PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Paylaşmak İstediğiniz Yazılar...



Sayfa : [1] 2

Serap
18.12.2006, 19:12
Burada beğendiğimiz yazı ve şiirleri paylaşalım ne dersinizzz?Aradım ama böyle bir konuya rastlayamadım güzel olacağını düşünüyorum ve ben başlıyorum..:)

Bugün sizden bir şey isteyeceğim.

Sakın kimseye ''Seni seviyorum'' demeyin.

Lütfen. Kullanmayın artık bu sözü. Başka bir şey deyin birbirinize

onun yerine. Duygularınıza daha denk düşen bir şey... Benim aklıma

gelmiyor ama siz bulursunuz. Ne de olsa sizin duygularınız...

Hayır, içini dolduracaksanız ''Seni seviyorum''un, bir diyeceğim yok.

Ama umudum da yok.

''Seni seviyorum'' öyle ''Kendine iyi bak'' gibi bir söz değildir.

Laf olsun diye söylenen...

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde hakkını vereceksiniz.

Bir kere onu gerçekten seviyor olmanız lazım. Yani öyle dokununca

geçiverecek arzularla falan karıştırmayacaksınız.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, o biri en az tuttuğunuz takım

kadar önemli olacak hayatınızda.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, bir saat eksik uyumayı göze

alabileceksiniz onu daha çok görmek uğruna.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, elini tutmak da önemli olacak

başka şeyler kadar.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, ''Sevgilimsin'' de demiş

olduğunuzu bileceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, onu özleyecek, düşünecek,

merak edeceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, onun gözü telefonda (evet, cep

telefonu çıktığından beri kulak değil gözler telefonda) aramanızı

beklediğini unutmayacaksınız.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, ona sürprizler yapmayı, ufak

hediyeler almayı ihmal etmeyeceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, ona şiirler okuyacak hatta

kabiliyetiniz varsa, yazacaksınız da.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, şarkıdaki gibi, ellerinizde

çiçeklerle kapısında bekleyeceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, belki ömrünüzün sonuna kadar

değil ama hiç olmazsa yarın, öbür gün de seveceğinizden emin olacaksınız.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, aynı zamanda ''Free

takılalım'' da diyemeyeceğinizi bileceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, o aşktan söz ederken siz ''Ben

almayayım, alana da mani olmayayım'' demeyeceksiniz.



Nasıl?

Çok mu zor?

Fazla mı zahmetli?

İnsanın birini sevip sevmediği tam da böyle belli oluyor arkadaşlar.

Sevmeyince ''iş'' gibi geliyor bütün bu saydıklarım.

O zaman ''Seni seviyorum'' demeyeceksiniz. Bu kadar basit. Bir gün

farkında olmadan bütün bunları yapıyor olduğunuzu görünceye kadar.

Şimdi ''Ne var bunda? Keşke herkes birbirine bolca 'Seni seviyorum'

dese' diye düşünenler olacaktır.

İyi. O zaman birbirini gerçekten sevenler yeni bir söz bulsunlar

söyleyecek.

''Seni seviyorum'' orta malı olsun.. Zaten oldu olacağı kadar.....

Pakize SUDA

Serap
18.12.2006, 19:13
Çoğumuz (genellikle de erkekler) duygularımızı; saklamanın daha doğru olduğunu sanıp ne kadar yanılıyoruz değil mi? Oysa sevgi beslenmeli, karşılıklı özveriyle desteklenmeli. Her gün yeni bir sürpriz için çaba sarf edip sevgiyi yaşatmak için emek vermeli. Ama ne yazık ki evliliklerde garanti gözüyle bakıp hiç emek harcamadığımız gibi hesapsızca tüketip, har vurup harman savuruyoruz sevgileri.

Ne yazık... Oysa ne zor bulunur sevgiler. Özellikle karşılıklı olanı yakalamak ne küçük bir olasılık. Ama kaybetmek ne kadar kolay ve çabuk. Koca bir sevginin katili oluveriyoruz çarçabuk. Bence sevgi katilleri de yargılanmalı ve cezaya çarptırılmalı. Çünkü kapanması ve onarımı olanaksız bir ton yara bırakıyor ardında. Sonra bir ton da yaralı insan. Öleceğiz zannedip ölmüyoruz açısından. Ama sürüm sürüm sürünüyoruz. Sonrasında yeni sevdalara kuşkuyla bakıp olası mutluluklara kapatıyoruz pencerelerimizi.

Korunmak adına anlamsız kaçak güreşler daha da yoruyor insani. Şöyle kararlı, tutup koparıverecek, ayaklarımızı yerden kesecek kadar cesur birini bekleyip ömür tüketiyoruz. Bir de bakıyoruz ki yolun sonuna gelivermişiz. Ne çabuk geçmiş zaman. Ne kolay tüketilmiş sevdalar. Ne hesapsız harcayıp ne derin yaralar açmışız. Bir o kadar yara da biz edinmişiz hayattan. Hayatın son durağında, mevsim çoktan kışa dönmüş, gelecek vasıtayı bile kestiremez olmuşuz.

Neyin adına peki?.. Ahh Korunma iç güdüsüyle sakladığımız seviler ahh... Üstelik taze tüketilmesi gerekirken saklamaya kalkıştığımız, hem de saklama koşullarına da uyulmadığından çürümüş, kokuşmuş, çürüdükçe de etrafını çürütmeye devam eden, tümörleşen, duygu depocukları ne çok canımızı acıtmış. Bize sunulmadan bayatlamış ve sunulduğunda da besin zehirlenmesine yol açmış seviler. Hayat ne bayat noktasına gelmişiz bu yüzden. Ve ne kadar geç kalmışız hayata.

İşte hayat bu. Ben de galiba hayat ne bayat noktasında, gelecek vasıtayı kestiremiyorum artık .Umarım siz tazeyken tüketmeyi becerebilirsiniz duygularınızı ve hayat arkadaşınızı besin zehirlenmesinden kurtarırsınız.

Can Dündar

golebshera
18.12.2006, 21:15
zaten aşığım gibi bişey, hemde karşılıksız gibi, trabzonsporla kafayı dağıtayım diyorum, burda bile darlanmaya sebep var..

Cafer KILIÇSOY
18.12.2006, 21:36
''Ben sende imkansızlıkları sevdim ama asla umutsuzlukları değil'' işte böyle söylemişti şair. Belki sadece kendini düşünerek yazmıştı. Kendi sevdiğine kendi yüreğiyle. Ama günün birinde benimde aynı şeyleri hissedeceğimi bilmezdi. Bende bilmiyordum. Günün birinde seni bu kadar seveceğimi ve bukadar acı çekeceğimi bilmiyordum. Sakın beni Yanlış anlam a; seni sevdiğim için asla pişman değilim. Dünyaya bir daha gelsem yine seni severdim. Senin tarafından sevilmek isterdim. Bana değer vermeni isterdim. Hiç olmayacağını bildiğim halde yanımda olmanı, mutlu olduğumda sevincimi paylaşmanı, ağladığımda gözyaşlarımı silmeni, düştüğümde kolumdan tutmanı... Belki bana hayalperest diyeceksin. Ama olsun. Çünkü hayali bile güzel. Sen bunu anlayabilirmisin? Haydi söyle bana, sen hiç bardaktan boşalırcasına yağan yağmurda ıslanmak istedin mi? Gece karanlığında oturup uzakları seyrettinmi? Sen hiçbir resme bakıp ağladın mı? Sen yıldızların altında yaşam sürmeyi düşledin mi? Sen tüm ömrünü beş dakikalık hayallerle yaşadın mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü sen benim seni sevdiğimden habersizdin.çünkü sen kimseyi benim seni sevdiğim gibi sevemezdin. Çünkü sen kalabalıklar arasında çığlık çığlığa bağırarak aşkını haykıramazsın. İşte koskoca bir aşkı yeniden en baştan başlayarak yaşadım ve artık başka bir şey yaşamak istemiyorum. Bu yüzden de ikinci bir emre kadar tüm yaşanması gereken şeyleri rafa kaldırdım. Artık geriye tek bir şey kaldı, o da zifiri karanlığa senin yüzünü çizmek. Sakın bana karşılıksız sevdaların acı cektirdiğini söyleme. Çünkü;
''sevgi paylaşmak değildir nedensiz de sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir

Harun
18.12.2006, 21:41
Öyle bir hayat yaşadım ki;
Cenneti de gördüm cehennemi de

Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım.

Öyle bir rol vermişler ki;
Okudum, okudum anlamadım.

Öyle bir hayat yaşadım ki;
Son yolculukları erken tanıdım

Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan anladım.

Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım, hem güldüm halime.

Sonra dedim ki,
Söz ver kendine!

Denizleri seviyorsan,
Dalgaları da seveceksin.

Sevilmek istiyorsan,
Önce sevmeyi bileceksin.

Uçmayı seviyorsan,
düşmeyi de bileceksin

Korkarak yaşıyorsan,
Yalnızca; hayatı seyredersin..

Cafer KILIÇSOY
18.12.2006, 21:55
HOŞCAKAL

Ben veda etmeyi hiç beceremem. Duygularımı da pek açığa vuramam zaten. Hele bu veda çok daha zor geliyor.
Aslında hiç böyle bir son görüşmeye gerek yoktu. Ama insanın kanı durmuyor işte, ne varsa bu son anlarda!
Senden hatırlamanı bile istemiyorum, sadece temizliği ve saflığıyla yaşatalım bu aşkı kalbimizin kuytu bir köşesinde!..
Ne güzel başlamıştı... İkimiz de gençtik deli doluyduk, coşkunluğumuzun son safhasında kanımızın kaynadığı bir anda gördük birbirimizi, sevdalandık
Geceler boyu uykusuz kaldık birbirimizi düşünmekten, en güzel heyecanları en güzel bakışları yaşadık. Kavgaların en güzelini biz yaptık. Çünkü barışmakta ayrı bir zevk veriyordu bize...
Sevdik sevildik, doruğuna vardık kutsal duyguların. Aşk yeminleri ettik tutamayacağımızı bile bile. Günlerce aylarca yalnız ikimiz varmış gibi yaşadık. Ne alaylı bakan gözlere, ne karşı çıkan büyüklere, nede bir dost sözüne aldırdık. Kendi ateşimizle yandık, en önemlisi birbirimizi anladık.
Romantik şarkıları, serin akşam üstleri yaşadık seninle. En güzel çiçekleri verdin bana. Rüyalarda bile hep ikimiz vardık. Gerçek aşkı tattık seninle, bunu sende biliyorsun.
Öyleyse hep aynı duygularla kalmalı değil mi? Biz birlikte olmasak ta...
Güzel başlayan çok güzel yaşanan bu aşkı aynı temiz duygularla bitirmeliyiz. Şimdi de ayrılığın en güzelini, en acısını, en zorunu yine biz yaşıyoruz. Ne dersin buda ALLAH'ın bir lütfu mu bize.
Lütfen ağlama... Neden benimkilerle yarışıyor gözyaşların? Sen benim kocaman güçlü sevgilim değil misin?
Güçlüsün dür sen... Seni hep böyle hatırlamak istiyorum. Haydi sil gözyaşlarını. Havada kararmak üzere, zaman bize hep acımasızdı zaten. Yine öyle çabuk olmamızı istiyor herhalde.
Sana bir şey söylemek istiyorum. Mavi gömleğin sana çok yakışıyor. Bundan sonra kız tavlamaya niyetlenirsen eğer bu sözlerim aklında bulunsun.
Birde küçük bir istek
Arkana dönüp bakma tamam mı
Herşey burada bitsin....HOŞCAKAL



POSTA GAZETESİ
MEHMET COŞKUNDENİZ'İN KÖŞESİNDEN

Serap
18.12.2006, 23:22
teşekkür ederim arkadaşlar paylaşımlarınız için.. devam..

Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı
bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce
bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden
çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, birgün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:
- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden
yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki! deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip
üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dâhil herkesin hemen
toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden
yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce
kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap
bardağını eline alarak:
- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi
tekrar iddia edebilir misin? diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile
bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler
gelebileceğini de bilemem!
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri
girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp
döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden
hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral
ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle,
Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş. Kral bostanda, bardak masada kalmış...
Şu söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:
"Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca
asılın onlara tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü onlarsız
hayat da anlamsızdır..
Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye
gittiğinizi unutmayın.. Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin
tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.
Sevgiyle Kalın ....

Can DÜNDAR

sümela61
18.12.2006, 23:30
şiirler için http://forum.bordomavi.net/showthread.php?t=113

yazılar için http://forum.bordomavi.net/showthread.php?t=2434

linkleri vardı ama sanırım sevgili Serap'ın gözünden kaçtı... :rolleyes:

Serap
18.12.2006, 23:34
hiiiiiiii :eek: bakar körmüyüm yani ben şimcik..:( kilit heee..:) soryy..

sümela61
18.12.2006, 23:42
hiiiiiiii :eek: bakar körmüyüm yani ben şimcik..:( kilit heee..:) soryy..

estagfurullah... :o

ama yazılar çok güzeldi, onun için teşekkürler... ;)

zafer6161
18.12.2006, 23:43
hiiiiiiii :eek: bakar körmüyüm yani ben şimcik..:( kilit heee..:) soryy..
erkek sinek he:D

Serap
18.12.2006, 23:47
estagfurullah... :o

ama yazılar çok güzeldi, onun için teşekkürler... ;)

ya bencede bu başlık benimle daha güzel olurdu malum kız eli değdi ;) dermişimm....:D teşekkürler..:yattara: :)

zafer senlen öteki yerde görüşelim..:D

zafer6161
18.12.2006, 23:53
ya bencede bu başlık benimle daha güzel olurdu malum kız eli değdi ;) dermişimm....:D teşekkürler..:yattara: :)

zafer senlen öteki yerde görüşelim..:D

yokya daha girermiyim oraya bikere yanlışlıkla girdik ettiniz beni sinek:D

Cafer KILIÇSOY
19.12.2006, 00:20
DOLMUŞ

Bir acelesi olduğunu daha görür görmez anlamıştım. Sağanak yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen hızla sağa sola koşuyordu

Yanına sokularak ''Hayrola teyzeciğim bir derdiniz mi var'' dedim. Sıcak bir tebessümle ''Buraların yabancısıyım evladım. Hastane tarafına gidecek bir dolmuş arıyorum'' diye cevapladı. Bende ''Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, oraya geldiğimde size haber veririm'' dedim

Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına sığındı. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve güzelim yanakcıkları pembe pembe olmuştu.

''Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, ziyaret saati bitmeden ziyaret etmek istemiştim'' diye devam etti.

Saatime baktıktan sonra, ''20 dakikanız var, yetişirsiniz. Hastane yakın ama, işte böyle havalarda pek araba bulunmuyor'' dedim

Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatca binebileceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin biranda yanaşan dolmuşa hücum ettiğini gördüm. İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara ''İlk önce biz gelmiştik. Sırayı bozmaya hakkınız var mı sizin?'' dedim.

Ön koltukta oturanı ''Hak istiyorsan Hakkari'ye gideceksin arkadaşım'' dedi. ''Hem orada ki haklardan KDV'de alınmıyormuş. Benden söylemesi.''

Bunun üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve şahıt olduğum bu olay sinirlerimi allak pullak etmeye yetmişte artmıştı.

