Toplam 9 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 9 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Önemli Şahsiyetler ve Eserleri

  1. #1
    Harun-61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.05.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    41
    Mesajlar
    18,198

    Thumbs up Önemli Şahsiyetler ve Eserleri

    Değerli arkadaşlar bölüm adı kendini izaha gerek kalmayacak kadar açık.

    Önemli bulduğumuz insanları veya eserlerini tanıtabileceğimiz bir bölüm.


    Not: Başlığa Siyaset'i karıştırmayalım


    Buyurun....
    *
    * Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa *

    ~Tasavvuf, Dünya adamını ALLAH adamı yapma Sanatı'dır ~

  2. #2
    Harun-61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.05.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    41
    Mesajlar
    18,198

    Standart

    Fuzuli

    Türk Divan şairi. Temelini bireysel duygu ve sevgide bulan bir şiir anlayışını geliştirmiştir.
    Gerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır. Kerbelâ'da doğdu, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre 1480 dolaylarındadır. 1556'da Kerbelâ'da öldü. Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan'ının girişinde açıklar. Ama "işe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sözcüğünün başka bir anlamı da "erdem"dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır.

    Fuzûlî'nin yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır. Onunla ilgili güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanışından kaynaklanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf, İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki olayları bildirmeyi amaçlayan "gizli bilimler"le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir. Yapıtları incelendiğinde İran şairlerinden Hâfız, Türk şairlerinden de Nesîmî, Nevâî ve Necati'yi izlediği, onların şiir anlayışını, duygu ve düşüncelerini benimsediği görülür.

    İnanç bakımından Fuzûlî, Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam'a karşı derin bir sevgisi vardır. Bütün yaşamını Kebelâ'da, Şiiler'ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi, Kerbelâ olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat'ın katılığına karşı çıkışı bu nedenlerdir. Ancak Ali'ye bağlılığı, Ali'nin tanrısal bir varlık olduğu görüşünü savunan ve İslam ülkelerinde Galiye (aşırılık) diye nitelenen inançla ilgili değildir. Ona göre Ali erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişidir ve Peygamber'den sonra imam (halife) olması gereken kimsedir. Bu görüşü benimsemeye, İslam ülkelerinde, mufaddıla (erdeme bağlı olma) denir. Fuzûlî de bu erdemden yana olanlar arasındadır. Ona göre Ali erdem bakımından, bütün halifelerden ve Peygamber'in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu konudaki inancını Hadîkatü's-Süedâ ("Mutluların Bahçesi") adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen birçok şiir vardır. Bir aralık Bağdat'ı ele geçiren İsmail Safevi'ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir. Fuzûlî'nin, geçimini Kerbelâ, Necef ve Bağdat'ta bulunan On İki İmam'la ilgili vakıfların gelirlerinden sağladığı Farsça Divan'ındaki "Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli" (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılmaktadır. Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat'ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman'a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır.

    Fuzûlî'nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla ilgili düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle "evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur" yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun'dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, ancak sevilen kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu konuda Yeni-Platonculuk'tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı'dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı'nın bir görünüş alanıdır. Bu nedenle yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan "Tanrı özü'nden dışa taşmasıdır (sudûr); "Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ" (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden ver olmuştur).

    Fuzûlî'nin anlayışına göre insan "seven bir varlık"tır, bu sevgi Tanrı ile insan arasındaki bağın özünü oluşturur, ayrı insanın Tanrı'ya yaklaşmasını sağlar. Bu nedenle de yalnız insan sevebilir. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır. İnsanda Tanrı istenci dışında bir eylemi gerçekleştirme olanağı yoktur. İnsan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava), od (ateş) ve su gibi dört oluşturucu öğesi vardır. Ruh ise tanrısaldır, gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra, kaynağına, tanrısal evrene dönecektir, bu nedenle ölümsüzdür. İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir. Fuzûlî, "maarif" adını verdiği gönül bilgisini kişinin özünü ışıklandırması için bir kaynak diye yorumlar, "ey güzel zâtın maârif birle tezyîn edegör" dizesiyle bu konudaki görüşünü açıklar. Onun ahlakla ilgili görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm), ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl). "Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar" diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da "zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği" anlamındaki dizelere geniş yer verir. Ona göre bu yeryüzü bir alışveriş yeridir, herkes elindekini ortaya döker. Bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dünyayı seven de altını, gümüşü sergiler:

    Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder
    Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal

    Fuzûlî, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun, Kuran'ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, kişinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Oysa içinde yaşanan çağın insanı İslam dininin temel ilkelerini bir çıkar aracı olarak kullanmakta, gerçeğinden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle İslam'ın özünden ayrılmak istemeyen bir kimsenin uygulaması gereken yöntem "namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma" biçiminde özetlenebilir.

    Fuzûlî'nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî'yi anımsatan bir nitelik taşır. Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır. Farsça'nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü's-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçe'yi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, elverişli bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî'de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri önemli bir yer tutar. Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler'den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir.

    Divan şiirinin bütün ölçülerini, biçimlerini kullanan Fuzûlî'nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla ilgili şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir "acı çeken varlık" olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür.

    Şiir, Fuzûlî için, düşünceleri, duyguları ortaya koymaya, insanı anlatmaya, kimi sorunları sergilemeye yarayan bir yaratıdır. Şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir varlık görüşünü dile getirmeyi amaçlar. Şiiri oluşturan özlü ve anlamlı sözdür, söz ile kişi kendini ortaya koyar. Öte yandan söz bir yaratma öğesidir: "Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz". Söz, onu söyleyenle bağlantılıdır, onun bulunduğu bilgi ve duygu aşamasını, değer basamağını gösterir.

    Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır
    Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz

    Dizelerinde sergilenen düşünceye göre sözün değerini artıran kendi değerini artırır, kişinin kendi neyse söylediği sözle açığa vurduğu da odur. Söz kişinin aynasıdır.

    Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir "inanç ulusu" olarak benimsenmiş, saygı görmüştür.

    .
    *
    * Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa *

    ~Tasavvuf, Dünya adamını ALLAH adamı yapma Sanatı'dır ~

  3. #3
    Harun-61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.05.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    41
    Mesajlar
    18,198

    Standart

    Seyh Sadi-i Sirazi: Gülistan

    Cehennemlik, araf'a ''cennet'' der

    Daha önce hic deniz yolculugu yapmamis bir köleyle, ayni gemide yolculuk yapiyordu Padisah.

    Köle korkudan tir tir titriyordu.
    Yatistirmak icin cok ugrastilar, sakinlesmedi.
    Padisahin keyfi kacti, tedirgin oldu.
    Herkes caresizdi. Bu sira bir adam atildi öne, ''Izin verirseniz onu sakinlestireyim '' dedi.
    ''Peki'' dedi Padisah, ''Ne yaparsan yap, yeter ki sussun su adam.''
    Denize atmalarini buyurdu adam. Bagirip cagiran köleyi suya attilar. Bir kac kez batip cikti yüzeye. Panik icinde , ''Boguluyorum! Imdaat!'' diye bagirirken yakalayip gemiye cikardilar.
    Güvertenin bir kösenine biraktilar.
    Sessiz ve usulca oturda orda köle.
    Sasirdilar. Padisah neden böyle yaptigini sordu adama.

    ''Gemideki huzur ve güvenin farkinda degildi.''dedi. '' Suya düsünce degerini anladi.''

    Ey karni tok kisi!
    Arpa ekmegi sana hos görümez.Sana cirkin görüneni baskasi sevebilir. Cennet kadinlarina araf cehennem görünür. Oysa Cehennemlige sor, araf ''Cennettir'' der.

    Kimi sevgiliye gögsünü yaslamis, kimi ''gelecek mi acaba?'' diye kapiyi kollamakta. Ne kadar farkli bir durum!

