zamanla ne kadar hakli oldugu anlasildi. Oysa Real Madrid'in transfer bombalarini patlattigi o günlerde, illüzyonistler bu rüya takimin firtina gibi esecegi yorumlarini yapiyorlardi. Fakat iste felegin çemberinden geçmis bir futbol efsanesi, bu dolmayi yutmamisti.
Sevgili Arkadaslar, sahaya 11 kisi çikan hiçbir takim eksik, 23 futbolcusu bulunan hiçbir kulüp kadrosu yetersiz degildir.
Hele bu kulübün ismi Trabzonspor ise... Elbette ki Ali Kemal Denizci emsalsiz bir forvetti, elbette ki Senol Günes hakkinda söylenen "Avrupa'nin her takiminda rahatlikla oynar" tesbiti sonuna kadar dogruydu... Fakat emin olunuz ki ne rahmetli Cemil Usta bir Roberto Carlos'tu, ne de Bekir Barçin bir Patrick Viera...
Saglicakla kalin...
Yorum