Sakinleşmeye çalışarak ''Ben biraz daha bekleyebilirim ama şu ihtiyar teyzenin acilen hastaneye yetişmesi gerekiyor''dedim. Bu defa şoför karışıp ''Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim. Okuyup üfledimi hastaneye ucuverir'' dedi.

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba hızla uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım. Tevekkülle susuyordu.

5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve soföre, teyzeyi hastanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın ,yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikayet etmiyordu. Üstelik trafikte yarı yolda tıkanıp kalmıştı iyice.

Şoför, ''Yolun bu durumu hayra alamet değil. Sebebini anlasam iyi olacak'' dedi. Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileri doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde,''Kısmete bak yahu'' diye söylendi. ''Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış''.

Heyecanla ''Bişey olmuş mu'' diye atıldım. ''Yaralı falan varmı?.''

''Herhalde'' diye cevap verdi. ''Dolmuşun içinde bulunanları, Teyzenin gideceği hastaneye kaldırmışlar.''

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.

Şoför koltuğuna yavaşca otururken, sürekli olarak ''Kısmet işte'' diye tekrarlayıp duruyordu.

''Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hemde Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkari plakalı bir kamyonla.''

keramiya
19.12.2006, 00:29
İNSANLIĞA HİTABE

Gürültü ve patırtının ortasında sükunetle dolaş.Sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma.Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış,sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun..Bağışla ve unut;AMA KİMSEYE TESLİM OLMA;içten ol..Telaşsız,kısa ve açık seçik konuş,başkalarına da kulak ver.Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları,çünkü dünyada herkesin bir hikayesi vardır..

Yalnız planlarının değil,başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.NE kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen.Haytattaki dayanağın odur.Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.İşini öyle seveceksin ki başarıların yüreğini ve bedenini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.Olduğun gibi görün,sevmediğin zaman sever gibi yapma,çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz ve unutmaki insankığın yüzyıllardır öğrendikleri,sonsuz uzunluktaki bir kumsaldaki tek bir kum taneceğinden fazla değildir...

Aşka burun kıvırma sakın;O çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir.O bahçeye layık bir bahçıvan olabilmek için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma..

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et.İlkinin acısını bir an,ötekinin vicdan azabını bir ömür çekersin.Bazı idealler o kadar değerlidir ki,o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür...

Yılların geçmesine öfkelenme,gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe,yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman yelkenlerini rüzgara göre ayarla;çünkü dünya karşılaştığın fırtınalarla değil;gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.Ara sıra isyana yönelecek gibi olsan bile,hatırla ki;evreni yargılamak imkansızdır,onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol ve hatırlar mısın doğduğun zamanları;sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu,öyle bir ömür geçir ki,herkes ağlasın öldüğünde,sen mutlulukla gülümse,sabırlı,sevecen,erdemli ol.Eninde sonunda bütün servetin sensin...

Görmeye çalış ki,bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yinede insanoğlunun biricik güzel mekanıdır...

(XSENTUS I.Ö.9.YY)

Serap
19.12.2006, 15:03
şiii.. ;) devam..:)

BAHAR GETİRDİM SANA

“Neyi arıyorsan sen, O’sundur” der Mevlana..
Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık....
Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip,
kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine
çıkarır. Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında,
her sevda ruhumuzun bir başka yüzü... Her aşkta
kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir.
Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve
dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden
kendi yüzünüz bakacaktır size... Aşk denilen
kaleydoskobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda,
binbir cam rengarenk ışıklar saçarak döndüğünde,
her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz.
Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde
sizden bir parça... Aşklarınız hülasanızdır.
Sevdiginiz her adam, beğendiğiniz her kadın
farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi
kaleydoskobu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller
alır; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki dolunay,
sizdeki ışığın yansımasıdır aslında;
dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır.
Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi
bulamadığınızdandır... Aşk, narsizmdir.
Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan
eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.
Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir
gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.
Narcissusu’u bilirsiniz; Öyle heybetli ve güzelmiş ki,
bakmaya dayanazmazmış kendine... Gün boyu
ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu,
dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş
hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken,
sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice
bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini,
dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa,
kapılıp gitmiş suya... Yeryüzünün en güzel insanının
öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O’nu
her bahar açan gözel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş,
Narcissus, nergis olmuş. Kıssadan hisse, benden
size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize...
Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya
çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi
“Bahar getirdim sana” deyin.
Baharın elinizde olduğunu unutmadan..
Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz;
dikkat edin de hayran olup düşmeyin...
Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...

Can Dündar

Serap
19.12.2006, 15:06
İYİ DÜŞÜNÜN

Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı
sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna
hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e
bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yayılın çimenlerin üzerine..... Acele edin....
Er veya geç... Çimenler yayılacak üzerinize...

Can Dündar

Cafer KILIÇSOY
19.12.2006, 19:45
Sıradan biriydin sen benim için
Israrla kendini tanıttın çocuk
Sen miydin yoluna güller döktüğüm
Aşkolsun gönlümü yanılttın çocuk

Sevgiyi bilmeden sevdin vuruldun
Kalbime izinsiz girdin kuruldun
Canıma okudun katilim oldun
Üç günde dünyamı kararttın çocuk

Üstüne üç beden dar geldi aşkım
Ne kadar yücelttim sen bile şaştın
Bu yüzden şımardın çizmeyi aştın
Sabrımı sitemle bayılttın çocuk

Yok muydu bu kentte sana sevgili
Yok muydu kendine kıyacak deli
Hay tutmaz olaydım keşke elini
Zulmünle ruhumu bunalttın çocuk

Uzaktan seçemedim yaşım gereği
Yaklaşınca gördüm bütün gerçeği
Koklanmaz nesneymiş hüzün çiçeği
Kalbimi üşüttün soğuttun çocuk

Susturdum göğsümde vuran çılgını
Söndürdün gönlümde çıkan yangını
Sevda mektebinden sildim kaydını
İlk derste elendin kovuldun çocuk

kuzey
19.12.2006, 23:13
UYAN
uyan orta mahalle
çoktan mavnalarla balık geldi
yüreğini kumlara serdi.
tütün gözlerin sevdalara bakar
uyan Akçaabat uyan
orta yerinde bir pazar kurulur
imansız peynir ,tereyağı kokar
kadınları.
yüreği bir goşma mısıra denk
bulanık akar kireçhane deresi
bembeyaz sevişir iskelede
kimseler dokunmaz kız gibi
gelin olur yayla çiçekleri bezeli.
Akçaabat orta yerin rum kızları
kara çarşaflı takunyalı gezer yedi dere ağzı
çanlara asar şalvarını .
aşık olur gıranba, sarganaya
çözer dizlerinin ipini.
pıt pıt atar yüreği dokuz kuvvet
yarar denizi karayelden
akasyaların altında kaybeder yolunu
zinolar konar mavnalara küreklere
Akçaabat uyanır ardından .
Samsun 29.Nisan.2004 Şenol



arkadaşlar kendi şiirim beğeninize sunuyorun...............

Nebiye
20.12.2006, 09:15
Güzel yazmışın eline sağlık.Bi kaç kelimenin anlamını tam çözemedim ama iyi olmuş.:yattara:

Serap
20.12.2006, 10:02
teşekkürler arkadaşlar ellerinize sağlık.. :yattara: :yattara:

kıskandım bende kendi yazılarımdan birini eklim.. :) Bunalım dönemlerimden biriydi..:p

http://i134.photobucket.com/albums/q99/cileq/birumut-2.jpg

geronimo_61
20.12.2006, 10:09
Ölümü Göze Alan Yaşamasını Da Bilir

Kısa, Öz

bordobluex
20.12.2006, 18:25
Birer tren rayı gibiyiz ikimiz, neyi değiştirir ki yakın olması istasyonun...

Nazım Hikmet

A.Alper
20.12.2006, 18:31
VEDA ŞARKISI

Tanrı’nın hatalarından birisin sen
Ağlıyorsun,trajik bir ten kaybı
Nasıl acıdığını çok iyi biliyorum
Ve hala beni içeri almıyorsun
Şimdi yıkıyorum kapılarını,şişmiş yüzünü kurtarmak için
Seni artık sevmesem de..
Yalanların bir yer kaybı

Masumiyetimiz kaybolmadan önce
Sen onlardan biriydin
Şanslı yediyle kutsanmış
Ve beni ağlatan bir ses
Tabiat ana’nın oğluydun sen
Bağlantı kurabileceğim biriydin
İğnenle zararını verdin
Kaderde alçakça bir değişme oldu
Şimdi uyandırmaya çalışıyorum seni
Sıvı gök yüzünden seni çekeyim diye
Çünkü böyle yapmazsam ikimizde en sonuna geleceğiz

Senin veda şarkınla
Bir veda şarkısı…
Bir veda şarkısı…
Veda şarkısı…
Bu bir veda şarkısı…



PLACEBO

sancakbeyi_61
20.12.2006, 22:16
bordobluex kardeş o sözü ben sunay akının bılıyorum..ikimiz iki ayrı rayıyız bir tren yolunun,yakın olması neyi değiştirirki istasyonun...ben de kendi yazdıgım bi şiiri koyayım,öle saçmaladım bişeler..

NEYİME


GİTTİKÇE YABANCILASIYORUM KENDİME
TANIYAMAZ OLUYORUM KENDİMİ
BEN ÖYLE HER GECE BİRİNİ DÜŞÜNECEK
ONUN İÇİN AGLAYACAK ADAM DEGİLDİM.
AMA DEDİMYA TANIYAMIYORUM KENDİMİ.
İŞTE YİNE BASLIYOR GECE İŞTİMAM
BİR ELİMDE KALEMİM
DİGER ELİMDE RESMİN
VE BASLIYORUM YINE SENLE BASLAYAN
BİLMEM KACINCI SON ŞİİRİME..
BİLİYORMUSUN YÜREGİME DİYEMEDİM GİTTİGİNİ
ARAMIZDAKİ HERSEYIN BITTIGINI
O HALA BİZİ BERABER SANIYOR
O HALA SENİ SEVİYOR.
BENSE İLK KEZ YALAN SÖYLÜYORUM YÜREGİME
NASIL DİYEBİLİRDİMKİ BİTTİGİNİ??
SANA SEVDİGİMİ SÖYLERKENDE BÖYLE ZORLANMISTIM
KAC KEZ CESARETIMI TOPLAYIP
SONRA GÖZLERINE BAKIP VAZGECMİŞTİM.
BECEREMEM BÖYLE ŞEYLERİ BİLİRSİN.
AMA ASIL SUC YÜREGİMİN
SENİ SEVERKEN BANA SORMADIKİ
OYUNCAGINI ARAYAN KÜÇÜK BİR COCUK GİBİ
GİRMEYE CALISTI GÖNÜL BAHCENE.
KOVULDU TABİ,ÜRKTÜ,BEKLEMİYORDU..
AMA CEKTİ TÜM BUNLARI SINEYE
DEVAM EDİYOR UMARSIZCA SENİ SEVMEYE..
ŞİMDİ NEYE YANAYIM,NEYE??
SUDAN CIKMAYA FIRSAT BULAMADAN
TEKRAR SUYA DÜŞEN HAYALLERIME Mİ,
YOKSA HERŞEYDEN HABERSİZ
SENİ HALA SEVEN YÜREGİME Mİ??
DUR SÖYLEME
SEN ZAHMET ETME BEN DİYEYİM
BİLİYORUM SEVMEK,
SEVİLMEYİ BEKLEMEK BENIM NEYİME..
OLSUN BEN DE BU AŞKI CEKTİM İŞTE SİNEYE
HAZIRDA BİTİRMİŞKEN HERŞEYİ
PAYLASALIM SU FILMİN ROLLERİNİ
BİRİMİZ UNUTAN OLALIM DİGERİMİZ UNUTULAN.
DÜŞÜNDÜMDE SANA YAKISMAZ UNUTULAN OLMAK
YAKISIKSIZ OLUR,DURMAZ ÜZERINDE..
SEN UNUTAN OL,BENDE UNUTULAN
BENİ DÜŞÜNME ALIŞKINIM NEDE OLSA
UNUTAMADIKLARIM TARAFINDAN UNUTULMAYA.
EVET İŞTE EN ZOR SAHNEYE GELDİK
HAYDİ SIRA SENDE YÜREGİM
SEN DE UYAN ARTIK BU KÖR UYKUNDAN
SEVMEK,SEVİLMEYİ BEKLEMEK SENİN NEYİNE...

Esra Yıldırım
20.12.2006, 22:39
Baðlanmayacaksýn birþeye öyle körü körüne
"O olmazsa yaþayamam." demiyeceksin
Demeyeceksin iþte,yaþarsýn çünkü...
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela,o daha az severse kýrýlýrsýn
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,senin onu sevdiðinden
Çok sevmezsen çok acýmazsýn
Çok sahiplenmeyince çok ait de olmazsýn hem
Çalýþtýðýn binayý,masaný,telefonunu,kartvizitini
Hatta elini ayaðýný bile çok sahiplenmeyeceksin
Senin deðillermiþ gibi davranacaksýn
Hem hiçbirþeyin olmazsa kaybetmekten de korkmazsýn
Onlarsýz da yaþayabilirmiþsin gibi davranacaksýn
Çok eþyan olmayacak mesela evinde
Paldýr küldür yürüyebileceksin
Ýlle de birþeyleri sahipleneceksen
Çatýlarýn gökyüzüyle birleþtði yerleri sahipleneceksin
Gökyüzünü sahipleneceksin
Güneþi,ayý,yýldýzlarý
Mesela kuzey yýldýzý senin yýldýzýn olacak
"O benim." diyeceksin
Mutlaka sana ait olmasýný istiyorsan birþeylerin
Mesela gökkuþaðý senin olacak
Ýlle de birþeye ait olacakssan,renklere ait olacaksýn
Mesela turuncuya ya da pembeye
Ya da cennete ait olacaksýn
Çok sahiplenmeden
Çok ait olmadan yaþayacaksýn
Hem her an avuçlarýndan kayýp gidecekmiþ gibi
Hem de hep senin kalacakmýþ gibi hayat
Ýliþik yaþayacaksýn hayatý
Ucundan tutunarak..

CAN YÜCEL

Mollasalihoğlu
20.12.2006, 22:43
"KAL" DESEYDİN KALIRDIM

"Kal"deseydin kalırdım, demedin oysa... Kuru bir "bitmesin"den başka hiçbir şey demedin. Öyle kuru, Öyle soğuk, Öyle uzaktı ki ondaki anlam! Bu kadar kolay mıydı her şey? Bu kadar yakın mıydık uçuruma? Savunmayacak mıydık sevgimizi? "Kal" diye haykırmayacak mıydın ardımdan? Düşündüğüm bu değildi... Hayal ettiklerim, beklediklerim başkaydı senden... Mücadele beklemiştim oysa, yelkensiz olan gemimizi kıyıya ulaştırırız sanmıştım... Oysa o`nu denizin ortasında savunmasız bırakmama göz yumdun... Bu kadar yıpratıcı olamazsın... Oysa bir anlam olmalıydı yaşadıklarımızda! Paylaşılan duyguların bir anlamı olmalıydı. Yüreğimdeki martıların bir anlamı olmalıydı. Beynimizdeki melodilerin, aramızdaki çekimin, geçen akşam ki sohbetin bir anlamı olmalıydı. Duygularımızın bir anlamı olmalıydı. Yüreğimdeki tüm MARTILARDI uçurdun şimdi... Hangi yöne gittiler bilmiyorum, geri dönerler mi bilmiyorum. Dünya boşaldı mı ne! Neden bu kadar sessizleşti birden yaşam? neden artık parlamıyor yakamozlar? Neden artık gözlerimde rüzgar esmiyor? Her şey seninle mi kaldı yoksa...

