PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Mustafa Kemal Atatürk'ün Hayatından Kesitler...



İskender66
29.01.2007, 13:22
ATATURKUN italyanlara cevabi...

Birgün italyan Büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve
huzura kabul edilir. O zamanın muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında
konuşulduktan sonra, büyükelçi "Ekselans, dün Roma ile yapmış oldugum bir
görüşmede hükümetimizin Hatay'ı almak istediği kararını size iletmem
söylendi" der.
Odada buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram
eder ve iki dakikalığına odadan ayrılır. Döndüğünde ayağında çizmeleri,
üzerinde mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. Doğruca masasına
gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak'ın bağlanmasını ister ve
Çakmak'a: " Paşa, İtalyan dostlarımız Hatay'a gelmek istiyorlarmış. Hazır
mıyız" der. Fevzi Çakmak durmu anlar ve "Biz hazırız Paşam" diye
yanıtlar...Ata büyükelçiye döner ve: "Biz hazırmışız. Hükümetinize
söyleyin, isterlerse gelip Hatay'ı alabilirler" der.......

KANLA ÇİZİLDİ KANLA SİLİNİR!!...

İskender66
29.01.2007, 13:24
Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan baş kaldırıp ne memleketi imar edebilmiş, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuz olduğu kadar düşmanlarımızın da suçudur. Çünkü başta Ruslar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi:

"Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler."

Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, bazı millet ve toplulukları "İstiklal" diye bize karşı kışkırtırlardı.

Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler zenginleşirlerdi.

Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk'e verdiği kısa bir cevap ile çok güzel açıklamıştır.

Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:

- Bu köşk kimin?

- Kirkor'un...

- Ya şu koca bina?

- Yorgo'nun...

- Ya şu?

- Salomon'un...

Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:

- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:

- Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk Paşam...

Atatürk bu anısını naklederken:

- "Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur" derdi.

Kaya
29.01.2007, 21:42
KOLAĞASI MUSTAFA KEMAL

Atatürk'ün, Selanik'te geçirdiği Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) günleri...

Hemen bütün subaylar politikaya girmişler. İmparatorluk temellerinden sallanıyor. Herkes memleketi kurtaracak çarenin peşinde...

Kışlalarda, kışla dışında konuşulan hep bu. Atatürk de, durumu tartışanlardan biri... Bulunan fikirlerin denenmesini önleyen, engelleyen Padişah 2.Abdülhamit olduğu için, hemen bütün aydınlar onu çekiştiriyorlar. Cuntalar kuruluyor. İhtilal hazırlıkları yapılıyor.

Bir yeraltı örgütü kurulmuş: "İttihat ve Terakki" adını almıştı. Bir çok subay bu örgütün içinde. Jurnalcılar da, radar gibi koca bir kulak kesilmiş, her yanda konuşulanları dinliyor.

1907 yılı Ağustos'u... Selanik'in Beyaz Kule parkında, siviller, subaylar masalara oturmuşlar, kendi aralarında konuşuyorlar. Bazıları fısıltı ile, bazıları hiç bir şeyi önemsemeden açıktan açığa. Bunların aralarında Kolağası Mustafa Kemal'de var. Yüzbaşı Fuat'la (Bulca) konuşuyor. Konu, günün koşulları ve Devletin geleceği... Mustafa Kemal, cebinden kalemini çıkarıyor:

- Fuat, yanında boş bir kağıt var mı?..
- Var, ne yapacaksın?!
- Şimdi göreceksin!
- Peki, buyur...

Mustafa Kemal, arkadaşlarından aldığı kağıda elindeki kalemle bir harita çiziyor. Bu, Türkiye'nin bugünkü haritasının hemen hemen tıpkısıdır. Arkadaşlarına uzatıyor:

- İşte vatanımızın haritası budur! Sakla bu kağıdı, ilerde gözlerinle göreceksin...

Yüzbaşı Fuat, haritayı inceliyor. İnanılacak şey değil. Bir ucu Bağdat'ta, bir ucu Tuna'da koskoca imparatorluktan kala kala bu kadarcık toprak mı kalacak?

- İmparatorluk bu kadar mı küçülecek yani?..
- Hiç kuşkun olmasın o kadar!

Yüzbaşı Fuat saklıyor bu kağıt parçasını... Gel zaman, git zaman aradan 13 yıl geçiyor, Erzurum Kongresi'nde "Ulusal Ant" kararı alınıyor, bir de bakıyor ki, Fuat, 1907'de Mustafa Kemal'in Selanik'te Beyaz Park'ta çizdiği haritanın sınırları, Ulusal Ant'ın çizgileri olmuş!..

Kaya
29.01.2007, 22:38
ATATÜRK VE REFİK KORALTAN

1924 yılında Atatürk, Konya'ya gelmişti. Konyalıların kendisine armağan ettikleri konakta arkadaşlarıyla beraberdiler. (Bu konak şimdi Vali konağıdır). Konyalılar, Gazilerini olağanüstü gösterilerle karşılamışlar, bağırlarına basmışlardı. Atatürk memnun, arkadaşları memnundular.

Konağın yemek salonunda bir ziyafet sofrası hazırlanmıştı. Sofraya Gazi ve arkadaşlarından başka, Konya Milletvekilleri, Vali ve bazı ileri gelenler de çağrılı idiler.

Bu sırada Konya Milletvekili Refik (Koraltan) ayağa kalktı ve Atatürk'ü öven bir konuşmaya başladı. Söyledikleri, sofradakilerin paylaştığı duygu ve fikirlerdi. Refik (Koraltan) Milli Kurtuluş yıllarında ateşli Milletvekili idi. Cumhuriyete bağlı, Atatürk'ü seviyordu. Bu bakımdan söyledikleri genellikle o günkü ortamın iç dünyasını yansıtıyordu.

Koraltan, Atatürk'ün kişiliğini belirlerken, onsuz Kurtuluş Savaşı'nın yapılamayacağını, yapılsa bile başarıya ulaştırılamayacağını söylüyor, memlekette yapılmış ve yapılacak işler için Atatürk'ün başta olmasının şart olduğunu ileri sürerek:

- "Tanrı seni başımızdan eksik etmesin" diye sözlerini bağlıyordu.

Fakat Atatürk'ün neşesi kaçmıştı, hatta Refik Koraltan'ı dinlerken, bunalmaya başladı. Böyle zamanlarda yaptığı gibi ince dudaklarını dişleriyle ısırıyordu. Bir ara Refik Koraltan'a:

- Beyefendi, -dedi- Bütün yapılanlar herkesten önce, büyük Türk Milletinin eseridir; onun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan bizler ise, ancak onun şuurlu fedakarlığı sayesinde ve fikir ve iman birliği içinde müşterek vazife görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız; hakikat bundan ibarettir.

Refik Koraltan bu sözlerin de etkisiyle iyice duygulanmıştı. Yeniden konuşmaya başladı:

- Hakikat, sizin bu yurdu kurtardığınız, her şeyi sizin yaptığınızdır. Tevazu gösteriyorsunuz; fakat bizim bu kadar yüksek tevazua bile tahammülümüz yoktur!.. dedi.

Atatürk, genellikle kendisinin övülmesinden hoşlanmazdı, bu tür konuşmaların yapılması her zaman kendisini rahatsız ediyordu. Hele o günün şartları içinde putlaştırıcı konuşmalara hiç razı değildi. İyice sinirlendi ve oldukça yüksek bir sesle;

- Efendim, müsaade buyurunuz, -dedi- Ortada tevazu falan yok... Gerçeğin ifadesi vardır. Zatı alinize bir şeyi hatırlatacağım; elbette dikkat etmişsinizdir; ben, önümüze çıkan meseleler hakkında her zaman uzun uzun konuşur, istişarelerde bulunurum; herkesi söyletir ve dinlerim. İtiraf edeyim ki, konuşulacak meselelerin hal şekilleri hakkında vazıh bir fikre sahip olmadan müzakerelere girdiğim görüşmemiştir. Bu konularda yalnız arkadaşlarımı, yani sizleri dinledikten sonradır ki, kanaate varmışımdır. Binaenaleyh, tatbikatta olduğu gibi, verilen kararlarda da hepinizin hissesi vardır, bunu bilesiniz...

Biraz durdu, düşündü sonra konuşmasını sürdürdü:

- Şimdi, konunun asıl ince noktasına geliyorum; Beyefendi; içerde ve dışarda şahsıma karşı suikastler tertip edilmesinin sebep ve hikmeti nedir, hiç düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle şahsi bir alıp verecekleri mi vardır? Hayır! O halde, neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar?

Cevap vereyim; çünkü İnkılapçı Türkiye Cumhuriyeti'nin benimle kaim olduğunu; ben gidince yıkılacağını; bu suretle haince emellerine kavuşacaklarını vehm ediyorlar da ondan... Sizin sözlerinizin de onların sakat muhakemelerine uygun olduğunu bilmem farkediyor musunuz? Çok rica ederim Beyefendi, eğer samimi iseniz, bu fikri kafanızdan çıkarınız. Hatta öyle düşünenlere raslarsanız, onlara da aynı şeyi ihtar ediniz. Herkes, milli vazife ve mesuliyetini bilmeli ve memleket meseleleri üzerinde o zihniyetle düşünüp çalışmayı itiyat edinmelidir.

Sonra sofradakilere döndü:

- Efendiler, size şunu söyliyeyim ki, inkılapçı Türkiye Cumhuriyeti'ni benim şahsıma kaim zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti her manasile, büyük Türk Milleti'nin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyyen payidar olacaktır. Şimdi rica ederim, artık bu bahsi kapayalım, bir daha da tekrar etmeyelim.

Atatürk sustu. Şimdi sofradakiler, eskisinden de daha büyük bir heyecan ve şevk içindeydiler. Böylece Atatürk, sofrasından bir kez daha milletine seslenmiş ve ona yeni bir moral ve parola vermişti.

Gamze
30.01.2007, 00:26
30 agustos sabahi, Mustafa Kemal muharebe sahasinda dolasiyordu. Etraf binlerce düsman cesetleri ve birbiri üzerine yigilmis yüzlerce topçu hayvani, terkedilmis silah, top ve cephane dolu idi...
Atatürk söyle söylendi:
- “Bu manzara insanligi utandirabilir ! Fakat mesru müdafaamiz için buna mecbur olduk. Türkler, baska milletlerin vataninda böyle bir harekete tesebbüs etmezler."
Ganimetlerin arasinda yirtilmis ve terkedilmis bir de yunan bayragi gören baskumandan eli ile kaldirilmasini isaret ederek;
- “Bir milletin istiklal alametidir, düsman da olsa hürmet etmek lazimdir, kaldirip topun üzerine koyunuz."

(Son zamanlarda yaşananlardan dolayı hatırlatmakta fayda var.)
_______________________________________

Etrafini çeviren halktan bir genç, Atatürk'e sordu :
- Pasa hazretleri, bir İtalyan gazetecisi olan Kont Sfortza bir eserinde sizden 'diktatör' diye bahsediyor. Gençlik olarak ne cevap verelim?
Atatürk hiç tereddüt etmeden cevap veriyor :
- Ben bir diktatörüm.
Meclistekilerin hepsi sasiriyor, Gazi Mustafa Kemal Atatürk izah ediyor :
- Fakat benim hayatimi tetkik edenler görürler ki ben misir firavunlari gibi sahsima mezar yaptirmak için kirbaçlar altinda insanlari sürmedim. Ben, memlekete tatbik etmek istedigim herhangi bir fikri evvela kongreler toplayarak, onlara danisarak bunlari onlardan aldigim selahiyete dayanarak tatbik ettim. Iste Erzurum, Sivas kongreleri, iste Büyük Millet Meclisi bunun en canli ifadeleridir. Onlar ne derlerse desinler biz yolumuza devam edelim...

Gamze
30.01.2007, 00:40
''1935 senesinde idi.Atatürk'ün Çanakkale'ye gelecegi rivayetleri dolasiyordu.

O zamanlar dünyanin bazi yerlerinde oldugu gibi, memleketimizin de bazi bölgelerinde yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma bas göstermisti.Bu hal karsisinda bütün museviler mallarini, mülklerini satarak yolculuga hazirlaniyorlardi. Bunlar, o zaman rivayet olunduguna göre Filistin'e gitmek istiyorlardi.

Iste bu siralarda "Atatürk Çanakkale'ye geliyor"dediler.Çok sevindim.
Çünkü Atatürk'ü hiç görmemestim.Heyecanla Atatürk'ün gelecegi Balikesir caddesine dikildim. Bu esnada yanimda bulunan birkaç yahudinin fisilti ile pek hararetli olarak konustuklarini gördüm. Alakadar olmaga vakit kalmadan karsidan bir kaç otomobil göründü."Atatürk geliyor" sözü yeniden agizdan agiza dolasti. Halkin" yasa, varol!"nidalari arasinda Atatürk otomobilinden indi.Alkislar devam ediyor, O da halkin arasinda ilerliyordu.Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yapti.Halka bakiyor ve kalabaligi selamliyordu. Tam bu esnada yanimda bulunan ve biraz evvel fisilti halinde, fakat hareketli konusan yahudilerden biri, ileriye dogru yürüdü ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önüne atildi.Muhafizlar mani olmak istedi.Atatürk:

-Birakin gelsin!dedi.

Bu musevi vatandas, Atatürk'ün önünde ellerini açti, omuzlarini yukariya kaldirarak:

-Pasam bizi kovuyorlar.Biz ne yapacagiz?dedi.
Atatürk bu sekilde önüne atilan bu adamin ne demek istedigini ve kim oldugunu derhal anlamisti.Buna ragmen sordu:

-Sen kimsin?
-Ben pasam, Çanakkale musevilerinden Avram Palto.

-Sizi kim kovuyor?Hükümet mi?Kanun mu?Polis mi? Jandarma mi?Bana söyle?,dedi.

Bu musevi vatandas durakladi, sasaladi.biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:

-Hayir pasam, halk kovuyor.

Atatürk, bu adamin yüzüne dikkatle bakti, gülümsedi ve:

-Halk isterse beni de kovar, dedi ve yürüdü.''

__DERE__61
30.01.2007, 00:41
Atatürkle Halil Ağanın Hikayesi

Altlarında, Nuri Conker'in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece'ye doğru gidiyorlardı.

Birden Atatürk'ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanının sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.

Atatürk şoföre durmasını söyledi.

İndiler. Köylüye seslendi:

"Kolay gelsin Ağa!.."

Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:

"Kolay gelsin"

"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?"

Köylü isteksiz konuştu:

"Tanrı'nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."

"Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."

"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin..."

Köylü güldü:

"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:

"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.

"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konuşmayı sürdürdü.

"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini... Onun işi bu değil mi?"

Köylü Atatürk'ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz.

Kestirip attı:

"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:

"Adın ne senin Ağa?"

"Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler..."

"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."

"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa'ya çıkmış."

"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun. Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"

"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor. Florya Köşkü'ne iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona... Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım ki kodular, koskoca İsmet Paşa'mızı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni..."

Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi

"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.

"Sen ne diyorsun bey?" dedi.

"Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek... Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."

Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk'ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.

"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet Baba'ya borçtur. Ödenmesi gerek... Otomobil hareket etti. Atatürk'ün canı sıkılmıştı.

"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.

"Yahu çocuk, şu Halil Ağa'nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor, hala da 'Devlet Baba' diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."

Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Şimdi" dedi: "İstanbul'da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!..

Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa'yı bul, onlara da haber ver."

Yaver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker'e döndü:

"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa'ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. 'Seni sevdi, sana öküz alıverecek' diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya."

O akşam Atatürk'ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'dan oluşan yirmi beş konuk vardı.

Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk'ün kulağına bir şeyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.

Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:

"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.

Nuri Conker, Halil Ağa'yı Atatürk'ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker'le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa'yı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle dedi:

"Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak."

Halil Ağa'ya döndü:

"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim baş misafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:

'Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk'ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:

"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."

Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:

"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?"

Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa'nın ancak iki metre ötesinden kendisine bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:

"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki..."

"Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dediğin gibi, dosdoğru..."

"Böyle demedik mi beyim?.."

"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri'ye. Nuri,böyle mi dedi bize Halil Ağa?"

Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."

"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle."

Halil Ağa kekeleyerek konuştu:

"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır, paşam" dedi. "Kusura kalma gayri..."

Atatürk gülmeye başladı:

"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... Ama şimdi diplomatlık sırası değil, doğruyu konuşacağız... Söyle bana, orada dediğin gibi..."

Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:

"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla 'Bırak bu sağarı' diye bir laf kaçırmışım..."

Sofrada gülüşmeler başlamıştı.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"

Halil Ağa İsmet Paşa'nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:

"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."

Atatürk Halil Ağa'yı durdurdu.

"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim:

Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor, Florya Köşkü'ne iniyor, köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde
bir çaresini bulurdu."

Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:

"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!.."

Atatürk'ün sesi iyice sertleşti:

"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.."

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:

"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya..."

"Yalnız sağar değil, 'sağarın sağarı' değil miydi?"

Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:

"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.

Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi.

"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al git."

"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"

"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi dinler."

"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.

Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk'ün gözlerinin içlerine bakarak konuştu.

"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"

Atatürk gülmeye başladı:

"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. 'Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek' demiştin." Halil Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

"'Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim" dedi.

"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet... Yani, biri Başbakan, ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre'den mi olur, İtalya'dan mı olur, Fransa'dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe'ye çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi'ne... Bu Millet Meclisi dediğim, şu altı baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa'nın öküzünü çeker, satar... Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda... Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa... Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana 'sarhoş' der..."

Halil Ağa'nın dili çözülmüştü:

"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir... Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer..."

Atatürk sordu:

"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa'ya uzattı:

"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."

Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam, sağlık düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi, eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk'e döndü:

"Yunan'ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki... Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..."

Halil Ağa Atatürk'ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk'ün ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının altı olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker'e işaret etti.

Conker kalkıp Halil Ağa'nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce Atatürk'ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:

"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu... Şimdi bu adam milletin karşısında 'adam olmak,' bize düşüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk'ten
ayıramıyordu:

"Halil Ağa'nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nın öküzünü satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul'da geçiyor. Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."

Gamze
30.01.2007, 00:47
"Memleketin her tarafında çetin bir mücadele ve mukavemet başlamıştı. Ankara bir kurtuluş burcu ve Mustafa Kemal''in adı bir bayrak olmuştu. Antep, mücadele günlerinin acı bir devresiydi. Memlekette istiklâl şuurlaşmış, topyekûn bir vuzuh kazanmıştı.

O zaman ilkokulun ihtiyari sınıfındaydım. Bir sabah okula geldiğim zaman çocukların bahçede toplanmış olduğunu gördüm. Din dersleri muallimi Hafız Halil Efendi''nin konuşacağını söylediler. Halk da okulun bahçesinde toplanmıştı. Az sonra Hafız Halil Efendi kürsüye çıktı. Titrek fakat heyecanlı bir sesle:

''- Din kardeşlerim, sizi Şeyh Sunusî Hazretlerinin bir tebşiri için buraya topladım'' dedi ve şu vakayı anlattı:

''- Şeyh Sunusî Hazretleri bir gece Peygamberimizi rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamber kendisine sol elini uzatmış, buna şaşıran ve mahzun olan Şeyh, Peygambere hitaben:

- Ya Resulâllah niçin sağ elinizi vermediniz? Diye sual edince şu cevabı almış:

"Sağ elimi Ankara''da Mustafa Kemal''e uzattım."

