Arkadaşlar konu uzun ama okurken hayretler içinde kalacaksınız
AİLEEN WUORNOS
Hitchhiker Serial Killer(Otostopçu Seri Katil)
"Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları"
"Onların paralarını çaldım, onları öldürdüm ve yine yapacağım ve başka birini öldüreceğimi biliyorum çünkü uzun süre insanlardan nefret ettim."
"Yaptığım her şeyin altında korkunç bir öfke yatıyor. İdam edilmem gerek çünkü eğer hapisten çıkacak olursam yine cinayet işlerim."
Tam adı "Aileen Carol Wuornos" olan ve ABD'nin en ünlü kadın seri katillerinden biri olarak görülen eşcinsel, hayat kadını. 1989-1990 yılları arasında cinsel ilişkiye girdiği bazı kişileri öldürdüğü, ve cesetlerini ormanda sakladığı ortaya çıkmıştır. 7 kişiyi öldürdüğü iddia edilse de, iki kişinin cesedi bulunamamış ve Wuornos 5 kişiyi öldürmekten yargılanmıştır.
Çoğu kişiye göre Amerika’nın ilk kadın seri katili çoğu kimseye göre de yalnızca şiddet gördüğü için vahşileşen bir kurbandır. Kişilik gelişiminde "Nurture" çıkmazının etkisi söz konusu olduğunda, bariz bir bicimde "nurture" yani yetiştirilme şartlarının olağan dışılığını ispatlayacak bir hayatı olmuştur Aileen Wuornos'un.
Anne babası doğmadan önce boşanır. Babası daha sonra çocuk tacizinden suçlu bulunur ve hapishanede kendini asar. Aileen henüz altı aylıkken annesi bir not bırakıp çeker gider. Büyükannesi ve büyükbabası bakımını üstlenir. Ancak on üç yasındayken tecavüze uğrar, gayri meşru bir çocuk dünyaya getirdiği için o evden de kovulur. Hayatta kalmak için hurda bir arabada barınır, para için fahişeliğe baslar, uyuşturucuya alışır, çoğu zaman da ortalıkta sarhoş olarak gezer.
Yine de yirmi yaşındayken yetmiş yaşında bir adamla evlenmeyi başarır ama kocasını bastonla dövdüğü için evliliği sadece bir ay sürer.
Nihayet 1986 yılında hayatinin aşkı Tyria Moore adında bir lezbiyenle karşılaşır. Dört sene beraber yasarlar. Ancak Wuornos'a en son darbeyi de sevgilisi vurur ve yakalandıktan sonra aleyhine tanıklık eder.
Mahkeme kararıyla Aralık 1989 ve Kasım 1990 arasında toplam 5 kişiyi öldürmekten suçlu bulunur ve ölüme mahkum edilir. Rivayete göre, kararı duyunca "Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları" diye bağırmıştır.
Önceleri öldürdüğü insanların kendisine saldırdığını öne süren Wuornos, idamdan hemen önce ise "Yaptığım her şeyin altında korkunç bir öfke yatıyor. İdam edilmem gerek çünkü eğer hapisten çıkacak olursam yine cinayet işlerim." diyerek suçunu itiraf etti.
Wuornos, 9 Ekim 2002 çarşamba günü idam edilmiştir.
2003 tarihli Monster filmi dışında 1993 yılında New York film festivali'nde bir bolumu gösterilen Aileen Wuornos: The Selling of a Serial Killer isimli bir belgesele de konu olmuştur. Gilles De Rais, yani Mavi Sakal’in kadın versiyonu sayılan bir Kara Dul olmadığı, yani belli bir motif ve amaç doğrultusunda kurbanlarını ortadan kaldırmadığı için çoğu profil uzmanına göre bir seri katil sayılmasa da kesinlikle gelmiş geçmiş en soğukkanlı katildir.