Mantığım, mantığımı bana bırak lütfen, ona ihtiyacım var. Bazı şeyleri anlamak için ona ihtiyacım var! Evet! Ben istedim ayrılığı, çıkmaz yollara yönelen bendim, kucağında bir yığın noktayla karşına çıkan bendim... Kahretsin! Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ve senin buna nasıl göz yumduğunu... Tıpkı, balkondaki akasyaları sularken, fazla sudan dolayı sararacaklarını bilmediğim gibi... Su onun için hayat olmadı oysa... Ve... Sen de benim tutunacak dalım! Bazı şeyler vardı aramızda biliyorsun, olmaması gereken ama daima varolan. Farklı uçlardaydık seninle, farklı mevsimleri seviyorduk farklı zamanlarda... Sen büyük fırtınalara vardın, bende lodostan bile ürküyordum. Oysa başardığımız şeyler vardı her şeye rağmen, daha doğrusu öyle sanıyordum... Binlerce yıldız arasında, ayın güzelliğini gösterebilmekti tek amacım... Yıldızları söndürmekti... Sorunları yok etmekti... "BİTTİ" deyişim öylesine bir şeydi, öylesine sıradan, şakacıktan... "HAYIR" demeliydin! Hatta kıyametler koparmalıydın yüreğimde, hendekler açmalıydın yoluma gidemeyeyim diye. Sahip çıkmalıydın gözlerimdeki ay`a sevgimiz diye... Beni yolumdan alıkoymalıydın... "KAL" demeliydin... Defalarca "KAL" demeliydin... Oysa demedin... Belki de senin çiçeklerin çoktan solmuştu ve ben akasyaları kışın yaşatmaya çalışmakla hata etmişim... Belki böylesi daha iyi oldu... "KAL" deseydin kalırdım... Hem de seve seve kalırdım. Martılarla kalırdım, yakamozlarla kalırdım. Demedin oysa! Bilirmisin kaç çığlık olup yıkıldı yüreğim giderken... Bilirmisin nasıl bir cana hasretti yüreğim, yolumdan döndürecek... Bilirmisin nasıl zor oldu ardıma bakmadan çekip gitmek... "KAL" deseydin kalacaktım... DEMEDİN OYSA!


Can Dündar


can acıtan bir yazıdır..

Esra Yıldırım
20.12.2006, 22:53
Aþkta Yarýn Yoktur Sevgili
Aþk bu dünyanýn ölçüleriyle açýklanamaz sevgili. O ilkel bir acýdýr, yaban bir aðrýdýr. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir þeye dokunur. Sonra bir perde açýlýr ve yolculuk baþlar. Bu yolculukta artýk para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iþ, anneler ve korkular yoktur. Aþkýn kendi gerçekliði vardýr sevgili. Ýnsan bir baþka ýþýða teslim olur...Aþkta yarýn yoktur sevgili. Zaman ileri doðru deðil, içeri, yüreklere, derinlere doðru iþlemeye baþlar, bilgeleþir. Hiç bilmediði sezgileriyle buluþur. Yükü çok aðýrdýr, kendiyle buluþmuþtur. Hem dýþýndadýr dünyanýn, hem de ortasýnda. Hindistan'da Ganj Nehri'nin kýyýsýnda yakýlan yoksul adamýn hissettikleri de onunladýr, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaþayan kadýnýn çýplak yalnýzlýðý da. Her þey onunladýr, ona emanettir sanki, ama o, çýldýrtýcý bir yalnýzlýk içindedir yine de...Aþkýn kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanýmýza karýþan ilkel acý, o yaban aðrýyla hiçbir kitabýn yazmadýðý hakikatlere daha yakýnýzdýr, inan...Kim demiþti hatýrlamýyorum, aþk varlýðýn deðil, yokluðun acýsýdýr diye. Belki de bu yüzden ilk gençliðimde, o yoðun aþýk olduðum yýllarda, gözüme uyku girmez, dudaðýmda bir ýslýkla bütün gece þehri, o karanlýk, o hüzünlü sokaklarý dolaþýr, insanlarý uykularýndan uyandýrmak isterdim. Uyanýp, içimde derin bir sýzýyla uyanan o derin sancýnýn acýsýna ortak olsunlar diye...Aþk çok eski bir þeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluðumuz geçer. Sevdiðimiz insanlarýn çocukluklarý da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasýz yatýlýlar geçer. Ve sonra aþk bütün bunlarý alýr, daha da eskilere gider, hep o ilkel acýya, o yaban aðrýya... Ýnsan bazen nedensiz yere umutsuzluða kapýlýr. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanýr...Bazen denizler, kýyýlar çeker insaný. Ýnsan bu kapýlmayý anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaþanmasýndan korkulup vazgeçilmez aþklarýn sýzýsýdýr bu. Bu sýzý, bu yenilgi mevsimlerle yýllarla devredilir baþka insanlara... Bir insanýn yaptýðý bir hatanýn tüm insanlara yayýlmasý gibi...Ýþte þimdi biz de sevgili, ya olmadýk zamanlarda umutsuzluða kapýlýp, soluðu evlerde alacaðýz, ya da denizler, kýyýlar çekecek bizi. Nasýl biz baþkalarýnýn korkaklýðýný taþýyorsak, baþkalarý da bizim korkaklýðýmýzý taþýyacak, yenilgimizi, umutsuzluðumuzu...Birazdan sabah olacak...Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iþ, anneler ve korkular baþlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aþk yoktur ve hiç olmamýþtýr sevgili. Birbirimizi kandýrmayalým...Hadi güne hazýrlan. Yaþadýklarýmýzý unutmaya çalýþ. Aþk bize güvenip verdiði büyüsünü, sýrlarýný, cesaretini, bilgeliðini ve o ilkel, o yaban aðrýsýný geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üþüyecek, sonra geçecek...
Hadi, oyalanma birazdan yarýn olacak...
Aþkta yarýn yoktur sevgili...
Cezmi Ersöz

Ömer SEVİNÇ
20.12.2006, 23:00
Lavinia

sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.

sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.

sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adını gizleyecegim
sen de bilme, lavinia.

Özdemir Asaf

Ömer SEVİNÇ
20.12.2006, 23:01
KİMİ SEVSEM SENSİN

kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

Attila İlhan

Esra Yıldırım
20.12.2006, 23:07
Yarim Haziran - Can Dündar

Kimbilir kaç baharı birlikte uğurladık seninle...
Kimbilir kaç yazı karşıladık kan ter içinde...
İlhamısın ergenlik şiirlerimin, o ilk Haziran’dan beri...
Yaşgünlerimin fener alayı, ilkyaz günahlarımın tanığısın...
Tanığısın yüzüme düşen gözlerin, tenime değen ellerin...
Senle başlayıp, sende bitirdim bunca yılı...
Sendin hararetli yılsonu muhasebelerimin değişmez takvim yaprağı...
Tutkunum sana... sadık, itaatkar ve hayran.. ...
Yarim Haziran...!



***

Hasretle bekleyip iple çektim gelişlerini çoğu zaman...
Sen hep iki bahar arasında, hazlar zamanı çıkageldin; eteklerinde ilkyaz
coşkuları ve isyanlarla...
Haziranlarda aşık, haziranlarda pişman, haziranlarda ergen ol¤dum.
İşte burada yıllar yılı getirip, iadesiz taahhütsüz önüme atıverdiğin eski yaşlar... kimi hakkınca yaşanmış, kimi belki hiç yaşanmamış... kimi çocuk, kim genç, kimi olgun...
Her serin baharın ardından yaz kokulu yıldız müjdeler taşıdın bana... hararetli ve çıplak Temmuz akşamları vadettin... peşisıra hazan geldiğini hissettirmeksizin bir süre...
Gün oldu tomurcuk olup çiçek çiçek boy verdin; gün oldu şiddet yüklü bir öfke bulu¤tuna tutunup seller yağdırdın gecikmiş bahar dallarının üzerine... hazırlıksız... insafsız...
Öncesiz ve sonrasız aşklarda oyaladın beni...
Kimi gerçek, çoğu yalan...
Zamanla ibadet eder gibi sevmeyi öğrettin...üzerine kırağı düşmüş beyaz bir gül kadar taze... bir o kadar kusursuz...
Anladım ki, Haziran'da sevmek yaman...
Yarim Haziran..!



***

Ocaklar kurdum sıcacık... Aşım, eşim, işim oldu katıksız, riyasız... Oğullar ve gecikmiş heyecanlar verdin bana...
Gidemediğimiz uzak denizleri çocuklarımıza isim yaptık... onlar yüzsün diye yüzemediklerimizi...
Geride kırık dökük onlarca Haziran bırakarak karşıladık yarınları... Ve sen bağışladın hatalarımı yılsonu bilançolarında... Sorguda ele vermedin beni... Tanıyamadılar kimlik tesbitinde bedenimi, kalbimi...
Kimbilir kaç sırrı sakladın... kaçını ele verdin... o gecikmiş hesaplaşmalarda...
Sen ilkyazdan alıp güze açarken kapılarını... ben yazın sarhoşluğundan sonbahar serinliğinde aydım.
Seni beklerken kendime vardım.
Yadsıyamam: Sevildim ve sevdim çoğu.. zaman...
Müsebbibi sensin... Yarim Haziran...!



***

Kalbim büyüse de büyümedi içimdeki çocuk..
... ama zamanla olgunlaştı Haziranlarım
Yeni gelenler sonbahara daha yakın şimdi...
Eski mektuplar ve sepya renkli fotoğraflarla dolu bir albümde hayatım... Haziran doğumlu...
Kulağımda bir şiir Hasan Hüseyin'den artakalan:
'"Sokaktayım/gece leylak ve tomurcuk kokuyor/yaralı bir şahin olmuş yüreğimi uy anam anam.../Haziran'da ölmek zor\"...
Lakin doğmak da zor Haziran\'da...
Yaz kapıyı çalsa da;
... biliyoruz sonu hazan...
Yine de seviyorum seni...
Yarim Haziran..!

CAN DÜNDAR

***NiLLYyY***
21.12.2006, 10:30
SEVGILIME...

O kadar yakınsın ki bana,
Bir o kadar da uzak,
Sanki ilk defa aşık olmuş gibiyim,
Uzana bilsem bir adım kadar yakın,
Ama sanki ayaklarıma prangalar vurulmuş,
O bir adımı atamıyorum,
Sadece seyrediyorum seni,
Dizlerine yatıp, elini sımsıkı tutmak istiyorum,
Gökyüzüne bakar gibi,
Gözlerine dalmak istiyorum,
Sana bakarken prangaların ayağıma değil,
Yüreğime vurulduğunu hissediyorum,
İçin için yanan yüreğime,
Seni sevenin ben değil,
Yüreğimin olduğunu anlıyorum,
Yüreğim senin dostluğunu istiyor,
Yüreğim senin sıcaklığını istiyor,
Kırmamı söylüyor zincirleri,
Ve ilk defa kırmaya çalışıyorum,
Doğru bildiğim şeyleri atıveriyorum bir tarafa,
Sırf sana daha yakın olabilmek için,
Zincirlerle bağlı yüreğimi bırakıveriyorum,
Bir kuş gibi ormana,
Yüreğim bir kuş oluyor senin yanında,
Ürkek bir kuş,
Soğuk bir havada titreyen üşümüş bir kuş,
Çok şey değil istediği yüreğimin,
Sadece dostluğunu ve sıcaklığını istiyor,
Senin sıcaklığını,
Sonra kanat çırpıp uçmak istiyor seninle,
O güzellikleri seninle paylaşmak istiyor gökyüzünde,
Dünyadan uzak ..yüreğiM seninle...

Cafer KILIÇSOY
21.12.2006, 13:59
Ey deniz gözlerini düşündüğüm içimdeki uzak
Gelmiyor elimden gelmiyor sana sarılmak
Bir sarmaşık olmuş aşkın, sarmış beni bir can gibi
Çırpınırsın yüreğimde heran heyecan gibi
Sende güldüm ,sende coştum, sende aşkı buldum ben
Sende neşe, sende huzur, sende mutlu oldum ben
Sırma saçlım, gül kokulum, benim canım sevdiğim
Ömrümce ben seni sevdim sensin boyun eğdiğim
Ne olur cek beni kollarınla uzaklıkları aşta
Fısılda aşkını nefes nefes kulağıma yaklaşta

Serap
21.12.2006, 14:01
teşekkür ederim paylaşımlarınız için arkadaşlar şuan sakince okumaya fırsatım yok eve gidince kitlencem bu başlığa :) teşekkürlerrrr..

..sen''e..
21.12.2006, 15:38
Sen benim...
Geçmişimden uzanıp da
Yanındayken dokunamadığım
Sevgilimsin

Sen benim...
Gecelerce düşündüğüm
Yazdıkça çıldırdığım
Yasaklı şiirlerimsin

Sen benim...
Sonunda hep yenilsem bile
Nedensiz giriştiğim
Savaşlarımsın

Sen benim...
Mutlu günlerimin kaynağı
Dalıp dalıp giden gözlerimin
Tek sebebisin

Sen benim...
Karanlığa gömülü umutlarımın
Karanlık prensesi,
Katilisin

Sen benim...
Dinlerken çoğu zaman ağladığım
O şarkıları,inatla dinleten
Unutulmazımsın

Sen benim...
Yapay rüyalrımın uçurumlarından
Apansız aşağı çeken
Kelimesiz cümlelerimsin

Sen benim...
Bir yudum sıcak çayla yediğim
Bir lokma bayat ekmeğim,
Bir tutam nefesimsin

Sen benim her şeyimsin...

Serap
21.12.2006, 23:13
bordobluex kardeş o sözü ben sunay akının bılıyorum..ikimiz iki ayrı rayıyız bir tren yolunun,yakın olması neyi değiştirirki istasyonun...ben de kendi yazdıgım bi şiiri koyayım,öle saçmaladım bişeler..