Bu rüyayı anlatan Hafız Halil Efendi''nin elleri, çenesi ve dili titriyordu. Gözleri dolu doluydu; hitabesi kalabalığı etkilemişti. Birden gür ve imânlı bir sesle:

-Ey ahali, Mustafa Kemal muzaffer olacak, Peygamber Efendimizin sağ eli onun elindedir. Buna iman edin!.. diye haykırdı ve kürsüden indi.

Sonradan öğrendiğime göre, Merhum Hafız Halil Efendi bu rüyayı camide va''zetmiş ve onu imanlı tefsirlerle tamamlamıştır."

(Avni Altıner, Her Yönüyle Atatürk)

__DERE__61
30.01.2007, 00:58
Atatürk'ün Yanına Aldığı Ilk Er
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:

- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?

Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.

- Söyle niçin ağlıyorsun?


İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:

- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:

- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!

Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu


Satı Kadın
Ankara'da yakici bir yaz günü idi Atatürk beraberinde arkadaslari ve yaverleri oldugu halde Kizilcahamam'a giderken Kazan köyü yakinlarinda durmus ve otomobilinden inmisti. Köyün kadini, genci, yaslisi, ihtiyari köylerin içinden geçen, sosede duran bu yabanci konuklari görünce hep kosustular. Kimi su seyirtti, kimi ayran , bunlardan biri, gügümünden aktardigi soguk ayrani ata'ya uzatti:

- Bir soguk ayran içermisiniz,dedi.

Bu çorak iklimin kavurdugu yüzünde bronzlasmis Türk kadinin en bariz ifadelerini tasiyan, bir türk anasi idi. Bögrüne sikistirdigi kundagi biraz daha bastirdiktan sonra, sag elindeki ayran bardagini uzatti, bekledi. Ata'si, ayrani kana kana içmis ve biran durakladiktan sonra ona :


- Senin kocan kim ? Diye sormustu

Köylü kadini,yüzü tunçlasmis, elleri nasirli bir Türk anasi Ankara'nin kendine has sivesi ile kocasinin Sakarya harbinde bogazindan yaralanmis bir cengaver oldugunu söyledi. Ata bir soru daha sordu :

- Ne zaman dogdun?

- 1919'da Atatürk Samsun'a çiktigi zaman dogdum.

Ata, bir an düsündü. Yil 1934 idi. Kadinin bu ifadesine göre 15 yasinda olmasi lazim gelirdi. Halbuki karsisindaki kadin 25 yaslarinda görünüyordu tekrar sordu :

- Nasil olur

- Evet , nasil olurdu .bu sati kadin hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin isgal altinda geçirdigi aci yillari ima ederek:

- Evet pasam,ondan evvel yasamiyordum ki !

Bu espiri ata'yi bir hayli düsündürdü. Ayrilirken yaverine kadinin ismini ve adresini not ettirdi.daha sonra biz sati kadini büyük millet meclisine giren ilk kadin milletvekili olarak görmekteyiz.


Şıh'ın Sakalı
Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kimdir bu? Vali
yanıt verir;
-Efendim kendisi ŞIH'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.

Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
-"Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica
etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan"der ve eliyle
de boyun altı hizasını gösterir.

Şıh; -"Emrin olur Paşam". diyerek yerine çekilir


Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar
ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar.Vali nasıl söyleyeceğini
bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma
bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk
telefonu kapatır,kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp,
yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün
Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola
çıkmış... Şıh gelir Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen
kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet
baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünülmüştür.
Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya
sorarlar;
-"Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne
ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?

Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
- "Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim" der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu
yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır;

"İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim.
Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından
vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir.
Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...




Atatürk'ün Kemiklerini Sızlatan Olay

Günlerden 4 Temmuz 2005 Pazartesi. Anıtkabir yine ziyaretçilerle dolu.
Ziyaretçilerin çoğu orada bulunan anı defterine birkaç satır karalıyor,
Atatürk'ün huzurunda geçirdiği dakikalara ilişkin izlenimlerini yazıyor.
O gün defterin yanında iki genç var. Görevliler bunların durumundan
kuşkulanıyor. Bunlar da deftere bir şeyler yazıyor.

Görevliler hemen sonrasında bu iki gencin deftere yazdığı yazıları
okuyor.

Biri şöyle yazmış:

'Seni gördüm, içim daha da kötü oldu... Seni hiç gözüm tutmuyor.'

İkincisinin yazdıkları ise çok daha ağır ve hakaret dolu:

'Selamünaleyküm diyecem ama demiyorum. Senin tipini s..'ecem.
S..'meyecem.
Senin kafana saç ektirecem.'
* * *





Görevliler bu iki kişiyi anında yakalıyor. Sanıklar ifadeleri alınmak
üzere emniyete, oradan da savcılığa sevk ediliyor. Cumhuriyet Savcısı Nedret Tacer tarafından ifadeleri alınıyor.

Gençlerin ikisi de Norveç'te yaşıyor. Selman 1987, Kadir 1988 doğumlu.

Savcı bunların ifadesini aldıktan sonra tutuklanmaları istemiyle
mahkemeye sevk ediyor.

Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi sanıkların ifadesini alıyor.

Her ikisi de suç işleme kasıtları olmadığından söz ediyor.

Fakat çok ilginçtir, olaydan hemen sonra bunların avukatı adliyeye
geliyor. Tarikatçı çevreler derhal avukat bulmuş. Savunmayı daha sonra avukat üstleniyor. Avukat savunmasını şöyle yapıyor:

'Olayda suç kastı yoktur. Bulundukları ülke kültürüne, yetişme tarzı ve
yurtdışındaki uygulamalara göre kendileri Atatürk'ün huzurundaki deftere bu şekilde yazı yazmış iseler de, olayda Atatürk'e hakaret kasıtları yoktur.'

Mahkeme karar veriyor:

'Gereği düşünüldü. Olayın oluşu, sanıkların Türkiye'de sabit
ikametgáhları bulunmayışı, kaçma şüphelerinin kuvvetli oluşu göz önüne alınarak, Atatürk'e hakaret suçundan tutuklanmalarına karar verildi.'

* * *

Sanıklar tutuklanıp cezaevine gönderiliyor. Avukatları derhal bir üst
mahkemeye itiraz ediyor. İtirazı Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi aynı gün karara bağlıyor:

'Gereği düşünüldü: Tutuklamanın ağır bir tedbir olduğu, son
düzenlemelerle çocuk mahkemelerinde yargılanacak olan sanıkların yurtdışında yetişmiş olmaları, delilleri karartma ve değiştirme imkánlarının olmayışı, sabit ikametgáh sahibi ve öğrenci olmaları ile tutuklu kaldıkları süre nazara alınarak tahliyelerine karar verildi.'

Emniyet, savcılık ve mahkeme tutanaklarında sanıklar için 'Norveç'te
ikamet eder' deniliyor. Türkiye'de adresleri yok!

Sanıkların tutuklu kaldığı süre sadece 16 saat!

Şimdi Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin bu kararından sonra gerçeklere bir bakalım ve hiç bilmediğimiz konuları böylece öğrenmiş olalım:

Demek ki yurtdışında yetişmiş iseniz, öğrenci iseniz, Atatürk'e -hem de
Anıtkabir defterinde- yazılı olarak hakaret etmeye hakkınız var! Hem de
en ağır bir biçimde!

En fazlası 16 saat tutuklu kalırsınız, sonra bir üst mahkemenin kararıyla
sizi tahliye ederler.

İş bu kadar basit! Her iki sanığın şu anda Norveç'e uçurulmuş olduğu
kesin.
Sen onları bul bulabilirsen!

* * *

Cumhuriyet Savcısı Nedret Tacer ve Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi Hákimi Avni Mis, boşuna zahmete girmişler.

Ülkemiz AB'nin istemleri doğrultusunda 'demokratikleşme ve özgürlük'
yolunda hızla ilerliyor.

Atatürk'e mi söveceksin!.. Git, hem de Anıtkabir defterinde en ağır
biçimde söv!

Rahatça, özgürce!

Madem yurtdışında yaşıyorsun ve öğrencisin, hiçbir ceza almazsın... Çünkü 'yurtdışı kültüründe' Atatürk'e sövmek normaldir! Hele tutuklu kaldığın 16 saat dikkate alındığında! Bu hususlar artık mahkeme kararıyla belgelidir!

Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 6 Temmuz 2005 tarih ve 2005/184 sayılı kararı bunun somut göstergesidir.

Ülkemiz AB yolunda hızla ve emin adımlarla ilerliyor. Helal olsun bize bu
yollar!

Kaya
30.01.2007, 01:12
@dere

Paylaşım için çok teşekkürler. Fakat bitirdiğin yerden diğer ayrıntıları ben aktarayim...

Susmuştu Atatürk. Kimse konuşmuyordu. İsmet İnönü, gözü ile arkadaşlarını dolaştı, sonra hafifçe öksürerek konuşmaya başladı:

- Haklısınız Paşam! Bunun yanlış bir uygulama sonucu olduğunu sanıyorum. Önemle araştıracağım! Hükümet olarak elimizde insan kapasitesi yeterli değil, bunu biliyoruz. Ama, görevimiz, buyurduğunuz gibi, çarkı iyi döndürmektir, döndüreceğiz!

Ne Atatürk, ne sofradakiler, içkiye dudak değdirmiyorlardı. Geniş tutulmuş bir Bakanlar Kurulu gibiydi masa.. Başvekil, Cumhurbaşkanı'nı tatmin etmek için konuşmuştu. Fakat Atatürk, yine de sinirli idi. Soruyu İsmet Paşa'ya doğrulttu:

- Bugüne kadar böyle bir olay size intikal etti mi?
- Hayır Paşam, etseydi elbette ilgilenirdim...
- Ben de parmağımı buraya basıyorum. Biz, Cumhuriyet'i süs olsun diye yapmadık. Hükümetin müfettişleri var, valileri var, kaymakamları var, bunlar Halil Ağa'nın öküzünü vergi borcundan satıyorlar. Yaptıklarının ne demek olduğunu elbette bilmeleri gerekli... Bunlar, size hiçbir şey söylemiyor, Halil Ağa'nın öküzünü satıp vergi gelirini şişkin göstermeye çalışıyorlar! Hadi bunları bırakalım, Milletvekili arkadaşlarımız var. Yolluk alıyorlar, halkla konuşuyorlar, bunlar da size bir şey söylemiyor. Bir parti örgütümüz var, halkın içinde dirsek dirseğe yaşamaları gerekli, onlar da memleketin zararına olan böyle bir uygulamadan söz etmiyorlar...

Ne demektir bu?

Bizim halkla beraber ve halk için değil, halka rağmen bir sistem kurduğumuzu sanmaktadır! Asıl üzüldüğüm, parmak bastığım yer burası!.. Biz Cumhuriyet'i anlatamamışız beyler, bundan bu çıkıyor!

"Mazereti Kesinlikle Kabul Etmiyorum"

Cumhuriyet'in ne olduğunu anlatmak zorundayız, hükümetin ve partinin görevi budur! Siz ikisinin de başındasınız Başvekil Paşa! İnsan kapasitesi mazeretini de kesinlikle kabul etmiyorum. Cumhuriyet'ten bu yana 13 yıl geçti. O gün okula başlayanlar bugün üniversitelerde okuyor. Ortaokullarda olanlar bugün ya devlet kadrosundalar, ya da parti teşkilatımızın bünyesi içinde... Bunlar, Cumhuriyet'in her tehlikeye karşı savunucusu değiller mi? Peki neredeler? Ya bunlara Cumhuriyet'i anlatamadık, ya da daha kötüsü, bunlar da eyyamcı oldular! Yaptığımız devrimlerin yaşaması, bilinçli bir Cumhuriyet ve Devrim kuşağının yetiştirilmesine bağlıdır. Halil Ağa'ların başına gelenler, hükümete ve Büyük Meclis'e ulaşmıyorsa, tehlike var demektir!

Atatürk, İsmet İnönü'nün yüzüne baktı. İnönü konuşmaya davranıyordu ki Atatürk onu eliyle susturdu:

- Ne söyleyeceğinizi biliyorum. Sofradaki arkadaşlarımızı da bir hayli yorduk ve yemekten alıkoyduk. Hadi beyler... Kadehini uzattı - görevimizi daha sıkı kavramamız ve başarmak için daha çok çalışmamızın onuruna!

Ama sofradaki ağır hava hala sürüyordu. İyi bir ev sahibi olan Atatürk, havayı düzeltmek için Salih Bozak'a takıldı.

__DERE__61
30.01.2007, 02:15
@kaya abi yanlış insanlar yüksek yerlerde olduklarından bugün bu haldeyiz

volkanferhan
30.01.2007, 02:23
çanakkale savaşından 15 yıl sonra,1934 yılındaki anzak kutlamaları

“bu memleketin topraklarında kanlarını döken ingiliz, fransız, avustralyalı,yeni zelandalı, hintli kahramanlar! burada, dost bir vatanın toprağındasınız. huzur ve sükun içinde uyuyunuz. sizler, mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız.
uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! gözyaşlarınızı dindiriniz. evlatlarınız bizim bağrımızdadır. huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

volkanferhan
30.01.2007, 02:30
"hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. osmanoğulları, türk milletinin hakimiyet ve saltanıtına zorla el koymuşlardır. bu tasallutlarını altı yüzyıldan beri devam ettirmişlerdi. şimdi de türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline doğrudan doğruya almış bulunuyor. bu bir oldubittidir. bahis konusu olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. mesele zaten olup bitmiş bir hakikatı ifadeden ibarettir. bu mutlaka olacaktır. burada toplanmış olanlar, meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. aksi takdirde yine hakikat, usulü dairesinde ifade olunacaktır. fakat ihtimal, bazi kafalar kesilecektir."

mustafa kemal, 30 ekim 1922 meclis konuşması

volkanferhan
30.01.2007, 02:33
efendiler ;
bir şeyin zararıyla, bir şeyin imhasıyla yükselen şeyler bittabi' o şeyden zarara uğrayanı açaltır. hakikatten avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlana durmuştur. artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi.
halbuki ;
hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriye, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin ?...
tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir...

6 MART 1922 tbmm

ve biz hala ulu önderimizin dediğini göremiyoruz vah kine vahhh

Kaya
30.01.2007, 02:42
"Memleketimizin ekonomik kaynakları, bütün dünyanın hırslarını çekecek verim ve servete maliktir."

"Eğer 'yabancı düşmanlığı'ndan çok pahalıya elde edebilen bağımsızlığa gölge düşürebilecek her şeyden nefret etmek anlamı çıkarılırsa, evet bizim yabancı düşmanı olduğumuz söylenebilir... Yabancı girişimcilerin, yabancı amaçlarının içimizde uyandırdığı kaygılar, bütünüyle ortadan kalkmış değildir. Eğer bazen ihtiyatlı hareket ediyorsak, aşırı derecede kuşkulu davranıyorsak, bu bize çok pahalıya mal olan özgürüğümüzü kaybetmek korkusundandır."

"Milletler, işgal ettikleri arazinin gerçek sahibi olmakla beraber, insanlığın vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından kendileri istifade ederler ve dolayısıyla bütün insanlığı da yararlandırmakla yükümlüdürler. Bu yasaya göre, bundan aciz olan milletler, bağımsız olarak yaşamak hakkına layık değildir."

volkanferhan
30.01.2007, 02:47
Kendinden ne kadar emin olduğunun ifadesini Atatürk'ün ağzından bir kere daha dinleyelim: "Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve bana taan edenler çıkabilir. Hattâ bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki, bu fikirler, Hind'den, Mısır'dan döner, dolaşır gene gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur!" 1937, Atatürk

volkanferhan
30.01.2007, 02:49
PERA PALAS TA YAŞANANLAR..

İstanbul'un işgal günleri idi. Başta General Harrington olmak üzere bir kısım işgal kumandanları Pera Palas Salonu'nun bir köşesinde otururlarken, başka bir köşede oturan Mustafa Kemal nedense onların dikkatlerini çeker. Kim olduğunu soruştururlar. Mustafa Kemal denir. Onlar için Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı'nın en ünlü şahsiyetlerinden biridir. Yabancı dillerde Çanakkale Harpleri'nden bahseden ve daima Mustafa Kemal'in isminde düğümlenen kitaplar ve yazılar o zaman bile azımsanamayacak kadar fazla idi. Kendisine haber göndererek masalarına davet ederler, ama Mustafa Kemal'in cevabı hem nazik, hem kesindir: "Burada ev sahibi olan biziz ! Kendileri misafirdirler ! Onların bu masaya gelmeleri gerekir!"

volkanferhan
30.01.2007, 02:51
Roma'da Mussolini'yi istasyona getirdi!

(F. Rıfkı Atay, "Çankaya", 1969, s.550)

İsmet İnönü İtalya'ya resmi bir seyahat yapacağı vakit, Atatürk: "Sen Türkiye'nin Başvekilisin. Mussolini de resmen İtalya'nın Başvekilidir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız" demişti. Yolda idik. İlk verilen programa göre Mussolini istasyona karşılamaya gelmiyordu. İnönü Roma'da yerleştikten sonra karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Atatürk'ün talimatı üzerine, Türk Heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcülerine haber verdi. Trende bir telâştır, gitti! Roma'ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında ceket atayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekilini bekliyordu!

volkanferhan
30.01.2007, 03:01
Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe
yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller
yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri asacak, ondan sonra
sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin. -

Mustafa Kemal ATATÜRK

volkanferhan
30.01.2007, 03:03
hatay hakkındaki tbmm de konusması


Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam
edemem. Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem
milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam - Mustafa Kemal ATATÜRK

volkanferhan
30.01.2007, 03:05
BİR ASKERİN MEZARINA

Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir,
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken...
Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt
İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir
Asker yatıyor...
Onun hâbı istirahate çekildiği şu
Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler.
Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar
Nâle eylediler, çocuklar ağladılar.
Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin
Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak,
Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin
Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan
Ona nâilini intizar olmuş!...

MUSTAFA KEMAL
Harbiye talebesi iken yazmıştır..

Gamze
31.01.2007, 00:39
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dilinden:


''Milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütala edilmemelidir.Milliyet davası siyasi bi mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir.''


''Vakıa bize milliyetçi derler.Fakat biz öyle milliyetçileriz ki bizimle iş birliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz,onların bütün milliyetlerinin icaplarını tanırız.Bizim milliyetçiliğimiz her halde hodbin (bencil) ve mağrur bir milliyetçilik de değildir.''


''Bu memleket tarihte Türk'tü,halde Türk'tür ve ebediyen Türk kalacaktır.''


''Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz,Türk milliyetçisiyiz.Cumhuriyetin dayanağı,Türk topluluğudur.Bu topluluğun fertleri nne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.''


''Benim yaradılışımda fevkalade olan bir şey varsa,Türk olarak dünyaya gelmemdir.''


''Benim hayatta yegane fahrim,servetim Türklükten başka bir şey değildir.''


''Türk milleti kahramanlıkta olduğu kadar,istidat(yetenek) ve liyakatte (yeterlilik,kifayet) de bütün milletlerden üstündür.''


''Her Türk ferdinin son nefesi,Türk Milletinin nefesinin sönmeyeceğini,onun ebedi olduğunu göstermelidir.Yüksel Türk,senin için yüksekliğin hududu yoktur.İşte parola budur.''


''Ben asil bir milletin evladıyım.''


''Biz bize benzeriz.''

volkanferhan
31.01.2007, 01:09
Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karatıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.


Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?

MUSTAFA KEMAL
Sinop 25 Kânunu Evvel 321 (1905)

volkanferhan
31.01.2007, 01:14
26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı. Prof. Afet İnan, olayı şöyle anlatıyor:

O geceyi rahatsız geçirdi. İlk komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında :

"Demek ölüm böyle olacak" diyerek uzun bir rüya gördüğünü anlattı.

Salih'e söyle, ikimiz de kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi.

Atatürk'ün burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisinin de söylediği gibi ölümünün habercisiydi. Salih Bozok'un kuyudan kurtulması ise, Atatürk'ün vefat ettiği gün, buna çok üzülen Salih Bozok'un intihar etmesi sonucu kurtarılmasını simgeliyordu...

Bu Atatürk'ün gerçekleşen son rüyasıydı...

volkanferhan
31.01.2007, 01:18
Ben İnsan Değil miyim?”

Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal’in özel treni Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu’sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e gidip annesini görecek. Ve Latife’yi.

Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal’in ve bir türlü uyku tutturamıyor.

Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.

“Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.

İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ‘Anamız öldü paşam!’ diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ‘Paşam sen sağ ol’ desem ‘Eyvah demez mi?’ ‘Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"

Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.

Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:

“Emret Paşam”.

Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:

“Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?”

“Uyku tutturamadım da Paşam”

“Annemden bir haber var mı?”

“Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.”

“Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.”

Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:

“Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.”

Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.

“Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..”

Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:

“Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!”

Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.

“Ver onu” dedi. “Paşamız bekliyor.”

Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: “Sen sağol paşam” dedi.

“Millet sağ olsun.”

Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş “Ağlama paşam” diye yalvardı.

“Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da te selli bulurum. Benim için ikisi bir.”

İşte ben bunun için:

‘Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ diye cevap vermedim mi Namık Kemal’e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı

volkanferhan
31.01.2007, 01:20
............

volkanferhan
31.01.2007, 01:24
biliyormusunuz?

Ataturk`un dunyada `basogretmen' sifatli tek lider oldugunu Bir geometri
kitabi yazdigi, Ucgen, aci, dikdortgen gibi ve 48 tane geometri teriminin
(Turkce) isim babasinin bizzat Mustafa Kemal oldugunu.

Norvecce`de `Ataturk gibi olmak` diye bir deyim oldugunu.

''Ataturk'' cicegi'nin adini, cicegi bulan Wanderbit Universitesi
profesorlerinden doktor Kirk Landin`in koydugunu ve bu cicegin tum dunyada
bu isimle uretilip satildigini.

Yunan baskomutani Trikopis`in, hicbir zorlama ve baski olmadan her
Cumhuriyet bayraminda Atina'daki Turk buyukelciligine giderek,
Ataturk`un resminin onune gectigini ve saygi durusunda bulundugunu.

''Mimber'' adinda bir gazete cikarttigini ve 52 sayi yayimlanan
gazetede ilk defa sansur kelimesi gectigini.

Kurtulus Savasinda rutbe alan bir cok
kadin askerlerimizin
oldugu, dunya tarihine gecen tek bir ustegmenimizin oldugunu,
Usttegmen Kara Fatma' nin 700 erkek, 43 kadindan olusan bir mufrezenin
reiseligine bizzat ataturk tarafindan atanmis oldugunu.

Bir roportajda Birlesmis Milletlere uye olmayi dusunuyor musunuz?"
diye soruldugunda "Sartlarimizi koyariz, kabullerine bagli. Biz
muracaat etmeyiz uye olmak icin, davet gelirse dusunuruz" dedigini ve bunun
uzerine BM yasasinin degistirildigini ve uyelige davet edilen ilk ulkenin
Turkiye Cumhuriyeti dugunu.

1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranli
doneminde,danisman, senator ve bakanlarindan olusan yuz yirmiden fazla
kisiye; "Su anda hicbirinizi degil, buyuk istidadi ile Mustafa Kemal'i
gormek
icin neler vermezdim" dedigini.

1938'de Ata`nin olumunde Tahran gazetesinde yayinlanan bir siirde;
"Allah bir
ulkeye yardim etmek isterse onun elinden tutmak isterse basina
Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildigini.

1996'da Haiti Cumhurbaskaninin vasiyetinde, mezar tasina
yazilmasini istedigi metinde; "Butun omrum boyunca Turkiye'nin lideri
Mustafa Kemal Ataturk'u anlamis ve uygulamis olmaktan dolayi mutlu oldum"
yazdigini.

2000'de ABD Baskani'nin milenyum mesajinda; '' Milenyumun hic suphe
yoktur ki tek devlet adami Mustafa Kemal Ataturk'tur. Cunku o yilin degil
asrin lideri olabilmeyi basarmis tek liderdir" denildigini.

2005'de Amerika'nin en unlu ekonomistlerinden birisi olan Mr.
Johns`un onerisinin "Turkiye ekonomiyle savasta bir tek Ataturk' u
ornek alsin yeter" oldugunu.

*2006'da ise AB Uyum yasalari geregince devlet dairelerinden
Ataturk resimlerinin kaldirilmasinin istendigini.

volkanferhan
31.01.2007, 01:28
KOLTUK UĞRUNA
Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
-Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.
Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
-Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan,der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şıh;
-Emrin olur Paşam,diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
-Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim, der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler.
Yazıda söyle yazmaktadır;
"İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...

volkanferhan
31.01.2007, 01:31
Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin en saf şekliyle yaşanmasına olan inancı onun dindar yönünü her dönemde ortaya çıkarmıştır. Her zaman gerçek din ile batıl inançlarla dolu gericiliği net biçimde ayıran Atatürk, birçok konuşmasında, samimi ve içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan, Kuran'dan saygı ve bağlılıkla bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk Milleti'ne, gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiş. Allah'a yönelmede Hz. Muhammed'i rehber göstermiştir:

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Atatürk, Nedim Senbai, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979)

Hz. Muhammed'i överek O'nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed'in peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Hz. Muhammed'e duyduğu hayranlığı ve O'nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata'nın o anki halini şöyle anlatmıştır:

"... Atatürk'ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askeri harita idi ve Hz. Muhammed'in büyük Bedir Cengi'ni adım adım gösteriyordu. Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi'ni göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" diye heyecanlandı.

Ata'nın son sözü şu olmuştu:

- Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir, O'nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)

Atatürk"ün Hz. Muhammed'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:

"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

Atatürk, dinimizin tam anlamıyla ve aslına uygun olarak yaşanmasını ve milletimize doğru, modern, hurafelerden arındırılmış bir din anlayışını benimsetmeyi hedeflemiştir. Hiçbir aşırılığa kaçmadan, Kuran'ın modern bir dünyayı tarif ettiğini çok net biçimde özümsemiştir.

Açıkça anlaşılmaktadır ki, gerçek manada dindarlık, heyecanlı fanatiklerin, tutucu, kapalı görüşlü kimselerinkinde değil; Atatürk'ün tarif ettiği ılımlı, insancıl, modern yapıda kendini göstermektedir.

Büyük Atatürk'ün, İslam dinini, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Peygamberi ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, O'nun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir.

volkanferhan
31.01.2007, 01:36
Ataturk ;

Uluslararasi anlayis, isbirligi ve baris yolunda çaba göstermis üstün bir kisi,
olaganüstü reformlar gerçeklestirmis bir devrimci,
sömürgecilik ve emperyalizme karsi savasan ilk lider,
insan haklarina saygili, dünya barisinin öncüsü,
bütün hayati boyunca insanlar arasinda renk, din ve irk ayrimi gözetmeyen essiz bir devlet adami,
Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu.

UNESCO B.M.E.K.Ö.nün 152 ülkesinin
OYBIRLIGI ile yapmis ve dünyaya dagitmis
oldugu ATATÜRK tanimlamasi.


Metnin Ingilizcesi.

Atatürk is:
An outstanding person who devoted himself for
the development of international understanding,
cooperation and peace, a revolutionist who realized extraordinary reforms, the first Leader who fought against imperialism and colonialism.
A unique Statesman respectful to human rights, pioneer of worldwide peace,
who never discriminated people according to their color religion or race through out his life, founder of Turkish Republic.

UNESCO (United Nations Educational Scientific and Culture Organizations)

volkanferhan
31.01.2007, 01:38
''- İstanbul'un saf, samimî ve mütevazi kütlesine minnettarım. En müşkül dakikalarımızda kalbimiz onlarla beraber çarpmıştır. İstanbul ahalisi son senelerde çok elemli ve felâketli dakikalar geçirmişlerdir. Her zaman mâsum insanları baştan çıkarmak için uğraşanlar olmuştur. Böylelerinin sözlerine kulak asmamak, onlara tertip olunacak en iyi cezadır. Mücadele hayatımızda elim dakikalar yaşadık. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız muarızlarımızın insaflı olmazı lâzımdır.
Memleketimize şöyle pamuk ipliğine bağlanmış bir intizam ve âsâyiş değil, en müterakki (gelişmiş) addolunan memleketlerdeki sükûn gelecektir. Bu noktada Fransa'ya veya İngiltere'ye gıpta etmeyecek bir hale behemehal geleceğiz.
Memleket behemehal asrî, medenî ve müteceddit (yenilik taraflısı) olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün fedakârlığımızın semere vermesi buna mütevakkıftır (bağlıdır). Türkiye ya yeni fikirle mücehhez (donanmış) namuslu bir idare olacaktır veyahut olamayacaktır. Millet ile çok temasım vardır. O saf kütle bilmezsiniz, ne kadar tecerrüd (yenilik) taraftarıdır. İcraatımızda hiçbir zaman, menavi (engeller) bu kesif tabakadan gelmeyecektir. Millet müreffeh, müstakil, zengin olmak istiyor. Komşularının refahını gördüğü halde fakir olmak pek ağırdır. İrticakâr fikirler perverde edenler (besleyenler) muayyen bir sınıfa istinat (dayanabileceklerini) zannediyorlar. Bu, katiyyen bir vehimdir, bir zandır. Terakki yolumuz önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz, teceddüt vâdisinde duracak değiliz.''

(Atatürk - Aralık 1923)

İskender66
31.01.2007, 13:07
Arkadaşlar sizlerin sayesinde bu yaşıma kadar Atatürk hakkında duymadığım ve bilmediğim gerçekleri öğrenmiş oldum.. Hepinize teşekkür ederim. Ellerinize sağlık...

İskender66
31.01.2007, 13:12
MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLİK MESLEĞİNDEN İSTİFA MEKTUBU
ERZURUM VİLAYETİ ALİYESİNE
(YÜCE ERZURUM VALİLİĞİNE)
9 Temmuz 1919 - Erzurum
Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan milli savaşmalar uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa askeri ve resmi sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu gaye-i mukaddese (kutsal amaç) için milletle beraber sonsuza kadar çalışmağa mukaddesatım (kutsal şeylerim) adına söz vermiş olduğum cihetle, pek aşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra milli ve kutsal gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sine-i millette (milletin bağrında) bir ferd-i mücahit (savaşçı kişi) suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim.
M. KEMAL

BATI CEPHESİ KOMUTANI İSMET İNÖNÜ'NÜN METRİSTEPE'DEN TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL'E TELGRAFI
1 Nisan 1921
"Metristepe'den gördüğüm vaziyet: Gündüzbey kuzeyinde, sabahtan beri dayanan ve artçı olması muhtemel bulunan bir düşman müfrezesi, sağ kanat grubunun taarruzuyla düzensiz bir şekilde çekiliyor. Yakından takip ediliyor. Hamidiye yönünde temas ve faaliyet yok. Bozöyük yanıyor. Düşman, binlerce ölüleriyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza terk etmiştir."

TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL'İN BATI CEPHESİ KOMUTANINA TELGRAFLA CEVABI
"...Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin tersine dönmüş talihini de yendiniz. İstila altındaki talihsiz topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün en uzak köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istila hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu..."

ANNESİ ZÜBEYDE HANIM'IN OĞLU ATATÜRK'E MAREŞAL RÜTBESİ VE GAZİ UNVANI VERİLMESİ DOLAYISIYLA TEBRİK TELGRAFI :
27 Eylül 1921
"... Milletin hakkınızdaki bu sevgi ve itimadı, benim kadar kimseyi duygulandıramaz. Kız kardeşinle beraber alnından öperek ve bağrımıza basarak, seni tebrik ederiz." 27 Eylül 1921

ATATÜRK'ÜN, ANNESİNİN ÇEKTİĞİ TELGRAFA CEVABI :
29 Eylül 1921
"... Benim için dünyevi mükafatların en yücesi olan tebrikatınızla mesut oldum."

ATATÜRK'ÜN TÜRK ORDUSUNA BAŞKUMANDAN OLARAK, ORDUMUZU ÖVEN TELGRAFI
20 Eylül 1921
NEFERLERE
Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan millete, yad elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazi unvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu, en şerefli, en ulu bir gaza ile mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz kahramanlıklar bu unvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağım. Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerinin temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati halası nasip etsin.
Başkumandan Mustafa Kemal

MUSTAFA KEMAL'İN İZMİR'İN KURTARILMASI DOLAYISIYLA ORDUMUZA GÖNDERDİĞİ TEŞEKKÜR MESAJI
9 Eylül 1922
Birinci, İkinci Ordulara; Beşinci ve Üçüncü Kolordu Komutanlığına
İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakarlığı hürmet ve takdirle yadederim. Elde edilen büyük zaferde gerçek yapıcı olan kıymetli arkadaşlarıma en samimi şekilde teşekkür eder, tebriklerimi bildiririm. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin elde edilmesinde de aynı istek ve fedakarlığı göstereceklerine itimadım tamdır.
Başkomutan Mustafa Kemal

MUSTAFA KEMAL'İN LOZAN KONFERANSI'NDA TÜRK DELEGELERİNİ BAŞARILARINDAN DOLAYI İSMET PAŞA'YA GÖNDERDİĞİ TEBRİK TELGRAFI
Lozan'da Delegeler Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretleri'ne
Millet ve hükümetin zatıalilerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla sona erdirdiniz. Memlekete birbiri ardınca yaptığınız yaralı hizmetlerle dolu ömrünüzü bu defa da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun çarpışmalardan sonra vatanımızın barış ve istiklale kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolayısıyla zatıalinizi, pek sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Heyeti üyelerini şükran duygularımla kutlarım.
Gazi Mustafa Kemal
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkomutan

MECLİS-İ MİLLİNİN TOPLANTI YERİ HAKKINDAKİ TELGRAF
18 Kasım 1919
Sivas Valisi Reşit Paşa Hazretlerine
Dersaadetin işgali ve İtilaf devletlerinin tesiri altında bulunması mahzuru aziminden başka Rum ve Ermenilerin İstanbul'daki faaliyeti hazıraları vesair mahzurlar nazarı dikkate alınarak Heyeti Temsiliye emniyeti tamme husulüne kadar nizamnamemizin onbirinci maddesine istinaden hariçte kalarak vezaifi milliyesine devam etmeye karar vermiştir. Bu husustaki mutalaalarının serian işarı rica olunur.
Heyeti Temsiliye namına
Mustafa Kemal

MECLİS-İ MİLLİNİN AÇILMASI ÜZERİNE MECLİS-İ MEBUSAN REİSLİĞİNE ÇEKİLEN TEBRİK TELGRAF
14 Ocak 1920
Meclis-i Mebusan Riyaseti Celilesine
Hakimiyeti milliyenin en mühim bir devrei hayatiyemizde uzun bir müddet tecelli ettirilmemiş olmasından mütevellit mücahedatımız, muhterem Meclisi Millinin küşadiyle neticelerinden birini istihsal etmiş oluyor. Heyeti milliyemiz, mukadderatı milliyeyi en meşru ve en kanuni mercii tetkik ve muhakemesi olan muhterem Meclise tevdi etmiş olmakla müftehir ve bahtiyardır. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk teşkilatı altında kuvvetlerini, emellerini ve ruhlarını birleştirmiş olan millet, bu günden itibaren yalnız kendi iradesini temsil ve bilfiil hakim kılacak olan meclisin nigehbanı vaziyetindedir ve İstiklal ve mevcudiyetinin sonuna kadar müdafaası emrinde onun en fedakar bir istinadgahıdır. Heyetimiz bu itibar ile Meclisi Milliye matuf olan amal ve metalibi milliyenin kuvvet ve mahiyeti hakkında olduğu gibi bu günden itibaren mebusanı muhteremenin duşu ameline raci kalacak olan mesuliyeti tarihiyenin derecesi hususunda da muhterem mümessillerimizin vukuf ve metanetinden em,in ve mutmain olarak tebrikatı ihtiramkaranesini takdim ve heyeti muhteremeye iblağını istirham eyler olbabta.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti
Heyeti Temsiliyesi namına
Mustafa Kemal

İNGİLİZLERİN İSTANBUL'U İŞGALİ HAKKINDAKİ TELGRAF
16 Mart 1920
Erzurum Vilayetine, Kumandanlıklara ve Cemiyetlere gönderilen tamim.
Bilumum vilayet ve kumandanlıklara ve Müdafaai Hukuk Cemiyetine
1- İngilizler Dersaadetteki müessesatı Hükumeti cebren işgal ve telgrafhanelere vaziyed ederek Anadolu ile payitahtın muhaberatını kateylemişlerdir. Bu vaziyet karşısında milletle müştereken Temsiliyece vukubulacak bilumum mesaide şimdiye kadar her vesile ile isbatı hamiyet eylemiş bulunan büyük ve küçük tekmil telgraf memurlarının muavenetlerine intizar eder.
2- İngilizlerin milletimizi iğfal için çekecekleri telgrafnameler hakkında umumun nazarı dikkatini celbederiz.
Heyeti Temsiliye namına
Mustafa Kemal

MECLİS REİSLİĞİNİ KABULÜ HAKKINDA TELGRAF
24-25 Nisan 1920
Gayet aceledir:
15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine
Meclise bugün şahsıma hedefi ta'riz ittihaz eden propagandacıların neticei mesailerinden menafii vataniyeyi müteessir etmemek için şahsıma hiçbir mevki verilmemesini sureti samimanede rica eylediğim, tadad ettiğim mahzurlara rağmen Meclis 120 mevcuttan 110 rey ile acizlerini makamı riyasete intihap etti. Vaziyeti hazıranın icabatı müşkilesi karşısında bu vazifeyi ademi kabulde israr ettiğim takdirde belki bir inhilal vuku olabilirdi. Bu sebeple vazifei riyaseti kabul ettiğimi arz eylerim.
Millet Meclisi Reisi
M. Kemal

İCRA VEKİLLERİ SEÇİMİ HAKKINDA
2 Mayıs 1920 - Ankara
Gevyede Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine
Büyük Millet Meclisinin muhtelif icra selahiyetlerini Meclis namına takip edebilmek için her hizmete bakmak üzere Meclis tarafından birer İcra Vekilinin intihabı kararlaştırılmıştır. Bu meyanda Müdafaai Milliye ve Erkanıharbiye Vekaletine sizlerin bilfiil cephede askeri harekatın başında bulunmanız nesebile Ankara'ya gelmiş olan Fevzi Paşa'nın Müdafaai Milliye Vekaletine ve Miralay İsmet Beyin Erkanıharbiye Vekaletine tayinleri buraca münasip görülmektedir. Fikir ve mütalaalarınızın sür'atle bildirilmesini rica ederim.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal

T.B.M.M. NİN AÇILDIĞI GÜNÜN MİLLİ BAYRAM OLARAK KABULÜ DOLAYISIYLA ÇEKİLEN TELGRAF
23 Nisan 1921
Kastamonu, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Merkeziyesine
Davayı halas ve istiklal ile kıyam eden tekmil Anadolu'nun bu mukaddes davayı temsil ve müdafaa için vücuda getirdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi 336 senesi Nisanının yirmi üçüncü günü açılmıştır. Yeni ve ulvi bir tarihe başlangıç olan bu mübeccel günü hatırai millette edebiyen yaşatmak üzere Meclisimiz bugün yirmi üç Nisan tarihinin Milli bayram addini bir kanunu mahsus ile kabul etmiştir. Bu mukaddes tarihi vücuda getiren mücahedatı milliyenin en canlı ve fedakar amili bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk heyetlerini kemali samim ve hararetle tebrik eder ve bu tebrikatın bilumum kaza, nevahi ve mahallat heyatı idarelerine de iblağını rica eylerim efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

HALİDE EDİP'E TELGRAF
18 Ağustos 1921
Halide Edip Hanımefendi Hazretlerine
Garp Cephesi
Aceledir
Ordu safları arasında vatanımızın müdafaasına fiilen iştirak için şiddet-i arzu ile vuku bulan müracaat-ı vatanperveraneleri orduca memnuniyetle telakki olundu. Hizmet-i fiiliye-yi askeriyyeye kabul ve Garp Cephesine memur edildiğinizi tebliğ ederim. Keyfiyet cephe kumandanlığına da iş'ar kılındı. İlk vasıta ile cephe karargahına müracaat ve oradan vazifenizin telakki buyurulması rica olunur.
Başkumandan
Mustafa Kemal

CİDDİ SAVAŞLARA BAŞLANACAĞINA DAİR TELGRAF
21 Ağustos 1921
Garp Cephesi
Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine
Telgrafınızı Garp Cephesi karargahında aldım. Bir dağ ve bir fedakar kalsa dahi istiklal davamızın devam edeceği hakkındaki kanaati layetezelzelin Yunan Ordusu ile meydan muharebesine tutuştuğumuz bir anda tarafı devletinizden tekrar ve teyid edilmesi büyük inşirahı kalbi mucip oldu. Harekatı askeriye planımız tıpkı mütalaa buyurduğunuz gibi düşünülmektedir. Yalnız Ankara garbinde ciddi bir muharebe vermeyi mülahazatı umumiyeye nazaran zaruri görmekteyiz. Maahaza kuvvet ve vaziyetimiz dahi gayri müsait görülmektedir. Düşmanla muharebe teması hasıl olmuştur. Fevzi, İsmet Paşalarla beraber Garp Cephesi Karargahından selamlarımızı takdim ederiz.
Başkumandan
Mustafa Kemal

SAKARYA MEYDAN SAVAŞININ KAZANILDIĞINA DAİR
13 Eylül 1921
Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşanın raporunun tamimi.
13 Eylül sene 337 vaziyetine dair Garp ordusu kumandanlığının raporu berveçhiati aynen tamim olunur. (13.9.337)
Başkumandan Mustafa Kemal
23 Ağustos sene 337 denberi devam eden Sakarya Meydan Muharebesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun muzafferiyeti katiyesiyle neticelenmiştir. Üç gündenberi devam eden mukabil taarruzumuzun tesiriyle bugün 13 Eylül sene 337 öğleden evvel bütün düşman ordusu mağluben ve kamilen nehir garbına atılmış bulunuyor. Düşmanı bilafasıla takip ediyoruz.
Garp Cephesi Kumandanı
İsmet

DÜŞMANA TAARRUZA BAŞLANDIĞINA DAİR ŞİFRE
25-26 Ağustos 1922
İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye
Garp Cephesindeki ordularımız tevfikatı Süphaniyeye istinaden Ağustosun yirmi altıncı Cumartesi günü düşmana taarruza başlayacaktır. Rauf ve Adnan Beyefendilere yazılmıştır.
Başkumandan
Mustafa Kemal
İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye
1- Harekatımızın mahiyetini düşmandan gizlemek maksadıyla şifre yazıyorum.
2- Düşmanın bir senden beri tahkim ve tel örgüler ile takviye ettiği mevaziden Afyon cenup cephesinde (Kaleciksivrisi, Diltepe, Belentepe, Kırcaaslan cenubundaki tepeler) aksamı zabitan ve efradımızın cansiperane hücumlar ile zaptolunmuştur. Düşmanın her taraftan muharebe meydanına trenle, otomobil ile ve maşiyen celbettiği mühim takviye kıtaaitle muharebe geç vakte kadar taarruz ve mukabil taarruzlarla bila inkıta devam etmiştir. Harekatı taarruziye yarın dahi devam edecektir.
Başkumandan
Mustafa Kemal

MUKAVELEYİ İMZAYA YETKİLİ OLDUĞUNA DAİR İSMET PAŞAYA GÖNDERİLEN ŞİFRE
10 Ekim 1922
(Mudanya Konferansı)
Teklif olunan proje üzerinde tadil ve tebdili şayanı arzu olan noktaların ve istihsali lazım hususatın teminine son himmet sarf olunduktan sonra inkıtaa meydan vermeyiniz mukaveleyi imza ediniz. İmzanız Meclisin dahi inzimamı muvafakati kuvvetini haiz olacaktır. 10.10.38 4:45 ten sonra yazılmıştır.
Başkumandan
Mustafa Kemal

CUMHURBAŞKANLIĞINA SEÇİLMESİ ÜZERİNE ALINAN TEBRİKLERE AÇIK TEŞEKKÜR
1 Kasım 1923
Cumhuriyet Riyasetine intihabım münasebetiyle memeleketin her tarafından aldığım samimane tebrikata ayrı ayrı cevap yetiştirmekte teahhurat olabilmesi ihtimaline binaen umumi olarak alenen takdimi teşekkürat eylerim.
Reisicumhur Gazi
Mustafa Kemal

LOZAN'IN YILDÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE BAŞVEKİL İSMET PAŞA'YA TEBRİK TELGRAFI
25 Temmuz 1930
Lozan muahedesini imzaladığımız büyük günün şerefli hatırasını tebcil, bundan duyduğum iftiharlarımı takdim eder, ve muhabbetle gözlerinizden öperim.
Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal

BALKAN ANLAŞMASI ÜZERİNE YUNANİSTAN CUMHURBAŞKANININ TEBRİKİNE VERİLEN CEVAP
11 Kasım 1934
M. Alexandre Zaimis Hazretleri
Yunan Reisicumhuru
Balkan anlaşma misakının imzası münasebetiyle Zatı devletlerinin tebriklerini büyük bir sevinçle aldım. Ve samimiyetle teşekkür ederim. Misaki imza eden memleketlerin devlet adamlarının anlayış ve uzağı görüşleri mahsulü olan bu misak ile Balkanlarda bir sükun ve saadet devresi açtıklarını görmekle bahtiyarım. Asil Yunan milleti ile Türk milleti arasında mevcut olup bütün Balkan milletlerinin birbirleri ile kardeş olmaları yolunda inkişaf eden dostluğun bu vesile ile bir kere daha teeyyüt ettiğini görmekten sureti mahsusada zevk duymaktayım.
Gazi Mustafa Kemal
Türkiye Reisicumhuru

HATAY'IN BAĞIMSIZLIĞI DOLAYISIYLA
27 Ocak 1937
Dışişleri Bakanının telgrafına verilen cevap
Hatay'ın varlığı Cenevre'de tasdik olunurken göndermiş olduğunuz telgrafı aldım. Türk ideal ve iradesinin, milletler arasında başka bir ufuk açarak tecelli ettirdiği bu başarı münasebetiyle kıymetli çalışmanızın yüksek değerini bir kere daha takdir ettim. Sizi ve gayretli murahhas arkadaşları tebrik ederim.
K. Atatürk

HATAY MİLLET MECLİSİ REİSİ ABDÜLGANİ TÜRKMENİN TELGRAFINA VERİLEN CEVAP
7 Eylül 1938
Hatay Millet Meclisi Reisi
B. Abdülgani Türkmen
Antakya
Hatay Millet Meclisinin ve temsil ettiği Hatay halkının hakkımdaki güzel duygularını bildiren telgrafınızdan pek mütehassis oldum. Hatay Millet Meclisine başladığı mühim vazifede muvaffakiyetler ve Hatay halkına yeni idare altında saadetler dilerim.
K. Atatürk

antagonist
31.01.2007, 13:58
Araya güzel bir resim sıkıştıralım :)

http://img248.imageshack.us/img248/9574/istph6.th.png (http://img248.imageshack.us/my.php?image=istph6.png)

woollss
31.01.2007, 21:12
ATAMZIN HER ANINI ÖĞRENMEK İSTEYEN ARKADAŞLAR...
MÜTHİŞ BİR EMEK ÜRÜNÜ OLAN BU TAKVİME BAKIN...!!
http://www.ataturktoday.com/ (http://javascript<b></b>:ol('http://www.ataturktoday.com/');)

Gamze
01.02.2007, 00:19
Amerikalı bir kadın gazeteci ,Dolmabahçe Sarayında Atatürk'le bir görüşmede bulunmakta ve sürekli ''diktatör'' kelimesi üzerinde durmaktadır.Atatürk,bir aralık şu yanıtı verir:''Evet,diktatör,diktatör ama kalplere girerek hükmeden bir diktatör...''

Atatürk'ün kendisine Ata diye hitap edilmesinden de hoşlanmadığını,gazetelerde ''Ata'' olarak telaffuz edilmesine karşılık ''Ata değil Atatürk'' dediğini okumuştum bir yerde.

volkanferhan
01.02.2007, 00:38
Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar
ATATÜRKÜN KİTAPLIĞINDAKİ TÜRKÇE VE OSMANLICA KİTAPLARDAN BAZILARI

Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani
Mehmet Salahi : Kamus-u Osmani
Avram Galanti : Türkçede Arabi ve Latin Harfleri ve İmla Meselesi
Mehmet Ali : Tahsil-i Lisan-ı Alman
Nüzhet : Kendi Kendine Almanca
Ahmet Cevat : Türkçe sarf ve nahif
Kazım Nami : Türkçe Oku, Türkçe Yaz
Mithat Sadullah : Latin Harflerinin Türkçeye tatbiki
İbn Emin Mahmut Esat : Tarih-i Din-i İslam
Osman Bin Süleyman : Kamus
Lütfullah Ahmet : Hayat-ı Hazret-i Muhammet
Abdunnaim Bin Hasan : Ceridetül Evail ve Hamidetül Evahir
Ahmet Halit : İslam Büyükleri
Abdurrahmanil Cami : Tercüme-i Nefhatül İnsan
Mehmet Cemil : Hukuku Düvel
Katip Çelebi : Cihannuma
Feridun Bey : Feridun Bey Münşeatı
Mehmet Bin Sait : Kitabü'l Tabakatü'l-Kebir
Şemseddin Sami : Kamusu Alam (6 cilt)
Şemseddin Sami : Kamusu Okyanus
H.Z. Ülken : Aristo Metafizik
Süheyl Ünver : İbn-i Sina
Ahmet Rifat : Lügat-ı Tarihiye ve Osmaniye
M.Fuat : Amerika'da Tükler ve Gördüklerim
Rıza Tevfik : Kamus-u Felsefe
Cemal Paşa : Hatırat (1913 - 1922)
Mehmet Cemil : Sulhta ve Harpte Hukuku Düvel
Evliya Çelebi : Seyyahatname
Suphi : Tekmiletül'l-iber
Lütfi Simavi : Devr-i İnkılap
Mustafa Necip : Selimname
Osmanzade Taib : Hakikatü'l Vüzera
Ahmet Saip : Vaka-i Sultan Aziz
Ahmet Hilmi : Tarih-i İslam
Mazhar Fevzi : Hayr-i Sahil
Ziya Paşa : Endülüs Tarihi
Resulzade Mehmet Emin : Azerbaycan Cumhuriyeti
Ali Reşat : Tarih-i Osmaniye
Ali Reşat : Kurun-u Cedide Tarihi
Sebahattin : İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar
Mahmut Esat : Tarih-i Dini İslam
Ahmet Mithat : İnkılap
Ahmet Cevdet : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
Mustafa Efendi : Tarih-i Selanik
M. Şemsettin : İslam Tarihi
Ahmet Rasim : Osmanlı Tarihi
Necip Asım : Türk Tarihi
Mustafa Nuri Paşa : Netayic-ül Vukuat
Mehmet Zihni : Neşahir-ün Nisa
Mehmet Şemsettin : Mufassal Türk Tarihi
Ziya Gökalp : Türk Medeniyeti Tarihi

ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU YABANCI KİTAPLARDAN BİRKAÇI

M. Roux de Rochelle : Etats-Unis D'Amerique
M. Dubois de Jancigny ve M. Xavier Raymond : Inde
M. Chopin : Russie
M. G. L. Domeny de Nenzi : Oceanique
Bary de St Vinvent : Iles de l'Ocean
M. Ph. Le Bas : Etats de la Confederation Germanique
M. Van Hasselt : Belgique et Hollande
M. Louis Lacrcix : Iles de la Grece
M. Louis Lacrcix : Chili, Paraguay, Uruguay, Buenos Aires
Champollion Figeac : Egypte Ancienne
M. J. J. Marcel : Egypte depuis la conquete des Arabes
Rozet et Carette : Algerie, Etats Tripolitains, Tunisie
Lavalle ve Gueroult : Espagne
M. Ph de Golbery : Histoire et Description de la Suisse et du Tyrol
M. G. Pauthier : Chine et son Description Historique
M. Chepin ve A. Ubicini : Provinces Danubiennes et Roumanies
M. Ph. le Bas : Suede et Norvege
Ferdinand Denis : Portugal
Ferdinand Denis : Afrique
Ferdinand Deniz - M. C. Famin : Bresil, Colombie et Guyane
M. Larenaudiere ve M. Lacroix : Mexique Guatamala Perou
M. Davezat : Iles de l'Afrigue
M. A. Tardieu, M. S. Cherubini : Senegambie et Guinee
M. N. Desvergers : Nubie, Abyssinie
Lacroix Yanoski : Italie Ancienne
M. Le Chevalier Artaud : Italie Sicile
Frederic Lacroix : İles Baleres et Pithyuse
M. Friess De Colonma : Histoires des Antilles
M. Elias Rensult M. Roux De Rochelle : Villes Anseatiques
M. Ferdinand Hoeger : Chaldee Assyrie Medie Babylonie
M. Neel Desverges : Arabie
S. Munk : Palestine Description Geographique historique et areheologique
Jean Yanosky ve M. Jules David : Syrie Ancienne et Moderne
M. Dubeux : Tatarie, Beloutchistan
M. V. Valmont, M. Xavier Raymond : Boutan et Nepal
Ernest Lqvi see ve Alfred Rambaud : Histoire Generale du IV e Siecle a nos jours (12 cilt)
Jean Jaures : Histoire Socialiste de la Revolution Française
Hilaire de Barenton : Le Mystere des pyramides


ATATÜRK'ÜN DİL İNKILABI SIRASINDA ÇALIŞTIĞI KİTAPLARDAN BAZILARI

H. F. Kuergic : Psychologie de Quelgues Elements des Langues Turques (1)
Vilhelm Thomson : Inscription de l'Orkhon
M. Guizot : Dictionnaire Universel des Synonymes
M. Brasseur de Bourburg : La Langue Maya
Hilaire de Barenton : L'Origine des langues des Religions et des Peuples

volkanferhan
01.02.2007, 00:43
ilginç bir şeye rastladım ilk defa gördüm dolanırken paylaşmak istedim..

mapsın linkide bu.. net bir şekilde görülüyor
http://maps.google.com/maps?ll=37.225145,42.356039&spn=0.004871,0.007918&t=k&hl=en

volkanferhan
01.02.2007, 00:46
Atatürk'ün Manevi Babasi Sedirler'li Haci Hüseyin Aga

Ata'nin Konya'ya besinci gelislerinde yanlarinda esi Latife Hanim'da vardi. Birlikte Konya Belediyesi'nin Ata'ya hediye ettigi ve halen Atatürk Müzesi olan evlerine inmislerdi. Ertesi gün erken saatlerde evin önü Ata'yi görmek isteyen meraklilarla dolmustu. Halk arasinda yasi 60'in üzerinde iri yapili, aksakalli, nurani yüzlü bir zat bahçe kapisinin sag yaninda beklemekte idi. Basinda abani sarik, sirtinda setari islik, üzerinde latasi, ayaginda mest kundura, Tunus sal kusak, kil salvari ile eski Konya kiyafetli ihtiyar ara sira nöbetçilere rica ediyor fakat sözünü tutturamiyordu. Bu esnada Belediye Baskani köske girmek üzere kapinin önünde durdugunda ihtiyarin yalvarmasini duyuyor, arzusunu sordugunda "Mustafa Kemal Pasa'ya iki çift sözüm var, ne olur kendilerine dilegimi bildirin" diyor. Bunun üzerine Belediye Baskani ihtiyari da yanina alarak içeri girerler. Tanistirilir Atatürk ihtiyara bos koltugu gösterir. Ihtiyar;

-"Oturmayacagim Pasam maruzatim kisadir. Arz edip, sizleri rahatsiz etmeden döneyim."

- Atatürk "buyurun oturun" der.

- Pasam bana Sedirlerli Haci Hüseyin derler. Üç oglum vardi, en büyügünü Balkanlarda sehit verdim, ikincisi Çanakkale'de sehit oldu. Üçüncü oglum kalmisti. "Vatan tehlikede Mustafa Kemal asker istiyor" denilince onu da emrinize Vatan müdafaasina gönderdim. Dumlupinar'da sehit oldugu haberi geldi. Üç oglum da Vatan ugruna sehit oldular . helal olsun, Vatan kurtuldu ya. Yeter. Benimkiler gibi nice yigitler bu vatan ugruna sehit oldu. Feda olsun.

Simdi sizden bir ricam var. Üç sehit oglumun yerine size "oglum" diye hitap edebilirmiyim? Gazi Oglumun alnindan öpebilirmiyim? Evladim" deyince, Gazi'de Latife hanim da derhal ayaga kalkip, "Bizleri evlat olarak kabul etmenizden gurur duyariz babacigim" diyerek Sedirler'li üç Sehit Babasi Haci Hüseyin Aga'nin elini öperler. Baba ogul olurlar. Gazi ile Haci Hüseyin Aga ertesi gün Haci Hüseyin Aga'nin esi Akile Mine'yle tanisip onu da "Ana" olarak ellerini öperler. Böylece ana ogul olurlar.


GAZETECI YAZAR SELÇUK ES'in ANILARINDAN

volkanferhan
01.02.2007, 00:48
Dolmabahçe önünde demir atmış olan Savarona nın güvertesinde, hasır koltuğunda güneşin batışını seyrediyordu. Ufuk, minarelerin arkasında kıpkızıl bir renk almıştı. İstanbul, camileriyle ateşten bir fona yaslanmış gibiydi. Füreya, Atatürk e son okuduğu kitabı getirmiş, yanıbaşında oturtuyordu. Söyler misiniz, bana bir Münir çalsınlar, dedi Atatürk. Yaveri koşup gramofona bir taş plak koydu. Az sonra, minarelerin birinde yanık sesli bir müezzinin ezanı duyuldu. Atatürk başıyla işaret verdi. Plağı susturdular. Hepsi huşu içinde ezanı dinlediler. Füreya, başını öteye, camilerden yana çevirmiş olan Ata nın göz pınarlarında yaşların biriktiğini gördü. Bir damla süzülmüş, yanağından aşağı akıyordu. Atatürk, uzun müddet yanındakilere doğru dönmedi. Nihayet başını çevirdiğinde, hem ezan bitmişti, hem o kendini toparlamıştı. Ne yazık ki ezanı tekrar ettirmemize imkan yok, Füreyanım, dedi yumuşak bir sesle. Sabah ezanını bekler, hep birlikte dinleriz Paşam dedi Füreya.