    .
    *
    * Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa *

    ~Tasavvuf, Dünya adamını ALLAH adamı yapma Sanatı'dır ~

  4. #4
    Harun-61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.05.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    41
    Mesajlar
    18,198

    Standart

    - Akşemseddin Hazretleri -

    HAKKINDA YAZILANLAR

    Fethin görünmez mimarı Akşemseddin Hazretleri

    Akşemseddin; Hazret-i Ebûbekir’in evladından, Şihâbüddin Sühreverdi’nin torunudur. Babası Şeyh Hamza (Kurtboğan adıyla meşhurdur) âlim biridir ve oğlunu mükemmel yetiştirir. Mübarek, dudak uçuklatacak kadar zekidir. Hızlı ilerler ve genç yaşta müderris olur. Osmancık medreselerinde talebe okutur. Evet yörede hatırı sayılır bir âlimdir, ancak işin hâkikatına varmak ister. Bunun tek yolu vardır “ledün ilminde mütehassıs bir velinin” huzurunda diz çökmek.

    Arar, sorar, istihareye yatar. Zihninde iki isim berraklaşır. Bunlardan bir tanesi Hâlep’te ki Zeynüddin Hafi Hazretleridir. Diğeri Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli. Akşemseddin yakından başlar. Önce Ankara’ya gider. Ancak Hacı Bayram Hazretlerini kapı kapı teberrû toplarken görür ve yıkılır. Nedenini, niçinini sormaz bile, oracıktan döner, yürür Hâlep’e. Ancak yolda gördüğü rüyalarda, nasibinin Hacı Bayram elinden olduğu işaret edilir. Hatta zincirlerle çekilir ki, uyandığında izi vardır boynunda. Şaşkınlık ve pişmanlık içinde Ankara’ya döner. Yüce veliyi orak tırpan çalışırken bulur. Mübârek garibin birine yardım eder ki kan ter içindedir. Akşemseddin bin pişmandır, boyun büker... Ve kavuşur affa.

    Hacı Bayram Hazretleri bu mütevazı talebesini çok sever, O'na hususi bir ihtimam gösterir. Akşemseddin ayrıca iyi bir hekimdir de. Pastör’den asırlar evvel hastalığa sebep olan mikropları ve karantinanın mantığını anlatır. Hatta o yıllarda “seretan” adıyla bilinen kanseri teşhis eder.

    İstanbul’un kuşatıldığı günlerde Fatih Anadolu’daki âlimleri ordugâha davet eder. Hepsi mükemmel insanlardır, ancak Akşemseddin’le aralarında anlatılmaz bir muhabbet başlar. Nedendir bilinmez bu akça pakça veliyi görünce içi rahatlar. Tabiri caizse kanı kaynar.

    İstanbul gibi bir şehri almak kolay değildir. Dev surlar, haçlı yardımları, derin hendekler, aşılmaz zincirler, Rum ateşi denen bela ve güçlü düşman. Bunlar bilinen şeylerdir ve Fatih herbirine tedbir düşünür.

    YEMEĞİ İÇMEYİ UNUTUR
    Ancak, bazı komutanlar (ki bir çoğu baba emanetidir) zafere inanmazlar. Açıktan açığa “Bu devletin askerine, akçesine yazık değil mi canım?” derler, “Maceranın sırası mı şimdi?”

    Genç sultanı Bizansla boğuşmak değil, yanındakilerle uğraşmak yorar. Yemeyi içmeyi unutur, uykuyu dağıtır. Kendini fena yıpratır. Geceler boyu ağlar ki yastığı hiç kurumaz. Muhasara başlayalı 50 gün geçer, lâkin gözle görülür bir ilerleme yoktur . Rumlar yıkılan surları anında yapar, o acaib ateşleri ile zemini değil, suyu bile yakarlar. Fidan gibi yiğitler ardarda düşerler toprağa. Sultan Mehmed kalabalıklar içinde yalnızdır. Hatta zaman zaman kuşatmayı kaldırmayı düşünür.

    Akşemseddin hazretleri onun zihninden geçenleri okur. “Sakın ha!” der, “Asla vazgeçme!” Zira o, müjdeyi Hızır Aleyhisselam’dan alır. Zaferden zerre kadar şüphesi yoktur. Şehir düşünce, Fatih derin bir nefes alır, büyük güç ve itibar kazanır. Genç sultanın şimdi tek arzusu vardır. Mihmandârı Resulullah Hâlid bin Zeyd’in kutlu kabrini bulmak.