NEYİME


GİTTİKÇE YABANCILASIYORUM KENDİME
TANIYAMAZ OLUYORUM KENDİMİ
BEN ÖYLE HER GECE BİRİNİ DÜŞÜNECEK
ONUN İÇİN AGLAYACAK ADAM DEGİLDİM.
AMA DEDİMYA TANIYAMIYORUM KENDİMİ.
İŞTE YİNE BASLIYOR GECE İŞTİMAM
BİR ELİMDE KALEMİM
DİGER ELİMDE RESMİN
VE BASLIYORUM YINE SENLE BASLAYAN
BİLMEM KACINCI SON ŞİİRİME..
BİLİYORMUSUN YÜREGİME DİYEMEDİM GİTTİGİNİ
ARAMIZDAKİ HERSEYIN BITTIGINI
O HALA BİZİ BERABER SANIYOR
O HALA SENİ SEVİYOR.
BENSE İLK KEZ YALAN SÖYLÜYORUM YÜREGİME
NASIL DİYEBİLİRDİMKİ BİTTİGİNİ??
SANA SEVDİGİMİ SÖYLERKENDE BÖYLE ZORLANMISTIM
KAC KEZ CESARETIMI TOPLAYIP
SONRA GÖZLERINE BAKIP VAZGECMİŞTİM.
BECEREMEM BÖYLE ŞEYLERİ BİLİRSİN.
AMA ASIL SUC YÜREGİMİN
SENİ SEVERKEN BANA SORMADIKİ
OYUNCAGINI ARAYAN KÜÇÜK BİR COCUK GİBİ
GİRMEYE CALISTI GÖNÜL BAHCENE.
KOVULDU TABİ,ÜRKTÜ,BEKLEMİYORDU..
AMA CEKTİ TÜM BUNLARI SINEYE
DEVAM EDİYOR UMARSIZCA SENİ SEVMEYE..
ŞİMDİ NEYE YANAYIM,NEYE??
SUDAN CIKMAYA FIRSAT BULAMADAN
TEKRAR SUYA DÜŞEN HAYALLERIME Mİ,
YOKSA HERŞEYDEN HABERSİZ
SENİ HALA SEVEN YÜREGİME Mİ??
DUR SÖYLEME
SEN ZAHMET ETME BEN DİYEYİM
BİLİYORUM SEVMEK,
SEVİLMEYİ BEKLEMEK BENIM NEYİME..
OLSUN BEN DE BU AŞKI CEKTİM İŞTE SİNEYE
HAZIRDA BİTİRMİŞKEN HERŞEYİ
PAYLASALIM SU FILMİN ROLLERİNİ
BİRİMİZ UNUTAN OLALIM DİGERİMİZ UNUTULAN.
DÜŞÜNDÜMDE SANA YAKISMAZ UNUTULAN OLMAK
YAKISIKSIZ OLUR,DURMAZ ÜZERINDE..
SEN UNUTAN OL,BENDE UNUTULAN
BENİ DÜŞÜNME ALIŞKINIM NEDE OLSA
UNUTAMADIKLARIM TARAFINDAN UNUTULMAYA.
EVET İŞTE EN ZOR SAHNEYE GELDİK
HAYDİ SIRA SENDE YÜREGİM
SEN DE UYAN ARTIK BU KÖR UYKUNDAN
SEVMEK,SEVİLMEYİ BEKLEMEK SENİN NEYİNE...

saçmalamak mı..acıydı ama çok güseldi elinize yüreğinize sağlık.. :( :( :(

varsa başka yazdıklarınız okumak isterim.

teşekkürler arkadaşlar paylaşımlarınız için.. :(

Lapina
21.12.2006, 23:21
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman
Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bahaeddin KARAKOÇ
(Uzaklara Türkü)

bordobluex
21.12.2006, 23:24
bordobluex kardeş o sözü ben sunay akının bılıyorum..ikimiz iki ayrı rayıyız bir tren yolunun,yakın olması neyi değiştirirki istasyonun..

Olabilir, araştırmak gerek. Sunay Akın alıntı yapar çok şairden.

Lapina
21.12.2006, 23:28
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda
anladım.

Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..



Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.



Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..

Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..

Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği
acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..

Fakat,hakkedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..



''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..

Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş
sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl
ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..

Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş
pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..

Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün
affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..

Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar
sevmekmiş...

CAN YUCEL

Serap
21.12.2006, 23:37
benim hala anlayamadıklarım var.... =(

harika bir yazıydı teşekkürler Can Yücel..teşekkürler Öztekin..

ts_fan
21.12.2006, 23:39
Tüm sevgilerin "RAĞMEN" olması dileğimle..

Sevgi türleri üzerine...

Japon düşünür Masumi Toyotome'nin sevgi üzerine söyledikleri.

"Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor Toyotome.
"Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor.. Sonra anlatmaya başlıyor..

"Sevgi üç türlüdür!.."
--------------------------------------------------------------------------
Birincinin adi "Eğer" türü sevgi!..

Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adi takmış
yazar..
Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer
basarili ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer es olarak benim
beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan
sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen
sevgi.. "Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaad
edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar..
"Nedeni ve sekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey
kazanmaktır."
Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu
için çabuk yıkılıyor.
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil,hayallerindeki
abartılmış romantik görüntüsüne asık oluyor ve beklentilere giriyorlar.
Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek
nefrete dönüşüyor.
En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne
rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş
sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul
dışında da takviye kurslarına gidiyor. Ama başarılı olamıyor.
Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir
haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle
"Sınavı kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye
bağırıyor. Delikanlı; "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi
hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor. Baba
daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor.
"Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler,
yanılıyorlardı" diyor yazar.. "Delikanlı babasının kendisine olan
sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!.."

İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler
aslında.. "Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek,
bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle,
ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya
kaldığımızda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.. İlginç değil mi?..
--------------------------------------------------------------------------
İkinci türe geçiyoruz. "Çünkü" türü sevgi..

Toyotome bu tür sevgiyi söyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir.
Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula
bağlıdır."Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin.
(Yakışıklısın!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin,
o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven
veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar
romantik yerlere götürüyorsun ki.."

Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini
anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük
ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik
yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz
gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu
tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin
düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığı
görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar
hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini
eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri
ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar.
Böylece yasama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.
Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler.
Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan
delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.
"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome..
"Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor.
Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var..
Birincisi.. "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu..
Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri.
Öteki yalnızca kendilerinin bildiği..
"İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse" korkusu buradan doğar.
İkincisi de.. "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.
Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış.
Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı..
Ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını..
Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş.
Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş..
Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi,
kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür" diyor..

Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.." Ve iste sevgilerin
en gerçeği!..
--------------------------------------------------------------------------
"Üçüncü tür sevgi benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür" diyor yazar.

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için
"Eğer" türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgi de değil.
Bu üçüncü tür sevgide, insan "Bir şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir.
Güzelliğe bakar misiniz?..Rağmen sevgi..Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever.Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen"
tapar!.. "Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara
'rağmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile.."
Burada insanin, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor.Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor.
"Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek,
içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, basarı ya da ünden daha önemlidir."
Bunun böyle olduğundan nasıl emin?..
Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor..
"Su soruma cevap verin" diyor. "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.."

Devam ediyor Toyotome.. "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi
çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?." "Diyelim sıradan bir yaşamınız var..
Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor: "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar."
Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi.. "
Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor..
Anlatıyor..."Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir." Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar…Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor.Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz..
Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda..

"Dünyadaki en büyük kıtlık, 'rağmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."

Lapina
21.12.2006, 23:42
Seni Seviyordum
Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi...

Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri

SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu

Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesten başkaydı işte...

Güldüğü zaman yukarıya bakardı;

Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...

Ne güzeldiler sen bilmiyordun...

BEN SENİ SEVİYORDUM...

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler

Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu

Geri dönüyordu, çoğalarak

Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteleyişim oluyordun

Kalp ağrısı oluyordun,

Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,

Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,

Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk

Cesurduk...

Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller...

Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...

Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun

Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra

Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları

Derken bir gün uzaktan gördüm seni...

Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı

Kalbimi acıttı her zamanki gibi...

Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi...
İclal Aydın

Serap
21.12.2006, 23:54
:(((( çok güzeldi ts_fan..dilerim birgün azınlıkta olandan banada pay düşerrr...

"Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."

benim hala umudum var...

Oğuuz
22.12.2006, 00:49
Ellerim tutmuyor ama; sanmaki gecenin soğugundan.Üşümem sensizliğimden,hiçbir soğuk üşütmedi bedenimi sensizlik kadar,hiçbir ruzgar alıp goturmedi aklımı senin goturduğun kadar uzaklara hiçbir deprem sallamadı, sarsmadı senin sarstığın kadar yuregimi ve hiçbirdepremde bu kadar altçı sarsıntı olmadı.Şimdi iki goz bıraktın ardında biri Fırat biri Dicle . Fırat kadar dertli Dicle kadar asi iki göz.Kurak toprakları ıslatıyorum şimdi.Sevdaya susayan, sevdaya aç topraklara sevdanın gözyaşlarını goruruyorum şimdi.Her ağaçı sana duyduğum sevgiyle suluyorum.Senin aşkınla besliyorum.Ve her meyvaya sana olan svdamın tadını veriyorum.Tum sevdalılar içime akıtıyor sevdalarını.Bu nehir su değil gözyaşı taşıyor.Her damlasında, sensizlik her damlasında hüzün var. Her damlasında bir aşığın gozyaşı akıyor.Bu yuzden ıstırap çekiyorum. Bu yüzden milyonlarca, milyarlarca kol besleniyor sulumu.Tuzlu olduguna bakma! temizdir sularım tertemiz duygular taşırım içimde.Kirli yüreklere ulaşırım hergun tertemiz duygular akıtırım.Bel ki temizlerim, belki içini sızlatırım diye akarım her yüreğe her denize her okyanusa.Boşuna çoşmuyor denizler, boşuna taşmıyor okyanuslar.İçi sızlar onlarında.Acırlar halime.Ve Güneş! Farkettin mi? bilmiyorum ama oda bulutların ardına saklandı uzun zamandır.Gozyaşlarını saklıyor dunyadan, insanlardan.Belkide hiç çıkmayacak bulutların arkasından.Çünkü o benim sana olan duygularımı anlamanı bekliyor.Ne olur anla artık sana olan duygularımı.Neolur sev artık birazcık beni.Yoksa Guneş hep bulutların ardında kalacak.Ve dunya üşüyecek.Sıcak duygular buz tutacak.Sevemez olacak insanlar birbirini. Bulutlar hep ağlayacak.Gülmeyi unutan ben gibi olacak herşey.Ve ben sığmayacağım hiçbir toprağa.Taşacağım.Gözyaşlarım dunyayı yıkacak.Birçok insan boğulacak sularımda.Sonra sana akacağım son kez.Ve bu kez ben değil sen yok olacaksın gözyaşlarım arasında...

Oğuuz
22.12.2006, 00:56
Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri
.............

Çavuşoğlu
22.12.2006, 03:31
SANA BAKMAK

her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
�içinde benzetmeler olan�
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah�a inanmaktır

YILMAZ ERDOĞAN

Çavuşoğlu
22.12.2006, 03:37
BEKLEYEN

Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur, beklerim...


NECİP FAZIL KISAKÜREK

ts_fan
22.12.2006, 19:45
KARTALIN YENİDEN DOĞUŞU!

Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan
kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşlarındayken çok ciddi
ve zor bir kararı vermek zorundadır. Kartalın yaşı 40'a dayandığında
pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini
sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzunlaşır ve
göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır
ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla
kartalın burada iki seçimden birisini yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir
ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden
doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir
dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan
bir yerde yuvasında kalır.
Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya
vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu
yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır.
Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan,
geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin
yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından tam olarak
yararlanabiliriz.

ts_fan
22.12.2006, 21:53
Bir zamanlar büyük ve güçlü bir sultan varmış, muktedir sultanın dört eşi varmış.

Sultan en çok dördüncü eşini sever, ona özen gösterir, bir dediğini iki etmezmiş.Bu en çok sevdiği eşi günün her saatinde yanında, gözünün önündeymiş, sultan ondan ayrılmayı aklının ucundan geçirmezmiş.

Yüreği ve merhameti geniş olan sultan, üçüncü eşini de severmiş. Ancak nedense bu eşinin günün birinde kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş. Öyle de olsa, ona sahip olduğu için gurur duyar, başkalarına tanıtmaktan özel bir zevk alırmış.

Her sözü ferman olan sultanın ikinci eşine olan sevgisi ve ilgisi de az değilmiş. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, ne zaman bir derdi olsa daima yanında olur, ona destek verirmiş. Birinci ve ikinci eşinin kendilerine özgü özellikleri var; ama sultan en çok kendini üçüncü eşinin yanında huzurlu ve güvende hissedermiş.

Sarayın kraliçesi, hanım sultan olan kudretli hükümdarın birinci eşiymiş. Onu en çok seven, karşılık beklemeden sadakat gösteren, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen sultan, birinci eşiyle pek ilgilenmezmiş. Farkında olup olmadığı bile kuşkuluymuş. Oysa o da hep yanında dolaşır, gölgesi gibi bir an olsun sultanı yalnız bırakmazmış.

Her ölümlü (fani) gibi sultanın da bir gün vadesi dolmuş, artık dünyada yiyeceği lokma, alıp vereceği nefes kalmamış. Ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Kesin olarak öleceğini anlamış. Öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.

En çok sevdiği dördüncü eşine, ölüm yolculuğunda kendine eşlik edip etmeyeceğini sormuş. Aldığı cevap kalbine bıçak gibi saplanmış. Herkesten çok sevdiği, üzerinde titrediği eşi kısa ve net olarak, "Hükümdarım, mümkün değil." diye cevap vermiş. Üzülmüş, sarsılmış ama yine de ümidini yitirmeden üçüncü eşine sormuş: "Hayatım boyunca seni sevdim, sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin?" Üçüncü eşi de, hiç tereddüt etmeden, "Hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim." diye cevaplamış. Sultan adeta yıkılmış, ölüm acısı gibi bir acının ta kalbine saplandığını hissetmiş. Çarnaçar ikinci eşine dönmüş ve, "Her zaman yanımda oldun, beni hiç yalnız bırakmadın, ne zaman yardım istesem elini uzattın, kendimi senin yanında hep güvende hissettim, ölüyorum. Tek başıma bu yolculuğa çıkmak istemiyorum, bana eşlik eder misin?" İkinci eşinden de şu cevabı almış: "İsterdim; ama bu konuda sana yardımcı olamam. Senin için yapabileceğim tek şey, sana mezara kadar eşlik etmektir. Senin için yas tutacağımdan da emin olabilirsin; ama elimden başka şey gelmez!"

İlk üç eşine karşı hayatı boyunca cömert davranan, sevgisini, ilgisini hiç eksik etmeyen sultanın durumunu, uğradığı derin hayal kırıklığını tahmin edebiliriz. Aklına birinci eşi gelmiş; ama ona sormamış. Hem üç eşinden aldığı olumsuz cevaplardan hem de zaten ömrü boyunca ona gerektiği, hak ettiği ilgiyi göstermediğinden ona sormaya cesaret edememiş. Ama birinci eşi her şeyin farkında, ilk üç eşten aldığı cevapları duymuş. Yatağının ucuna ilişmiş, büyük bir sevgi ve metanetle, "Sultanım, ben yanındayım, nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim." demiş. Sultan, çok şaşırmış, üzülmüş, içini derin bir pişmanlık duygusu kaplamış. Yakınarak ve utanarak: "Keşke bir şansım daha olsaydı, sana hakkını verirdim." demiş.

Gerçek hayatta hepimiz dört eşi olan bir sultanız: Dördüncü eşimiz bedenimizdir; güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir. Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarının eline geçer. İkinci eş ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı onlarla paylaşırız, ölünce bizim için gözyaşı dökerler; ama bizimle ahirete gelmezler. Birinci eşimiz ise ruhumuzdur. Kıssadaki sultan gibi gafillerden isek onu ömrümüz boyunca ihmal ederiz.

Serap
23.12.2006, 10:09
alıntıdır..