Füreya Koral'dan Atatürk'ün Anıları

volkanferhan
01.02.2007, 01:03
İngiliz kralı VIII. Edward İstanbul'a Atatük'ü ziyarete geldiği zaman,
Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce,
-"Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur,
onu bilen birisini, yahut bir aşçı bulunuz !...dedi.

Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o
şekilde düzene koydular... Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk'e dönerek:

- "Sizi tebrik eder ve teşekkür ederim. Kendimi İngiltere'de
zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi. Sofraya hep Türk
garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak,
elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de
halılara dağıldı.

Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral'a
:
- "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!"
dedi. Bütün sofradakiler Atatürk'ün bu sözlerine hayran oldular.
Atatürk garsona da "vazifene devam et" emrini verdi

volkanferhan
01.02.2007, 01:09
Dikkat !!!! Bu masada, 32 Kral, 62 Cumhurbaşkanı oturuyor ve ATATÜRK 'ün durusu?hepsinden çok farklı

sweetrose
11.02.2007, 16:26
Şubat 1933'te Bursa Ulucami'de toplanan 100 kadar irticacı camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Atatürk Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırasında bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur: "Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü..." Atatürk hemen konuşmakta olan kişinin sözünü keser ve aşağıdaki konuşmayı yapar:

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek"

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!



Mustafa Kemal Atatürk
Bursa, 5 Şubat 1933





Mustafa Kemal'in bu nutku daima benim için bir feyz kaynağıdır. Onun devriminin bekçisi olmaya devam edeceğiz.

sweetrose
13.02.2007, 21:17
MUSTAFA KEMAL’İN MİSYONER OKULLARINA BAKIŞ AÇISI

ABD,Kurtuluş Savaşı’nın Mustafa Kemal’in önderliğindeki Kuvayi Milliye Güçleri’nce kazanılacagını Görünce harekete geçer. Anadolu’nun silahla işgal edilemeyeceği anlaşılmıştır.

Öylese “kültürel işgal “ devreye konmalıdır.

Bu amaçla İçişleri Bakanlığı’na başvuran ABD’liler,”öksüzler yurdu “ ve “örnek çiftlikler” kurarak, Anadolu’nun yaralarının sarılmasina yardımcı olmak istediklerini belirtirler.

Bakanlık,Millet Meclisi’nden görüş sorar.
Meclis Başkanı Mustafa Kemal de ,günümüzde öneminini hiç mi hiç yitirmeyen asağıdaki Muhtırayı (uyarı) gönderir:


Ankara.3 Ocak1922 İçisleri Bakanlığı’na

29.12.921 Gün ve 10319/2423 sayili yazinizin yanitidir.
Anadolu’da öksüzler yurdu ve örnek çiftlikler vb.hayir kurumlari
Açma ve kurma konusunda Amerika Yakindogu görevlileri adina yapilan
Basvuruya karsi verecegimiz yaniti konusu ve ilkeleri,ilisik muhtirada genisce Açiklanmistir.

MUHTIRA

Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti,ülkenin bayindirlasmasina,öksüzlerin
Rahatlamasina,genel saglik ve ekonomimizin düzeltilmesine yönelik girisim ve
çalismalari tesekkürle kabul eder.Ancak bu konuda gerek uzak,gerek yakin geçmiste,bize oldukça agira patlayan deneyimlere dayanarak bir takim kaygilarimizi açiklama geregi vardir.
Simdiye degin,Ülkemizde ekonomik amaçlarla,politik ve bilimsel çalismalar yapan kurumlar ve yabancilar özellikle asagidaki amçlari izlemislerdir:

1. Ülkemizdeki çalismalarindan korkunç bir kazanç saglamak.

2. Bir bölgede elde edecekleri ekonomik imtiyaza dayanarak o bölgenin sahibi olmaya çalismak.

3. Ekonomik amaçla , bilim ve insanlik yarari görüntüsü ile yurdumuza gelip , ilerde istila hazirlamak için etnik topluluklari gerek gerek hükümete,gerek birbirlerine karsi kiskirtmak.

4. Yurdumuzdz,yalniz bilim ve insanlik amaçlari ile çalismakla birlikte, ruhlarinda bulunan Hiristiyanlik duygusu nedeniyle, hemen Hiristiyan azinliklarla iliski kurmak ve ister kasitli,ister kasitsiz olarak aralarinda azinliklarinda yasamakta oldugu Müslüman topluluklardan ayrilma istedigini propaganda etmek.

5. Bu gibilerin gerek Müslümanlara,gerek iyiligine çalistiklarini ileri sürdükleri Hiristiyan azinliklara , aralarinda yasamakta olduklari İslam çogunluguna karsi baski yapilmasini asilamakla , ne denli insanlik disi bir biçimde çalistiklari ve bu yüzden maydana gelen cinayetlerden sorumlu olduklari açiktir.

6. Hükümetinlerimiz , bu gibilerin de özgürce çalismalarina izin verdiginde Müslüman ve Müslüman olayan bütün uruklarina karsi pek agir bir sorumluluk yükü altina girmis olacaktir.

7. Buna izin vermek , çocuklari yasayacaklari çevreye düsman yada hiç olmazsa yabanci olarak yetistirmek ve çocuklari yasayacaklari çevre ile çatismak zorunda birakmaktir. Bu ise gerek o çocuklarin ,gerek içerisinde yasayacaklari halkin yikimini hazirlamaktir.

8. Bunu yasaklamak hükümetin görevidir. Bundan dolayidir ki , Amerikalilarca örnek çiftlik vb. Kurumlar kurup , buralarda kendi uyrugumuzudan olan binlerce çocugun Türk Hükümetine ve ulusuna karsi sevgisiz ve uyumsuz dugularla yetismelerine izin vermeyiz.

Emre B.
15.02.2007, 19:27
Hepsi çok güzel.

sweetrose
17.02.2007, 23:02
Muhammed Ali Cinnah
Pakistan'ın Kurucusu, 1954


O, Türkiye'yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hint Müslümanları bugünkü durumlarına hala razı olacaklar mı?

sweetrose
22.02.2007, 16:57
MUSTAFA KEMALLER TÜKENMEZ

Tükenir elbet
Gökte yıldızlar denizde kum tükenir
Bu vatan bu topraklar cömert
Kutsal bir ateşim ki ben sönmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez

Ben de etten kemiktendim elbet
Ben de bir gün göçecektim elbet
İki Mustafa Kemal var iyi bilin
Ben işte o ikincisi sonsuzlukta
Ruh gibi bir şey görünmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez

Hep kardeşliğe bolluğa giden yolda
Bilimin yapıcılığın aydınlığında
Güzel düşünceler soyut fikirlerde ben
Evrensel yepyeni buluşlarda
Geriliği kovmuşum ben dönmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez


Başın mı dertte beni hatırla
Duy beni en sıkıldığın an
Baştan sona her şeyiyle bu vatan
Sakın ağlamasın kasımlarda
Fatihler, Kanuniler ölmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez

Halim Yağcıoğlu

sweetrose
23.02.2007, 07:35
Birgün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine:

-"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu.

Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:

-"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu.

Adamcağız yüzüne bakakaldı.

-"Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..."

-"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsınız."

Adem Erdoğan
23.02.2007, 14:11
Ali Kılıç anlatıyor:

"Meclise geldik. Bir de müezzin geldi. Müezzin ezan okudu. Meclis kapısından içeri girdiğimiz zaman Atatürk'ün önüne sırmalı elbiseler giyinmis bir imam dikildi. Atatürk ne istediğini sordu. İmam ellerini kaldırarak, "Dua etmeden girilmez!" dedi. Atatürk, "Bu yurt Mehmed'ciğin süngüsü ile kurtarıldı ve bu meclis onun gayretiyle kuruldu. Yoksa senin duanla degil! Çekil oradan!" dedi ve imamı eliyle iterek meclise girdi."

(Kemal Arıburnu, Atatürk'ten Anekdotlar-Anılar)



ben Atatürk ün böyle bişey dediğine inanmıyorum.yalan yanlış uydurma şeyler bunlar.

sweetrose
04.03.2007, 17:51
"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir."

"Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve milletimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır." ( 1923 )

"Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır."

"Bilmeli ki, ulusal benliğini bilmeyen uluslar, başka ulusların avıdır."



Ulus,bir toplumun aşamasıdır. İnsanların oluşturduğu tolum, ulus olma özelliklerini kazanıncaya kadar, birçok aşamalardan geçmiştir. Ulus toplumun en son ulaştığı aşamadır.

Ulus; geçmişte bir arada yaşamış , şimdi bir arada yaşayan, gelecekte de birarada yaşama inancında, istek ve kesin kararında olan, aynı yurda ve o yurdun maddi ve manevi değerlerine sahip çıkan, aralarında dil, kültür ve duygu birliği olan insanların oluşturduğu toplumdur.

Ulusun günümüzde yaşayan bölümüne halk denir. Bir ulus içinde bir tek halk vardır.


"Ulus ve ülkenin yararları gerektiği taktirde insanlığı oluşturan uluslardan herbiri ile uygarlık gereği olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir duyarlılıkla takdir ederim. Ancak benim ulusumu esir etmek isteyen herhangi bir ulusun da bu isteğinden vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım."

antagonist
05.03.2007, 03:23
Askeri Öğrenci Mustafa Kemal'in notları:

Atatürk’ün öğrencilik hayatına ait, şimdiye kadar ciddi anlamda bazı önemli çalışmalar yapılmış bulunmaktadır. Bu çalışmalar arasında, özellikle Merhum Faik Reşit UNAT tarafından yapılanlar, hem ilk olmaları, hem de Kara Harp Okulu Arşivi’ndeki Künye ve Numara Defterlerine istinaden yapıldıkları için önem arz etmektedir. İkinci olarak, uzun yıllar Kara Harp Okulu’nda Siyasi Tarih Öğretim Üyesi olarak görev yapan ve Harp Okulu Tarihi ile Atatürk’ün Harbiye’deki öğrenim hayatını Kara Harp Okulu Arşivi’ndeki defterlere ve diğer belgelere dayanarak araştıran Merhum Emekli Öğretmen Albay Dr. Tahsin ÜNAL’ın çalışmaları önem taşımaktadır. Kara Harp Okulu Arşivi’nde çalışan ve Atatürk’ün okuduğu dönemde askeri öğrenim kurumlarını, akademik bir çalışma olarak yürüten ve bunu da yayınlayan Harp Okulu Siyasi Tarih Öğretim Üyesi Emekli Öğretmen Albay Dr. Yusuf ÇAM’ın, özellikle Numara Defterlerine dayanarak yaptığı çalışması, bir bütün olarak ilk olma özelliğini hala muhafaza etmektedir.

Atatürk’ün özellikle askeri öğrencilik yıllarına ait notları konusunda yapılan bunlar ve diğer önemli araştırmalar yayınlandıkları yıllara ve içeriklerine göre şu şekildedir:

Faik Reşit UNAT, 1953 yılında yayınlanan araştırmasında , M. Kemal’in Selanik Askeri Rüştiyesi 4ncü Sınıf; Manastır İdadisi 2nci Sınıf, 3ncü Sınıf; Harbiye 2nci Sınıf, 3ncü Sınıf derslerini, notlarını ve sınıf içindeki başarı durumunu vermiştir.

Faik Reşit UNAT, 1964 yılında yayınlanan ve öncekine göre daha geniş kapsamlı olan araştırmasında ise, yukarıdaki bilgilere ilave olarak M. Kemal’in Harbiye Künye Kaydını vermiş; çalışmanın eki olarak, Harp Okulu Arşivi’ndeki Künye ve Numara Defterlerinden M. Kemal’in Künyesinin yer aldığı sayfanın, Manastır İdadisi 3nü Sınıf, Harbiye 3nü Sınıf ile Akademi “Mezuniyet” notlarını (gerçekte 2nci Sınıf notları) içeren Numara Defterlerinin ilgili sayfalarının klişesini EK-2, 3, 4, 5 olarak yayınlamıştır.

Dr. Tahsin ÜNAL, Kasım 1964’te yayınlanan önemli makalesinde , hem Harp Okulu’nun tarihi, hem de Mustafa Kemal’in, Manastır İdadisi 3ncü Sınıf, Harbiye 1nci Sınıf, 2nci Sınıf ve 3ncü Sınıf derslerini, başarı durumunu ve bazı künye bilgilerini Harp Okulu Arşiv Belgelerine ve Salnamelere dayanarak vermiştir.

Atatürk’ün özellikle Biyografisi ile bazı kişilik özellikleri hakkında önemli çalışmalara imza atmış olan değerli araştırmacı Sadi BORAK önce 1972 yılında , sonra da 1983’te yayınlanan eserlerinde; F. Reşit UNAT ve Tahsin ÜNAL’ ın yukarıda zikredilen çalışmalarındaki bilgileri aktarmıştır. Sayın BORAK, A. Fuat CEBESOY’ un eseri gibi bazı hatıraları da kullanmıştır.

Ömer Sami COŞAR, Atatürk’ün biyografisi hakkında hazırlanmış en iyi çalışmalardan biri olan eserinde , özellikle F. R. UNAT’ın iki çalışmasındaki bilgileri aktarmış, bunları dönemin basınındaki bilgilerle desteklemiş ve M. Kemal’in künye kaydı ile Manastır İdadisi 3ncü Sınıf notlarını gösteren Numara Defteri sayfasının klişesini (muhtemelen F. R. Unat, 1964’ten alınma) vermiştir.

Mustafa Kemal’in bazı notlarının yer aldığı Numara Defterleri sayfalarının klişeleri ve bunların yeni harflerle çevirilerinin yayınlandığı önemli bir çalışma da, 1981 yılında Kara Harp Okulu tarafından yapılmıştır. Atatürk’ün doğumunun 100ncü yılı münasebetiyle yayınlanan bir albüm olan bu eser, bütün yazıları kesik uçlu kalemle eliyle yazan, o zaman Yüzbaşı, şimdi General Sayın Şahap TUNCER’in gayretleri sonucu meydana getirilmiştir. Bu albümde Mustafa Kemal’in Manastır İdadisi 3ncü Sınıf, Harbiye 3ncü Sınıf, Akademi 2nci Sınıf notlarının klişe ve çevirileri; Harp Okulu künye kaydı ve Harbiye mezuniyetini gösteren bir gazete kupürünün klişesi ile çevirisi verilmiştir.

Dr. Yusuf ÇAM, Atatürk’ün okuduğu dönemde Rüştiye, İdadi ve Harbiye eğitim ve öğretimini incelediği önemli eserinde bu okulların kuruluşlarını, eğitim faaliyetlerini, eğitim sürelerini, ders programlarını ortaya koymuş; dönemin sivil okulları ile mukayeselerini yapmıştır. Okulların yönetim ve öğretim kadrolarını da inceleyen Sayın ÇAM, eserin sonunda Kara Harp Okulu Arşivi Numara Defterleri’nden alınan ve Mustafa Kemal’in Manastır İdadisi 3ncü Sınıf, Harbiye 2nci Sınıf ve Harbiye 3ncü Sınıf notlarını içeren sayfaların klişelerini EK-1, 2, 3 olarak yayınlamıştır.

Mustafa Kemal’in Harp Okulu’na kadar olan eğitim sürecinin ve bu sürecin kişiliğine olan etkilerinin incelendiği ve 12-13 Ekim 1998 tarihlerinde Manastır (Makedonya)’da yapılan Manastır ve Mustafa Kemal Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulan araştırmamızda Mustafa Kemal’in Rüştiye 4ncü Sınıf, Manastır İdadisi 2nci ve 3ncü Sınıf ders başarı durumu ve Harbiye künye kaydı verilmiş idi. Daha sonra, Mustafa Kemal’in Harp Okulu’na girişinin 100ncü yılını anma faaliyetleri çerçevesinde hazırlanan bir başka araştırmamızda , bu notları ve başarı durumuna ilaveten Onun Harbiye 2 ve 3ncü Sınıf ile Akademi 1 ve 2nci Sınıf notları ve başarı durumu, kişiliğinin oluşumuna etkilerini incelemek amacı ön planda tutularak değerlendirilmişti.

Kara Harp Okulu öğretim elemanlarından Öğ. Kd. Yzb. Hayrullah GÖK, Mustafa Kemal’in Harp Okulu’na girişinin 100ncü yılını anma faaliyetleri çerçevesinde hazırladığı bir kılavuzun 4-10 numaralı EK’i olarak, Mustafa Kemal’in Rüştiye 4ncü Sınıf, İdadi 2 ve 3ncü Sınıf, Harbiye 2 ve 3ncü Sınıf, Akademi 1 ve 2nci Sınıf notlarını içeren Numara Defterlerinin ilgili sayfalarının Osmanlıca klişelerini yayınlamıştır.

Bu bölüme son vermeden önce; H. GÖK ve M. UYAR tarafından yapılan iki yeni çalışmadan bahsetmek istiyoruz: Araştırıcılar, bunların ilkinde M. Kemal'in Harp Akademisi 1 ve 2nci sınıf notlarını, ikincisinde de Harp Okulu 1, 2 ve 3üncü sınıf notlarını yayınlamışlar ve başarı durumunu değerlendirmişlerdir. Bu iki çalışmadaki bazı değerlendirmeler araştırmaların kendi iç örgüsü açısından bile bazı çelişkilerle dolu olmasına rağmen; araştırıcıların özellikle son çalışmada, Mustafa Kemal'in daha önce bilinmeyen ve Harp Okulu Arşivi'nde de bulunamayan Harp Okulu 1nci sınıf notlarını bulup yayımlamaları, Atatürk'ün biyografisindeki bazı eksikliklerin tamamlanabilmesi bakımından önemli bir hizmet olmuştur.

Biz bu araştırmada, Mustafa Kemal’i Atatürk yapan süreçte, aldığı askeri eğitim ve öğrenimin onun kişiliğinin oluşmasında nasıl bir etki yaptığının anlaşılabilmesi bakımından “ders başarı durumu” ve “okuduğu dersleri” ortaya koymaya çalışacağız. Şüphesiz, Atatürk’ü iyi anlamak için öncelikle onun “birikimleri”nin, bir başka ifade ile onun kişiliğinin oluşmasına etki eden “bilimsel ve fikri alt yapı”nın bilinmesi, ortaya konulması gerekir. Yukarıda, şimdiye kadar bu konuda yapılan çalışmalar kısaca özetlenmiştir. Bunlar ve konuyla ilgili diğer çalışmalarda gördüğümüz bazı çelişkiler ve tutarsızlıklar da belgelere göre düzeltilecektir.

II. SELANİK ASKERİ RÜŞTİYESİ

Çocukluğundan itibaren askerliğe büyük bir ilgi duyan Mustafa, asker olmak istiyordu. Hatıralarında kendisinin anlattıklarına göre, üniformalı olarak Askeri Rüştiye (Ortaokula)’ye giden komşularından Kadri Beyin oğlu Ahmet ve sokaklarda gördüğü üniformalı subaylar onun askerlikle ilgili heveslerini kamçılıyordu. Nihayet asker olmasını istemeyen annesine haber vermeden Selanik Askeri Rüştiyesi’nin sınavlarına girerek başarılı oldu. Faik Reşit Unat, “Mustafa’nın sınavda gösterdiği başarıdan dolayı, dört yıllık okulun üçüncü sınıfına alındığını, bu tarihin de 1894 Temmuz-Ağustos ayları olması gerektiğini” söylemektedir. Aşağıda değerlendireceğimiz, onun Rüştiye dördüncü sınıf notlarını gösteren defterin 1895 tarihli olması da F. R. Unat’ı doğrulamaktadır. Bu durumda Ö. S. Coşar’ın “...daha önceden dört yıl olarak eğitim yapan Askeri Rüştiyelerin, o yıl birinci sınıflarının lağvedilerek üç yıla indirilmesi üzerine, Mustafa Nisan 1894’te Selanik Askeri Rüştiyesi’nin ikinci sınıfından öğrenimine başladı” şeklindeki görüşlerinin yanlış olduğu ortadadır.

Kara Harp Okulu Arşivi’ndeki, 13 No’lu Numara Defteri’ne göre Atatürk’ün Selanik Askeri Rüştiyesi dördüncü sınıfında okuduğu dersleri, notları ve buradaki ders başarısı şu şekildedir:

Bu sınıfta “tam numarası” dokuzunun 45, ikisinin de 20 olan toplam on bir adet ders vardır. Derslerin toplam tam numarası ise 445’tir. Numara Defteri’nde “Ahmet Subaşı Mahallesi” ile kayıtlı olduğu görülen “Mustafa Kemal Efendi”, on bir dersin onundan tam numara, birinden de tam numaradan iki numara eksik, toplam 443 numara almış ve dördüncü olmuştur. Okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: Mantık (45), Hesap (45), Usul-i Defterî (45), Hendese (45), Coğrafya (45), Tarih-i İslâm (43), Kavaid-i Osmaniye (45), Fransızca (45), İmlâ-yı Türkî (45), Hatt-ı Fransevî (20), Resim (20).
Aynı sınıfın başarı sıralamasında Ahmet Tevfik, Tarakçı, 444 toplam notla birinci; Süleyman Adil, Şehabeddin, 444 toplam notla ikinci; Mehmet Şenizi, Ahmet Subaşı, 444 toplam notla üçüncüdür. İlk ona giren diğer öğrenciler ve toplam notları şöyledir: 4. Mustafa Kemal, Ahmet Subaşı (443), 5. Osman Nuri, Sinancık (443), 6. Mehmet Tevfik, Abdullah Kadı (438), 7. İsmail Hakkı, İki Şerefe (431), 8. Rafet Efendi, Hamidiye (426), 9. Mehmet Mukbil, İki Lüle (404), 10. Ali Efendi, Ahmet Subaşı (402).

Bu durumda Mustafa Kemal, 1895 yılı sonu veya 1896 yılı Ocak ayında, on beş yaşında, Askeri Rüştiyenin son sınıfını dördüncü olarak bitirmiştir.

III. MANASTIR ASKERÎ İDADİSİ

1896 yılı Mart ayının ortalarına kadar Selanik’te tatilini geçiren Mustafa Kemal, tatil bitiminde Selanik’ten trenle Manastır’a yolcu edilir. Mustafa Kemal’in Manastır’a gelişi ile ilgili bilgiler bundan ibaret olmakla birlikte, İdadiye başladığı günün 13 Mart tarihi olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, Rumi 1 Mart; Miladi 13 Mart tarihi, “Malî Yıl”ın başladığı tarihtir ve Harbiye’de de olduğu gibi, Askerî okullar bu dönemde eğitimlerine bu tarihte başlamaktadır. Aralık ayı sonlarında da eğitim bitmektedir. İdadide yatılı ve daha üstün dereceli bir okulun hayat ve öğretim şartlarına kısa sürede intibak eden genç M. Kemal için, artık ömrünün sonuna kadar sürecek olan “aile yuvası dışındaki hayat” başlıyordu. Bundan sonra ev yaşantısı sadece izin ve tatillerde kısa süreli olabilecektir. Askerlik mesleğinin meşakkatli ve zorlu özelliklerinden de kaynaklanan bu durum, biraz da onun “bağımsız yaşama” karakterine uygun düşecektir.

Manastır Askerî İdadisi’nde “Apolet Numarası” 7348 olan Mustafa Kemal’in ilk seneye ait öğrencilik hayatı hakkında resmi bir belgeye sahip değiliz. Fakat, onun ikinci sınıfta olduğu 1897-1898 eğitim-öğretim yılı ile üçüncü sınıfta bulunduğu 1898-1899 eğitim-öğretim yılı Numara Defterleri elimizdedir. Bu defterlere göre Mustafa Kemal’in İdadi ikinci sınıf ve üçüncü sınıf dersleri ve başarı durumu şöyledir:

Mustafa Kemal ikinci sınıfta, 52 arkadaşı arasından, toplam 283 not alarak ve üçüncü olarak üçüncü sınıfa geçmiştir. Esasında, başarı sıralamasında ikinci olarak görülen Recep Fahri, Kayalar ile toplam notları aynıdır. Bu yılın Numara Defteri’ne göre, “beher dersin tam numarası” toplam 285, “beher dersin üss-ü mizanları” toplamı 138’dir. Mustafa Kemal’in ikinci sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: Müsellesat (45), Hendese (45), Tarih-i Umumî (45), Kitâbet (44), Fransızca (44), Resim (20), Tarama (20), Jimnastik (20). Mustafa Kemal, bu sınıfın sonunda toplam 283 not alarak üçüncü olmuştur.

Bu sınıfta okutulan toplam 8 ders vardır ve 5 adet dersin tam numarası 45 diğer üç dersin tam numarası 20’dir. Bu duruma göre Mustafa Kemal, 6 dersten tam numara almıştır. Aynı sınıfın başarı sıralamasında Ahmet Tevfik, Selanik 284 toplam notla birinci; Recep Fahri, Kayalar 283 toplam not ile ikincidir. İlk ona giren diğer öğrenciler ve toplam notları şöyledir: 3. M. Kemal, Selanik (283), 4. Abdülkadir, Yanya (280), 5. Hasan Avni, Köprülü (279), 6. Ali Şevket, Üsküp (279), 7. Abdülbaki, Üsküp (275), 8. İsmail Hakkı, Köprülü (273), 9. Bekir Hıfzı, Ohri (271), 10. Abdurrahman, Selanik (266).

Mustafa Kemal’in üçüncü sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: Makine (45), Kozmoğrafya (45), Tarih-i Umumî (45), Tarih-i Osmanî (45), Kitâbet (45), Mantık (45), Akaid (45), Fransızca (45), Resim (20), Tarama (20), Cimnastik (20).

Mustafa Kemal, 54 mevcudu olan üçüncü sınıfta toplam 420 tam not alarak, Manastır İdadisi’ni, not toplamı kendisi ile aynı olan Ahmet Tevfik, Selanik in ardından ikinci olarak bitirmiştir. Bu yılın Numara Defterine göre, “beher dersin tam numarası” toplamı 420, “beher dersin üss-ü mizanları” toplamı da 198’dir. Bu sınıfta okutulan toplam 11 ders vardır ve bunların sekizinin tam numarası 45, üçünün tam numarası ise 20’dir. Bu duruma göre Mustafa Kemal bütün derslerden tam numara almış bulunmaktadır. İlk ona giren diğer öğrencilerin toplam notları ve başarı sıraları şu şekildedir: 3. Recep Fahri, Kayalar (419), 4. Ali Şevket, Üsküp (419), 4. Ömer Abdülkadir, Yanya (417), 6. Hasan Avni, Köprülü (417), 7. İsmail Hakkı, Köprülü (413), 8. Abdülbaki, Üsküp (410), 9. Abdurrahman, Selanik (394), 10. Ömer Naci, Der-Aliye (394).

Mustafa Kemal, sonradan anılarında Manastır İdadisi’ndeki ders durumu ile ilgili olarak şunları anlatmıştır: “İdadide iken muannidane (inatla) bir surette çalışıyordum. Sınıfta birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir gayret vardı. Nihayet İdadiyi bitirdim”

IV. HARP OKULU

1899 yılının Mart ayı ortalarına kadar Selanik’te tatilini geçiren Mustafa Kemal, İstanbul Pangaltı’daki Harbiye Mektebi’nde yüksek öğrenimine devam etmek için Selanik’ten vapura biner ve İstanbul’a, Payitahta hareket eder. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Makedonya’dan ilk defa ayrılır.

Birikimi ile yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı Harp Okulu’na girişi (duhulü) 1 Mart 1315/13 Mart 1899, Apolet Numarası 1283’tür. “Harbiyeli Mustafa Kemal”, buradaki “1315 Duhullülere Mahsus Künye Defteri” ne “Selanik’te Koca Kasım Paşa Mahalleli Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendinin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96” olarak, 1282 Selanikli Ahmet Tevfik Efendi (96) ile 1284 Manastırlı Recep Fahri Efendi (95) arasına kaydedilecektir.

Mustafa Kemal, o sene sınıf mevcudu bazı hatıralara göre 900’ü geçen, bazı kaynaklara göre de 736 olan Harp Okulu’nda altı kısma ayrılan birinci sınıfların birinci kısmında idi.

Mustafa Kemal’in birinci sınıfta bulunduğu 1899-1900 eğitim-öğretim yılında Harbiye’de okutulan dersler şunlardı: “Akaid-i Diniye, Topografya, Hendese-i Resmiye, Hikmet-i Tabiye, Askerî Kimya, Askerî Kitâbet, Talim Nazariyatı, Terbiye-yi Askerî, Lisan (Fransızca, Almanca, Rusça), Harita Tersimi (Çizimi), Talim Ameliyatı (Uygulaması), Topografya Ameliyatı” Mehmet Esat’ın “Mirat-ı Mekteb-i Harbiye”sinde 1900 ve 1901 yılları için verdiği okutulan dersler listesine göre de birinci sınıfta; “Akaid-i Diniyye, Topoğrafya Nazariyatı, Hendese-i Resmiye, Hikmet-i Tabiye, Kimya, Talim Nazariyatı, Malumat ve Terbiye-yi Askeriye, Harita Tersimi, Hendese-yi Resmiye Eşkali, Topoğrafya Ameliyatı, Talim Ameliyatı, Alman veya Rus Lisanı, Kitabet” dersleri okutulmaktaydı.

Mustafa Kemal’in ikinci ve üçüncü sınıf notlarını ihtiva eden defterler Harp Okulu Arşivi’ndedir. Onun birinci sınıf notlarını ihtiva eden not çizelgeleri de, H. Gök ve M. Uyar tarafından İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Osmanlıca Eserler Bölümü'nde bulunarak, yeni bir inceleme ile bilim alemine duyurulmuştur.

Buna göre Mustafa Kemal birinci sınıfta öğrenci olduğu sırada, 1899-1900 eğitim-öğretim yılında, 635'i Piyade, 88'i Süvari ve 16'sı Baytar sınıflarından olmak üzere toplam 739 öğrenci vardı. Bu yıla ait not çizelgelerinde notları bulunmayan 25'i Piyade, 8'i Süvari ve 3'ü Baytar sınıfından toplam 36 öğrencinin muhtemelen okuldan atıldıkları ve gerçekte ikinci sınıfa devam edenlerin toplam 703 kişi olduğu anlaşılmaktadır.

Mustafa Kemal birinci sene Piyade sınıfından eğitim ve öğretime devam eden toplam 610 arkadaşı arasından, toplam 484 not alarak ve 9ncu olarak ikinci sınıfa geçmiştir. Bu seneki not çizelgelerine göre “beher dersin tam numarası yekun-ı umumisi 530” ve “beher dersin üssü mizanı yekun-ı umumisi 234”tür.

Mustafa Kemal’in ikinci sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: “Akaid-i Diniye (42), Topoğrafya Nazariyatı (33), Hendese-yi Resmiye (29), Hikmet-i Tabiye (44), Kimya (42), Kitabet (45), Talim Nazariyatı (37), Malumat-ı ve Terbiye-yi Askeriye (45), Lisan-ı Fransevi (44), Harita Tersimi (19), Hendese-yi Resmiye Eşkali (20), Topoğrafya Ameliyatı (20), Talim Ameliyatı (20), Alman veya us Lisanı (44).

Bu sınıfta okutulan toplam 14 ders vardır ve 4 adet dersin tam numarası 20, diğer 10 dersin tam numarası 45’tir. Bu duruma göre Mustafa Kemal, 5 dersten tam numara almıştır. Sınıfın birincisi, Üsküplü Ali Şevket Efendi; Vanlı Müştak Efendi'dir. Ali Şevket ve Müştak'ın toplam notları 509'dur.
Mustafa Kemal 1922’de anlattığı anılarında, İstanbul’da geçen bu ilk yılı için sadece şunları söyler: “Birinci sınıfta gençlik hayallerine tutuldum. Dersleri ihmal ettim. Senenin nasıl geçtiğinin farkında olmadım Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım.” Eğer T. Ünal’ın birinci sınıftaki toplam 703 öğrenci için verdiğini tahmin ettiğimiz başarı durumu doğru ise; sınıfını tüm öğrenciler içinde 29ncu; not çizelgesindeki 610 Piyade sınıfı öğrencisi arasından da 9'uncu olarak bir üst sınıfa geçmiş olması, derslere fazla çalışmadan böyle büyük bir başarı sağlaması onun üstün bir öğrenci olduğunu göstermektedir.

Mustafa Kemal ikinci sınıfta öğrenci olduğu sırada, 1900-1901 eğitim-öğretim yılında, 445'i Piyade, 56'sı Süvari ve 14'ü Baytar sınıflarından olmak üzere toplam 515 öğrenci vardı.

Mustafa Kemal İkinci sınıfta, Piyade sınıfındaki 445 arkadaşı arasından, toplam 522 not alarak ve 11nci olarak üçüncü sınıfa geçmiştir. Bu yılın numara defterine göre “beher dersin tam numarası yekun-ı umumisi 575” ve “beher dersin üssü mizanı yekun-ı umumisi 256.5”tir.

Mustafa Kemal’in ikinci sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: “Akaid-i Diniye (45), Hizmet-i Seferiye (38), Dahiliye Kanunname-i Hümayunu (45),Fenn-i Mimarî (41), Fenn-i Furusiyyet Nazariyatı (45), Lisan-ı Fransevî (42), Talim Nazariyatı (43), Malumat-ı ve Terbiye-yi Askeriye (31), İlm-i Ahlâk (43), Kılıç Talimi (12), İstikşafat-ı Askeriye (14), Harita Tersimi (18), Talim Ameliyatı (20), Ceza Kanunname-yi Hümayunu (44), Alman veya Rus Lisanı (41).

Bu sınıfta okutulan toplam 15 ders vardır ve 4 adet dersin tam numarası 20, diğer 11 dersin tam numarası 45’tir. Bu duruma göre Mustafa Kemal, 4 dersten tam numara almıştır. Sınıfın birincisi, Manastır’ı da birincilikle bitiren meşhur Selanikli Ahmet Tevfik; ikincisi de Bursa’yı birincilikle bitiren Ispartalı Faik’tir. Ahmet Tevfik’in toplam notu 552, Faik’in toplam notu 551’dir.

Mustafa Kemal, üçüncü sınıfta, 1901-1902 eğitim-öğretim yılında 459 arkadaşı arasından ve 17.5 not olan üssü mizan ve üç yıllık notlarının toplamı üzerinden Harp Okulu’nu 8nci olarak bitirmiştir. Numara defterine göre, “beher dersin tam numarası” bakımından öğrencilerin “üç senede kazandıkları numaraların yekun-ı umumisi 1635” tir. Mustafa Kemal’in üç yıllık not toplamı ise 1498’dir. “üç sene nihayetinde umumda sıra numarası 8” dir. Bu sıra aynı zamanda “sicil sırası”nı göstermektedir. Diploma numarası 5998’dir.

Mustafa Kemal’in üçüncü sınıfta okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: “Sınıf-ı Salise Tabiyesi (41), İstihkamat-ı Hafife (40), Fenn-i Esliha (45), Hıfzı’s- Sıhha-yı Askeri (45), Coğrafya-yı Askerî (42), Devlet-i Aliye Ordu Teşkilatı (43), Talim Nazariyatı (44), Malumat ve Terbiye-yi Askeri (41), Lisan-ı Fransevi (43), İstikşafat-ı Askeriye (17), İstihkam Eşkali (18), Talim Ameliyatı (19), Tabiye Tatbikatı (18), Alman veya Rus Lisanı (36).

Bu sınıfta okutulan toplam 14 ders vardır ve 4 adet dersin tam numarası 20, diğer 10 dersin tam numarası 45’tir. Bu duruma göre Mustafa Kemal, 2 dersten tam numara almıştır. Sınıfın birincisi yine Selanikli Ahmet Tevfik; ikincisi de yine Ispartalı Faik’tir. Ahmet Tevfik’in üç senelik toplam notu 1571, Faik’in toplam notu 1570’tir.

İlk ona giren diğer öğrencilerin sırası ve üç yıllık toplam notları şu şekildedir: “3. Mehmet Müştak, Van (1555); 4. Hayri, Davutpaşa (1519), 5. Ali Şevket, Üsküp (1519), 6. Mehmed Cemil, Süleymaniye (1508), 7. Selim, Çerkes (1505), 8. Mustafa Kemal, Selanik (1498), 9. Ahmed Müfit, Kırşehir (1494), 10. Halil, Trabzon (1490).

antagonist
05.03.2007, 03:24
V. HARP AKADEMİSİ

Mustafa Kemal’in Harp Okulu’ndan “neşet” tarihi olan 28 Kanunusani 1317, yani 10 Şubat 1902 Pazartesi tarihi, Harp Akademisi’ne girdiği tarihtir. Kara Harp Okulu Arşivi’ndeki “1315 Duhullülere Mahsus Künye Defteri”nde Ahmet Tevfik, Mustafa Kemal, Recep Fahri ve Ali Şevket’in yer aldığı sayfanın başında, “Manastır Mekteb-i İdadisi’nden vürud eden şakirdan” başlığının devamında “duhül” ve “neşet” tarihleri yazılıdır. Ayrıca Mustafa Kemal’in “çiçek künyesi”nin üzerinde “3. Ordu Erkan-ı Harbiye Birinci Sene Namzetliğine” yazılmıştır. Aynı ibareler, Ahmet Tevfik ve Ali Şevket’in künyelerinin üzerinde de bulunmaktadır.

1848 yılında Harp Okulu içinde “Erkan-ı Harbiye Sınıfları” adı ile kurulan Harp Akademisi, Esat Paşanın Harp Okulu Öğretim Başkanlığı’na atanması (1899) ndan sonra, yani Mustafa Kemal’in Harp Okulunda öğrenime başladığı sırada yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. O zamana kadar Harp Okulu’ndan “erkan-ı harp sınıfları”na geçen öğrencilere “erkan-ı harp” (kurmay) deniliyordu. Esat Paşa, bunu değiştirmiş, “erkan-ı harp namzedi” (kurmay adayı) şekline çevirmiştir. Bundan sonra Harp Akademisi öğrencileri kısaca “namzet” (aday) olarak anılmaya başlanmıştır. O zamana kadar Harp Akademisi’nin 15 kişiyi geçmeyen öğrenci sayısı, yine Esat Paşanın çabalarıyla kırka kadar yükseltilmiştir. Fakat, bu öğrencilerden ordunun ihtiyaç fazlası kısmına kurmaylık hakkı verilmemiş, bunlar “mümtaz” adı altında ve yüzbaşı rütbesiyle kıtalara çıkarılmışlardır.

18 Eylül 1899 günlü İkdam Gazetesi’nde çıkan bir haberde bu değişikliğin temel sebepleri ve uygulamanın nasıl olacağı konusu şu şekilde anlatılmaktadır: “Şimdiye kadar, Harbiye Okulu’nun en muvaffak mezunları kurmay sınıflarına ayrılıyor ve üç yıl eğitim gördükten sonra buradan otomatikman yüzbaşı olarak çıkıyordu...Yalnız bazı subaylar, kurmay sınıflarına ayrıldıktan sonra dersleri ihmal ediyordu. Diğer yandan, çok iyi derece alamamış olan Harbiye mezunları arasında da kurmaylığa yatkın kimseler bulunabilir. Bu sebeple nizamnamenin değiştirilmesi kararlaştırılmıştır... Bundan böyle şu usul tatbik edilecektir: Harbiye Okulu’ndan teğmen olarak mezun olanların en iyilerinden; sınıfın mevcuduna nazaran yüzde beş ile on arasında subay seçilecek ve onlara ‘kurmay namzedi’ namı verilecektir. Namzetler özel bir işaret olarak yakalarına sarı bir yıldız takacaklardır. Üç yıl süre ile derslerinde ve hareketlerinde muvaffak olamayan namzetler, sarı yıldızı muhafaza ederek ‘mümtaz subay’ sıfatını taşıyarak orduya katılacaklardır. Muvaffak olanlar ise kurmay yüzbaşı olarak okulu terk edeceklerdir. İki yıl kıtalarda staj gördükten sonra da kolağası rütbesine yükselecek ve genelkurmayda görev alacaklardır...”

Bu nizamname esaslarına göre mezuniyetin 1902 yılından itibaren başladığı görülmektedir. Bu yıldan itibaren Erkan-ı Harbiye Sınıfları’ndan “Çok İyi” derecede başarı sağlayanlara “Kurmay”, ve “İyi” derecede bitirenlere “Mümtaz” unvanı verilmeye başlanmıştır. Bu usul, 1909 yılına kadar devam etmiştir. Mümtazlar arasında “kurmay” ihtiyacını karşılamak üzere sonradan “kurmaylıkları” onananlar da çoktur. Bu dönemde, Erkan-ı Harp Sınıfı öğrencileri, “Kurmay Yüzbaşı” olarak mezun olmuşlar ve iki yıl sonra da “Kıdemli Yüzbaşılığa” yükselmişlerdir.

Ömer Sami Coşar tarafından; Mustafa Kemal'in Akademiye başladığı birinci sene sınıf mevcudu, topçu ve süvari okullarından gelenler ve değişik sebepler dolayısıyla bir üst sınıftan kalanlar ile birlikte 43 kişi olarak gösterilmekte ise de gerçekte sınıfın mevcudu 42'dir. Söz konusu sayı, Harp Okulu ve Topçu Okulu (Mühendishane-yi Berri-i Hümayun) mezunu kurmay adayı öğrenciler ile hastalık sonucu devre kaybeden üç subayın (Ahmet Efendi Saraçhane, Sedat Efendi Üsküdar, Mustafa İzzet Efendi Kale-yi Sultaniye) katılımı ile oluşmuştur.

Mustafa Kemal ilk yılını 1922’de yayınlanan anılarında şöyle anlatır: “Erkan-ı Harp sınıflarına geçtik. Mutad olan derslere çok iyi çalışıyordum. Bunların fevkinde olarak ben de ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peyda oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık...”

Kara Harp Okulu Arşivi’ndeki, elle yazılmış (matbuu olmayan) 26 No’lu Numara Defteri’ne göre Atatürk’ün Harp Akademisi birinci ve ikinci sınıfta okuduğu dersler, notları ve buradaki ders başarısı şu şekildedir:

Sınıf mevcudu kırk iki kişi olan Akademi birinci sınıfta , toplam 580 olan ders notlarından Mustafa Kemal, toplam 479 not almıştır ve başarı sırası 8’dir. Okuduğu dersler ve aldığı notlar şu şekildedir: Coğrafya-yı Sevkü’l-Ceyş (32), Talimgâh-ı Hafife Tatbikatı (41), Fenn-i Esliha Nazariyatı (38), Tarih-i Fenn-i Harp (35), Fransızca (36), Mübahis-i Riyaziye (43), Talim Nazariyatı (45), Kitabet-i Askeriye (39), Tabiye Nazariyatı (33), Muharebat-ı Meşhure Münakaşası (32), Almanca veya Rusça (33), Mufassal Topografya (34), İstikşafat-ı Askeriye (18), Talim Ameliyatı (20).

Aynı sınıfın başarı sıralamasında Ahmet Tevfik, Selanik 522 toplam notla birinci; İhsan, Cihangir (Sabis) 517 toplam notla ikinci; Süleyman, İzmir 508 notla üçüncüdür. İlk ona giren diğer öğrenciler ve toplam notları şu şekildedir: 4. Hayri, Davutpaşa (493), 5. Mustafa Aziz, Kale-i Sultaniye (492), 6. Kemal, Ohri (489), 7. Selim, Çerkes (486), 8. Mustafa Kemal, Selanik (479), 9. Ali, Rumelikavağı (488), 10. Ahmed, Saraçhane (470).

Mustafa Kemal’in, Akademi ikinci sınıfında öğretime başladığı yıl sınıfın mevcudu 40'a düşmüştür. Bu sayı, ikinci sınıfta hastalık nedeniyle devre kaybeden iki subayın katılması (Asım Efendi Kütahya, Ahmet Efendi Bursa) ve çeşitli nedenlerle ilişiği kesilen dört subayın (Faruk Efendi Isparta, Müştak Efendi Van, İbrahim Efendi Tunus, Osman Efendi Sultanahmet) ayrılmasıyla oluşmuştur.

İkinci sınıfta Mustafa Kemal'in kırk kişilik sınıf mevcudu içinde toplam 480 puan aldığı görülmektedir ve 6. sıradadır. Dersleri ve notları şu şekildedir: Topçuluk ve Topçu Tabyası (45), Muharebat-ı Meşhure Münakaşası (38), Coğrafya-yı Sevkü’l-Ceyş (45), İstihkamat-ı Cesime (35), Tabiye Tatbikatı (36), Ecnebi Ordu Teşkilatı (43), Tabakatü’l-Arz(39), Fransızca (38), Talim Nazariyatı (43), Mübahis-i Riyaziye (45), Almanca veya Rusça (42), İstikşafat-ı Askeriye (16), Talim Ameliyatı (20).

Bu sınıfta ilk ona giren öğrenciler ve toplam notları şu şekildedir: 1. İhsan, Cihangir (511), 2. Ahmet Tevfik, Selanik (501), 3. Sedad, Üsküdar (501), 4. Asım, Kütahya (Gündüz) (494), 5. Mustafa İzzet, Kale-i Sultaniye (487), 6. Mustafa Kemal, Selanik (480), 7. Ahmed Müfit, Kırşehir (Özdeş) (478), 8. Ali Fuat, Salacak (Cebesoy) (478), 9. Süleyman, İzmir (476), 10. Kemal, Ohri (476). Mustafa Kemal Kurmay Yüzbaşı olarak yeminini 08 Teşrinievvel 1320 (Hicri: 11 Şaban 1322), Miladi 21 Ekim 1904 Cuma günü eder. Sabah Gazetesi, 21 Teşrinievvel 1320 (03 Kasım 1904) günkü nüshasında; Harbiye Okulundaki yemin merasiminde numaraların da okunduğunu ve törende Askeri Okullar Nazırı Zeki Paşa, İkinci Nazır Ferik Rıza Paşa, Harbiye Okulu Müdürü Ferik Servet ve Ders Nazırı Esat Paşaların da hazır bulunduğunu ve Zeki Paşanın yeminleri teker teker yaptırdığını yazar. Bu gazeteye göre yemin edenler şunlardır: “Bu sene Mekteb-i Harbiye’den yüzbaşılıkla neşet eden Erkan-ı Harp ve namzed ve Baytar efendilerle mülazım-ı evvellikte ikinci seneye terfi eden namzet ve Baytar beşinci sene ve Aşiret Mektebi efendileri.”

Mustafa Kemal 29 Kanunuevvel 1320, yani 11 Ocak 1905 Çarşamba günü “Erkan-ı Harbiye Yüzbaşılığı ile mektepten neşet ederek sunuf-u selasede bölük idare ve kumanda etmek üzere atik 5nci Ordu’ya memur buyrulmuştur.”

57nci Dönem Akademi mezunu toplam 37 kişidir. Bunların 13’ü “Kurmay”, 27’si de “Mümtaz” olmuşlardır. Mevcut bilgi ve belgelere göre Mustafa Kemal Kurmay olarak Akademiyi bitiren 13 kişi arasında 5nci olmuştur. Dönemin birincisi Ali İhsan Sabis, ikincisi Asım Gündüz, üçüncüsü Ahmet Sedat Doğruer, dördüncüsü Ahmet Tevfik, altıncısı Mehmet Hayri Turhan, yedincisi Mustafa İzzet Yavuzer, sekizincisi Ali Seydi Uğur, dokuzuncusu Ali Fuat Cebesoy’dur. Diğer üç kurmay da sırasıyla şunlardır: Süleyman Şevket Demirhan, Kemal Ohri, M. Şevki (kurmaylığı geri alınmıştır).




VI. KÜNYE BİLGİLERİ

Mustafa Kemal Atatürk hakkında yapılan biyografi çalışmalarında onun öğrenim hayatı ile ilgili verilen bilgilerin çoğunun yanlış olduğu görülmektedir. Bu yanlışlıklardan Harp Okulu’ndaki dönemi de kurtulamamış, arşiv çalışması yapılmadan genellikle birbirinden aktarmalarla ve Rumi, Hicri tarihleri Miladi tarihlere çevirirken yapılan hatalarla bu yanlışlıklar devam edip gitmiştir. Hatta, bu biyografilerin yanlışlarını düzeltmek iddiası ile ortaya çıkanlardan bazıları da yeni yanlışlara düşmüşlerdir.

Notları, toplam not üzerinden sırası ve derslerle ilgili bilgileri yukarıda verdiğimiz için bir kenara bırakacak olursak, Mustafa Kemal’in diğer künye bilgileri belgelere göre şu şekildedir:

Duhulü: 1 Mart 1315 (13 Mart 1899 Pazartesi). Apolet Numarası: 1283. Diploma Numarası: 5998. Üçüncü Sınıfta sınav sonuçlarının ve yeni subayların isimlerinin açıklanması ve öğrencilerin 39 günlük bayram iznine gitmeleri: 22 Teşrinisani 1317 (05 Aralık 1901 Perşembe). Bayramın Bitişi: 31 Kanunuevvel 1317 (13 Ocak 1902 Pazartesi). Diploma töreni ve diplomaların verilişi: 12 Kanunusani 1317 (25 Ocak 1902 Cumartesi). Neşeti (Harp Okulu’ndan Çıkışı): 28 Kanunusani 1317 (10 Şubat 1902 Pazartesi).

Önemli bir yanlışlık konusu da Mustafa Kemal’in “Sicili”dir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Arşivi’nde bulunan “Özlük Dosyası”nda sicili “1317-P. 8”, (1317-Piyade-8) olarak görülmektedir. Buradaki 1317 Rumi tarihi bazı kaynaklarda 1901, bazı kaynaklarda 1902 olarak çevrilmektedir. Bunun doğrusu 1901’dir. Okul o dönemde 13 Mart tarihinde eğitim ve öğretime başlamakta, Aralık ayı sonunda da eğitim-öğretim yılı bitmektedir. 1317 Rumi yılı 01 Mart ile 28 Şubat arasında 12 ayı kapsamaktadır. 1317 Rumi yılının toplam 9 ay ve 18 günü yani 14 Mart ile 31 Aralık arası Miladi 1901 yılındadır. 1901 yılının Mart ayında 18 gün, diğer Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık aylarının tamamı 1317 yılına aittir. 1317 yılının sadece 2 ay ve 13 günü yani, 01 Ocak ile 13 Mart tarihleri arası Miladi 1902 yılındadır. 1902’nin Ocak, Şubat aylarının tamamı ile Mart ayının 13 günü, Rumi 1317 yılındadır. Bu duruma göre, Mustafa Kemal ve diğer “1315 Duhullü” Harbiyeliler, “1901 Devresi” olmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Sicili de “1901-Piyade-8” dir.

Mustafa Kemal’in “sicili” bazı yayınlarda “Piyade-1474” olarak verilmektedir. Bu bilginin en eski kaynağının Muharrem Mazlum (İskora)’un eseri olduğu görülmektedir. Bunun Mustafa Kemal’in Akademideki numarası olması muhtemeldir. Özlük dosyası bilgileri, Onun “subay sicili”nin “1317-Piyade-8” (1901-Piyade-8) olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.

İskender66
05.03.2007, 18:43
ben Atatürk ün böyle bişey dediğine inanmıyorum.yalan yanlış uydurma şeyler bunlar.
Açıkcası buna bende inanmıyorum. Atatürk meclisi dualarla açtı.

Fatih Efe
05.03.2007, 19:16
bu gün gazete de okudum:Yunanlılar Atatürk hakkında dangalakça bazı şeyler yapıp yollamışlar.haberi olan var mı?ama bizden yana coktan cevap verildi şerefsizlere
http://www.youtube.com/watch?v=aNX9TRcEK40

Fatih Efe
05.03.2007, 19:22
you to be önlem almış olsa gerek.Çünkü malum video bir şekilde engellenmiş(yunanistan yazıp tıkladığınızda en alttaki video olsa gerek)sadece bir kere izledim.gereken cevabı almışlar zaten haysiyetsiz kansızlar

sweetrose
05.03.2007, 19:59
bu gün gazete de okudum:Yunanlılar Atatürk hakkında dangalakça bazı şeyler yapıp yollamışlar.haberi olan var mı?ama bizden yana coktan cevap verildi şerefsizlere
http://www.youtube.com/watch?v=aNX9TRcEK40

Değerli kardeşim; hassasiyetlerini çok iyi bir şekilde anlamaktayım fakat lütfen bu tür videoların linklerini burada yayınlayıp tıklanmalarını sağlamayalım.

Gökhan Bozyiğit
05.03.2007, 23:35
Ali Kılıç anlatıyor:




Atatürk'ü karalamak için uydurulan hikayelerden biridir. Atatürk'ü iyi araştıranlar bunu zaten bilir. Atatürk'ün doktorunun anılarında bu iddiayı asılsız çıkaran birçok kanıt mevcuttur.

Fatih Efe
06.03.2007, 00:47
[quote=sweetrose;682451]Değerli kardeşim; hassasiyetlerini çok iyi bir şekilde anlamaktayım fakat lütfen bu tür videoların linklerini burada yayınlayıp tıklanmalarını sağlamayalım.[/quote
yararlı olmayacaksa emredersiniz komutanım

Kaya
06.03.2007, 01:11
Atatürk ile ilgili okuduğum son kitaptan bazı bölümleri burada paylaşmanın başlığa uygun olacağını düşünüyorum...

---

Celal Bayar anlatıyor:

Topçu İhsan'ın Rıza adlı bir arkadaşı, İstanbul'a gelmiş, Damat Ferit Paşa'ya suikast hazırlarken yakalanıp asılmıştı. Mustafa Kemal Paşa bunu üzüntü ile öğrendi. Topçu İhsan, aslında İttihat ve Terakki'nin feaailerindendi. Yüzbaşı iken olaylara karışmış, tabancasını sık sık kurcalayan insanlardandı. Ben kendisini Bursa'dan tanırdım. Benim Bursa'da İttihat-Terakki'nin temsilcisi olduğum günlerde Bursa'ya müfettiş olarak gelmişti ve böylece tanışmıştık. Ardından yıllar geçti. Ankara'ya geldiğim zaman, kendisini Büyük Millet Meclisi'nde buldum. Rıza ve Ahmet adlı iki asker aradaşı vardı. Bunlar Meclis'de değildiler, ama, topçu İhsan'la beraber gezerlerdi. Her halde İhsan, bu arkadaşlarıyla görüşürken, memleketin kurtulması için Damat Ferit Paşa'nın öldürülmesinin her işi düzelteceğine inanmış olacak ki, Rıza'yı bu maksatla İstanbul'a göndermişler, Rıza'da verilen görevi yüzüne gözüne bulaştırmış ve yakalanıp asılmıştı.

Atatürk, benim de bulunduğum bir mecliste, bu olaydan ötürü Topçu İhsan'ı iyice azarladıktan sonra, aynen şöyle söylediğini hatılıyorum.

"Suikast ve cinayetlerle hiç bir yere gidilmez. Münferit suikastler, memleketin hayrına değil, zararınadır. Siz birini öldürürsünüz, ikisi üçü onun yerini alır. Marifet namussuzu öldürmek değil, namussuzluğu itibardan düşürmektir. Savaşta binleri, on binleri ölüme göndermiş bir adam sıfatıyla size söylüyorum ki, makbul ve meşru hedefi olmayan her suikast, sadece cinayettir. Ben cinayetten nefret ederim..."

antagonist
31.03.2007, 18:05
Çanakkale Savaşı sonralarında Atatürk'ü Ziyarete gelen Amerikalı General belirli bir süre konuştuktan sonra Türk askerini görmek istediğini Atatürk'e belirtir ve Atatürk'te en yakın askeri kışlaya generali götürür.Askerler generali törenle karşılarlar(Bu günkü gibi değil tabi savaş koşullarında) General bakar ki askerler bitkin çoğunun üniformaları yırtık paramparça. ayaklarında çoğuna yakınının botları yok olanların ki ise ayak parmakları ve ayaklarının büyük bölümü yırtıklardan dışarı çıkmış , çoğu açlıktan bitkin halde gözüküyor.Daha sonra Amerikalı general sıradaki askerin birine yaklaşır ve omzuna eliyle biraz güç uygular ve Asker yere düşer;
General Atatürk' e dönerek şunu söyler: "SİZ ÇANAKKALE ZAFERİNİ BU ASKERLERLE Mİ KAZANDINIZ ?"
Atatürk - "EVET Biz Çanakkale'yi bu askerlerle kazandık" dedikten sonra yere düşen askerin kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra General'e askeri tekrar sarsmasını ister.General az önce bitkin bir biçimde yere düşen Askeri bütün gücüyle sarsmaya çalışır ama ASKER kımıldamaz sanki beton bir heykel gibi durur ve çok güçlü bir direnç gösterir.Bunu gören General büyük bir şaşkınlık içinde Atatürk'e sorar:
-"AZ ÖNCE KULAĞINA NE SÖYLEDİNİZ ?"
Atatürk şunlar söyler :
- "İLK BAŞTA OMUZUN DOKUNDUĞUNUZDA YERE DÜŞTÜ ÇÜNKÜ SİZİ DOST OLARAK BİLİYORDU"
-"2.DE İSE KULANIĞINA SİZİN BİZİM DÜŞMANIMIZ OLDUĞUNUZU SÖYLEDİM

antagonist
31.03.2007, 18:07
Hiç görmediğiniz fotoğraflar vardır kesin,bakmanızı şiddetle öneriyorum...

http://www.aa.com.tr/images/stories/ataturk/ataturk.html

antagonist
31.03.2007, 18:18
Atatürk'ün bazı özellikleri:

1."ATA" LAFINI SEVMEZDİ

"Atatürk" hitabını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal de çok beğenerek soyadı olarak almıştı. Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.

2. EN SEVDİĞİ YEMEK

Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi.