    Akşemseddin Hazretleri kuşatmanın sürdüğü sıralarda türbenin bulunduğu noktaya bir nur indiğini görür. Fatih’i o mahalle götürür. Kısa bir murakabenin ardından iki çınar dalını toprağa diker ve kendinden emin bir ifadeyle. “Büyük sahabe bunların arasında yatıyor!” der. Ancak etraftan “ne malum?” diyenler olur. Hatta birileri padişaha akıl öğretirler. “Bu dalları başka bir yere diktir bakalım” derler, “ihtiyar molla farkedebilecek mi?” Fatih denileni yapar, hatta ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü gömdürür. Ama Akşemseddin dallara bakmaz bile, ertesi gün milimi milimine ilk gösterdiği noktaya yönelir. Hatta bir ara durur “Sultanımızın mührü” der, “Ne arıyor orada?”

    Büyük veli bakar, bu mevzu çok tartışılacak, şüpheye mahal bırakmaz. “Kazın!” buyururlar. Toprağın bir kulaç altından yeşil somaki bir taş çıkar. Üstünde kûfi harflerle “Hâzâ kabri Halid bin Zeyd” yazılıdır. Kalabalık bir hoş olur. Derhal türbe ve mescid hazırlıklarına girişirler.

    KAÇIŞ
    Günler geçer, Fatih, Akşemseddin Hazretleri’ne sıkça gelip gitmeye başlar. Öyle ki devlet işleri oyuncak gelir gözüne. Sarayı, otağı bırakıp döşeği tekkeye sermeye niyetlenir. Nitekim bir gün “N’olur” der, “Beni de dervişleriniz arasına alın”.

    Akşemseddin, hani Fatih’e baba muamelesi yapan o gül yüzlü muallim birden ciddileşir, celalli bir edayla “Hayır!” der, “Osmanoğullarının dervişe değil, sultana ihtiyacı var!”
    Ama Sultan Mehmed’i iyi tanır. Yine gelecek, hem bu kez ısrar edecektir. Buna fırsat vermez. Pılısını pırtısını toplamadan uzaklaşır İstanbul’dan. O yıllarda kuş uçmaz, kervan geçmez bir kuytu olan Taraklı’ya çekilir, sonra Göynük civarlarına yerleşir, kendi halinde talebe yetiştirir. Ama duaları Fatih’le birliktedir.

    Göçemedin gitti yani...
    Akşemseddin Hazretleri birgün oğlunu (4 yaşındaki Hamdi Çelebi) dizine oturtur. Minik yavru bülbül gibi Kur’an okur. Mübârek bir ara hanımına döner. “Biliyor musun?” der, “Aslında dünyanın mihneti, zahmeti çekilmez ama şuncağızın yetim kalmasına dayanamam. Yoksa çoktaaan göçerdim!” Hanımı omuz silker. “Amaaan efendi” der, “sen de göçemedin gitti yani.” Mübarek “İyi öyleyse!” deyip kalkar. Göynüklülerle helalleşir ve mescide çekilir. Talebelerine “okuyun” buyururlar. Bir ara gözleri kapanır, yüzü aydınlanır. Kolları yana düşer ve berrak bir tebessüm oturur dudaklarına. Müridleri eve koşarlar “Başınız sağolsun.” derler, “Efendi göçtü!”


    .
    *
    * Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa *

    ~Tasavvuf, Dünya adamını ALLAH adamı yapma Sanatı'dır ~

  5. #5
    Harun-61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.05.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    41
    Mesajlar
    18,198