Kıbrıs'ta Mimarlık okuyan Banu adında bir kız vardı. Avukat olan erkek
arkadaşı Atilla ayrı kalmalarına dayanamamış Kıbrıs'a yerleşmiş ve
beraber yaşamaya başlamışlar. Aileler okul bitmeden evlenmelerine karşı çıkmış.
Sonra çocuk bir gün istanbul'da bir duruşmaya gitmek için evden çıkmış
ve İstanbul'da trafik kazası geçirip vefat etmiş. Kızı naaşın kaldırıldığı
hastaneye götürmüşler. Erkek arkadaşının kolunun, bacağının vücudundan
ayrılmış, paramparça cesedini gören kız o günden sonra kendine
gelememiş.
Sürekli intihar girişimlerinde bulunmuş. En son girişiminde de amacına ulaşmış...

Banu'yla seneler öncesinde bir chat odasında tanışmıştım. Yaşadıkları,
anlattıkları beni çok etkilemişti. Bir web sitesi hazırlamış, burada
sevgilisine mektup mahiyetinde birşeyler yazmıştı. Yazıyı arşivimde
saklıyordum. Geçenlerde arşivimi incelerken gözüme çarptı. Ben çok
etkilenmiştim, sizlerle de paylaşmak istedim.



O Çok Özel İnsana



Sadece Çok Özledim...

Kış günlerinde mısır patlatıp sadece birbirimize sarılıp oturmak için
seyrettiğimiz abuk Amerikan filmlerini,
Bana prensesim deyip burnumu sıkmanı,

Geceleri beni uyutmak için anlattığın küçük masalları,

Geç saatte eve geldiğimde kokusu sokaklara dağılan üşenmeden yemek
tarifleri kitaplarından bakarak pişirdiğin leziz yemekleri,

Tasarımlarıma çay dökmeni,

Son sigaranı benimle paylaşırken homurdanmanı,

Balkonda içtiğimiz sabah çaylarını,

Seninle yalnız kalmak istediğimde "dış kapının anahtarını yine kaybetmişim,
tüh içeride kilitli kaldık" numaralarımı ve senin ardından o ilginç
mimiklerinle söylediğin "şımarık şey" lafını,

Kalabalık arkadaş topluluklarımızda odanın en uzak köşelerindeyken ellerinle
kalbinin ne kadar hızlı attığını anlatmaya çalıştığın anları,

Evimize yaklaşırken geriye doğru saymanı, kendini güç bela koltuğa attığında
koltuğun ayağını kırmanı,

''Çok çok prensesim, hem de çoook çok" demeni,

Pijamalarını kaldırdığın yeri sürekli unutmanı,

Her makyaj yaptığımda illa bir kusur bulmanı,

Çoraplarımdan kukla yapmanı,

Bana hissettirmeden fotoğraflarımı çekmeni ve onları tab ettirdikten sonra
yastıgımın altına bırakmanı>>> >

"Biz" kavramını bana açıklamanı,

Birlikte badana yapıp evimizi temizlemeyi,

Odamızdaki dolaplara, çekmecelere, kıyafetlerimin arasına sakladığın
sevgi sözcükleriyle dolu küçük not kağıtlarını,

Üzüldüğüm, mutsuz olduğum anlarda dizlerine yatıp ağlamayı, beni
neşelendirmek için türlü şaklabanlıklar yapmanı ve her zaman beni mutlu
etmeyi başarabilmeni,

Saçlarımı taramanı,

Traş köpüğünü saç şekillendirici köpükle karıştırmanı,

Saçlarını tararken kendine övgüler yağdırmanı,

Kravatını bağlarken bana sımsıkı sarılıp defalarca burnumu öpmeni,

Küçük tartışmalarımızda yatağa oturup o masum tavrınla ayıcığımızı
kucağına alarak beni şikayet etmeni,

İnsanlara duyduğun saygıyı,

Çay fincanıma sigaranın külünü silkelemeni,

Tavlada hep bana yenilmeni,

Kulağıma fısıldadığın sözleri,

Her sabah giyeceğin kıyafetleri hazırlamayı,

Kazandığın her davandan sonra "Banuşum aklımda olmasa kazanamazdım"
demeni,

Annemle saatlerce süren telefon konuşmalarımızı kıskanmanı,

Odamızı beyaz güllerle donatmanı,

Derslerimi anlayabilmek için sorduğun komik soruları,

Saçlarını yıkamayı,

Sınav öncelerinde arkadaşlarımla ders çalışırken bize çay servisi
yapmanı,

Resimlerimi çizmeni,

Yastığa dökülen saç tellerimi bir zarfta saklayarak yanında taşımanı,

Babama karşı abartılı hoş sözler söylemeni,

Sadece gözlerimizle konuştuğumuz zamanları,

Beni, benden çok düşünmeni,

Elektronik aletleri tamir ederken sigortaları attırdığın zamanlarda
yarı şaşkın yarı suçlu bir ifadeyle "aaa elektrikler kesilmiş" demeni,

Fincanlarımızın üzerine ismimizi yazmanı,

Kıyafetlerimizin arasına lavantalar koymanı, temizliğe düşkünlüğünü,

Hastalandığım zamanlarda etrafımda pervane olmanı, "Minik bebeğime uff
olmuş" demeni,

Paylaşmaya ihtiyaç duyduğum mutlu, mutsuz her anımda seni yanı başımda
bulabilmeyi,

Elini tutarak uyumayı,

Pırıltısının yüzüne yansıdığı kalbini,

Pembe dizileri seyrederken televizyonun sesini kapatıp dublaj yapmanı,

Ellerime çiçekler çizmeni,

Seni seyretmeyi,

Evimizden son kez çıkarken "Bir hafta çok zor geçecek ama geçecek
prensesim" dediğin anı...

Herşeyinle seni, Herşeyimizle bizi,

Çok Özledim Birtanem...

Gökyüzü Güneş Olsa Sensiz Karanlıktayım...

Serap
23.12.2006, 10:18
Aşk ayakkabıdır

Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler..
Bütün ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran
ayaklarınız icin rahatlığı ve şıklığı bir arada
barındıran ayakkabıyı seçersiniz.
İçinizin acılarını,sıkıntılarını, kırgınlıklarını
ve hayallerini yüklenen, yüreğiniz için de huzur
verici ve "güzel" bir aşk ararsınız. Zaten aşklar da
ayakkabılar gibidir... Bazıları çamur yağmur,toz
toprak, kar buz gibi her türlü "kötü hava"
koşullarına dayanıklıdır. Bazıları ise ummadığınız
kadar kısa zamanda çabucak "yamulur" ilk yağmurlu
havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile
"iki günde bozulup" gider. Aşkları da ayakkabılar kadar
"itinayla" seçmezseniz, tıpkı ayağınızda olduğu gibi
yüreğinizde de nasır oluşabilir.

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz
için "zamanla açılır" diyen satıcıya inanarak alırsanız,
zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar.
Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel
beğeniye kapılıp" zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız,
yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların
"çarpıldığını" görebilirsiniz. Aşık olabileceğiniz
insan türü, tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde,
farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir"....

Aşkı bir çeşit serüven olarak "spor" gibi yasayanlar,
aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat
kişileri bulurlar. Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı
olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi
muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar.
Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eğlence
zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır. "Bez" ayakkabılar
gibi kısa ömürlu "tatil aşkları" ise hemen herkesin
kişisel tarihinde mevcuttur. "Marka" ayakkabı alır gibi,
sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan"
aşıklar görürsünüz. Kötü plastikten "yağmur çizmesi"
edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar"
biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz. Ayrıca
ne tuhaf ki,psikolojik testlerde "zaafı" olup evine
sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların, aynı zamanda
"değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

Evet, aşk "ayakkabıdır" Aynen ayakkabınıza bakım
yapmayıp "hor" kullandığınız zaman kolayca eskittiğiniz gibi,
aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz
zaman kısa surede "eskitirsiniz". Ve nasıl ki
"delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca
"bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız; "delik" bir aşkı
onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!

bordobluex
23.12.2006, 10:22
Her zaman doğruyu söyle, ne dediğini hatırlamak zorunda kalmazsın.

Lapina
23.12.2006, 13:27
Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,hayatıma anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...

Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek olduğunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,
su ateşten kaçar olmuş..Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...

*************************************
Ya sen ...Yüreğinin sesini dinledin mi hiç? Hangi makamda çalıyor. Ezgileri içini mi ısıtıyor? Yoksa yüreğini mi acıtıyor?
Bak benim yüreğimdeki ezginin sözlerine..." Eller ne derse desin, vazgeçemem benimsin. İsterse ölüm gelsin diyar diyar..." Ama sözlerime yakışan bir makam bulamıyorum. Çünkü ayrık otu sarmış etrafımı... Nefes alamıyorum, boğuluyorum...

Yüreğimin sesini dinliyorum beni sana getiriyor. Beynim ve mantığım sürgünlerde biliyorsun. Herşeye rağmen bir gün yüreğimdeki sözler değişirse; bil ki bu seni çok sevdiğim içindir... Çünkü sevmek; herşeyi göze almak gibi, gerektiğinde gitmesini bilmektir. Ateşle su misali yüreklerimiz bir araya gelemez. Çünkü; "Kavuşursak Biteriz Biz"....

Cafer KILIÇSOY
23.12.2006, 20:36
AYRILIĞIN İLANI

Gidiyor musun diye sorma bana. Gönderen sensin. Ne terketmeyi istedim seni, nede daha yaşayamadığımız bu aşkı toprağa gömmeyi. Senin kadar öfkeliyim bende senin kadar endişeli...
Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana; ama inandıramadım seni. Sen sorgularken beni kafanda, ben gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla. Bir tek sözün bağlardı beni sana, oysa sen hep susmanın koynunda.
Aşkın içine bir kez girdimi kuşku, teslim alır bedenleri de. Sütten çıkmış ak kaşık değilim; ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza.
O dünya ki, bazan minicik bir odada bazen de kentin ortasında şekillendi. Nasıl da güzeldi... Zaten varsın diye herşey güzeldi; ama, sen buna da inanmadın.
Ah bu sorular... Yaşamak varken sevdayı delice, niye boğarız sorularla? Nasıl ikna edebilirdim seni? Ben 'aşk' dedikçe, sen 'dur' dedin. Ben 'seninleyim' dedikçe, sen 'hayır' dedin. Zaten az konuşan sen, olumsuz ne kadar sözcük varsa bulup çıkardın ortaya.ben Bir şey diyemedim...
Ne kadar zarar vermişim sana meğer... Nasıl değiştirmişim seni... Oysa hiç böyle düşünmemiştim. Kimseye zarar vermek istemem ben. Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmek istemem ben. Ama öyle oldu işte... Demek ki gitmenin zamanı şimdi.
Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı. Ne sevişmelerimiz kalır aklında ne sevda sözlerimiz. 'Rahat değilim' diyordun ya, rahat ol artık. Gülüşlerini saklaman için bir neden kalmadı. Tedirginliğinin sebebi de kalktı ortadan.
Gidişim yürekten değil zorunluluktan. Sanma ki bu toy sevdayı başka kimliklere taşırım. Sanma ki benden sakladığın gülüşlerini yalancı yüzlerde ararım. Seni de götürürüm yüreğimde. Yokluğunu taşırım.
Bulup bulup kaybettim seni... Ne yazık ki toz duman edemedim kuşkularını, ne yazık ki kalamadın bana. Sana sarılmalarımın kokusu kalacak kapının eşiğinde. Kokladıkça bizi bir yalnışa mahküm ettiğini anlayacaksın.
Ne çok tanığımız var ayrılığımıza.....

Semih GÜL
23.12.2006, 21:09
HİÇ
BENİ BANA DÜŞÜRDÜĞÜN ANDI ,İZ BIRAKAN ANIMSIYORUM ŞİMDİ ŞİMDİ
DÖNÜP BAKMAYA KORKTUĞUM,SONUNU GÖREMEDİĞİM BİR YOL OLUYORDUN O KOCAMAN HİÇİN ORTA YERİNDE
VE AĞLAYAMADIM,VE DÜŞÜNEMEDİM,ÜRKTÜM HİÇ SÖYLEYEMEDİM,GERİ YUTKUNDUM KOCAMAN BİR HİÇİ
SIĞMADI,BÜYÜDÜ TAŞTI VE BEN SIRILSIKLAMDIM ÜŞÜYORDUM ŞİMDİ SESSİZDİM OLABİLDİĞİNCE
KONUŞMADAN ANLA İSTİYORDUM KELİMELER EN BÜYÜK DÜŞMANIM OLUP KARŞIMA DİKİLİYORDU ARSIZCA,TEPKİSİZLİĞİMLE SENİ KOVALAMAYA ÇALIŞIYORDUM,GENE GÖZÜMDE BÜYÜYORDUM UMURSAMADAN BENİ.SESSİZLİĞİN BENİ ÇAĞIRIYORDU GENE GİTMİYORDUM,GİDEMİYORDUM

KENDİME BİLE SÖYLEMEDİM SANA NASILDA YENİK OLDUĞUMU
İKİ TANEYDİM ŞİMDİ SANA KARŞI OLAN BEN ,BENİM YANIMDA OLAN SEN
ÇOK ACIKIPTA ,YEMEK YİYEMEDİĞİM YUTKUNAMADIĞIM BİR AN GİBİ TIPKI YANINDA OLUP TUTUNAMAMAK SANA.
BİR AN TESLİM OLDUM AL BEYAZ BAYRAK İŞTE DİYORDUM FARKINDAMIYDIN BİLMİYORUM,BİLMESEMDE OLURDU GÜLÜMSEDİM VE GENE SUSTUM
HAYIR BİLMENİ İSTİYORDUMAMA YENİLGİNİN TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜNE KÜSÜP BİR AN DONUP KALIYORDUM.ÖLÜMDEN KILPAYI KURTULMUŞ BİR AV GİBİ DONUKLAŞTIM SEVİNEMEDİM BİLE
BİRDEN O HİÇİN ORTA YERİNDE OLDUĞUMU ANIMSADIM
BİR ADI ,BİR TANIMI,BİR SİMGESİ OLMAYAN,BENİ YARALAYIP SONRADA ELİMDEN TUTUP KALDIRAN SENDİN GENE
İÇİMİ ACITAN ,KANATAN BİR AMA SÖKÜP ATAMADIĞIM BİR HASTALIK OLUYORDUN BİLEREK
SENİ ANMAK ,SENİ ARALAMAK SESSİZCE İÇİNE GİRİP BİR HİÇ OLARAK YAŞAMAYI VADETSEM KENDİME DİYORUM,GÜLÜYORUM,SUSUSYORUM VE KIMILDAYAMIYORUM
DONUP KALDIĞIM BİR ANSIN ŞİMDİDE
ARA SIRA TESLİM OLMAK İSTEMEDİĞİM AMA ZATEN YENİK OLDUĞUM DÜŞMAN
BİR AN KORKULU RÜYALARDAN UYANDIĞIM GÜNEŞİN BENİ KENDİNDEN SAKINDIĞI BİR SABAH
ŞİMDİDE KENDİME KONDURAMADIĞIM,İÇİME SIĞDIRAMADIĞIM KOCAMAN BİR HİÇSİN.
SUSUZLUĞUM,ÇAYIMIN DEMİ,UZANIP ALAMADIĞIM ÜZERİME ÖRTEMEDİĞİM YORGANIM
YADA BOŞVER
ZATEN HEPSİ BİR HİÇTİ

24/05/2006/14:53 çarşamba Sevgi KİRİŞ

kayıp bi sewdaydı bizimkisi yaşmaya olanak warken yaşayamamış olmaktı canımızı yakan...wazqecmiş süsü werdik soranlara..bitti dedik qecti dedik...sewdik ..duyquları hesapsızca yasamaktı asıl olan yaşadık...kazybettik sanan herkeze inat ben yine sendeyim....artık..daha iyi anlıyorum..bazen susmak bitiriken bi ilişkityi bazende haykırmak bitiyorömuş....hiçlik şimdi yaşadıqımız...tatsız tuzsuz bi hayat..adı anlamı ...sen en çok qözyaşlarından korkardın bende söylediklerinden sonra susup qülümsemenden..çünkü her sözün altında yatardı..qizli özneler..anlamadım belkide anlamamazlıktann qeldim..ama sawastım... 05/09/2006 / 20:11 Salı Azize BARKMAN

2 Side bana yazılmıştır başka yerde görmeyim oyarım gözünüzü...:D

Fonda da Feridun Düzağaçtan Nadas ı açar vbe dinlerseniz olay tam olur....

