Külünkoğlu
26.04.2007, 15:11
Sene 1985'te, 11 yaşında ayrıldım Trabzon'dan. Şampiyonluklarımızı hatırlıyorum, tüm şehrin bordo maviye boyanmasını, Uzun Sokak'taki konvoyları, Beton Helva'nın camına asılan ve zamanı gelince katılacağımı zannettiğim deplasman ilanlarını çok net hatırlıyorum. O zamanlar Trabzon'la ilgili tek derdim, annemin senede 2-3 kere gerçekleşebilen, denize sadece ardışık üçüncü güneşli günde girilebilir kuralıydı, o kadar.
11 yaşımda Edirne'ye taşınmıştık ve çevremde başka Trabzonlu yoktu, arkadaşlarım genelde Uzun Sokak'ta tabutu en sık gezdirilen takımı tutuyordu, fena çocuklar da değillerdi aslında. Futbol konuşmuyorsak, bir problemimiz de olmuyordu. Futbol konuştuğumuzda da gayet iyiydim ama. O zamanlar her alanda diğer takımlardan üstün olduğumuzu düşünüyor, bu 1 yıllık şampiyonluk arasına da herkes gibi geçici gözüyle bakıyordum. Hala ülkenin en iyi futbol takımı bizimkiydi çünkü.
Kendimi her yerde Trabzon'u temsil ediyor gibi görüyordum ve bu işi seviyor, bu işten gurur duyuyordum açıkçası. Benim Trabzon'um Türkiye'nin en güzel doğasına sahipti, benim Trabzon'um Türkiye'nin en önemli sporcularını, siyasetçilerini yetiştiren şehirdi, benim Trabzon'um hilesiz hurdasız, ahlaklı bir duruşla, parayla her şeyin satın alınabileceğini zannedenleri dize getiren bir takıma sahipti.
Ulu onder Atatürk korumalarını "biz"den seçmişti, Kıbrıs'a "biz"den birileri götürülmüştü, bunlar buraya bir yerleşirse kimse çıkartamaz diye. Bizimkiler de ilk iş boş mezar açıp kapamıştı; soran olursa biz hep burdaydık, bu da dedemin mezarı demek için. Güneydoğu'ya da "biz"den birileri götürülüp arazi verilmişti yine aynı sebeple. Türkiye'nin üçüncü teknik üniversitesi, muhteşem kampüsüyle KTÜ de vardı üstelik şehrimin çehresini değiştiren. Tüm Türkiyede'ki 10-15 havaalanı sahibi şehirden biriydik, tüm Türkiye'deki 10-15 devlet tiyatrosundan biri de bizdeydi aynı zamanda. Öğretmenlerim de biliyordu bizim özel olduğumuzu, bir cinlik yaptığımda "Tabi yapacak, karadeniz zekası, hırsı." diyorlardı. Rezalet futbol oynayan beni sınıf takımına forvet koymuşlardı Trabzon'luyum diye. Üstelik iki hafta da sabretmişlerdi, daha alışamadı herhalde diyip. Ne kadar şanslıydım Allah'ım. Gurur duyuyordum şehrimin her santimiyle ve işin doğrusu diğer arkadaşlara acıyordum böyle bir şehre, kültüre ortak olamadıkları için.
Yıllar geçti üzerinden, önce sportif başarıda diğerlerine geçilir olduk, o bir yıllık ara 10 yılları buldu ama hala rahattım arkadaşlarımın karşısında öyle ya parayı bastırsak biz de şampiyon olurduk ama biz öyle şampiyonluk istemezdik. Yani sahada değil ama asil duruşta, karakterde şampiyonduk, adımız da belliydi zaten: "Gönüllerin Şampiyonu". Trabzonsporla birlikte KTÜ'ne de bi haller olmuştu, hocaların kaçtığından bahsediyordu kimileri, ÖYS, ÖSS puan sıralamasında dipte geziyordu artık KTÜ. Ama yine de zeka, beceri, vatanseverlik gibi konularda açık ara öndeydik. Kısmetsiz bir dönem geçiriyorduk sadece. Memleketim hala Türkiye'nin en güzel şehriydi, arada dalga geçenler olursa çesitli sebeplerle, cevap verebiliyorduk.