HAKKINDA FİLM:
1-Monster -Charlize Theron and Christina Ricci
2-Aileen: The Life and Death of a Serial Killer
3-Aileen Wuornos: The Selling of a Serial Killer
ALBERT DESALVO
Boston Strangler-Boston Kasabı-Boğucu
1931 -1973
"Ben mi? Ben kadınlara zarar vermem. Ben kadınları severim."
İşe cinsel tacizle başladı. Manken ajansına Model arıyormuş gibi kapı kapı dolaşıp kadınların beden ölçüsünü alır ve bu sırada vücutlarına dokunduğu kadılara cinsel taciz yapıyordu. Bu yüzden kısa bir hapis dönemi geçirmiş ve çıktığında tecavüzcülüğe terfi etmiştir.1960’ların başında New Englan’da yüzlerce kadına saldırdı. Bu sırada yeşil işçi kıyafetleriyle dolaştığı için kendisine ‘Yeşil Adam’ deniyordu.
1962’de lakabı artık ‘Boston Canisi’ idi. O artık 18 ayda 13 kadını vahşice öldüren tatlı dilli bir sadistti.
Onun vahşiliği daha çocukluk yıllarında ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir köpek yavrusunu bir kediyle aynı sandığa kapatır ve kedinin, köpeğin gözlerini çıkarmasından zevk alırdı.
Ordudayken evlendi. En vahşi cinayetleri işlediği sırada bile normal bir koca ve baba gibi görünmeyi başarabiliyordu.
Onun şeytani bir libidosu vardı. Günde en az 6 kez Seks yapmak istiyordu.
İlk cinayetlerinde tamirci olarak gittiği evlerde tatlı diliyle kandırdığı orta yaşlı kadınları hedef aldı. Onlar tecavüz edip boğduktan sonra, vücutlarını kesiyor, cinsel organlarına şişe ve benzeri maddeler sokuyor ve boğmakta kullandığı naylon kadın çoraplarıyla çenelerinin altına bir çeşit fiyonk yapıyordu. Bu bir çeşit imzaydı.
1962’den sonra genç kadınlara yöneldi ve daha da vahşi bir hal aldı. Bir kadını yirmi kez bıçaklıyor, diğerini ise yatağın başucuna dayıyor, boynuna pembe bir fiyonk, cinsel organına süpürge sopası sokuyor ve sol ayağının dibine bir yeni yıl kartı bırakıyordu.
Yakalanma sebebi de ilginç doğrusu. Yine böyle bir kadını evde sıkıştırıp ellerini ayaklarını bağlamış ve eğer ses çıkarırsa onu öldüreceğini söyleyerek tehdit etmiş. Fakat bir süre sonra onu çözüp özür dilemiş ve oradan kaçmış, kadın polisi aramış ve bu vesileyle de yakalanmış duygusal katilimiz.
De Salvo Boston Canisi Cinayetlerinden değil, Yeşil Adam Tecavüzlerinden yakalandı. Eyalet akıl hastanesinde yatarken arkadaşlarına kadınları nasıl boğduğunu anlatmaya başladığında gerçek anlaşıldı. Ancak Boston Canisi cinayetlerinden ceza almadı. Maharetli avukatı F.Lee Bailey onu cinayet suçlamalarından kurtarmayı başarmıştı. Tecavüzlerden Ömür boyu hapis cezası aldı. Kasım 1973’te bir mahkum tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Kurbanları:
1. Anna Slesers 55 14th June 1962
2. Mary Mullen 85 28th June 1962
3. Nina Nichols 68 30th June 1962
4. Helen Blake 65 30th June 1962
5. Da Irga 75 19th August 1962
6. Jane Sullivan 67 20th August 1962
7. Sophie Clark 20 5th December 1962
8. Patricia Bissette 23 31st December 1962
9. Mary Brown 69 9th March 1963
10. Beverley Samans 23 6th May 1963
11. Evelyn Corbin 58 8th September 1963
12. Joann Graff 23 23rd November 1963
13.Mary Sullivan 19 4th January 1964
Hakkında Kitap:
The Boston Stranger, 1967, Gerold Frank
ALBERT FİSH
Hamilton Fish, Hannibal Lector, Albert Fish
Albert Fish Early 1900's
"Gerçek acının son aşaması olarak gördüğüm ölüm fikrini çok sevdim"
1870 Washington doğumlu seri katildir. Beş yaşındayken babası öldüğünde onu bir yetimhaneye yerleştirdiler. Burada geçirdiği çok sıkıntılı iki yıl onun psikolojisini bozdu. Yedi yaşına geldiğinde annesine teslim ettiler. Ancak korkunç baş ağrıları çekiyordu. Liseyi bitirdikten sonra ülkede yolculuk yapmaya ve ufak tefek işlerde çalışmaya başladı. Bu durum ona suç işlemek için mükemmel bir fırsat sunuyordu.