Muhalif
23.12.2006, 21:12
Ossasuna maçı konusuna koymuştum da o maçla birlikte geçti gitti.. burada da bulunsun...

ENDER GELİŞEN OSASUNA ATAKLARI
Yaşım 32.annemle yaşıyorum. Babam da var, ama o oturma odasında yaşıyor. Annemle ben salondayız. Bir bankada orta kademede çalışıyorum. Hiç sevgilim olmadı. Bir keresinde, üniversitenin ikinci yılında gönül diye bir kızla yakınlaşmıştım. Okul çıkışları yürürdük. Dünyayı konuşurduk, sevgiyi konuşurduk, birlikte dans kursuna gitmemiz gerektiğini konuşurduk. İki kez de sinemaya gitmiştik. Biri Forget Paris öteki de Braveheart.geceleri uykuya dalmadan önce onu düşünürdüm. Sabahları uyandığımda aklıma gelen ilk o olurdu. Okul partisinde onu cem'le öpüşürken gördüm, sonra...

Gittiğim ilk maç Fenerbahçe-Beşiktaş arasındaydı.1979 yılıydı galiba. süleyman’ın cemil'i marke ettiği maçtı. Sahadaki tek sarışın Süleyman’dı, ben de Beşiktaş’ı tutmaya karar verdim. İnsanlar Cemil Turan, Lefter, Metin Oktay,Şeref gibi futbolcuları görüp takım tutar. ben gidip adı sanı bilinmeyen, şu an esamisi bile okunmayan bir defans oyuncusu sayesinde Beşiktaş’ı tuttum. Bir de çocukken TRT’de İlker yasin'in sunduğu Avrupa’dan futbol programını hiç kaçırmazdım. İspanyol liginde Osasuna diye bir takım vardı. Hala var. Osasuna denen bu takım diğerlerine nazaran zayıf bir takımdı. Ve İlker Yasin sürekli '' ender gelişen Osasuna atakları'' deyip dururdu. Osasuna takımı ender geliştirdiği ataklar sayesinde Avrupa’da tuttuğum takım oldu. Aynı dönemde Liverpool, Bayern, Nottingham gibi takımlar havada uçuşurken, ben Osasuna sempatizanı olmuştum.

Okuduğum bütün okulları birincilikle bitirdim. Bu çok istediğimden olmadı. Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. Hep ders çalıştım. Futbolcu olmak isterdim ama mahallede beni pek takıma almazlardı. Zaten çok yeteneksizdim. Beden derslerini de hiç sevmezdim. uzun mesafeli koşularda diğerlerine kronometre tutarlardı. beden hocası benim koşacağım gün kronometre yerine takvimle gelmişti. Herkes çok gülmüştü. Ben de çok gülmüştüm. Masa tenisinde kimse yenemiyordu ama...

Çok arkadaşım yok. Liseden bahadır var. o da Amerika’da şimdi. Sürekli çağırıyor, ama gidemem. Uçaktan çok korkuyorum. Yalnızlık gibi bir sorunum yok. İnsanlar beni seviyor. Ama sadece o kadar. Oraya buraya pek çağırmıyorlar. Şirket eğlencelerinde yeterince sosyalleşiyorum zaten. Çok kitap okuyorum ama hemen unutuyorum. konsantrasyon sorunum varmış. Bunu bir yerde okumuştum. Bir de karmaşık insan ilişkilerine bulaşmamak daha iyi oluyor galiba. Çok emin değilim ama içiniz boşalmıyormuş. Bunu da bir yerde okumuştum. İçiniz boşalmıyor... Yani sizi siz yapan özelliklerinizi yitirmiyorsunuz. Yani hayat boyu bakışlarınız değişmiyor. Çocukken nasıl baktıysanız, hayat boyu öyle bakıyorsunuz. Ama itiraf etmeliyim ki bir kız arkadaşım olsa çok iyi olurdu. Öyle sevişmek için falan değil, birlikte bir sürü şey yapmak için. Ne bileyim, birlikte yemek yapardık, masa tenisi oynardık, kim 500 milyar ister'i birlikte izlerdik. erenköy sahilinde yürürdük. İşte böyle şeyler. Bir de bol bol konuşurduk.

Benden yazmamı istediler. Yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki. Israr ettiler... Peki, yazayım de ne yazıyım? Kendini yaz, yaşadıklarını yaz dediler. İçimden ''yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir, başka bir halta yaramazlar'' demek geldi. Sonra düşündüm, herkesin her şeyi bildiği bir ülkede, bir şeyleri bilmemek üzerine yazılabilir diye... Birileri okur mu diye merak ettim, neden olmasın? Ender gelişen Osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı.

Belki sizleri de heyecanlandırır.
Eray Saydam

Semih GÜL
23.12.2006, 21:36
Benden yazmamı istediler. Yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki. Israr ettiler... Peki, yazayım de ne yazıyım? Kendini yaz, yaşadıklarını yaz dediler. İçimden ''yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir, başka bir halta yaramazlar'' demek geldi. Sonra düşündüm, herkesin her şeyi bildiği bir ülkede, bir şeyleri bilmemek üzerine yazılabilir diye... Birileri okur mu diye merak ettim, neden olmasın? Ender gelişen Osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı.

Belki sizleri de heyecanlandırır.
Eray Saydam

herkesin her şeyi bildiği bir ülkede, bir şeyleri bilmemek üzerine yazılabilir diye" Yazının Bu kısmı üzerine nefes bile almamak gerekir..

yaşım 24 ama yazdıkarını gözlerimle okumadım nedense tüm bedenimle hissettim.. Ahmet kaya nın bir parcası var "Sen İnsansın Sen insan"Diyor sen insansın abiii. Hemde olmayan bir yeryüzünde yanlızsın..Nedense bende böyle hissediyorum.Teşekkürler İyiki varsın.müsade edersen yazını alacağım.

Muhalif
23.12.2006, 22:04
Yazar: Eray Saydam
Ben sadece foruma taşıdım Semih.. ama olsun o da iştir:) Herkes iyi yazsaydı kim temize çekecekti yazılanları:)

EmrahYalçınalp
23.12.2006, 22:11
Zaman değişiyor, Osasuna atakları sıklaşıyor ve ne yazık ki karşısındaki takım biz oluyoruz :)

Çok güzel bir yazı. Tuhaf, saçma, ama çok güzel :D Kendini okutturan garip bi tılsımı var. Servis için teşekkürler Cenk :)

zafer6161
23.12.2006, 23:32
AŞKIN TANIMI
Aşk kara bir sevda demek değildir
Aşk birbirini gördüğünde sahte bir gülümseme
Sonra yalanlar ve seni seviyorum sözünü söyleme
Ayrılırken de ona bakıp el sallama değildir
AŞK dünyadaki su tanecikleri bitene kadar seni düşünmektir
Aşk senle herşeyi paylaşmak demektir
Çok uzattım galiba


Kısaca aşk:
SENİN GÖZLERİNE BAKTIĞIMDA
KENDİMİ GÖREBİLMEKTİR!:(

Serap
25.12.2006, 10:02
Yalnızlığa alışmalı...
Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
* * *
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
* * *
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde
başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar aşmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
* * *
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Can DÜNDAR

Serap
25.12.2006, 10:07
http://img396.imageshack.us/img396/1188/iir32hk.jpg

Semih GÜL
25.12.2006, 20:09
Öyle bir hayat yaşadım ki;
Cenneti de gördüm cehennemi de

Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım.

Öyle bir rol vermişler ki;
Okudum, okudum anlamadım.

Öyle bir hayat yaşadım ki;
Son yolculukları erken tanıdım

Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan anladım.

Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım, hem güldüm halime.

Sonra dedim ki,
Söz ver kendine!

Denizleri seviyorsan,
Dalgaları da seveceksin.

Sevilmek istiyorsan,
Önce sevmeyi bileceksin.

Uçmayı seviyorsan,
düşmeyi de bileceksin

Korkarak yaşıyorsan,
Yalnızca; hayatı seyredersin..


Lem bu şebnem ferahın parcasıymış o kadarda dinlediğim şarkıcı ama niye bunu bu kadar geç farkettim :S

woollss
25.12.2006, 20:56
ZAFER

Zafer. Katman katman anlamla örülmüş bir kavram. Eğer istersen, skorborda bir bak. Bu elbette ki bir sürü anlam taşıyor; ancak önemli olan tek şeyin sonuç olduğunu söylersen, diğer her şeyi, oraya ilk varmak için ele geçirdiklerini yok saymış olursun.
Yol boyunca yapman gereken fedakarlıklar ve içinde geliştirilmesi gereken bir inanç vardı. Ve korku vardı; seni gerilere düşürecek tek şey...
Bu, aşman gereken en zorlu engel olabilir; çünkü eğer izin verirsen yüreğini yiyip bitirebilir. Yeryüzü, deniz, gökyüzü... kısacası, rakibinden duyduğun korku, bir başkasının vereceği zarar ve acıdan daha fazlasını yaşatır sana.
Yerçekimi, hız ve zamanla yaptığımız mücadeleleri zaferle geride bırakman ancak kendini tanıman, içindeki senle samimiyet ve yakınlık kurmanla mümkün olabilir.
Mücadeleyle ilgili basit gerçeği de işte burada keşfedebiliriz: yaşamda olduğu gibi sporda da tek gerçek rakip, tek düşman kendi içimizdedir.
En önemli rakibin, en büyük düşmanın kendi korkundur. Savaşı kazanabilirsin. Çevrendeki herkes bunu her gün yapıyor. Korkmana gerek yok. Dışarı çık ve oyuna katıl.

Cafer KILIÇSOY
26.12.2006, 15:59
DÜŞLERİMİZDE KALDI SEVDAMIZ

Gökyüzü zifiri karanlıkken, pembe bir dünyada elele bu sevdanın içindeydik. Her zaman beraber olmaktı temennimiz. Pembe düşlerimiz vardı içinde sadece ikimizin bulunduğu.
Bu kısacık aşkımızda en güzel akşamları, en güzel sevinçleri paylaştık. Sevmeyi öğrettin sen bana. Yaşamanın seninle güzel olduğunu gösterdin. Sevilmenin seninle yaşanacağını ve sensiz olamayacağımı gösterdin.
Sevdim ben seni, kimsenin sevemeyeceği, can verip alamayacağı kadar cok. Uykularımızı paylaştık. Bir gece değil gecelerce uykusuz kaldık sevdamız için. Ben seni düşledim hep ışıl ışıl gözlerinle yanımda. Dünyalara sığmayacak aşkımızı küçük yüreklerimize sığdırdık. Ayrı geçen dünümüzü yaşanmamış saydık. Hep birlikte olmalıydık biz, öyle güzel oluyordu ki hayat. Sözler verdik birbirimize tutamayacağımızı bile bile. Bir sen söz vermedin sigarayı bırakacağına. Oysa her eline alısında yüreğim hancerlendı benim. Çiçeğimdin sen, incinirsin boynun bükülür diye dokunmaya dahi kıyamazken ben, o seni zehirliyordu. Bir bunu anlatamadım sana.
Ayırmaya kalktılar bizi. Kimse benim yüreğimi yakan sevdamı düşünmedi. Sensiz hayat yoktu. Söz vermiştim sevdama, daha önemlisi sana. Yaşayamazdım. İkimizi içime gömüp seni bırakamazdım. Aldırış etmedim kimseye, ayrılmadım senden. Çünkü yaşarsam senin için, yaşarsam sevdam için yaşayacaktım.
Ama sonra sende beni istemedin. Bana sevdamın taşıyamayacağı şeyler söyledin. Yüreğimi hancerlendın. Benim kadar düşünüp 'sevdiğim ne yapar' demedin. Şimdi ise ayrılığın ikinci yılında karasevda oldu aşkımız. Sen beni unutmadın, benimde seni unutma gibi bir cabam olmadı zaten.
Ama birlikte olmamız için caba sarfermemiz, dünyayı hiçe saymamız boşunaydı. Düşlerimizde kaldı bizim sevdamız. Sözümüzü tutamadık. Sevdamız ve birbirimiz için yaşayamadık.
Şimdi ikimizde başkaları için yaşıyoruz. Sevdamız da sadece içimizde yaşıyor.
Ben sana söz vermiştim, sevdamla ve seninle yaşayacağıma. Sen kendin çıktın hayatımdan. Sevdam hala yaşıyor. Birgün üzerinde çimenler bittiğinde bile yaşıyor olacak. Beni öldürdüğün gibi sevdamı öldüremedin. Sevdayı öldürmek kolay değil . Hiç öldüremezsin ki zaten...

Serap
26.12.2006, 16:28
http://i134.photobucket.com/albums/q99/cileq/bircanyan305yro-3.jpg

Cafer KILIÇSOY
26.12.2006, 16:59
TUZLU KAHVE

Kıza bir partide raslamıştı. Peşinden koşan çok delikanlı vardı. Ama o cesaretini toplayıp partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız sırf kibarlık adına hiçte ilgisini çekmeyen bu delikanlının davetini kabul etti.


Köşedeki kafeye oturdular. Kahvelerini söylediler. Delikanlı çok heyecanlıydı, kalbinin atışından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın huzurunu kaçırdı. Tam gitmeye hazırlanırken delikanlı garsonu çağırdı ''Bana biraz tuz getirirmisin'' dedi, ''Kahveme koymak için''.


Yan masadakiler bile dönüp bu garip istekte bulunan delikanlıya baktı. Delikanlı utanctan kıpkırmızı oldu ama tuzu kahvesine döküp içmeye başladı. Kız alaycı bir dille ''Garip bir ağız tadınız var''dedi.


Delikanlı anlattı. ''Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum''.


