Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Paylaşmak İstediğiniz Yazılar...

Daraltma
X
  •  
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

  • Geçen gün çok değerli bir hocamın dersin başlangıcında bize okuduğu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.



    Bu hikayeyi Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor hikayesine. Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor.

    Sevgi üç türlüdür. Birincinin adı “Eğer” türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak, bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor. Bir şarta bağlı sevgi. Karşılık bekleyen sevgi. Sevenini, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Yazara göre evliliklerin pek çoğu “Eğer” türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle “Sınavları kazanamadın, bir de utanmadan Hakone’ye gittin?” diye bağırıyor. Delikanlı “Ama baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı diyor yazar. Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı. İnsanlar “Eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir diyor Masumi Toyotome. İlginç değil mi?

    İkinci türe geçiyoruz; “Çünkü” türü sevgi.
    Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki. Yazar, “Çünkü” türü sevginin “Eğer” türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW’si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi diye soruyor Toyotome. “Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu. Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmezse endişesidir. Japonya’da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın, yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş; Japon yazar; toplumlardaki sevgilerin çoğu “Çünkü” türünde olup bu tür sevgiler, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor. Peki o zaman, gerçek sevginin, güvenilebilecek sevginin özellikleri nedir? Ve işte sevgilerin en gerçeği.

    Üçüncü tür sevgi benim “Rağmen” diye adlandırdığım türdür diyor yazar.
    Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? “Eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan bir şey beklediği için değil, bir şeyler eksik olmasına rağmen sevilir. Esmeralda, Quasimodo’yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına rağmen sever. Asil,yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda’ya çingene olmasına rağmen aşıktır. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu, sevgiyle karşılanması şartı ile. Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin bir konum elde ederek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi budur diyor. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı yada senden daha önemlidir. Bunun böyle olduğundan nasıl emin olacaksınız? Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. “Şu soruma cevap verin,” diyor. Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize yaşamamın ne yararı var diye sormaz mıydınız? Devam ediyor Toyotome; şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız? diye soruyor ve yanıtlıyor; Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar, ya da kendilerini iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar. Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor, “Rağmen” türü sevgiyi. Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni “Rağmen” türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza olan inancınızdır. Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok? diye açıklıyor. Anlatıyor; Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasından beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede?

    Ve asıl çarpıcı cümle en sonda; DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR.
    En son antagonist tarafından düzenlendi; 22.02.2008, 22:47.

    Yorum


    • Efsane grup Beatles' ın gene efsane solisti John Lennon' ın sözlerini çok beğendiğim hem duygu hem de anarşizm yüklü yüzyılın şarkılarından birinin liriklerini paylaşmak istedim ben de

      Cennetin olmadığını hayal et

      Eğer denersen bu kolay


      Altımızda cehennem yok

      Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var

      Hayal et bütün insanların

      Bu gün için yaşadığını

      Hiç ülke olmadığını hayal et

      Bunu yapmak zor değil

      Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok

      Ve din savaşları da yok

      Hayal et bütün insanların

      Hayatı barış içinde yaşadığını

      Mülkiyetin olmadığını hayal et

      Yapabilir misin merak ediyorum

      Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok

      İnsanların kardeşliği

      Hayal et bütün insanların

      Tüm dünyayı paylaştığını

      Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin

      Ama tek ben değilim

      Umarım bir gün sen de bize katılırsın

      Ve dünya yekvücut olarak yaşar..


      Imagine - John LENNON
      En son Great White tarafından düzenlendi; 22.02.2008, 22:56.
      "söylediklerin kimseyi rahatsız etmiyorsa hiçbi' şey anlatmıyorsun demektir"

      GW

      Yorum


      • Arayışa Üvey Bakış... Bir Felaket Filmi -7

        Kulağındaki çınlama azalmıyordu sanki.
        Duyduğu iğrenç ve uzun süre devam eden ses
        dakikalar geçmesine rağmen beyninde gezinmeye devam ediyordu. Sürücüye, klakson sesinden sonra dönüp okkalı bir küfür savurmak istemişti ama o an değişik bir refleksle kendisini vazgeçirmişti.
        İşin açıkçası herkesin yaptığı buydu,
        ve yapılan hiçbir şey getirmiyorsa
        denenmişi tekrar yapmanın hiçbir mantığı yoktu.
        Ama yine de küfür etmek istemişti. Yapmamıştı.
        Gürültü yaşamın baş köşesine kurulmuş oturuyordu.
        Gürültü, hem de çok fazla gürültü.