3. EN BÜYÜK HAYALİ DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI.

Ömrü yetseydi bir dünya turuna cıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.

4.BAŞUCU KİTABI "ÇALIKUŞU" YDU.

Binlerce kitabı vardı. Ama bunların arasında bir tanesini hayatı boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadi. Reşat Nuri Güntekin'in ünlü Çalıkuşu" romanını hep yanında taşır, her gün rastgele bir yerinden açar, birkaç sayfa okurdu.

5.KABUL SALONUNDAKİ AT YAVRUSU

Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti.

6.TAM BİR SALON ADAMI

En sevdigi dans valsti. Müzik zevki çesitlilik gösteriyordu.Klasik Bati müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

7.GÖMLEKLERINİN TÜMÜ BEYAZDI.

Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yillarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu`nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı.

8.DOLABINDA LACİVERTE YER YOKTU

Takım elbiselerinin tasarımlarini hep kendisi cizerdi.Lacivert takım giymeyi sevmezdi.

9.ÖLÇÜLERİ

Boyu 1.74 idi.Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığinın ilerlemeye başlamasıyla 46'ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi.

10.RUMELİ ŞİVESİ

Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi.

11.HAZİN BİR HİKAYE

Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarının nerede oldugu bilinmiyor.

12.CUMHURBAŞKANLIĞINDAN SIKILIYORDU.

Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yillar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştıgını düşünüyordu.

13.PAPA`NIN TEMSİLCİSİNE ELBİSE

Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.

14.KENDİSİ TIRAŞ OLMAZDI.

Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi.Bir özelliği de kendi kendine tiras olmamasıydı.

15.DÜZEN TAKINTISI VARDI.

Evinde ,çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

16.HOŞGÖRÜLÜ LİDER

Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış,"Alın bunu kendi içsin" diyerek Atatürk`e küfretmişti.Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara icmesini temin edin" dedi.

17.SİGARA PAZARLIĞI

Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara ictiğini sormuş, Ataturk "sekiz" demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini soyleyince gülümseyerek cevap vermişti:"Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım".

18."BU NASIL HALKÇILIK?"

Bir sabah milletvekilleri ile trene binmisti.Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına saşırmış nedenini sormuştu.Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama" demişti.

19."LAİKLİK ADAM OLMAKTIR!"

İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını soyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam olmak demektir hocam,adam olmak!"

20.KURBANLARI BAĞIŞLARDI

Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz boyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi.

21.YABANCI DİLE MERAK

Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızca'yı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardi. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi.

22.FASULYESİNE POKER

Kumardan hoşlanmaz ama arkadaslarıyla fasulyesine poker oynardı.Oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi.

23.KAN GORMEYE DAYANAMAZDI

Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.

24.KULAKLARI DUYAN TEK KİŞİ.

Fransiz tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğinde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış anılarında bunu espirili bir dille anlatmıştı: "T.C`de bir tane kulakları duyan kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar".

25.BIR RİCASI BAŞ AÇTIRDI.

Bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış, "Hafız Hanım benim hatırım için başındaki örtüyü açar mısın?" diye sormuştu. Kadın baş örtüsünu açarak , Atatürk`ün önünde eğildi ve ellerini öptü.

26.BİLARDO VE YÜZME

Sportmen kişiliği vardı. Her gün at biner , yüzmeye gider ve bilardo oynardı.

27.EN BAŞARILI DERS.

Eğitim hayatı boyunca en başarili dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü.

28.YAGCILARA GECIT YOK

Yagcila cok kizardi Bir aksam sofrasida kendisine gereksiz sekilde iltifat eden Abdulhak Hamit`e mudahale etti. 29.SON YILBASI GECESI

1937`yi 1938`e baglayan son yilbasi gecesini Disisleri Bakani Tevfik Rustu Aras ile bas basa gecirmisti. O gece dolabindaki bazi elbiseleri bakana hediye etmisti.

30.KOSKTEKI GUVERCINLIK

Kuslari cok severdi.Cankaya Kosku`nde ozel bir bakicinin ilgilendigi guvercinligi vardi.

sweetrose
31.03.2007, 19:44
Hiç görmediğiniz fotoğraflar vardır kesin,bakmanızı şiddetle öneriyorum...

http://www.aa.com.tr/images/stories/ataturk/ataturk.html

Süleyman gerçekten harika bir site. Daha önce hiç görmediğim resimler vardı. Mustafa Kemaller yaşıyor...

sweetrose
17.04.2007, 19:17
GÜZEL BİR DERS....

Atatürk Amasya'dayken
Atatürk, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kimdir bu?
Vali yanıt verir; Efendim kendisi ŞIH'tir.
Yörede çok hatırlısı
vardır.
Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve; "Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan"der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şıh; "Emrin olur Paşam" diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk
Amasya'daki
Şıh'ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar.Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır...
Atatürk telefonu kapatır,kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünülmüştür.
Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; "Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? " Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; "Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim"der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler.
Yazıda söyle yazmaktadır; "İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...''

İskender66
11.05.2007, 12:53
*Atatürk`ün dünyada `başöğretmen' sıfatlı tek lider olduğunu,
*Bir geometri kitabı yazdığını,
*Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (Türkçe) isim
babasının bizzat Mustafa Kemal olduğunu,
*Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu.
*Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her
Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün
resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*Kurtuluş Savaşı'nda rütbe alan bir çok kadın askerlerimizin olduğu, dünya
tarihine geçen tek bir üsteğmenimizin olduğunu, Üst teğmen Kara Fatma'nın
700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat Atatürk
tarafından atanmış olduğunu,
*Bir röportajda Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye
sorulduğunda "Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz
üye olmak için, davet gelirse düşünürüz" dediğini ve bunun üzerine BM
yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen ilk ülkenin Türkiye
Cumhuriyeti olduğunu,
*1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde,
danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu
anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için
neler
vermezdim" dediğini,
*1996'da Haiti Cumhurbaşkanının vasiyetinde, mezar taşına yazılmasını
istediği metinde; "Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal
Atatürk'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm" yazdığını,
*1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;
"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına
Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
*2000'de ABD Başkanı'nın milenyum mesajında; '' Milenyumun hiç şüphe yoktur
ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Çünkü o yılın değil asrın
lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir" denildiğini,
*2005'de Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un
önerisinin "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk'ü örnek alsın yeter"
olduğunu,


BİLİYOR MUYDUNUZ!!!

sweetrose
12.05.2007, 23:47
"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)



Sadece Türkçe...!

sweetrose
15.05.2007, 20:51
YARIM MİLYON..

Bir gün Müslüman memleketlerden birinde (Mısır’da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal’i görmeye gelmişti. Kendisine:
-Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz? diye sordu.
Olabilecek bir şey değildi, ama, insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:
-Yarım milyonun bu uğurda ölür mü? diye sordu.
Adamcağız yüzüme baka kaldı:
-Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya... dedi.
-Benimle olmaz, beyefendi hazretleri yalnız benimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız.

sweetrose
16.05.2007, 13:14
İngiliz lordu Atatürk'ün daveti üzerine İstanbul'a gelir. İngiliz lordu şerefine verilen yemekte servis yapan Türk elindeki tepsiyi devirir.Herkes büyük bir şaşkınlık içinde kalmıştır ve Atatürk'ün ne tepki vereceği beklenirken, Atatürk İngiliz lorduna dönerek:
"HALKIM HERŞEYİ BECERİYOR DA BİR TEK UŞAKLIĞI BECEREMİYOR".

sweetrose
16.05.2007, 17:08
Çankaya köşkündeki dil çalışmaları toplantısında Konya Mevlevi Dergahı eski postnişinlerinden Veled İzbudak Çelebi de davet edilmişti. Söz dönüp dolaşıp Hz.Mevlana’ya gelmiş, yüce Atatürk şunları söylemişti:

“- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatör… Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik
etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir. Hz.Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir.”

sweetrose
17.05.2007, 15:24
26 Ağustos Sabahı Genel Taarruz için askeriyle birlikte aynı cephe üzerinde 7 km taarruz eden bir başkomutan var mıdır?

sweetrose
18.05.2007, 23:32
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923'de Konya'daki bir konuşmasından alıntı:

"Bozuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka zihniyete sahiptir. Aydın sınıf telkinle, aydınlatma ile büyük çoğunluğu kendi amacına göre ikna etmeyi başaramayınca, başka yollara başvurur. Halka zorbalık etmeye başlar. Başarıya ulaşmak için, aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uyum olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ilkeler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Bu halk bir defa karşısındakinin samimiyetle kendilerine yardımcı olduklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin her şeyden evvel millete güven vermesi gereklidir."

sweetrose
19.05.2007, 16:52
Ümidim Türk Gençliğindedir.
Mustafa Kemal Atatürk

Remzi
24.05.2007, 20:48
Atatürk'ün Tabutunun Açıldığı Gün(9 kasım 1953)...

Kefen sıyrıldı ve...

Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca
Ata'nın
yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama hatları
bozulmamıştı.Sanki uyuyordu...

8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'da Prof. Dr. Kamile
Şevki
Mutlu'nun ev telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi
Histoloji ve Ambriyoloji Kürsüsü Başkanı'ydı.Patalogdu. Arayan
ise
Ankara Valisi Kemal Aygün'dü...
Aygün, "Hocam" dedi, "10 Kasım günü Atamızın naaşını
Anıtkabir'e taşıyacağız. Bunun için bir komite kurduk. Naaşı
geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan
korunduğunu belgelemek için muayene etmenizi rica
ediyoruz."Prof. Mutlu
önce reddetti. Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu.
Hastalığını
gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını
rica
etti.Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: "Ben sizi sarar sarmalar
***ürürüm,
bu tarihi bir görev" dedi. Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı
Etnografya Müzesi'ne gitti. Başbakan Adnan Menderes oradaydı.
Meclis
Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan Abdülhalik Renda
da...Mutlu,
görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o zaman anladı.
Gerçekten
tarihi bir tanıklıktı bu...
Ata'nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım günü, geçici
kabrinden
çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu. Bir
hafta
boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk
başında
nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite
üyeleri
tamam olunca Prof. Kamile Mutlu "Başlayın" talimatını verdi.
Bunun
üzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madeni
bir
sanduka bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali
düşünülerek önce bir burgu ile delik açıldı. Gaz ya da koku
çıkmadı.Sanduka
talaş doluydu.
Sandukanın içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı
doluydu.
Bu talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında,
ağzı
kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe bulundu. Bu,cesedi muhafaza
için
kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde terkibi
yazılıydı.Ata'nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi
bir
muşambayla kaplanmıştı.Sargıları açmaya başladılar. Herkes
nefesini
tutmuştu. Çünkü, "Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu
patlatmış,
nöbetçi er, kokudan bayılmış" diye bir sürü söylenti
geziniyordu. Ve 15
yıl sonra ilk kez Ata'nın yüzünü göreceklerdi.Kefenin sargıları
aralanınca Prof. Kamile Şevki Mutlu, orada bulunanların
yardımıyla
katafalka çıktı ve Atatürk'ün yüzüne baktı. Ata'nın derisi
kahverengi
bir hal almış, ama yüz hatları bozulmamıştı. Menderes sapsarı
olmuştu
Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle
anlatacaktı:"Yüzünü örten
ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü
ile
karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz
kapağının
üzerine düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında
uyuyor
gibiydi."
Prof. Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun
başına
çağırdı. Onlar da tek tek tabutun içine baktılar.En başta
Başbakan
Adnan Menderes vardı. Koyu renk takım elbisesi içindeki Menderes
de
yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı,ürkek bir şekilde
aşağı,
tabuta doğru baktı.
O an ne olduğunu Prof. Kamile Mutlu'dan
aktaralım: "Menderes çok heyecanlandı.Rengi sapsarı oldu. Bir de
baktım
ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk'ün yüzüne bakmadı.
Tahmin
ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdülhalik Renda
kalmıştı. O da Ata'yla karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına
yığılıverdi.
Salondaki herkes Atatürk'ü tek tek gördükten sonra naaş,
tekrar
solüsyonla ıslatıldı. Ata'nın başı pamuklarla örtüldü ve vücudu
beyaz
kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser,orada görevli adli tıp
doçenti Dr.
Cahit Özen'in yanına yaklaşıp avucunda taşıdığı bir kâğıdı
gösterdi ve
şöyle dedi:"Bu kâğıdı,Atatürk'ün hemşiresi Makbule Hanım
gönderdi.Kefenin içine Atatürk'ün göğsü üstünekonmasını
istiyor."Doç.
Özen, kâğıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı.
"Böyle bir
kâğıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır" dedi.Komiser
kâğıdı
katlayıp cebine koydu ve uzaklaştı. Bütün işlemler bittikten
sonra
salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip hep bir ağızdan
besmele
çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15
yıl
içinde yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri
bayrakla
örtüldükten sonra kapağı kapatıldı.
Ve 10 Kasım sabahı, Ata'nın naaşı 15 yıl önce onu
Dolmabahçe'den Ankara'ya taşıyan top arabasına yerleştirilip son
durağı
olacak Anıtkabir'e taşındı. Artık ebediyen orada kalacaktı...
Atatürk'ün tabutu, Menderes'in huzurunda açılmıştı
Ata'nın 15 yıl Etnografya Müzesi'nde bekletilen naaşı,12
askerin
omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir
top
arabası ve matem marşı eşliğinde Anıtkabir'e taşınmıştı.Radyodan
naklen
yayımlanan o görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar
hüzünlüdür.
Ancak
o törenden hemen önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini
çekmemiştir. Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk'ün
naaşının korunabilmesi için "tahnit" denilen bir işlem
yapılmıştı.
Gülhane Patolojik Anatomi profesörü Dr. Lütfi Aksu tarafından
gerçekleştirilen bu işlem sırasında naaşa, şırıngayla özel bir
formül
enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük
ilaç
şişesi, Ata'nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem
sayesinde
Ata'nın naaşı da -diyelim bugün Lenin'in mozolesinde olduğu gibi
-
öldüğü günkü haliyle korunabilirdi. Ancak İslam dini, ölünün
defnini
şart koştuğundan,geçici tahnitin bozulması şarttı.
Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O
komite,törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes'in
huzurunda
Atatürk'ün tabutunun açılmasını kararlaştırdı.Tabut açılınca
tahnit
bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı.Bir başka deyişle
Atatürk'ün
(mumyalanmış gibi) korunmuş naaşını son görenler, o törene
katılanlar
olacaktı. Atatürk'le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o
törene
katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk.Bu yazıda yer alan
bilgilerin bir
kısmı o tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk
araştırmacısı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Prof.Dr. Kamile Şevki
Mutlu
ile yaptığı sohbetten aktardıklarına dayanıyor.
Ata'nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu
ayrıntılarla
daha da ilginç bir boyut kazanıyor.

Atatürk'ü son görenler anlatıyor:

'Yüzünde iki günlük sakal vardı'
Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953'te
Etnografya
Müzesi'nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki
o
töreni ve tabutun içindeki Atatürk'ü son kez görme fırsatı
buldular.
İzlenimlerini şöyle anlattılar:
• OSMAN ERSOY: "Sağlığında görmemiştim Atatürk'ü... Korkunç
heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile
katafalka
çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre... 1 - 2 günlük
sakalı
vardı. Kaşları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu."

' Gözleri aralıktı'

HALİDE İNTEPE: "Tabut kapanmadan en son gittim baktım.
Başı yana
doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı.
Hani
insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle
aralıktı
gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi."


Nefeslerin tutulduğu an...
Tarih: 10 Kasım 1953. Mermer lahit sökülmüş, betonlar kırılmış, tabutu kaldıracak zincirli makaralar lahit salonunun tavanına yerleştirilmişti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve devletin en üst düzeyi, tabutun çevresindeler...


"Kız kardeşinin gözyaşları"
Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Atadan, başını tabuta dayıyor ve dakikalarca öyle kalıyordu. Belki çok uzaklarda, Selanik'te kalan günleri yâd ediyor; belki de ağabeyinin ruhuna dualar gönderiyordu.
http://img156.imageshack.us/img156/189/sonug2.jpg
Tabut ortaya çıkıyor
Lahtin üzeri tamamen açılmış, Atatürk'ün cenazesini 15 yıldan beri muhafaza eden kurşun tabut ortaya çıkmıştı
http://img156.imageshack.us/img156/470/53gun3dyiq9.jpg
Dinler, Anıtkabir yolunda...
Türkiye'deki bütün dini cemaatlerin temsilcileri cenaze arabasını takip ediyorlar. Ermeni, Yahudi, Katolik ve Rum temsilcilerle beraber zamanın Diyanet İşleri Başkanı kortejle yürüyor.



Atatürk'ün tabutu birazdan salona çıkartılmış olacak.
Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve devletin en üst düzeyi tabutun çevresindeler..
http://img156.imageshack.us/img156/918/55gun4lxqx3.jpg
http://img156.imageshack.us/img156/29/56gun3ifvp9.jpg
Mermer lâhid sökülüyor.
Sonra betonlar kırılıyor ve tabutu kaldıracak olan makaralar lâhit salonunun tavanına yerleştiriliyor.
http://img509.imageshack.us/img509/7083/57gun8fwsh7.jpg
Makbule Hanım hıçkırıklar içinde takip ediyor.

Etnografya Müzesi'nden Anıtkabir'e doğru yol alan korteji, Makbule Hanım hıçkırıklar içinde takip ediyor.
http://img509.imageshack.us/img509/5367/58gun8bipd8.jpg
Son saygı duruşu
Üniversite gençliği, Atatürk'ün Etnografya Müzesi'nde son saygı duruşunu yapıyor...

İskender66
29.05.2007, 13:06
AtaTürk, kendisi için insanüstü bir varlık denmesini hoş karşılamazdı. Bir gün sofradakilerden biri:
- Paşam, kim bilir çocukluğunuzda ne müstesna bir insandınız. Kim bilir ne eşsiz anılarınız vardır, demişti.
AtaTürk güldü ve çocukluk arkadaşı Nuri Conker'e döndü:
-Nuri anlatsın, dedi.
Nuri Bey her zamanki şakacılığıyla;
-Bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi, cevabını verdi.
Soruyu soran kişi, fena halde ürktü.
-Aman efendimiz, diyecek oldu, AtaTürk sözünü kesti:
-Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız.

""Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdedir.""

Remzi
29.05.2007, 21:38
http://img260.imageshack.us/img260/9751/36193atajk0aj2.jpg
http://img129.imageshack.us/img129/2980/95500ata1iu8tj0.jpg

gaybana61
30.05.2007, 12:26
bu konuda araştırmalar yapıp bu notları bize ulaştıranlara teşekürlerimi sunuyorum,sağolun...

İskender66
05.06.2007, 13:21
Atatürk bir akşam, Çankaya'da arkadaşlarına sordu

- Dünyanın en büyük insanı kimdir?

- Timur'dur Paşam!

- Değil.

- Fatih'tir.

- Değil.

- Yavuz Sultan Selim.

- Değil.

- Alpaslan.

- Değil.

- Napolyon.

- Değil.

- İskender.

- Değil.

Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Sonra birisi dayanamadı:

- Sizsiniz Paşam.. dedi.

Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:

- Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed'dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı söylenen Hz. Muhammed'dir...

Evet insanların en büyüğü alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.v.,) dir.. Bu konuyla alakalı bende Mehmet Akif gibi ''Dünya neye sahipse onun vergisidir hep Medyun ona cemiyeti medyun ona ferdi Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.'' diyor onun yüce ruhundan istimdat diliyorum..