    Standart

    - Yavuz Sultan Selim Han -

    Babası: Sultan II. Bayezid
    Annesi: Ayşe Hatun
    Doğum Tarihi: 1470
    Tahta Çıkışı: 25 Nisan 1512
    Ölümü: 21 Eylül 1520
    Uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir padişahtı. Sert tabiatlı ve cesurdu. Kuvvetli bir ilim tahsili yapmıştı.
    Babası Sultan İkinci Bayezid padişah olduktan sonra, askeri sevk ve devlet idareciliğini öğrenmesi için, Şehzade Selim'i Trabzon Sancağı'na tayin etti.
    Şehzade Selim, Trabzon'da devlet işlerinin yanında ilimle uğraşır ve büyük alim Mevlana Abdulhalim Efendi'nin derslerini takip ederdi. Trabzon'u çok güzel idare eden Şehzade Selim'in bu arada komşu devletlerle de ilişkisi oldu.
    Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı (1508). Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi müslüman oldular.
    Çok güzel ata biniyor, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç kullanıyordu. Güreşmekte, ok ve yay yapmada üstüne yoktu. Harpten hoşlanmakla beraber çok ince bir ruha da sahipti. Mütevazi bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, her öğün yemekte tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı.
    Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi. Babasından devraldığı tatminkâr hazineyi ağzına kadar doldurdu. Hazinenin kapısını mühürledikten sonra, söyle vasiyet etti:
    "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührümle mühürlensin."
    Bu vasiyet tutuldu. O tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı daima Yavuz'un mührüyle mühürlendi.
    Yavuz Sultan Selim, ataları hep sakal uzattıkları halde sakalını keserdi. Bunun sebebini soranlara "Sakalımı ele vermemek için kesiyorum" dediği rivayet edilir. Bir kulağına da küpe takardı. 22 Eylül 1520'de "Aslan Pençesi" denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında iken vefat etti.
    Hayatının son dakikalarında Yasin-i Şerif okuyordu. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirdi. Tarihçiler, Yavuz Sultan Selim'i sekiz yıla seksen yıllık iş sığdırmış büyük bir padişah olarak değerlendirdiler.


    .
    *
    * Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa *

    ~Tasavvuf, Dünya adamını ALLAH adamı yapma Sanatı'dır ~

  6. #6
    ezgi cubukcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    23.04.2007
    Nereden
    Manisa
    Mesajlar
    396

    Standart

    Mustafa Kemal Atatürk - Türkiye Cumhuriyeti


    Daha fazlası için...
    http://forum.bordomavi.net/showthrea...t=7217&page=11
    Konu KUTADGU tarafından (10.09.2008 Saat 12:31 ) değiştirilmiştir.
    Futbol taraftardır!

  7. #7
    Harun-61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.05.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    41
    Mesajlar
    18,198

    Standart

    NECIP FAZIL KISAKÜREK
    Düsünür, sair ve yazar (D. 26 Mayis 1905, istanbul- Ö. 25 Mayis 1983). Maras’li bir soydan gelen Necip Fazil’in çocuklugu, mahkeme reisliginden emekli büyük babasinin Çemberlitas’taki konaginda geçti. Ilk ve orta ögrenimini Amerikan ve Fransiz kolejleri ile Bahriye Mektebi’nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladi. Lisedeki hocalari arasinda dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki), Ibrahim Aski gibi isimler vardi. Istanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdikten (1924) sonra gönderildigi Fransa’da Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümünde okudu (1924-25). Paris’te geçen Bohem günlerinden sonra, Türkiye’ye dönüsünde Hollanda, Osmanli ve Is bankalarinda müfettis ve muhasebe müdürü olarak çalisti. (1928-39). Biri Fransiz okulu, Robert kolej, Istanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuari, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Cografya fakültesi’inde hocalik yapti (1939-43). Sonraki yillarinda fikir ve sanat çalismalari disinda baska bir isle mesgul olamadi. Sairlige ilk adimini 17 yasinda iken, annesinin arzusuyla basladi ve ilk siirleri Yeni Mecmua’da yayimlandi (1922). Yeni Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çikan siirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüsü yayimladigi Örümcek Agi (1925) ve Kaldirimlar (1928) adli siir kitaplari onu çok genç yasta çagdasi sairlerin en önüne çikararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlik ve heyecan uyandirdi. Henüz otuz yasina basmadan çikardigi yeni siir kitabi Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayi sürdürdü.