Sportif başarı beklemeyi bıraktığımız, duruşuyla gurur duyduğumuz takımımız diğerlerine benzemeye baslamıştı ama sonra. Üstelik beceremiyordu da onlara benzemeyi. Hani diyorduk ya biz de oyle yapsak biz de şampiyon oluruz diye, fazlasını yapıyorduk ama olamıyorduk işte. KTÜ tercih listelerinin sonuna inmiş, bölge kolejine dönmüştü. Zekasıyla övündüğümüz şehrimiz artık internetten gelen Trabzon'da kapı zili, Trabzon'da plazma tv, Trabzon'da gemi atölyesi, Trabzon'da pisuvar gibi çoğunuzun hatırlayacağı çalışmalarla ünlenmeye baslamıştı. Eskiden zeki karadeniz insanı kendi uyduruyordur bunları denilen fıkralar vardı ama şimdi apartmanın iç kısmında kalan zilin fotoğrafını neyle açıklayacaktık? Laz müteahhitler herkesin tepkisini çekmeye baslamıştı, şehircilik anlayışını bozmakla, dayanıksız evler yapmakla suçlanıyordu zeki, becerikli, girişimci hemşehrilerim. En güzel şehir dediğimiz şehrin doğası da mahvedilmişti bir yol inşaatı yüzünden. Zeki, mert Trabzon insanının bir kısmı ise şehre gelen ögrencileri sopalayıp, kazıklamakla meşguldü o aralar. Haluk Levent kendi iyi bir şeymis gibi "Alışamadım Ben Bu Şehre" diye şarkı yazmıştı, yüzyıllarca güzelliğine türküler yakılmasına alışmış şehrime. Tüm bunlara ek olarak; balıkçılık yapılırdı Trabzon'da, atıklar ve hatalı avlanma balığı bitirmişti; silah yapılırdı, yasaklanmıştı; fındık toplanırdı, Zapsu diye biri gelmişti; 1 (yazıyla bir) tane fabrikamiz vardı, peşkeş çekilmişti; ruslar vardı, gerçi onları da şahsen olmasa da biz kendimiz şeyetmistik galiba.
Trabzon hızla küçülüyordu, her alanda, ekonomi, sanat, kültür... Aslında tüm Anadolu'da küçülme vardı, ülkem İstanbul ve diğerleri diye bölünüyordu sanki. KTÜ diplerde gezerken, etrafında Çukurova Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi gibi köklü üniversiteler vardı. Artık İstanbul'da olmayan okullar okuldan sayılmıyordu. İÜ, İTÜ, BÜ, YTÜ, MSÜ ve MÜ'ne, onlarca üniversite eklenmişti. İstanbul'da olmayan, İstanbullu olmayan her şey kötüydü. Trabzon'da radyo dinlerken 1000 km ötedeki köprüdeki trafiği dinlemek normal karşılanıyordu. İstanbul'a kar yağmadan ülkeye kış gelmiyordu vs vs. Tarih tekerrür ediyordu. İstanbul ve Anadolu diye bölünüyorduk yine. Tüm Anadolu çalışıp parayı ülkenin orospusu İstanbul'a yediriyorduk aynı Osmanlı dönemindeki gibi. Anadolunun iyileri İstanbul'a gidiyor, geriye İstanbul'da tutunamayacaklar kalıyordu çoklukla. Üstelik onlar da İstanbul'da çalışan gurbetçilerin yolladığı paralarla geçiniyordu.