Kız çok etkilendi. O da anlatmaya başladı. Ve bu sohbet yıllarca sürecek beraberliğin başlangıcı oldu. Evlendiler. Kız ne zaman eşine kahve yapsa içine bir kaşık tuz koydu hayat boyu. Çünkü eşi böyle seviyordu. 40 yıl sonra adam dünyaya veda etti. ''Ölümümden sonra aç'' diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu satırlarında;


''Sevgilim lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir kere yalan söyledim. Tuzlu kahve de... İlk buluştuğumuz gün öyle heyecanlı ve gergindim ki şeker diyecekken ''Tuz'' çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken değiştirmeye o kadar utandım ki, yalana devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerceği anlatmayı defalarca kez düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve korkmam için hiçbir sebep yok. İşte gerçek; Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hemde zerre kadar pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha yeniden gelsem, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterdim. İkinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsamda...

MEHMET ÇOŞKUNDENİZ

zafer6161
26.12.2006, 22:12
zafer:bu kadar...
kız:bu kadar mıydı?
zafer: ya ne sandın seni sevdiğimi mi?

-kız yıkılmıştı!işte o an hiçbir söz söylememişti.... Ağllıyordu,zafer kızın hıçkırıklarını duydu...

zafer:ne o ağlıyor musun?
olsun buda geçer ben bıraktım diyemi?ağlıyorsun...senin ayrıldığını söyleriz

-genç kız dayanamadı ve...

kız:anlamadınmı?ayrıldığımıza ağlıyorum

-zafer sustu,bu sözler karşısında....Direnen grur vardı.gurur ve sevgi ne kadar ters kelime ve sonunda sevgi ağır bastı...
-telefonu kapatırken zafer soğuk bir sesle...

zafer:ELVEDA!

-kız telefonu kapatırken son bir kez

kız:SENİ SEVİYORUM!...

-demişti zafer düşünüyordu, neden yaptı ki! oda seviyordu ve bunu itiraf etmek için yine aradı.Ama geç kalmıştı...telefon açılmıyordu.Acı bir tren sesiyle irkildi...Kızın evine gitti ,kalabalık vardı şaşırdı!biraz sonra içerisinden;o kızın ağzının kenerından kan geliyordu....,zafer yıkılmıştı!ve göz yaşlarını tutamadı:

zafer:ELVEDA DEMİŞTİM UYAN...

-dediyse de duymamıştı genç kız.Bir ara kızın elinde buruşmuş bir kağıt olduğunu farketti,boğulmuş gözlerini silerek okudu,
kağıtta;AYRILDIK SEVDİĞİM DOYAMADAN SANA!...
__________________
zafer yıkıldı:D

Serap
27.12.2006, 12:16
çok güzellll,çok etkileyici izlemenizi şiddetle öneririm..:)

http://www.youtube.com/watch?v=o9ebZ1DvLmY&eurl=

Nebiye
27.12.2006, 12:18
Ayy bunu biliyorummmm.:yattara: Süper bişi bu.Müziği görüntü,konu,hele kızla o çocuk.Süper yaaaa.:yattara:

Faik Yılmaz
27.12.2006, 18:08
SAATLER BİTMİYOR YAPAYALNIZIM
GÜLMEK İSTİYORUM GÜLEMİYORUM
SENSİZ OLMAK MIDIR HEP ALINYAZIM
BİLMEK İSTİYORUM BİLEMİYORUM

ESİRGEDİN NAZLI HİLAL KAŞINI
HARAP ETTİN ÇİÇEK KOKAN BAŞINI
YÜREĞİME AKAN GÖZÜM YAŞINI
SİLMEK İSTİYORUM SİLEMİYORUM

SANKİ HER ŞEY EFSANEYDİ MASALDI
AYRILIK RUHUMU ELİMDEN ALDI
GÖZLERİM YOLLARA TAKILIP KALDI
GELMEK İSTİYORUM GELEMİYORUM

HIÇKIRA HIÇKIRA AĞLAMAKTANSA
BAŞIMA KARALA RBAĞLAMAKTANSA
ŞU YÜREĞİ HER GÜN DAĞLAMAKTANSA
ÖLMEK İSTİYORUM ÖLEMİYORUM

nurullah genç

zafer6161
27.12.2006, 18:50
SAATLER BİTMİYOR YAPAYALNIZIM
GÜLMEK İSTİYORUM GÜLEMİYORUM
SENSİZ OLMAK MIDIR HEP ALINYAZIM
BİLMEK İSTİYORUM BİLEMİYORUM

ESİRGEDİN NAZLI HİLAL KAŞINI
HARAP ETTİN ÇİÇEK KOKAN BAŞINI
YÜREĞİME AKAN GÖZÜM YAŞINI
SİLMEK İSTİYORUM SİLEMİYORUM

SANKİ HER ŞEY EFSANEYDİ MASALDI
AYRILIK RUHUMU ELİMDEN ALDI
GÖZLERİM YOLLARA TAKILIP KALDI
GELMEK İSTİYORUM GELEMİYORUM

HIÇKIRA HIÇKIRA AĞLAMAKTANSA
BAŞIMA KARALA RBAĞLAMAKTANSA
ŞU YÜREĞİ HER GÜN DAĞLAMAKTANSA
ÖLMEK İSTİYORUM ÖLEMİYORUM

nurullah genç
kardeşim bayaaa bi dertlisin;)

ts_fan
27.12.2006, 20:19
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra,
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

------------------------------------------> Üstad, Cahit Sıtkı TARANCI

Oğuuz
28.12.2006, 00:51
Kalabalık arkadaş topluluklarımızda odanın en uzak köşelerindeyken ellerinle
kalbinin ne kadar hızlı attığını anlatmaya çalıştığın anları
.......
seni seyretmeyi
....................................

Harun
29.12.2006, 11:33
http://img19.imageshack.us/img19/5205/3kiiek4.jpg

SDanışmaz
29.12.2006, 15:40
Acaba Siz Kaç KırLangıç KovaLadınız?

Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne
konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış,
güzel durduğuna ikna olduktan sonra, küçük sevimli gagasıyla cama
vurmuş. Tık..... Tık......Tık....
Adam cama bakmış.Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş.
Meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç!
Heyacanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin
bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış.
Hey adam!Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun
zamandır seni izliyorum.Bugün cesaret buldum konuşmaya.Lütfen
pencereyi aç ve beni içeri al.Birlikte yaşayalım.
Adam birden parlamış: Yok daha neler? Durduk yerde sen de
nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam,demiş.Gerekçeside pek sersemceymiş:
Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu?
Kırlangıç mahçup olmuş.Başını önüne eğmiş.Ama pes etmemiş,
bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş,gülümseyerek bir kez daha
şansını denemiş: Adam, adam!Hadi aç artık şu pencereni.Al beni
içeri! Ben sana dost olurum.Hiç canını sıkmam!
Adam kararlı, adam ısrarlı: Yok ,yok ben seni içeri alamam
demiş.Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş.İşim gücüm var,
git başımdan. Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine
gelmiş: Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi
al beni içeri.Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım.Çünkü
ben ancak sıcakta yaşarım.Pişman olmazsın, seni eğlendirirm.
Birlikte yemek yeriz, bak hem de sen de yalnızsın' yanlızlığını paylaşırım, demiş.
BAZILARI GERÇEKLERİ DUYMAYI SEVMEZMİŞ! Adam bu yalnızlık
meselesine içerlemiş.Pek bir sinirlenmiş: Ben yalnızlığımdan
memnunum,demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş.Düpedüz kovmuş.
Kırlangıç , son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca,başını önüne eğmiş,
çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş.Adam, önce düşünmüş, sonra kendi
kendine itiraf etmiş:Hay benim akılsız başım; demiş.Ne kadar
aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk
fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle
kös kös oturacağıma , keyifli vakit geçirirdik birlikte.
Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş.Yine de kendi
kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş: Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım
nasıl olsa yine gelir.Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.
Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş.Gözü yollardaymış.
Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş.
Ama......
Onunki hiç görünmemiş.
Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna.
Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören
olmamış.Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş.Olanları anlatmış.
Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki:
"KIRLANGIÇLARIN ÖMRÜ 6 AYDIR...."
HAYATTA BAZI FIRSATLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ ELİNİZE GEÇER VE DEĞERLENDİRMEZSENİZ UÇUP GİDER!
HAYATTA BAZI İNSANLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ KARŞINIZA
ÇIKAR;DEĞERİNİ BİLMEZSENİZ KAÇIP GİDERLER!
VE ASLA GERİ DÖNMEZLER!

Dikkatli olun....
Farkında olun.....
Ve bir düşünün bakalım;
Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?



CEVABINIDA YAZABİLİRSİNİZ HİÇ DEĞERİNİ BİLEMEYİP KOVALADIĞINIZ KIRLANGIÇ VAR MI?

Cafer KILIÇSOY
04.01.2007, 00:00
SAHİBİNİN OKUYAMAYACAĞI MEKTUP

Terminaldeki bakışlarının, sımsıkı sarılışlarının bir elveda olduğunu, son kezlerin yaşandığını nereden bilirdim? Senin gitmene izin verdiğim için asla kendimi affetmeyeceğim.

Sana bağlanışımı sağlayan olayı dün gibi hatırlıyorum. Hava soğuktu, yerde karın erimiş kalıntıları ve kuru kahverengi yapraklar vardı. Yavaş yavaş yürürken sen adımı söyledin ve olduğun yerde durdun bana döndün. Uzun uzun gözlerime suskun ama haylaz bir çocuk edasıyla baktın. Tebessüm edip suskunluğunu adımın tekrarıyla bozdun ve ardındanda kendi soyadını ekledin.

Kıpkırmızı olmuştum. Biliyordum ki bu bir evlenme teklifiydi. Başımı öne eğdim. Sen utandığımı anlayınca ellerimi avuçlayıp bana yaklaştın anlıma bir buse kondurdun. Mutluydum ve artık ben senin sende benimdin. O gün mobilya mağazalarını, düğün salonlarını, gelinlik butiklerini gezip sanki haftaya düğünümüz varmış gibi fiyat sormuştuk. Hatırlıyormusun ne gülmüştük.

Herşey yolundaydı. Ailelerimiz birbirleriyle uyuşmuşlardı ve geleceğimizle ilgili hiçbir sorunumuz çıkmayacaktı. Sen bir assubaydın bende iki sene sonra öğretmen olacaktım.

Seni terminalden görev yerine uğurladıktan bir ay sonra ne olduysa bana telefonda ayrılacağını söyledin. Neydi kimdi aramıza giren bilmiyordum. Çok ağladım, yalvardım ama vazgeçiremedim seni. Bana ''Beni bırak başka birini bul'' diyordun. Soğuk ve duygusuzdun. Seni tanıyamamıştım bu sözlerinle.

Beni yıkmış, ellerinle öldürmüştün. Mutluluğumu sevgimi çalmıştın.
Bu acıyı haketmemiştim, çok beddualar ettim, belalar okudum sana duyduğum kinle. ALLAH'tan senin mutlu olmamanı dilemiş, her kelimemde sana ve mutluluğuna nefret kusmustum.

O beddualar acıyla bilinçsizce sarfedilmiş kelimelerdi. Nereden bilirdim sevsnin ahının tutacağını... Neredeb bilirdim senin kara pusularda şehit olacağını... Nereden bilirdim acı haberini gözü yaşlı annenden ''Seni hep sevmişti kızım'' diyerek alacağımı... Nereden bilirdim benden ayrılışının nedeninin hain pusularda ölümü gördüğün için olduğunu.

Bu vicdan azabını daha ne kadar çekeceğimi bilmiyorum. Ölmek istiyorum. Seni ahlarımla nasıl kaybettim, sana bunu nasıl yaptım...

Keşke o beddualarla ben ölseydim. Keşke benimle gerçekten dalga geçmiş olsaydın da sensiz ama senin yaşadığını bilerek yaşasaydım. Keşke 8 yıl önceye terminaldeki o son günümüze dönebilseydim.

Serap
05.01.2007, 11:08
BİRAZ DURUP UZAKTAN BAKMALI

'BANA asik misin?'
Sevgiliniz bu soruyu sorarsa eger, ki sormamasi dusunulemez,cevap vermek
icin sure isteyin.
Ne kadar süre?
Belirsiz.
Daha dogrusu iliskinizin omrune bagli.
iliskiniz bitecek, uzerinden epey bir zaman gececek,asik olup olmadiginizi
anlayacaksiniz.
Durum budur.
Gerisi yalandir.
İcindeyken, yani iliski surerken gercegi bilemezsiniz.
Bildirmezler. Araya girerler.
Kimler, neler?
Hirs.
Ekonomik sartlar.
Cinsel cekicilik.
Aliskanlik.
Birbirine mecburiyet.
Hepimizde var olan sevgiliyi kahramanlastırma egilimi.
Falan, filan.

Ancak...
Her sey bitince.
Sular durulunca.
Heyecan dinince.
Zaman geçince.
Sevgiliniz ciplak kalinca...
Anlarsiniz asik olup olmadiginizi.
* *
Dusunun soyle bir...
Tarih olmus sevgililerinizi aklinizdan gecirin.
Hani o deli gibi kiskandiginiz birisi vardi...
Ne o? Yuzu gozunuzun onune gelmiyor tam olarak degil mi?
Hani bir de ayrilirsaniz oleceginizi zannettiginiz birisi vardi...
Biliyorum, simdi adini bile anmak istemiyorsunuz.
Peki onu kaybetmenin dunyanin sonu olacagini dusundugunuze ne oldu?
''Hayatıma girmeseydi de olurdu'' diyorsunuz, duyuyorum.
Dusunmeye devam edin.
Biri var ki...
Onu hatirlayinca derinlerde bir yerde bir sizi duyuyorsunuz.
Zaten o tam olarak cikip gitmedi ki hayatinizdan.
Artik hiç gorusmeseniz de var o.
Bir yerlerde sakli duruyor.
Siz onu gercekten sevmistiniz.
Ask biter ama izi kalir.
Her iliski bir suru ani birakir ama iz birakan asktir.
Ve galiba bir kere asik olur insan omrunde.
Ve maalesef onu da otekiler gibi yasar.
Keske o sirada farkinda olabilse... Hayatinin aski oldugunu bilse.
Gerci bilse ne olacak?
Hic.
Yine de bitecek.
Su anda asktan aska kosanlar bu dediklerimden bir sey anlamayacaklardir.
Anlamak icin biraz durulup uzaktan bakmak lazım .
Pakize suda

Cafer KILIÇSOY
06.01.2007, 14:26
MANTIKLI MI YASAL MI

Biröğrenci, lojislik ve organizasyon dersinin yazılı sınavından kalıyor



ÖĞRENCİ: Siz beni cezalandırıyorsunuz. Bunu hiç anlamıyor musunuz



PROFESÖR: Evet tabi ki . Yoksa nasıl profesör olabilirdim.



ÖĞRENCİ: İyi o zaman. Size bişey sormak istiyorum. Eğer doğru cevap verirseniz ben kötü notumu alıyorum ve gidiyorum. Fakat bununla beraber eğer cevabı bilemezseniz bana iyi not vereceksiniz.



PROFESÖR: Anlaşıldı tamam. Sor bakalım



ÖĞRENCİ: Yasal olupta mantıklı olmayan nedir? Mantıklı olup ama yasal olmayan nedir? Vede ne mantıklı ne de yasal olmayan nedir?