    ‘’Necip Fazil, belki en büyük Türk sairi degildir fakat, Türk Edebiyatinin en kuvvetli siir kitabi her halde Ben ve Ötesi’dir.’’ (Ziya Osman Saba, 1932). Söhretinin zirvesinde iken felsefi arayislarini içinde yeni bir dönemin dogum sancisini hisseden Necip fazil için 1934 yili gerçekten de hayatinin yeni bir dönemine baslangiç olur. Bohem hayatini en koyu yasadigi günlerde, Beyoglu Aga Camii’nde vaaz vermekte olan Naksibendi Seyhi Abdülhakim Arvasi ile tanisir ve bir daha ondan kopamaz. Necip Fazil’in hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunuldugu tiyatro eserlerini birbiri ardina edebiyatimiza kazandirmasi bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri Istanbul Sehir Tiyatrolarinda haftalarca kapali gise oynar, büyük ilgi toplar. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarindandir. Necip Fazil’in sairligi ve oyun yazarligi kadar önemli yönü, çikardigi dergilerle düsünce hayatimiza kattigi zenginlik ve bu dergilerde çikan yazilarla sürdürdügü mücadeledir. Ilk alti sayisini Ankara’da, devamini Istanbul’da çikardigi Agaç dergisi (1936, 17 sayi) dönemin ünlü edebiyatçilarinin toplandigi bir okul olur. Ilk sayisini 17 Eylül 1943’de çikardigi Büyük Dogu dergisi (haftalik: 1943-50, 1954, 1959-67, 1971-78, günlük: 1951-52, aylik: 1969) araliklarla 14 haziran 1978’e kadar yayimina devam etti. Büyük Dogu’da çikan yazilariyla Ismet Pasa ve tek parti (CHP) yönetimine siddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkinda açilan çok sayida davada yüzlerce yil hapis istendi, 163. Maddeye aykiri olan bulunan yazilari ve kimi zamanda bulunan bahanelerle (Ahmet Emin Yalman olayi gibi) birkaç yilda bir hapse mahkum oldu. Cinnet Mustatili (yilanli Kuyudan adiyla da yayimlandi) adli eserinde hapishane anilari yer alir. Sik sik bakanlar kurulu karariyla kapatilan ve çesitli bahanelerle toplatilan Büyük Dogu’nun çikmadigi sürelerde günlük fikra ve çesitli yazilarini Yeni Istanbul, Son Posta, Babialide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayimlandi. Büyük Dogu’da çikan yazilarinda kendi imzasi disinda Adidegmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandi. 1962 yilindan itibaren de hemen hemen tüm Anadolu sehirlerinde verdigi konferanslarla büyük ilgi topladi.

    Basta ideolocya örgüsü (1959) olmak üzere düsünce eserleriyle kültür hayatimiza verdigi büyük hizmet, diger tüm yönlerini bile geride birakacak üstünlüktedir. 1975 yilinda M.T.T.B’de düzenlenen törenle 50. Sanat yili kutlanan Necip Fazil, 1980’de Kültür Bakanligi Büyük ödülü’nü, Iman ve Islam Atlasi adli eseriyle fikir dalinda Milli Kültür Vakfi Armagani’ni (1981), Türkiye Yazarlar Birligi Üstün Hizmet Ödülü’nü (1982) aldi. Türk Edebiyat Vakfi’nca 1980’de verilen beratle Sultan-üs Suara (Sairlerin Sultani) ünvanini kazandi.

    SIIR: Örümcek Agi (1925), Kaldirimlar (1928), Çile (1962), Siirlerim (1969), Esselam (1973).

    OYUN: Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (oyn. Istanbul Sehir Tiyatrolari, 1937, bas. 1938, Yücel çakmakli tarafindan TV filmi olarak çekildi, gösterildi, 1978), Künye (1940), Sabirtasi (1940), Para (1942), Nam-i Diger Parmaksiz Salih (1949 sinemaya uyarlandi, 1950), Reis Bey (1964, Mesut Uçakan tarafindan sinemaya uyarlandi, Istanbul Sinema Senligi’nde gösterildi, 1989), Ahsap Konak (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1965), yunus Emre (1969), Kanli Sarik (1970), Mukaddes Emanet (1971), Ibrahim Edhem (1978), Bütün Eserleri (3 cilt, Ibrahim Edhem disinda tüm oyunlari, Kültür Bakanligi Yayinladi 1976). Kumandan ve Sir adli oyunlari Büyük Dogu’da tefrika edildi, tamamlanmadi.