1910 yılında işkenceler eşliğinde ilk cinayetini işledi. Kendisine kurban olarak kolay hedef olan çocukları seçmişti. 1920 yılına kadar yolculuklarına devam etti ve izini kaybettirdi. Yolculuk yapmaya devam ederken arkasında birçok kurban bırakmış olabilir miydi? Kurbanlarına acı çektirirken aynı zamanda kendisine de işkenceler yapıyordu. Kasıklarına toplu iğneler batırıyordu. 1910 da başlayıp yakalanıncaya kadar cinayet işlemeye devam etti. 1932-1934 arasında kurbanlarına ve kendisine işkenceler ve yamyamlık yaparak işlediği 4 cinayet ona Brooklyn Vampiri ünvanını getirdi. Onun cinayet sayısı kesin bilinmemekle beraber en az 15 olmasından şüphe duyuldu.
Albert Fish e "Amerika’nın Öcüsü" adı verilmiştir ve bununda iyi bir nedeni vardır. Sevimli bir ihtiyar görünümü altına gizlenmiş bu korkunç yamyam tüm ebeveynlerin karabasanıydı: çocukları hoşlarına gidecek bir vaatle kandırarak ortadan kaldıran bir iblis.
Halkın ilgisinin Fish’e dönmesine neden olan suç, 1928 de Grace Budd adında 12 yaşındaki sevimli bir kız çocuğunun kaçırılıp öldürülmesiydi. Ebeveynleri ile arkadaşlık kurmasının ardından Fish, şeytanca bir yalan uydurdu. Yeğeninin doğum günü partisi olduğunu söyledi ve Grace in gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir büyükbaba gibi görünen bu ihtiyar adamın bir canavar olduğunu bilmelerine hiç bir imkan olmayan Bay ve Bayan Budd daveti kabul ettiler.
En güzel kıyafetlerini giyen güven dolu küçük kız, Fish ile birlikte yola koyuldu. Fish, onu New York City’nin kuzey banliyölerinden birinde, yakınlarında hiçbir bina olmayan terk edilmiş bir eve götürdü. Burada onu boğdu, vücudunu parçalara ayırdı ve parçaların bir bölümünü kaldığı pansiyona getirdi. Burada kızın "etini" havucu, soğanı ve jambon dilimleriyle tam bir yamyam yahnisi şeklinde pişirdi. Bundan sonraki 9 günü odasından çıkmadan bu iğrenç yemeği yiyip devamlı mastürbasyon yaparak geçirdi.
Sonraki 6 yıl botunca Fish serbest dolaştı, ancak Grace Budd olayını kendi kişisel haçlı seferine dönüştüren William King ismindeki bir New York City dedektifi onu inatla arıyordu. Buna rağmen Fish kaçmayı başarabilirdi; tabii kendi içindeki şeytanlarla başa çıkabilseydi. 1934’te Bayan Budd’a bugüne dek yazılmış en hastalıklı mektuplardan biri olan bir mektup göndermeye kendini mecbur hisseti. Sonuçta King, Fish’i mektup kağıdındaki antetten bulup yakalayabildi.
Fish tutuklandığında yetkililer elerinde tasavvur edilemez sapkınlıkla bir suçlu olduğunu hemen anladılar; bu adam bütün ömrünü acı vererek -- hem kendisine hem de başkalarına -- geçirmiştir. Diğer bir çok seri katil gibi, Fish de bir din manyağıydı ve günahlarının cezası olarak kendisine çok tuhaf işkenceler yapmıştı -- deri kayışlarla ve her yerinden çiviler fırlamış sopalarla kendisini dövmek, kendi dışkısını yemek, kasıklarına dikiş iğneleri sokmak gibi. Yaraladığı ve öldürdüğü çocuklar onun kaçık zihninde Tanrı ya verilen kurbanlardı. Savunma makamı tarafından Fish i muayene etmesi için çağırılan New Yorklu ünlü psikiyatr Dr. Fraderic Wertham, ihtiyar adamın "bilinen her türlü cinsel sapkınlığa" sahip olmasının yanında, bugüne değin kimsenin duymadığı anormallikler taşıdığını belirtmiştir (acayip zevklerinin arasında idrar yoluna gül sapı sokmak da vardı). Hapishanede çekilen leğen bölgesi röntgeninde, mesanesinin etrafındaki alana sokulmuş 29 iğne bulunmuştu.
1935 teki duruşmasında jüri onun deli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen yine de elektrikli sandalyede idam edilmesi gerektiğine inandı. İdam kararının açıklanmasından sonra, bu anormal ihtiyarın "Elektrikli sandalyede ölmek ne de büyük bir zevk olacak! Bu tadacağım en büyük zevk olacak -- şimdiye kadar tatmadığım tek zevk" dediği bildirilmiştir.
16 Ocak 1936 da 65 yaşındaki Fish elektrikli sandalyeye gitti -- Sing Sing de idam edilen en yaşlı insandı.
Hakkında Kitap:
Black House, Stephen King
Deranged, 1990, Harold Schechter
Hakkında Film:
Kuzuların Sessizliği, Filmdeki Hannibal Lektor tiplemesi ondan esinlenilerek yaratılmıştır.
ALBERT FİSH EN HASTA MEKTUP
Şüphesiz, bir seri katil tarafından yazılan en hasta mektup, yamyam çocuk katili Albert Fish’in 1928 yılındaki on iki yaşındaki kurbanı Grace Budd’ın annesine 8 yıl sonra 1934 ‘te yazdığı mektuptur. Büyük şanstır ki Bayan Budd okuma yazma bilmiyordu ve böylelikle bu rezil mektubu okuma dehşetinden kurtulabilmişti. Bu mektubun aslı bu gün sanatçı Joe Coleman’ın koleksiyonundadır.
Çok Sevgili Bayan Budd,
1894’te bir arkadaşım Steamer Tacoma gemisinde denizci olarak denize açılmıştı. San Francisko’dan Hong Kong’a gitmek üzere yola çıkmışlardı. Limana varınca iki arkadaşı ile karaya çıkmışlar ve çok içip sarhoş olmuşlar. Döndükleri zaman geminin limandan ayrıldığını görmüşler. Bu sırada orada kıtlık hüküm sürmekteymiş. Etin kilosu 2-6 dolar arasındaymış. Çok fakir olanlar arasında açlık sıkıntısı o kadar büyükmüş ki diğerlerinin açlıktan ölmesini önlemek amacıyla 12 yaşından küçük tüm çocuklar, et olarak pazarlanmaları için kasaplara satılıyorlarmış. Herhangi bir kasaba gidip pirzola, biftek, kuşbaşı isteyebilirmişsiniz. Çıplak bir çocuk vücudunun bir kısmı önünüze getirilir ve istediğiniz parçaları kestirebilirmişsiniz. Bir kızın veya oğlanın kalça kısmı, en lezzetli bölümmüş ve dana kotlet olarak satılan en pahalı etmiş. John orada çok uzun kalmış ve insan etine karşı bir düşkünlüğü oluşmuş. New York’a dönünce biri 7 diğeri 11 yaşında iki oğlan çocuğu çalmış. Onları evine götürüp soymuş ve bir dolaba kapamış. Sonra tüm giysilerini yakmış. Her gün etlerinin iyi ve yumuşak olması için onlara işkence yapıp dövmüş. Önce 11 yaşındaki oğlanı öldürmüş, çünkü onun poposu daha tombul ve tabi ki daha etliymiş. Kafası, kemikleri ve bağırsaklarından başka vücudunun her bir parçasını pişirip yemiş. Fırında pişirmiş (tüm popsunu), haşlamış, kızartmış ve kuşbaşı yapmış. Küçük oğlana da aynı şeyleri yapmış. Ben o zamanlar 409 Doğu 100. Sokak’ta oturuyordum. Bana insan etinin çok lezzetli olduğunu o kadar sık söylemişti ki ben de tatmayı aklıma koydum. 3 Haziran 1928 Pazar günü sizin 406 Batı 15. Sokak’taki evinize geldim, peynir ve çilek getirdim. Öğlen yemeğini birlikte yedik. Grace, kucağıma oturdu ve beni öptü. Onu yemeyi aklıma koydum. Onu bir partiye götüreceğimi söyledim. Siz de evet gidebilir dediniz. Onu Westchester’da daha önce gözüme kestirdiğim boş bir eve götürdüm. Oraya vardığımızda ona dışarıda beklemesini söyledim. Kır çiçekleri toplamaya başladı. Yukarı çıktım ve tüm giysilerimi çıkardım. Çıkarmasaydım üzerlerine kanın bulaşacağını biliyordum. Her şey hazır olunca, pencereden onu çağırdım. O odaya girinceye kadar bir dolapta saklandım. Beni çıplak görünce ağlamaya başladı ve merdivenlerden inmeye çalıştı. Onu yakaladım ve o da bana annesine şikayet edeceğini söyledi. Önce onu tamamen soydum. Nasıl da tekmeledi, ısırdı ve tırnakladı. Boğazını sıkarak onu öldürdüm ve sonra da etlerini odama götürebilmek için ufak parçalara böldüm. Pişirdim ve yedim. Fırında pişen küçük poposu öylesine yumuşak ve tatlıydı ki. Tüm vücudunu yemem dokuz gün sürdü. Ona tecavüz etmedim, ama istesem bunu yapabilirdim. Bir bakire olarak öldü.
ANDREİ ROMANOVİCH CHİKATİLO
"Ben doğanın bir hatasıyım, deli bir hayvanım”
"Yaptıklarımı cinsel bir tatmin için değil, daha çok huzur bulabilmek için yaptım"
Yöneticiler Seri Cinayetleri çürümüş bir batı fenomeni olarak ilan edip propaganda malzemesi yaptığı sırada, suç tarihinin en büyük psikopatlarından biri Liman şehri Rostov’da bulunmaktaydı. Sınıfsız bir toplumda suç var olamaz doktrinini çürütmemek için Yetkililer 12 yıl boyunca bu canavarca işler yok sayıldı ve toplumdan gizlendi. Bu durumda zavallı vatandaşlar yıllarca bu canavar katille yan yana yaşadıklarını bilemediler.
42 yaşındaydı, evli ve çocukluydu, bir farikada çalışıyordu.
Oğlanlar, kızlar ve savunmasız genç kızları hedef olarak seçmişti. Çoğu zaman onları evlerine bırakmak, karınlarını doyurmak ve yardım etmek bahanesiyle otobüs duraklarından yollardan alıp, ıssız yerlere ormanlara götürürdü. Burada onlara hayal gücümüzü zorlayan kötülükler yapıyordu. Dillerini kesiyor, meme uçlarını ısırarak koparıyor, cinsel organlarını yiyor, gözlerini çıkarıyordu. Bu saydıklarımız sadece onun yaptıklarından birkaçıdır. 1984’te dört haftalık bir dönemde 6 genç insanı doğramıştır.
Chikatilo 1990 yılında yakalandığında 53 insanın öldürülmesinden yargılandı. Ancak herkes biliyordu ki gerçek sayı çok daha fazlaydı. Kurbanların ailelerinden korunması için çelik kafes içinde mahkemeye getirildi. İdama mahkum edildi ve 1994 yılında idam edildi.
Hakkında Kitap:
Hunting The Devil, 1993, Richart Lourie
Hakkında Film:
Citizen X-Chris Gerolmo'nun Robert Cullen'in aynı adlı romanından uyarlay... 1995 yılında TV için çektiği ama başarısı üzerine sinemalarda gösterilen, 50'den fazla insan öldüren Rusya’nın tek seri katili Andrei Romanovich Chikalito'nun hikayesini anlatıyor. Yönetmen Neil Jordan'ın favori aktörü Stephen Rea, seri katilin peşindeki yorulmak bilmeyen ve komünist sisteme isyan eden ajan rolünde inanılmaz basarili, Donald Sutherland ve Max Von Sydow diğer başrol oyuncularıdır. Chikatilo’yu ise Jefrey De Munn canlandırmıştır.
ANDREW PHİLLİP CUNANAN
“İnsanlar beni tanımıyor. Tanıdıklarını sanıyorlar ama, tanımıyorlar”
31 Ağustos 1969’da doğdu. California San Diego’da zenginlerin yaşadığı Bir semtte büyüdü. Dört kardeşin en küçüğüydü. İyi bir eğitim aldı. Zeki bir beyin üstün bir hafıza, rahat sevimli tavırlar ve temiz bir görünüşü vardı. Eski bir donanma mensubu olup sonradan borsa simsarlığı yapmaya başlayan babası, oğlunu bir kilise mensubu olarak tanımlıyor, Annesi Mary Ann ise onun 6 yaşındayken incil okumaya başladığından söz ediyordu. Alçak gönüllü ve iyi bir öğrenciydi. Ama ilgi çekmeye meraklıydı. Unutulmayacak bir insan olmak istiyordu.
1990’ların başında San Francisco’da ortaya çıktığında eşcinsel bir kimliğe sahipti. Ünlü kişilerle birlikte görülüyordu sürekli. İyi giyiniyor ve kaliteli bir yaşam sürüyordu. Aslında Cunanan işsizdi ve bir çeşit Jigolo olarak güç sahibi kişilerden faydalanıyordu. Onu asıl cazip yapan fiziği değildi, kişiliği, zekası ve sosyal becerileriyle çevre ediniyordu. Tabi buna sıradışı seks deneyimleri de katkı sağlıyordu. Annesi onu “Paralı Erkek Orospu” olarak tanımlıyordu.
Ancak bir süre sonra ona hamilik eden yaşlı sanatsever sevgilisi onu terketti ve bu onun sonunun başlangıcı oldu. Uyuşturucu satmaya ve kullanmaya başladı. Kilo aldı, şehrin sokaklarında pejmürde bir şekilde dolaşmaya başladı ve yalnız kaldı.
Şehirden ayrılıp Mineapolis’e gitti. Burada sevgilisi Dave Madson vardı. Bir kaç gün birlikte takıldılar. Madson’ın Jeffrey Trail adında bir arkadaşı vardı. Muhtemelen sevgilisiydi. 27 Nisan 1997 gecesi, Madson’ın dairesinden çığlıklar ve gürültüler yükseliyordu. Ertesi gün polis, Jeffrey’in cesedini Madson’ın dairesinde bir halıya sarılmış halde buldu. Başına aldığı sayısız çekiç darbesiyle öldürülmüştü.
Bu olaydan bir kaç gün sonra 1 Mayıs günü Cunanan ve Madson, şehrin 80 km uzağındaki bir göl kenarına gittiler. Cunanan burada Jeffrey’in tabancasıyla Madson’ın kafasına bir kaç el ateş etti ve onun kırmızı Jipiyle güneye doğru hareket etti.
Bir süre sonra Chicago’da ortaya çıktı. Lee Miglin adında 72 yaşındaki emlak kralının evine kabul edilmeyi başarmıştı. Onu vahşice öldürdü. Kafasını koli bandıyla sardıktan sonra vücudunu defalarca budama makasıyla bıçakladı ve bahçe testeresiyle boğazını kesti. Buradan Mingin’in arabasıyla doğuya doğru hareket etti. Pensiyvanya New Jersey’de 45 yaşındaki bir mezarlık bekçisi olan William Reese’I aynı tabancayla öldürdü. Takvimler 9 Mayısı gösteriyordu ve Cunanan Reese’in kamyonetiyle oradan uzaklaşıyordu. İki haftada 4 kişiyi öldürmüştü.Kısa sürede Amerika’da en çok arananlar listesine girmiş, gazetelere ve televizyolara konu olmuştu. Yani önemli olmayı başarmıştı. Ama bir suçlu olarak. Miami’ye giderek bir otele yerleşti. Bir süre burada kaldı.Gündüzleri uyuyor ve geceleri ise gay barlara takılıyordu. Bu sıralarda otelin bulunduğu South Beach’te iki blok ötede ünlü modacı Versace’in malikanesi vardı. 14 Temmuz sabahı Versace alış verişten eve döndüğünde Cunanan onu kapının önünde bekliyordu. Ve 50 yaşındaki modacının başına iki el ateş etti.Polis müfettişleri Mezarlık bekçisinin arabasını bulduklarında içinde Cunanan’ın kanlı kıyafetleri ve pasaportu vardı.Versace cinayeti dünya çapında bir şok etkisi yarattı. Tüm dünya basınında fotoğrafları ve haberleri yayılırken O, kadın kılığında serbestçe dolaşıyor ve polisle kedi fare oyunu oynuyordu. 25 Temmuz 1997 tarihinde Versace’nin öldürüldüğü yerin yalnızca kırk blok ötesinde demirli bir teknenin bakıcısı tekneye girdiğinde bir yabancıyla karşılaştı. Polise haber vermek için telişla dışarı çıktığı sırada bir el silah sesi duyuldu. Kısa süre sonra polis büyük bir operasyon başlatmıştı. Ve gaz bombası eşliğinde tekneye giren özel tim, Cunananı şortla yatağa uzanmış ve kendini ağzından vurmuş olduğunu gördüler.
BEHRAM
Öldürme rekoru ise bir Hintli'nin elinde. Adı Behram. Soyadı bilinmiyor. 1790-1840 arasında Uttar Pradeş bölgesinde Hindistan'da bir mezhep olan Thuggee inanışına göre yapılan törenlerde tam 931 kişiyi beyaz ve sarı renkli bir kumaş parçasıyla boğarak öldürmüştür.
Behram 931 rakamıyla dünyada erişilmesi güç bir seri cinayet rekorunu elinde tutmaktadır.
THUGGEE TARİKATI
Hindistan’da 600 yıl boyunca varlığını sürdüren bir caniler tarikatıdır. Gizli bir soyguncular ve katiller topluluğu olan Thuglar, adına sayısız suçlar işledikleri yamyam tanrıça Kali’ye taparlardı. Thug kelimesi Hintçede sahtekar ve kandıran anlamına gelen Thag kelimesinin çarpıtılmışıdır. Kandırmak onların cani taktiklerinin başında gelirdi. Masum yolcular gibi davranan bir gurup Thug, hacıların veya tüccarların oluşturdukları bir kervana katılıp, onları uygun yerlere doğru yönlendirir ve tanrıçalarına ilahiler okuy... hepsini aynı anda boğarlardı. Cesetlerini parçalayıp karınlarını deştikten sonra onları gömerler ve mezarlarının üstünde kendilerine ziyafet çekerlerdi.
Tarikat üyelerinin çocukları da bu topluluğa katılırlar ve kilden yapılmış mankenler üzerinde cinayet yöntemini öğrenirlerdi. Nesiller boyunca Thuglar Hindistan’da sayısız kurban boğdular. 1830 yılından itibaren İngilizler Thuglara savaş açtılar ve 1860 yılına kadar onların köklerini kazıdılar.
Mutlak gerçek kötülük konusunda Thugları geçmek zordur. Bu nedenle renkli macera filmlerinin ikisinde Kali’ye tapan bu tarikat kötü adam olarak betimlenmiştir.
1-Gunga Din-George Steven
2-İndiana Jones ve Kıyamet Tapınağı-Steven Spielberg
CARL PANZRAM
"Keşke tüm insanlığın tek bir boynu olsaydı ve o da benim elimde olsaydı"
“Bütün bunların hiçbiri için en ufak bir pişmanlık ve üzüntü duymuyorum”
“Biraz düşünmek için bir kenara oturmuştum. Orada otururken 11 ya da 12 yaşında bir çocuk geldi. Bir şeyler arıyordu. Buldu da. Onu birkaç yüz metre uzaklıkta bir taş ocağına götürdüm. Onu orada bıraktım, ama önce tecavüz ettim, sonra da öldürdüm. Onu bıraktığım sırada beyni kulaklarından çıkıyordu ve asla bundan daha ölü olamazdı.”
1920’lerin sonlarındaki son hapis cezası sırasında, işlediği 21 cinayeti, sayısız ağır suçu ve binden fazla fiili Livatayı itiraf etmiştir.
İlk cezasını sarhoşluk ve asayişi bozması sebebiyle 8 yaşındayken aldı. 11 yaşındayken bir dizi hırsızlık nedeniyle Islahevine konuldu. Burada geçirdiği süre içinde binalardan birini yakarak, Yüzbin dolarlık bir hasara sebebiyet verdi. 1904 yılında 13 yaşındayken suç işlemek hakkında geniş bilgi birikimine sahip olarak buradan çıktı.
Annesinin gözetimi altında kalması şartıyla salıverilmişti. Ancak o bu duruma uzun süre katlanamadı ve evden kaçtı. Bir trenin vagonunda dört iri yarı serserinin toplu tecavüzüne uğradı. Bu olay ona yeni bir şey öğretmişti. Güç ve kudret her şeyi doğru kılar.
16 yaşındayken Orduya katıldı. Ancak askeri disiplin ona göre değildi. Askeri Mahkemeye verildi ve 3 yıla mahkum oldu.
Serbest bırakılmasından sonra son derece vahşi ve çarpıcı Suç Kariyerine başlangıç yaptı. Dünya turuna çıktı. Avrupa, Afrika, Güney Amerika’yı dolaştıktan sonra tekrar ABD’ye döndü. Ardında bir sürü ceset bırakmıştı.
1920’de Panzaram, en kötü şöhretli suçunu işledi. Çok karlı bir hırsızlıktan sonra bir yat satın aldı ve bedava kaçak içki vaadiyle 10 gemiciyi kandırdı. Gemiciler kör kütük sarhoş olunca Panzaram hepsine tecavüz etti ve başlarına birer kurşun sıkarak cesetlerini denize attı.
Bu olaydan sonra bir ticaret gemisinde tayfa olarak batı Afrika’ya gitti. Timsah avlamak için 8 yerli hamal kiraladı. Afrikalıları öldürüp tecavüz ettikten sonra onları Timsahlara yedirdi.
1928 yılında Amerika’ya döndü, Washington civarında yaptığı bir dizi hırsızlık olayı nedeniyle tutuklandı ve 20 yıl hapse mahkum oldu. Hapishaneye girdiğinde, “Beni burada ilk rahatsız eden adamı öldürürüm.”demişti. Bir yıl sonra da dediğini çamaşırhanenin ustabaşının kafasını parçalay... yaptı. Bu suçtan dolayı Ölüm Cezasına çarptırıldı. 5 Eylül 1930 tarihinde asılarak idam edildi.
Panzaram ölüme bile dilinde küfürle gitmiştir. Cellat ilmiği hazırlarken “Çabuk ol Hortumcu piçi, sen aptalca ortalıkta dolaşırken, ben şimdiye kadar bir düzine adamı asmıştım.” Demiştir.
Hakkında Kitap:
Killer, 1970, Thomas Gaddis-Jamer O. Long
Hakkında Film:
Katilin Günlüğü