        Gecenin sessizliğinden, gündüzün gürültüsüne bu hızlı geçiş afallamasına neden oldu.
        Çok da fazla bir şey ifade etmeyen gözleri boşlukta gezinir bir şekilde sağı solu arşınlıyordu.
        İğrenç kahkahalar, bardaktan boşanırmışçasına yağan küfürler,
        klakson sesleri ve satıcı naraları.
        Şehirdeki bu yüksek ses devamlı duyma bozukluğuna neden olabilir,
        dikkat ediniz.

        Çok da farkında olmadan el uzattığı dolmuş yanı başında durdu.
        Bir yılanın tıslamasına benzer bir sesle açılan kapıdan içeriye girdi.
        Biniş de ağır ve kendini hiç de saklamayan
        keskin ve kötü bir koku algıladı burnu.
        Sonrası, sonrası ekşimiş bir yüz ifadesi.
        Mavi renkli, arkası yukarıya doğru meyilli küçük bir dolmuş içerisinde istiflenmiş bir şekilde duran heterojen insan kalabalığı.
        Kimi okula, kimi eve, kimi işe, kimi ise alışverişe.
        Farklı maksatlar için gidilen yolda aynı kepazelik, aynı yığıntı.

        Küçük yolculuğu esnasında bir çok farklı konuda, bir çok değişik bakış açısıyla ve türlü aksanla konuşmalara şahit oldu.
        Dolmuşun ön tarafında oturmuş gibi yapan
        ama aslında türlü oturuş şekilleri deneyen
        ve herhalde ağır bir makyaj nöbetinden sonra yollara düşen,
        genç kızlık günlerine hasret iki bayan,
        en son kullandıkları losyonların işlev ve içeriklerini sorguluyorlardı.
        Hiç olmadığın birine benzemenin kozmetik oyunu.
        Kazanan sadece firmalar ve kazanan sadece mankenler.
        Oyuna devam.
        Ve bir çırpıda ünlü markaların yeni sezon kreasyonlarının özeti.
        -Ah şekerim, bir bilsen Park Bravo’da ne etekler var. Hele kesimleri müthiş.

        Ah be, hanımefendi bir bilsen ne kadar eğri bir dekor olarak duruyorsun dolmuşun ortasında.
        Düşüncelerini o an seslendirmedi.

        Arka tarafta cep telefonuyla bağırarak konuşmaya çalışan,
        kafasını kaldırdığında kendisine bakan gözlerin bazen sinir,
        bazen de şaşkınlıkla dolu olduğunu görünce de ses ayarı yapan gençten, kalabalıkta her an bayılacakmış gibi duran genç kızdan tutun da sağlık karnesine sıkı sıkıya yapışan güleç yüzlü amcaya herkes büyük bir kabullenilmişlikle inecekleri durağı bekliyorlardı.
        Ya ne yapsalardı…

        Mavi ve ütülü gömleği içerisinde,
        gayet gergin duran şoför ise periyodik olarak trafiğe,
        küçük arabalara, bayan sürücülere, erkek sürücülere, marketlere ve belediyeye türlü şekillerde ve pozisyonlarda küfür ediyordu.

        Büyük bir sakinlik içerisinde yol ortasındaki çukurlarda beraber zıplıyor,
        fren ile beraber ileriye doğru fırlayıp tekrar eski yerimize dönüyorduk.
        Şehir yaşamının vazgeçilmez ritüeli; önüne konulanı kabullenmek…

        Teknik bir ifade ile toplu taşıma aracından indiğinde
        gündüzleri sevmeme nedenini anlamıştı.
        Karmaşa, gürültü, saygısızlık ve sorgulamadan ortama ayak uydurma gayreti.
        Dün gece masanın başına oturup ta bir çırpıda yazdıkları geldi aklına.
        “Çağın acınası hali de denilebilir aslında yaşananlar için.
        Hayat için savunulan her değer yaşanılan çağ için de geçerli.
        Bu kadar kirletmeyi becerebilen bir topluluk olduğu sürece,
        masumların da hep suçlu muamelesi görmesi kaçınılmaz.
        Tıpkı gerçekte yaşanan da olduğu gibi.
        Basit savunmalar hiç değerli olmamıştır,
        ama adi suçlamaların yeri baş köşe olmuştur her nedense.
        Bir tür yıkım oyunu dönmede ortalıkta.
        Kulaksızlar, dilsizler ve akılsızlar ne kadar da kalabalık.
        Ve ne kadar azınlıkta dur demeyi isteyenler.”