    HIKAYE: Birkaç Hikaye Birkaç tahlil (1933), Ruh Burkuntularindan Hikayeler (1965), Hikayelerim (1973).

    ROMAN: Aynadaki Yalan (1970), Kafa Kagidi (1983).

    SENARYO: Vatan Sairi Namik Kemal (1944), Senaryo Romanlari (alti senaryo, 1972, bazilari degisik adlarla sinemaya uyarlandi), Battal Gazi (Büyük Dogu’da tefrika edildi), Yangin Var (filme çekildi, senaryosu yayimlandi).

    MONOGRAFI: Eseri ve Tesiriyle Namik Kemal (1940), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1965), Vatan Haini Degil Büyük Vatan Dostu Vahiddüddin (1968), Benim Gözümde Menderes (1970).

    DÜSÜNCE- INCELEME: Çerçeve (1940), Maskenizi Yirtiyorum (1953), At’a Senfoni (1958), ideolocya Örgüsü (1959), Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar (1966), Türkiye’nin Manzarasi (1968), Binbir Çerçeve 1-V (101 çerçeve baslikli bes kitap, 1968- 69), Çepeçevre Anadolu ve Gençlik (1969), Çepeçevre Sosyalizm, Komünizm ve Insanlik (1969), Son Devrin Din Mazlumlari (1969), Yeniçeri (1970), Tarihimizde Moskof (1973), Cumhuriyetin 50. Yilinda Türkiye’nin Manzarasi (1973). Ihtilal (1976), Rapor 1-13 (1976-80).

    DIN- TASAVVUF: Halkadan Piriltilar (1948), Çöle Inen Nur (1950), Altin Zincir (1959, Altin Halka (1960), O ki O Yüzden Variz (1961), Ilim Beldesinin Kapisi Hazret-i Ali (1964), Hulefa-i Rasidin Menkibelerine Ait Bir Pirilti Binbir Isik (1965), Peygamber Halkasi (1968), Tanri Kulundan Dinlediklerim (1968), Nur Hamami (1970), Basbug Velilerden 33 (1974), Veliler Ordusundan 333 (1976), Dogru Yolun Sapik Kollari (1978), Iman ve Islam Atlasi (1981), Bati Tefekkürü ve Islam Tasavvufu (1982).

    HITABE KONFERANS: Abdülhak Hamid ve Dolayisiyla (1937), Müdefaa (1946), Her Cephesiyle Komünizma (1961), Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri (1962), Iman ve Aksiyon (1964), Iki Hitabe (Ayasofya- Mehmetçik, 1966), Müdefaalarim (1969), Hitabe (26 hitabe 1975), Sahte Kahramanlar (3 konferans 1976), Yolumuz, Halimiz, Çaremiz (1977),

    ANI: Cinnet Mustatili (1955), Büyük Kapi (1965. O ve Ben adiyla 1974), Hac (1973), Babiali (1975).

    ÇEVIRI- SADELESTIRME: Mektubat (Imam-i Rabbani’den), El Mevahibü’l-ledüniyye (Imam-i Kastalani’den 1967), Resahat Aynel Hayat (Safi Mevlana Ali Bin Hüseyn’den 1971), Rabita-i Serife (Esseyyid Abdülhakim Arvasi’den 1974), Tasavvuf Bahçeleri (Esseyyid Abdülhakim Arvasi’den 1983). Eserlerinin yeni basimlari, ölümünden sonra Büyük Dogu Yayinevi’nce yapilmaktadir.
    *
    * Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa *

    ~Tasavvuf, Dünya adamını ALLAH adamı yapma Sanatı'dır ~

  8. #8
    Çağatay_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12.05.2006
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    34
    Mesajlar
    8,184

    Standart

    Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk
    "Büyüklük haksızca kazanılanı hak görmek değil, haksızlıklara rağmen kazanabilmektir."

    Özkan Sümer

  9. #9
    Harun-61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.05.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    41
    Mesajlar
    18,198

    Standart

    Alıntı Çağatay_ Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Mustafa Kemal Atatürk
    Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

    Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

    .
    *
    * Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa *

    ~Tasavvuf, Dünya adamını ALLAH adamı yapma Sanatı'dır ~

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •