1984... Son Şampiyonluk ve Fenerbahçe Maçı
Gün agarirken yataktan kalkip, gözlerimi bile ovusturmadan elimi yüzümü yikadiktan sonra giyinmeye basladim. Gece yatarken, sabah beni uyandirmasi için kurdugum saatin çalmasina bile gerek kalmamisti. Zaten dogru dürüst uyumamis, geç kalirim korkusuyla gece boyunca kaç kere uyanmistim... Oysa okula gittigim hafta arasi günlerde, annem yarim saat ugrasirdi beni kaldirabilmek için...
Kahvalti mahiyetinde alelacele birseyler atistirip yola koyuldum. Maça gidiyordum... Hem de öyle siradan bir maça degil, Fenerbahçe maçina... Yolda giderken, sezonun geride kalan kisminda olup bitenleri söyle bir zihnimde tazeledim:
Trabzonspor, transfer döneminde Samsunspor'dan Hasan Sengün'ü (Dobi Hasan), Fenerbahçe'den Osman Denizci'yi ve Rizespor'dan da Hasan Vezir'i alarak zaten güçlü olan kadrosunu iyice takviye etmis ve sampiyonlukta hayli iddiali bir duruma gelmisti. Hazirlik maçlarinda parlak sonuçlar elde eden ve Ali Kemal Denizci'nin jübilesinde Istanbul'da Besiktas'i da 2-1 yenen Trabzonspor, sezonun ilk maçlarinda bir takim sikintilarla karsilasmis, Zonguldakspor'u Trabzon'da güzel bir futbolla 3-1 yendikten sonra 2.hafta deplasmanda Boluspor'a 1-0 yenilince pusuda bekleyen Istanbul basini vaveylâyi koparmisti. 3.hafta da kendi sahasinda Ankaragücü ile 0-0 berabere kalinca camia karismis ve büyük baskan Mehmet Ali Yilmaz, teknik direktör Ahmet Suat Özyazici'yi gönderip yerine Avrupali isim yapmis bir teknik adam getirmenin hesaplarini yapmaya baslayarak, ne kadar iyi bir yönetici (!) oldugunun isaretlerini o zamandan vermeye baslamisti. Neyse ki takim bir sonraki maçta Trabzon'da Besiktas'i 3-1'lik skor ve muhtesem bir futbolla yenince sular durulmus, ilk yariyi lider G.Saray'in bir puan gerisinde tamamlamisti. Ilerleyen haftalarda Trabzonspor inatla zirveyi takip etmis, sonralari lider olmus olan F.Bahçe'nin Kocaelispor deplasmanindan 1-0'lik yenilgiyle eli bos dönmesi ve kendi sahasinda Adanaspor'u 4-0 yenmesi sonucu bir puan farkla liderlige yükselmis ve iste o gün gittigim F.Bahçe- Trabzonspor maçi gelip çatmisti.
Eger Trabzonspor bu maçi kazanirsa, o zaman 2 puan sistemi uygulandigi için fark 3 puana çikacakti. Daha ligin bitmesine 10 hafta olmasina ragmen, F.Bahçe'nin bahsi geçen iki oyuncudan mahrum ve bundan dolayi büyük moral çöküntüsü içinde olmasi ile Trabzonspor'un yüksek form grafigi nedeniyle herkeste "kazanirsa Trabzonspor sampiyon olur" görüsü hakimdi. Hatta beraberlik halinde bile Trabzonspor'un sampiyonlugu artik birakmayacagi düsünülüyordu.
Arkadaslarla bulusup stada girdik. Daha saat sabahin sekizi... Maçin baslamasina sekiz saat var ama tribünler dolmaya basladi bile... O zamanlar büyük maçlarda tribünler esit olarak bölünüyor ve daha kalabalik olacaklarini varsayan rakip takim taraftarlari ilk dakikalarda bize hitaben, "bir avuç i..., dua etsin polise" diye bagiriyorlar. Ancak ilerleyen saatlerde tribünlerin yarisini filan degil, dörtte üçünü bizim doldurdugumuzu görünce kuyrugu kistirip susuyorlar...
Neyse vakit geliyor, maç basliyor... Dogal olarak iki takim da son derece kontrollü oynuyor. Zaten böyle bir maçta iyi futbol ve bol gol bekleyen de yok... Yine de Trabzonspor, rakibin sifir pozisyonuna karsilik tam 3 kez kaleciyle karsi karsiya kaliyor ama atamiyor. Dakikalar akiyor ve bitis düdügü yaklasiyor. Arkadaslar "çikalim" diyorlar fakat bende de skor ne olursa olsun, maç bitmeden çikmama hastaligi var. Uzatma anlari... Rakip yari alanin ortalarinda taç çizgisine yakin bir yerden, bize göre sag, rakibe göre sol kanattan bir faul atisi kazaniyoruz. Hakem Sadik Deda'nin ne yapacagi belli olmaz, daha önceki bir maçta bir golü iptal etmisti "top kaleye girmeden oyun süresi bitti" diye... Yani top havadayken bile maçi bitirebilir...
Atisi Turgay kullaniyor ve topu penalti noktasi civarina ortaliyor... Dobi Hasan yükselip topa kafasiyla söyle bir dokunuyor. "Aman be dobi..." demeye baslamistik ki o da ne? Kaleci Yasar sendeledi ve topu tutamadi... Top tingir mingir sampiyonluga gidiyor... Gidiyor... Gidiyor... Yasar kalkip yetismeye çalisiyor ama bosuna... Mesin yuvarlak filelerle çoktan sarmas dolas olmus bile...
Sevgili Arkadaslar... Keske "zamanda yolculuk" mümkün olsa da, o mesin yuvarlagin filelerle sarmas dolas oldugu andan, Kadiköy'e kadar uzanan gerçeküstü zaman dilimini her Trabzonsporlu görebilse... Zihnimde o zaman diliminden, düzensiz parçalar halinde kesilmis fotograflar var... Birkaç sira asagiya firlamisim... Inanilmaz bir ugultu... Ben de bagiriyorum ama sesim çikiyor mu çikmiyor mu bilmiyorum... Çikis kapisina yönelmis, gözü yasli çaresiz ve zavalli bir Fenerli... Stattan çiktik ama yürüdüm mü, kostum mu, yoksa isinlandim mi, onun da farkinda degilim... Sonra Kurbagalidere'nin üzerindeki o ufacik köprü.... Mahseri kalabaligin girtlaklarini yirtarcasina çikan ve hâlâ daha gökkubbede yankilanan "SAMPIYON TRABZON" avazeleri...
Her biri bir ömre bedel olan bu manzaralar bir yana da, gözümün önünden hiç gitmeyen ve zannediyorum gözlerimi ebediyyen kapatincaya dek gitmeyecek olan bir enstantane var... Gol olup da stat yukarida bir parça anlatmaya çalistigim alacakaranlik kusagina girdigi saniyelerde bir de baktim ki sahaya bir delikanli girmis, kaleci Senol'a sariliyor. Delikanli Senol'u birakti ve kollarini havaya kaldirdi. Çocugun üstünde yoktu, basinda yoktu. (Ya da ben öyle hatirliyorum) Ama belliydi ki, o anda yeryüzünde ondan daha mutlu bir insan da yoktu.
O delikanli eger hayattaysa simdi orta yaslarinda olmali... Kimbilir nerelerdedir simdi... Ve acaba ne yapiyordur? Bugüne kadar geçen 20 kahir yili o anki mutlulugunu alip götürmeye yetmis midir? Hiç bilmiyorum. Ama bir 20 kahir yili daha geçse, benim o anki mutlulugumdan zirnik bile koparip götüremez...
Yeniden görüsebilmek ümidiyle...