Trabzonspor Anadolunun İstanbul'a karşı isyanıydı, İstanbul'a karşı biz de varız diye bağıranların bayrağıydı, bu aleni çekişmenin sembolüydü fakat savaş artık kaybedilmişti. Yenilginin travmasını en ağır yaşayan şehir haliyle Trabzon oldu. Sadece Trabzonspor değil, Trabzon şehrinin efsaneleriyle büyüyen yeni nesiller, bilinç altında bu başarıyı tekrarlayamamanın, bu başarıya yaklaşamamanın mahcubiyetini duydu hep. Feneri yenemiyorduk artık ama bakın dövebiliyorduk. Kültür, sanat, bilim, sanayi elden gitmişti ama artık biz en delikanlı, en milliyetçi ve en müslüman şehirdik daha ne olsun, bir şeylerde yine birinci olmuştuk. Gidilecek Kıbrıs yoktu ama kafasına sıkılacak "hain"ler bulmak zor değildi yine de. Artık Trabzonludur, zekidir diyecek öğretmen kalmamıştı etrafımda ama Trabzonludur, kızdırma sıkar bacağına diyen pek çok iş arkadaşım vardı.
Benim şehrim, her açıdan karaktersizleşmiş takımı, yok edilmeye yüz tutmuş doğası, sıradanlaşmış üniversitesi, bitmiş kültürel yaşamı, olmayan ekonomisi, dalga geçilen zekası ve lümpenleşmiş halkıyla anılıyor artık. Ülkenin en kolay kandırılarak, en hain işlerin yaptırılacağı gençlerin bizden çıkacağı söyleniyor her yerde. Bizler bu şehrin potansiyelini, güzelliklerini bilen insanlar olarak elbette gurur duymaya devam ediyoruz memleketimizle, ben şahsen hala acıyorum böyle bir şehre ortak olamayanlara ama benim gördüğüm kadarıyla insanlar artık o kadar da özenerek bakmıyor benim nüfus cüzdanıma.
İyi gelişmeler yok mu? Var elbette. Denize girmek isteyen çocuklar varsa, artık kışın bile doğru düzgün yağmur yağmıyor Trabzon'a. Ardışık 30 gün güneşli hava olabiliyor şimdilerde. Temiz yer bulabilirseniz girin denize anasını satayım. Ben oynamıyorum.
Barchu (Sinan)
11 yaşımda Edirne'ye taşınmıştık ve çevremde başka Trabzonlu yoktu, arkadaşlarım genelde Uzun Sokak'ta tabutu en sık gezdirilen takımı tutuyordu, fena çocuklar da değillerdi aslında. Futbol konuşmuyorsak, bir problemimiz de olmuyordu. Futbol konuştuğumuzda da gayet iyiydim ama. O zamanlar her alanda diğer takımlardan üstün olduğumuzu düşünüyor, bu 1 yıllık şampiyonluk arasına da herkes gibi geçici gözüyle bakıyordum. Hala ülkenin en iyi futbol takımı bizimkiydi çünkü.
Kendimi her yerde Trabzon'u temsil ediyor gibi görüyordum ve bu işi seviyor, bu işten gurur duyuyordum açıkçası. Benim Trabzon'um Türkiye'nin en güzel doğasına sahipti, benim Trabzon'um Türkiye'nin en önemli sporcularını, siyasetçilerini yetiştiren şehirdi, benim Trabzon'um hilesiz hurdasız, ahlaklı bir duruşla, parayla her şeyin satın alınabileceğini zannedenleri dize getiren bir takıma sahipti.
Ulu onder Atatürk korumalarını "biz"den seçmişti, Kıbrıs'a "biz"den birileri götürülmüştü, bunlar buraya bir yerleşirse kimse çıkartamaz diye. Bizimkiler de ilk iş boş mezar açıp kapamıştı; soran olursa biz hep burdaydık, bu da dedemin mezarı demek için. Güneydoğu'ya da "biz"den birileri götürülüp arazi verilmişti yine aynı sebeple. Türkiye'nin üçüncü teknik üniversitesi, muhteşem kampüsüyle KTÜ de vardı üstelik şehrimin çehresini değiştiren. Tüm Türkiyede'ki 10-15 havaalanı sahibi şehirden biriydik, tüm Türkiye'deki 10-15 devlet tiyatrosundan biri de bizdeydi aynı zamanda. Öğretmenlerim de biliyordu bizim özel olduğumuzu, bir cinlik yaptığımda "Tabi yapacak, karadeniz zekası, hırsı." diyorlardı. Rezalet futbol oynayan beni sınıf takımına forvet koymuşlardı Trabzon'luyum diye. Üstelik iki hafta da sabretmişlerdi, daha alışamadı herhalde diyip. Ne kadar şanslıydım Allah'ım. Gurur duyuyordum şehrimin her santimiyle ve işin doğrusu diğer arkadaşlara acıyordum böyle bir şehre, kültüre ortak olamadıkları için.
Yıllar geçti üzerinden, önce sportif başarıda diğerlerine geçilir olduk, o bir yıllık ara 10 yılları buldu ama hala rahattım arkadaşlarımın karşısında öyle ya parayı bastırsak biz de şampiyon olurduk ama biz öyle şampiyonluk istemezdik. Yani sahada değil ama asil duruşta, karakterde şampiyonduk, adımız da belliydi zaten: "Gönüllerin Şampiyonu". Trabzonsporla birlikte KTÜ'ne de bi haller olmuştu, hocaların kaçtığından bahsediyordu kimileri, ÖYS, ÖSS puan sıralamasında dipte geziyordu artık KTÜ. Ama yine de zeka, beceri, vatanseverlik gibi konularda açık ara öndeydik. Kısmetsiz bir dönem geçiriyorduk sadece. Memleketim hala Türkiye'nin en güzel şehriydi, arada dalga geçenler olursa çesitli sebeplerle, cevap verebiliyorduk.
Sportif başarı beklemeyi bıraktığımız, duruşuyla gurur duyduğumuz takımımız diğerlerine benzemeye baslamıştı ama sonra. Üstelik beceremiyordu da onlara benzemeyi. Hani diyorduk ya biz de oyle yapsak biz de şampiyon oluruz diye, fazlasını yapıyorduk ama olamıyorduk işte. KTÜ tercih listelerinin sonuna inmiş, bölge kolejine dönmüştü. Zekasıyla övündüğümüz şehrimiz artık internetten gelen Trabzon'da kapı zili, Trabzon'da plazma tv, Trabzon'da gemi atölyesi, Trabzon'da pisuvar gibi çoğunuzun hatırlayacağı çalışmalarla ünlenmeye baslamıştı. Eskiden zeki karadeniz insanı kendi uyduruyordur bunları denilen fıkralar vardı ama şimdi apartmanın iç kısmında kalan zilin fotoğrafını neyle açıklayacaktık? Laz müteahhitler herkesin tepkisini çekmeye baslamıştı, şehircilik anlayışını bozmakla, dayanıksız evler yapmakla suçlanıyordu zeki, becerikli, girişimci hemşehrilerim. En güzel şehir dediğimiz şehrin doğası da mahvedilmişti bir yol inşaatı yüzünden. Zeki, mert Trabzon insanının bir kısmı ise şehre gelen ögrencileri sopalayıp, kazıklamakla meşguldü o aralar. Haluk Levent kendi iyi bir şeymis gibi "Alışamadım Ben Bu Şehre" diye şarkı yazmıştı, yüzyıllarca güzelliğine türküler yakılmasına alışmış şehrime. Tüm bunlara ek olarak; balıkçılık yapılırdı Trabzon'da, atıklar ve hatalı avlanma balığı bitirmişti; silah yapılırdı, yasaklanmıştı; fındık toplanırdı, Zapsu diye biri gelmişti; 1 (yazıyla bir) tane fabrikamiz vardı, peşkeş çekilmişti; ruslar vardı, gerçi onları da şahsen olmasa da biz kendimiz şeyetmistik galiba.