        Korktu.
        Okyanusa bırakılan küçük bir şişe.
        Bulunacak mıydı bilmiyordu, bulunsa okunacak mıydı bilmiyordu,
        okunsa okuyanın umurunda olacak mıydı bilmiyordu.
        Bilinmeyene karşı koymak, görevini yaptığına inanıyordu.
        Direnecekti biliyordu.
        Direnecekti inanıyordu.

        Şehir gürültü demekti, şehir başıboşluk demekti,
        şehir nereye gittiğini bilmeden koşturmak demekti.
        Gettolarla doluydu dört bir yan.
        Umursamayanlar köşe başlarındaydı.
        Bak benim arabam en güzel diyenler trafikte,
        özgürlükçü kızlar kucaklarda.


        Felaket senaryolu ve büyük prodüksiyonlu filmlerin giriş sahnelerinin bir benzerini izledi uzun süre.

        Sahne 1: Modern görünümlü bir şehrin en modern caddesi.
        Yolun sağ tarafında kimi zaman yürüyen, kimi zaman koşuşturan kalabalık. Vitrinlerin önünde hayranlık dolu bakışlar.
        Yolun ortasında yavaş giden ve gümbür gümbür müzikle ilerleyen tercihen içindekilerin bol bol kafa salladığı arabalar.
        Yolun sol tarafına yoğunlaşıyor kamera;
        rocker giyimliler, temiz giyimliler, giyinmeyi unutanlar, salata yiyenler, nargile tüttürenler…
        kadraj kayıyor yolun sonuna doğru,
        ilerde mendil satan bir çocuk yalvaran gözlerle,
        büfenin önünde gazete kuyruğuna girmiş üç beş kişi.
        Ve devam ediyor kamera…

        Sahne 2: Meteor yağmuru.

        Kafasını kaldırıp meteorların sıra sıra düşmesini bekledi ama sanki daha korkunç bir sona yaklaşıyordu insanoğlu.
        Daha uzun süreli ve daha yoğun akan bir felakete.
        Keşke uyananlar uyuyanlardan daha çok olsa.
        Bu felaket için ortada hiç süper kahraman kaldı mı diye merak etti.
        Ortada felaket görmeyenlerin kahraman olma isteği yoktu herhalde.

        Cemil Meriç’in söylediği bu sözler, jenerik olmaya aday
        “Demek aklın sesi rüzgarın uğultusundan daha manasız.
        Kılavuzların çığlıkları, çılgın kahkahalar arasında boğulmuş asırlardır.
        Kadeh şakırtıları,
        halhallar ve heyheyler
        ve kuyuya doğru ilerleyen kafile:
        kör kuyuya “
        Cihan Arslan

        Yorum


        • Süleyman, Great White

          Çok teşekkür ederim. Yazılar çok güzel.

          ve Cihan abi,

          Harikasın, kalemine , yüreğine sağlık.
          En son ilhan tarafından düzenlendi; 22.02.2008, 23:21.
          Türkçe, Turkche olmasın! Dilimizi koruyalım! Türkçeye 29 harf yeter!

          “Ben basit bir '
          iyi futbol dilencisiyim'. Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum:
          “Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!”
          Eduardo Galeano


          "İhaneti severim, ama hainlerden nefret ederim." Cesar

          Yorum


          • BİR ADAM

            Korku dağlarının yürekçisi,
            Olum denizlerinin kürekçisi;
            Öyle suskun oturuyor şişesinin basında,
            İçtiğinin hem hırsızı, hem bekçisi,

            Onu kirmiş olmalı yaşamında birisi.
            Dinledikçe susması, düşündükçe susması...
            Tek başına iki kişi olmuş kendisiyle gölgesi,
            Heykelini yontuyor yalnızlığın ustası.

            ÖZDEMİR ASAF
            taraf

            Yorum


            • Sen İstanbul’u Tanıyor musun Trabzon?

              Sen İstanbul’la hiç tanıştın mı Trabzon hiç tanıyabildin mi iç yüzünü gerçek den ben tanıdım İstanbul’u sizi tanıştırayım istersen bu koca şehirle Trabzon u koca şehirde her şey farkı her şey değişik senin kadar doğal değil inan bir kere bizim Sevda dediğimiz şeye burada aşk demişler birde herkesin diline dolamışlar biliyor musun Trabzon? Çok sıradan bir şeymiş gibi herkesin elinde bu aşk dedikleri şey istediği gibi kullanıyorlar .Burda kızlar çok değişik Trabzon herkez bir yol tutturmuş sevdalanmıyorlar duyguları ölmüş yüzüne baktın mı utanmıyorlar ordaki kızlar gibi bakmıyorlar gözlerime ,Trabzon burada kimse bana ballim demiyor biliyor musun hep hayvan isimleriyle çağırıyorlar aslanım koçum genç delikanlı ulan hiçbir kimse ne haber ballim demedi bana sert mizaç moda olmuş bu şehirde.Burada sokaklarda çeşme yok biliyor musun? Kimse sokak da su içmiyor suç işliyor.burada kalabalık da elin cebinde geziyorsun biliyor musun Trabzon burada malını çaldılar mı peşinden kimse koşmuyor sanki ortakmış gibi izliyor herkes sende olduğu gibi insanlar kötülere hakkını zamanında vermiyor be Trabzon.Burada herkes bir takımı tutmuyor be Trabzon herkes farklı renkler giyiniyor farklı kişiliklere bürünüyor burası senin özünden gelen insanları bile değiştiriyor.bakıyorumda burada gökyüzünü bile göremiyorum sadece olduğum yeri kafamın üstünü görebiliyorum her yer bina yıldızlar ordaki gibi parlamıyor onları seyredip duygulanamıyorum ateş böcekleri aydınlatmıyor gecelerimi biliyormusun Trabzon .Trabzon biliyor musun burasını artık Allah bile sevmiyor aylardır yağmur senelerdir kar bile yağmıyor yağsa da bile 1-2 saatlik yağıp bitiyor burada cehennemim provasını yapıyoruz beklide burası bir cehennem ve biz yanıyoruz .Burada döner alırken kaç gram istiyorsun diye sormuyorlar biliyor musun kaç porsiyon diyorlar her şey sabitlenmiş insanlarda dahi her şey sabit hayat monoton insanlar müzikle oynamak dan utanıyorlar biliyor muydun bunu biz böyle miydik Trabzon senin şarkın çalınca kopmaz mıydık burada kimse kolbastı bilmiyor Trabzon burası çok koca bir şehir ama bize çok dar be Trabzon bu İstanbul var ya beni çok üzüyor biliyor musun Trabzon ya İstanbul bu işte Trabzon ne sen ona gelebilirsin ne o sana gelebilir ama sen bizi ona gönderdin ya Trabzon attın ya bizi olsun be ben yinede sana kırgın değilim dirimizde olsa ölümüzde olsa yine senin kollarına geleceğim ha Trabzon son bir şey söyleyeceğim sakın İstanbul’a özendirtmeyesin içindeki hemşerilerimi tamam mı onu boş ver sen o bir cehennemin dünyadaki şubesi sense cennetin ta kendisi
              Emirhan Makul....
              Trabzonspor, Ona Hayat Verenlerin Hayatıdır.

              Yorum


              • Arayışa Üvey Bakış... Umursanmayanlar ve Onur Üzerine -6
                Zamanımızın en çirkef konusu; umursanmayanlar.
                İnsanoğlu ciddi ve sistematik bir şekilde tasniflenmekte.
                Modern zamanların kast sistemi ete kemiğe büründü.
                Ne ağlanılası bir manzara.
                Asıl korkuncu da insanoğlunun bunu bilmeyerek de olsa –bilerek yapanlarla beraber- hayatın vazgeçilmez kurallarından birine dönüştürmesi.
                Bir nevi sapık bir tarikatın tüm insanlığı sarması.
                Bilmeden milyonların mürit olması.
                Korkunç ve acınası bir dünya tasviri.
                Ve umursanmayanlar, başka bir tarife göre tutunamayanlar...
                sonsuz uçurumun başlangıç noktasına hareket.
                Gariptir, sınıflandırmanın temeli maddeye dayalı.
                Maddenin yan kolları sürekli değişmekte.
                Ama ana ortaklar teşhir ve aldatma hep orta yerde beklemekte…
                Dayanılası değil bu tasvir….
                Utanılası…

                Fildişi kulelerin amansız yönlendirmesine muhtaç olan
                kendi kalamamışlar kabilesi bir nevi tüm dünya.
                Kendi kalamamışların hükmü geçmemekte,
                sadece hükümlü kalmayı yeğlemekteler çünkü.
                Bir yaşam dolusu bağlılık, bilmeden.
                Ve bu ironi içerisinde eriyen saygı mefhumu.
                Saygının hükmü eski zamanların antik kraliçeleri gibi,
                sadece kitaplarda güzel durmakta.
                Servetsizler umursanmamakta,
                çirkinler umursanmamakta,
                kariyersizler umursanmamakta.
                Yani terimlere bağlı etiketlere sahip olmamanın hüzünlü sonucu. Umursanmayanlar kabilesine aidiyet hızla.
                Dengeler hep bu yönde oluşmakta, dengeler hep bu yönde bozulmakta… Sahte kahramanlardan, medet umanların yanında olmanın akıbeti.
                Sahte mutluluklar, en fazlası.
                Daha fazlası etikete bağlı.
                Ne büyük karmaşadır bu yaşanılanlar.
                Karmaşa yetersiz, tam anlamıyla trajedi.

                Bilinmeli aslında, hayat güzel burunluların, düzgün vücutluların, bakımlı yaşamışların hayatı değil.
                Olmamalı da.
                Hayat sevenin hayat saygı duyanın, hayat inananın olmalı.
                Olması içinde birileri gayret göstermeli, en azından gayret gösterilmeli. Savaşanlar elbet olacaktır zaten.
                Ve yürekten savaşanların kaybettiği vaki değildir.
                Onlar aslında kaybettikleri sanılan zamanlarda bile kazanmışlardır çünkü. İşte umursanmayanların, daha doğrusu dengelere meydan okumak gereksinimi olanların gerçek kahramanları kendi yürekleri.
                Paslanmadan savaş baltaları, savaşmalı.
                Özümüzle, yüreğimizle, beynimizle
                korkmadan savaşmalı.

                Aslında dengecilerin ilk yok ettikleri düşmanları,
                insanların kendine güvenleri.
                Kendine güveni olmayan bir kalabalık kitlesine uydurma yaşamlar empoze etmek pek de zor olmasa gerek.
                Emin ol bunu onlar da düşünmekte.
                Uydurma yaşamları kendilerinin sananlar.
                Dönün etiketlerinize.
                Kabul etmeyenler zaten başaracaklar.

                Alışkanlıkların zararlı oluşu da galiba bu yüzden.
                Kendilerini iyi yada kötü kabul ettiriyorlar ve hiç zorlanmadan orada öylece kalıyorlar.
                Uydurma yaşamı kabul etmeyen, beyninde duran bir dörtlük hatırladı o an. Üzgündü hatırlamıyordu yazarını.
                Özür diledi ve okkalı bir teşekkür yolladı mısraların yazarına.

                “Yaşamak bir gün uyanmaktır,
                Bir gün birdenbire yalnız kalmaktır.
                Yaşamak alışmalardan sonra,
                Alıştığın her şeyle savaşmaktır.”

                Büyük şehirlerin, kalabalık caddelerin,
                dolgulu sokakların, tamirdeki işyerlerinin,
                çamaşır dolu balkonların ortak noktaları; umursanmayanlarla dolu olmaları. Bakılıp, geçilecek bir durum değil.
                Umursanmamaya karşı direnmenin ilk anahtarı burada saklı aslında. Başlangıç noktası kendini önemsemek,
                alışkanlıklara tutkun kalmamak.
                Eleştirmenin çok kolay olduğu, çözüm üretmenin ise hep başkalarına bırakıldığı bir alışkanlık vücuda gelmiştir.
                Bu açıkça görülmektedir.
                Ve anlatmak isteyenin önünde duran da bu gerçektir.
                Gerçekler acı denilmişti.
                İşte bir can yakıcı gerçek daha.
                İyi yaşamanın etiketlerde olduğunu farzedenlerin densiz gururu
                ve yanında bunlardan nasibini alamayanların
                kabullenişlerle dolu etiketlilere benzeme oyunu.

                Bu oyunu bozmanın sırası gelmiştir.
                Güç aranılacaksa, bilinmelidir çok yakında aranılan güç.
                Aramayı bilenler için, aranılan hiç uzak olmamıştır zaten.
                Özüne dönmelidir insan ve kararını vermelidir.
                Karşılaşılacak olan ne mitolojik bir savaş olacak ne de entel kılıklı aşk postacılarının postmodern uydurmaları.

                Bir öykü anlatılacaktır belki de yüzyıllar sonra bile dillerde dolaşacak. Savaşın, gururun, direnişin hikayesi.
                Tabiri caizse şehvetten uzak hikayeler dinleyecektir belki de o zaman insanoğlu.
                Tabuları yıkanların hikayesini,
                umursanmamaya direnenlerin ve umursayanların hikayesini.
                Kat kat sınıf yaratanların değil, aynı olduklarını gösterenlerin hikayesini.
                Umut var olacakta.
                Umudun olduğu her yerde ışığın az çok görülebildiği anlatılmaktadır. Anlatılanlar yalan çıkmayacaktır o zaman bu hikayenin sonunda da.
                Sahte kahramanların,
                kaslı vücutların,
                güzellik kraliçelerinin,
                büyü dolu gizemlilerin hikayesi değil.
                İnsanın hikayesi, en saf haliyle insanın.

                Don Kişot hikayesiyle kahramanlık olgularına verip veriştiren
                ve bir anlamda etiketsizliğin temsilcisi Sancho Panza’yı ironilerle doldurarak insanlığa yollayan
                Cervantes’in ünlü romanında bir handa geçen öykü anlatılır.
                Hikayenin kahramanı Sancho Panza,
                tecavüze uğramış bir kadına yardımcı olmak
                ve en azından kırılmış duygularını onarmak adına
                tecavüzcünün para dolu kesesini zorla alır
                ve tecavüze uğrayan zavallı kadına verir.
                Bu olaydan sonra da para kesesi alınan tecavüzcünün kadını izlemesine izin verir.
                Kadın dışarıya çıkınca para kesesinin peşine düşen adam da kadını takip eder
                ve o da dışarı çıkar.
                Belli bir müddet sonra kadın han kapısından tekrar içeriye girer.
                Her halinden ciddi ve yoğun bir kavgadan çıktığı bellidir. Başı ve suratı da kan ile doludur. Elindeki para kesesini sallar ve şöyle seslenir.
                -Kaptırmadım, alçak herife.

                Kahramanımız Sancho Panza tam bu noktada devreye girer
                ve romanın belki de en ağır en karakterli sözlerini söyler.
                -Eğer onurunu da bu para kesesini savunduğunun yarısı kadar güçle ve direnme arzusuyla savunsaydın, adam sana asla tecavüz edemezdi.

                Umursanan şey gücün ve hırsın sembolü paraysa,
                çoğu zaman olduğu gibi umursanmayan onur olacaktır.
                Sembolist bir yaklaşımla,
                tecavüze uğramış ama para kesesini kaptırmamış kaç kişi tanıyorsunuz.
                Cihan Arslan

                Yorum


                • Anadoluda Başarı Nasihatleri

                  Tarlada ekinim var deme, ambara girmeyince.

                  Hayırlı evladım var deme, el koynuna girmeyince.

                  Sadık dostum var deme, başına bir şey gelmeyince.

                  Vefakar karım var deme, yok günü görmeyince.

                  İşin başına geç varanda, bal vermeyen arıdan,

                  Kocasından sonra kalkan karıdan ,

                  Haram kazanılan paradan

                  Kimseye hayır gelmez.

                  Zengini fakir eden hayırsız evlat.

                  Memuru, tüccarı fakir eden süslü avrat.

                  Fakiri fakir eden kuru inat.

                  Çok acıma acınacak hale gelirsin.


                  Çin Atasözü

                  Bilmeyen ve bilmediğini bilen çocuktur, eğitin.
                  Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın.
                  Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen aptaldır, uzaklaşın.
                  Bilen ve bildiğini bilen liderdir, takip edin
                  Özkan SÜMER

                  Yorum


                  • "Cömertlik ve yardim etmede akarsu gibi ol,
                    Sefkat ve merhamette günes gibi ol,
                    Baskalarinin kusurunu örtmede gece gibi ol,
                    Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
                    Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
                    Hosgörülükte deniz gibi ol,
                    Ya oldugun gibi görün, ya göründügün gibi ol."

                    Hz. Mevlana
                    Özkan SÜMER

                    Yorum


                    • Bağışlayın beni sevdalarım
                      Kendimi parçalara ayıramadım
                      Alın gidin korkularımı
                      Saçlarımı ellerinizle okşayın
                      Hiçbir ayrılık yeniden yaratmıyor artık beni



                      Aşk ağır yükler bindirdi küçülen omuzlarıma
                      Kalplerinizden kaçtım hep
                      Varıp gittim en karanlıklara
                      Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
                      Cehennemden düştüm hep benihiç görmediler

                      Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
                      Seviştim ve yoruldum varıp gittim en yanlızlıklara

                      Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
                      Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
                      Kan revan içindeyim yarimin peşindeyim
                      Cennetin izindeyim kurtar ne olur

                      Myy

                      Yorum


                      • erdem abi bu şarkı değilmiydi yahu.
                        • Forum Kurallarına aykırı her türlü durumu lütfen butonunu kullanarak yönetim ekibine raporlayınız.


                        Yorum


                        • İlk olarak CeMtS-1967 tarafından gönderildi Gönderiyi görüntüle
                          erdem abi bu şarkı değilmiydi yahu.
                          Evet Cem..
                          Kan Revan İçindeyim...

                          Yorum


                          • Sayamadım kaç yıl geçti
                            Bildiğim; gönlümde yazılı, dilimde takılı bir isim…
                            Yürekten çıkıp, dudaklarıma ulaşan isim,ismin!
                            Her harfi dudaklarımı yakan kalbimi parçalayan… Bir isim, ismin!
                            Karadeniz’in hırçın dalgalarına,
                            Asi sesine, deli esişine dahi anlatabildiğim,
                            Sevdamı haykırabildiğim…
                            Ama sende susup kaldığım ismin!
                            Seslensem de duymayacağını bildiğim
                            Duysan da dönüp bakmayacağını anladığım
                            Buna rağmen durmadan sayıkladığım ismin!
                            İşlerken seni satırlara,
                            Yazılı ismine bakıp durduğum deli sevdam
                            Çaresizliğinle yanıp tutuştuğum
                            Kalbimi mühürlediğim bir sevda
                            Sevda sen! Sevda bir isim!
                            SEVDA İSMİN!!!
                            Sessiz çığlıklarımla yavaş yavaş yokolduğum
                            Sevdam ile birlikte Karadeniz’e battığım
                            Gözyaşlarımla inadına acı veren çiçeğimi suladığım
                            İşte öyle bir sevda bu!
                            İşte böyle bir özlem!
                            Daha çok özleyeceğini bilerek özlemek benimkisi
                            Uzanabileceğim ama asla ulaşamayacağım…
                            Seveceğim ama asla sevilemeyeceğim bir sevda
                            Sevda işte
                            Sevda sen! Sevda bir isim!
                            SEVDA İSMİN!!!
                            (vuslata_dair)
                            KARADENİZ'İN SUYUNU İÇMİŞUM
                            HIRÇINDIR BİR YANUM!
                            BORDO MAVİ DE
                            UŞAĞUM AL SENİNDUR CANUM!

                            Yorum


                            • VEDA EDİYORUM SARIYA
                              SONBAHARIN BİTİMİYLE!
                              YANİ HÜZNÜN SONA ERMESİYLE
                              VEDA EDİYORUM SEVGİSİZLİĞE...
                              VEDA EDİYORUM SİYAHA
                              GECENİN TÜKENMESİYLE!
                              YANİ YALNIZLIĞIN GİTMESİYLE
                              VEDA EDİYORUM SEVİNÇLE...
                              VEDA EDİYORUM KIRMIZIYA
                              HANİ KALBİMDEN AKAN KANA!
                              YANİ ACILARIMIN BİTMESİYLE
                              VEDA EDİYORUM SESSİZCE...
                              VEDA EDİYORUM PEMBEYE
                              GERÇEK HAYATI ÖĞRENMEMLE!
                              YANİ TOZPEMBE HAYALLERİ YİTİRMEMLE
                              VEDA EDİYORUM İYİ NİYETİME...
                              VEDA EDİYORUM BEYAZA
                              KIŞIN NİHAYETİYLE!
                              YANİ DONUK BAKIŞLARIN ÖLMESİYLE
                              VEDA EDİYORUM İNSANLARIN SAHTELİĞİNE...
                              VEDA EDİYORUM YEŞİLE
                              İLKBAHARIN BİTMESİYLE!
                              YANİ ÇİÇEKLERİN KÜSMESİYLE
                              VEDA EDİYORUM ÜMİTLERİME...
                              VEDA EDİYORUM MAVİYE
                              SEVDAMIN YÜREĞİMDEN GİTMESİYLE!
                              YANİ BİLİNMEYENLERE GİDİYORUM YİNE
                              VEDA EDİYORUM TURKUAZ HİSLERİME...
                              MAVİYLE!!!!!...............

                              (vuslata_dair)
                              KARADENİZ'İN SUYUNU İÇMİŞUM
                              HIRÇINDIR BİR YANUM!
                              BORDO MAVİ DE
                              UŞAĞUM AL SENİNDUR CANUM!

                              Yorum


                              • YILLAR GEÇER ACISI DİNER SANMIŞTIM

                                DOSTLUKLAR EBEDİDİR SÜRER GİDER SANMIŞTIM
                                HER ŞEY ESKİSİ GİBİ DEVAM EDER SANMIŞTIM
                                AMA BEN BÜYÜMEYİ HESABA KATMAMIŞIM!

                                AYRILIRKEN VERİLEN SÖZLER UNUTULURMUŞ
                                KANAYAN YARALAR SARILIR SANILIRMIŞ
                                BİR GÜLÜCÜK, BİR TEBESSÜME HASRET KALINIRMIŞ
                                AMA BEN VAFASIZLIĞI HESABA KATMAMIŞIM!

                                ZORLUKLAR AŞILIR SANIYORDUM YANLIZKEN
                                YERİNE BAŞKLARI GEÇER SANMIŞTIM
                                "NASILSA BÜTÜNÜZ,AYRILMAYIZ" DEMİŞTİM
                                DÜŞMANIM VARKEN DOSTUMDAN UMMAMIŞIM
                                AMA BEN ARKADAN VURULMAYI HESABA KATMAMIŞIM!

                                DOSTUN HEP DOST KALACAĞINI SANMIŞTIM
                                BİR ÖMÜR BU RÜYA SÜRER GİDER SANMIŞTIM
                                SEVİNCİME ORTAK, DERDİME DERMAN OLACAK SANMIŞTIM
                                AMA BEN UNUTULMAYI HESABA KATMAMIŞIM!

                                SÖZDE KALIRMIŞ BİR ŞEY ÖĞRENDİM
                                DUYULMAZ OLURMUŞ SESSİZ ÇIĞLIKLAR ÖĞRENDİM
                                SEVGİ, VEFA, DOST,... YALANMIŞ ÖĞRENDİM
                                AMA BEN KABULLENMEYİ ÖĞRENEMEDİM, HESABA KATMAMIŞIM!

                                BİR DERT ALDIĞINDA BENLİĞİMİ, YANIMDA BULURUM SANMIŞTIM
                                BİR MENDİL BULURUM AVUÇLARIMDA SANMIŞTIM
                                SICAK BİR EL HİSSEDERİM YÜREĞİMDE SANMIŞTIM
                                AMA BEN SAHTE DOSTLARI HESABA KATMAMIŞIM!

                                KARŞILIK BEKLEMEDEN OLURDU HANİ HER ŞEY!!!
                                HER ŞEY BEDELİNİ BULMUŞ NE HABER?!!!
                                GÖZLERDEN AKAN YAŞLARDAN BİHABER
                                KENDİNİ DOST SANAN!!!
                                DOSTUNDAN VAR MI HABER?!!!
                                BEN SENİ HESABA KATMAMIŞIM!!!!!
                                (vuslata_dair)
                                KARADENİZ'İN SUYUNU İÇMİŞUM
                                HIRÇINDIR BİR YANUM!
                                BORDO MAVİ DE
                                UŞAĞUM AL SENİNDUR CANUM!

                                Yorum

                                Üzgünüz, bu sayfayı görüntüleme yetkiniz yok
                                Yükleniyor...
                                X