Trabzon hızla küçülüyordu, her alanda, ekonomi, sanat, kültür... Aslında tüm Anadolu'da küçülme vardı, ülkem İstanbul ve diğerleri diye bölünüyordu sanki. KTÜ diplerde gezerken, etrafında Çukurova Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi gibi köklü üniversiteler vardı. Artık İstanbul'da olmayan okullar okuldan sayılmıyordu. İÜ, İTÜ, BÜ, YTÜ, MSÜ ve MÜ'ne, onlarca üniversite eklenmişti. İstanbul'da olmayan, İstanbullu olmayan her şey kötüydü. Trabzon'da radyo dinlerken 1000 km ötedeki köprüdeki trafiği dinlemek normal karşılanıyordu. İstanbul'a kar yağmadan ülkeye kış gelmiyordu vs vs. Tarih tekerrür ediyordu. İstanbul ve Anadolu diye bölünüyorduk yine. Tüm Anadolu çalışıp parayı ülkenin orospusu İstanbul'a yediriyorduk aynı Osmanlı dönemindeki gibi. Anadolunun iyileri İstanbul'a gidiyor, geriye İstanbul'da tutunamayacaklar kalıyordu çoklukla. Üstelik onlar da İstanbul'da çalışan gurbetçilerin yolladığı paralarla geçiniyordu.
Trabzonspor Anadolunun İstanbul'a karşı isyanıydı, İstanbul'a karşı biz de varız diye bağıranların bayrağıydı, bu aleni çekişmenin sembolüydü fakat savaş artık kaybedilmişti. Yenilginin travmasını en ağır yaşayan şehir haliyle Trabzon oldu. Sadece Trabzonspor değil, Trabzon şehrinin efsaneleriyle büyüyen yeni nesiller, bilinç altında bu başarıyı tekrarlayamamanın, bu başarıya yaklaşamamanın mahcubiyetini duydu hep. Feneri yenemiyorduk artık ama bakın dövebiliyorduk. Kültür, sanat, bilim, sanayi elden gitmişti ama artık biz en delikanlı, en milliyetçi ve en müslüman şehirdik daha ne olsun, bir şeylerde yine birinci olmuştuk. Gidilecek Kıbrıs yoktu ama kafasına sıkılacak "hain"ler bulmak zor değildi yine de. Artık Trabzonludur, zekidir diyecek öğretmen kalmamıştı etrafımda ama Trabzonludur, kızdırma sıkar bacağına diyen pek çok iş arkadaşım vardı.
Benim şehrim, her açıdan karaktersizleşmiş takımı, yok edilmeye yüz tutmuş doğası, sıradanlaşmış üniversitesi, bitmiş kültürel yaşamı, olmayan ekonomisi, dalga geçilen zekası ve lümpenleşmiş halkıyla anılıyor artık. Ülkenin en kolay kandırılarak, en hain işlerin yaptırılacağı gençlerin bizden çıkacağı söyleniyor her yerde. Bizler bu şehrin potansiyelini, güzelliklerini bilen insanlar olarak elbette gurur duymaya devam ediyoruz memleketimizle, ben şahsen hala acıyorum böyle bir şehre ortak olamayanlara ama benim gördüğüm kadarıyla insanlar artık o kadar da özenerek bakmıyor benim nüfus cüzdanıma.
İyi gelişmeler yok mu? Var elbette. Denize girmek isteyen çocuklar varsa, artık kışın bile doğru düzgün yağmur yağmıyor Trabzon'a. Ardışık 30 gün güneşli hava olabiliyor şimdilerde. Temiz yer bulabilirseniz girin denize anasını satayım. Ben oynamıyorum.
Barchu (Sinan)