Profesör iyice bir düşündükten sonra hiçbir cevap veremiyor. Ve öğrenciye iyi not vererek onu geçiriyor. Daha sonra profesör en iyi öğrencisini çağırıyor ve aynı soruları ona soruyor. Öğrenci hemen cevap veriyor:



Siz 63 yaşındasınız ve 35 yaşında bir bayanla evlisiniz. Bu yasal ama bununla beraber mantıklı değil. Karınızın 25 yaşında bir dostu var, bu gerci mantıklı ama yasal değil. Siz karınızın dostuna iyi not veriyor ve onu geçiriyorsunuz, oysa ki o sınıfta kalmıştı. Bu ise ne mantıklı ne de yasal

Serap
08.01.2007, 11:34
Bir papatya tarlası düşün..

İlkbahar ayı..
Ve sen, onun yanından geçen yolda yürüyorsun...
Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker..
Binlercesinden birisidir ama sen, onun yanına gidersin..
Onda seni çeken bir şeyler vardır ..
O papatyayı olduğu yerden koparırsın ..
Sadece senin olsun istersin, sadece senin ..
Öleceğini düşünmeden. Ve gidersin o tarladan ...
İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik ama bir o kadar güzel ve hapsedici.

*İşte bu TUTKU..

Yine o tarlanın kenarındaki yolda yürüyorsundur..
Yine milyonlarcası arasında bir tanesi seni çeker..
Yaklaşırsın, yanına gidersin o papatyanın..
Gözlerin başkasını görmez olur o an.
Onun için herşeyi yapmak istersin... Dokunmak istersin..
Dokunamazsin, orda, onunla ölmek istersin.
Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna.. Dayanamazsın onun kokusuna..
Unutturur herşeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin.. O papatya orda kalmıştır, yüreğinin bir kenarında..
Paylaşılmamıştır bir çok şey.. Unutulmaz belki ama geri de dönülmez ona..

*İşte bu AŞK...



Yine o yoldasın.. Papatya tarlasının yanından geçen..
Ve yine bir papatya ...
Milyonlarcasının içinde seni çeker..
Gidersin yanına.. Orda kalakalırsın..
O hiç ölmesin diye her şeyi yaparsın..
Tüm gücünle onunla olmak istersin..
Oradan seni koparacak hiç bir güç olmadığına inanırsın..
Ve orda onunla ölene kadar birlikte kalırsın...


*İşte bu da SEVGİ ..

Cafer KILIÇSOY
12.01.2007, 11:15
GİT (ME)

Git. Yüzüme öyle bakma git. Hiç durma, bir gidenin asla giremeyeceği kapı orada, git. Hiçbirşey açıklamak zorunda değilsin. Giderken söyleyecek sey bulamaz insanlar. Sen bahanelerin arkasına sığınanlardan olma, git.



(oysa daha doyamadım sana kokunu yeterince çekemedim içime... Yapacağımız ne çok şey vardı... Neler planlamıştık... Şimdi ne yapacağım ben? Nasıl duracağım ayakta? ''Kal'' desem kalırmısın yar? Nasıl istiyorum yalan bile olsa ''Bu gidiş sadece zorunluluktan, bekle beni döneceğim'' demeni)



Her aşk biter, sende git. Hem zaten biteceği daha baştan belli bir aşktı bizimkisi. Sen gitmesen belliki birgün ben gidecektim. Herkes kendi tercihini yaşar ve sen tercihini yaptın. Rahat ol, git. Aklın kalmasın burada. Dramatik vedaların kahramanları olmayalım, git.



(Benim aklım sende kalacak. Sadece aklım değil yüreğimde... Bitmezdi bizim aşkımız. Asla terketmezdim seni. Benliğimi, varlığımı, hayatımı adamıştım ben bu aşka. Beni tercih etmeni isterdim, benimle yaşamanı isterdim. Şimdi kimi ya da neyi seçtiğinin ne önemi var artık? Ağlayacağım ardından, kahretsin ağlayacağım



İstersen dost olabiliriz, haberleşiriz birbirimizle. Mutlu olmanı isterim. Sen mutluluğu hakeden bir insansın. Elbette bende mutlu olacağım, merak etme,git. Hayatımıza başkaları girecek ve biz belkide birlikte yaşadıklarımızı bir süre sonra hatırlamayacağız bile, git. Hangi yara kabuk bağlamamış ki bugüne kadar? Hangi ateş sönmemiş ki. Yapman gerekeni yap, git.



(Sensiz mutlu olabilirmiyim ben yar? Unutabilirmiyim bu kadar kolay. Yaşadığımız onca şeyi silebilir miyim? Mümkün değil, seni içimden söküp atmam mümkün değil. Biliyorum hiçbir ilac iyileştiremeyecek senin açtığın yarayı. Senin yaktığın sevda ateşi hiçbir zaman sönmeyecek. Senin mutlu olmanı istediğimde yalan. Mutlu olma yar, sende benim gibi mutlu olma. Belki o zaman yeniden dönersin bana..)



Haydi zaman geçiyor artık git. Hem neden suratın asık? Sevinmelisin gittiğine. Aslında sana teşekkür etmeliyim. Beni bu aşkın yükünü taşımaktan kurtardığın için. Rahatladım biliyormusun? Bende kalan Birkaç parca eşyanıda gönderirim ardından. Fırsat buldukca ararım seni. Hadi git.



(Gitme benim güzel sevdalım gitme. Beni bu aptal dünyada bir başıma bırakıp gitme. Gidipte yüreğimi öldürme. İçim acıyor, kalbim sıkısıyor. Ben asıl sensizliğin yükünü taşıyamam gitme. Ne olur gitme

Serap
12.01.2007, 11:27
Harika bi yazı Cafer teşekkürler..:( Söz başka,Kalp ise bambaşka!

Faik Yılmaz
12.01.2007, 11:37
Cafer Hocam kocaman bedeninin içimde sevgi dolu minicik bi kalp taşıyosun sen.....

Cafer KILIÇSOY
12.01.2007, 14:29
Harika bi yazı Cafer teşekkürler..:( Söz başka,Kalp ise bambaşka!


Cafer Hocam kocaman bedeninin içimde sevgi dolu minicik bi kalp taşıyosun sen.....

Ben teşekkür ederim arkadaşlar. Devamı gelecek:)

Serap
12.01.2007, 22:26
Beni Anla

Beni bana bırakma
Acıyan yanlarıma yama ol.
Susuz kalmış dudaklarıma yağmur ol.
Körleştirilen gözlerime yeniden bakmayı öğret.
Yalnız,korkmuş tufanlarımı sessizce dinleyip durdur.
Ama lütfen! !
Yorgun bedenimi yorma
Küskün ruhumu üzme
Ezik yanlarımı kurcalama
BENİ ANLA KAFİ....

Serap
15.01.2007, 12:19
Huzur evinin kapısından hızlı adımlarla giren ve halinden 60-70 yaşlarında olduğu anlaşılan kadın, girişteki danışmadan bir şeyler sorar.
Danışma memuruyla aralarında geçen ve kısa süren konuşmadan sonra aradığı şeye bir an önce kavuşma heyecanıyla olsa gerek daha bir hızlı adımlarla merdivenlere yönelir.
Kapı numaralarına bakarak ilerlemektedir koridorda. Ve hışımla dalar 24 numaralı odaya...
Bir yatak, çelik bir elbise dolabı, küçük, formika kaplı bir sehpa, dayanakları ahşap bir tek misafir koltuğunun bulunduğu, yerlerin mozaik olduğu, penceresi batıya bakan, pek köhne sayılamayacak bu Huzur evi odasında yaşı 70’ e varmış ve çoktandır ilaç tedavisi gören birisi yatmaktadır.
Kaybetmişlikle bulmuşluğun, ya da bulmuşlukla kaybetmişliğin arasında bir çok zıt duyguyu aynı anda yaşayan kadın, gözlerinin ışığına bakılırsa, sevinmektedir. Alnındaki daha bir belirginleşen hayat çizgileri ise üzüntülü olduğunu ortaya koymaktadır.
Çok kısa bir sürede anılar gözünün önünden bir film şeridi gibi geçmiş olan kadın, üzerinde lacivert eşofman bulunan yataktaki yaşlı adama yaklaşır. Gözleri nemlidir. Yıllardır denize hasret bir kaptanın denizi seyrettiği gibi seyreder bir müddet onu. Ve buruk bir sevinç içerisinde seslenir.
- Merhaba,
Nihayet buldum seni.
Nasılsın,
Beklemiyordun değil mi beni?..

- Merhaba,
Ben kaybolmadım ki bulunayım.
Herkes biliyor ki,
Son sekiz senedir buradayım.

- Yanlış anladın,
Kavuştum sana dedim.
Belki inanmayacaksın ama,
Seni çok özledim.

- Çıkaramadım, af buyurun,
Tanıtır mısınız kendinizi?
Ne zamandır tanıyorsunuz,
Bendenizi?

- Yapma Allah aşkına
Yapma be şâir
Ne şiirler yazmıştın hani,
Beni sevdiğine dâir.


- Hem sevdim hem şiir yazdım ha
Şimdi iyice şaşırttınız.
Aklımı yitirmedim daha
Bence siz ortaya bir yalan attınız.

- Yalan değil söylediğim
Niçin öyle düşünüyorsun?
Bu değildi beklediğim,
Beni kırmak mı istiyorsun?

- Niyetim sizi üzmek değildi,
Samimi söylüyorum.
Sadece gerçekleri,
Anlamak ve anlatmak istiyorum.

- Haydi, gezdireyim bahçede seni,
Hava alırsın, mevsim nasıl olsa yaz.
Hem belki konuştukça,
Hatırlarsın geçmişi biraz.

- Hatırlamam neyi değiştirir,
Konuşsak da hoş konuşmasak da hoş.
Gerçek olan tek şey şu değil mi;
Sevgisiz geçen hayat boş.

- Alır alır gelirdim seni buraya,
Ancak Huzur evinde kavuşuruz derdim.
İster inan ister inanma ama,
Ben sana bu güne söz verdim.

- Ya, demek öyle,
Pekiyi ya bunca geçen zaman?
Hasret nasıl telafi edilir,
Mümkün mü o günü tekrar yaşaman?

- Hiç unutmam,
Bir sohbette sormuştun bana,
“Bende ne buldun?” diye.
Gönlümü çalan ne servetindi
Ne de verdiğin bir hediye.

- Allah Allah,
Diyorsun ki şuydu sorduğun,
Peki söyle bakalım,
Neymiş bende bulduğun?

- Oturduğumuz o parkta gözlerine bakarak,
Gülümsemiştim.
Ve daha sonra sana,
Sen beni çok sevdin, demiştim...

- Hatırlıyorum elbette hepsini,
Unutulur mu hiç?
Onca gayret onca emek.
Tahmin etmeliydim,

Sen, “O” sun demek.

- Evet, benim,
“Sevmekten kim usanır?” diyen,
Kaç kere yemin eden,
Kaç kere geri gelen...

- Anlıyorum, kaçan kovalanır, sevenden kaçılır,
Bizde böyledir değil mi âdet?
Üç günlük dünyada
Çok görülür saadet.

- Gittim... Gittim ama,
Sebepsiz değildi gidişim,
Terk etmiş olsam da seni o gün.
Geldim işte yanındayım,
Ve seninim bugün.

- Neye yarar ki,
Ne olursa olsun neden,
Beni terk ettin.
Ve geçti artık iş işten,
Sen unutulmuş olmayı,
Çoktan hak ettin.

- Yalvarırım,
Yalvarırım bana bunları söyleme.
Kırk yıldan sonra,
Tam bulmuşken seni,
Yeniden kaybetmemi isteme.

- Bırak !..
Bırak lütfen ellerimi,
Ömür bitmiş seni neyleyim?
Tek başıma yaşadığım dünyadan,
Bırak da, yalnız gideyim...


Sağ elini avuçlarının arasında tutan kadından kurtaran yaşlı adam, oturmakta oldukları banktan da aniden kalkar.

Bastonunun da yardımıyla ağır aksak yürümeye başlar. Ağlıyordur... Ama arkasına bakmadan yürümektedir. Binaya mı? Odasına mı? Hayır...

Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş gençliğinin maralını, güzel hatıralar yaşadığı kadınını, yüzlerce şiir yazdığı ilham perisini bırakmıştır arkasında...

Gitmektedir.... Ama nereye gittiğini ne kendisi ne bir başkası bilmektedir...

Serap
15.01.2007, 12:22
Yolumu aydınlatan güneşim değilsin; ama
Yıldızım sensin,
Derdimin kaynağı sen değilsin; ama
Dermanı sensin.

Şarkılarımı dinleyen değilsin; ama
Söyleten sensin.
Yanlızken yanımda değilsin; ama
Sen her şeyimdesin.

Seni böyle düşünürken
Hiç bir şeyimde sen yoksun ama;
Yazarken yazmama nedensin,
Anlayacağın herşeyim sensin...

Yanlış yolda rehberim değil; ama
Pusulam sensin.
Acılı günlerim sen değilsin; ama
Mutlu günlerim sensin.

Anlayacağın Her Şeyim Sensin

Şentürk
15.01.2007, 12:26
Dağda ki karına,
Köydeki bağına,
Denizde ki balığına,
Yaşamı renkli kılan,
Trabzonspor'una.


Mavisine, yeşiline,
Sümela manastırına,
Huzurun uğrak yeri,
Deniz kıyılarına.

Boztepeden Uzungöle,
Ganetadan köşküne,
Tarihine,şivesine,
Karadenizin incisi,
Canım memleketime...

Şentürk
15.01.2007, 12:29
Karamsar bir yapıyla,
Heyecansız anlarda,
Umut yeşermiyor,
Aydınlık doğmuyor sabah.

İstesende başında,
Çaresiz bakışlarda,
Geri gelmiyor zaman
Göçüp gidince bir daha.

Karanlık çökünce Dünya'na,
Işıldasa da şehrin ışıkları,
Çare olmuyor,
Olamıyor,
Kaybolan yılları'na...

Oğuuz
17.01.2007, 00:09
Bir salı günüydü.

'Yoğun bir iş temposuyla geçen günün akşamında eve varmak ne güzel...

Daha da güzeli elini yüzünü hoş kokulu sabunlarla yıkayıp, üstüne

rahat ev kıyafetlerini geçirmek... Sonra şöyle güzelce televizyonun

başına kurulup eline kumandayı almak..'

Oturduğu yerde sızlanmalarını dindirmek için ayaklarını yüksekçe bir

yere kaldırıp uzandı. Yorgunluğu şimdi çok daha belirginleşmiş, külçe

gibi üzerine çökmüştü. Oh! Tam şekerlemelik bir andı. Gözlerini yumdu,

televizyonun sesini kıstı. Sabah geç kalkmasına rağmen çok iş yapmış,

çok yere gitmişti. Geç yatması da cabası...

Şöyle bir düşündü:

'Evi silip süpürmek, çarşıya çıkıp sayısını hatırlamadığı kadar

mağaza gezmek, alışveriş yapmak, bu arada faturaları unutmamak, her

biri için saatlerce sıra beklemek, sonra o eşyaları elleriyle

taşımak...'

Çok, çok zahmetli bir gün olmuştu bugün.

Ayakları, kolları, her yeri sızlıyordu. Burnuna sabunun güzel kokusu

geldi. Leylâk gibi, insana eflâtun rengini hatırlatan ferahlatıcı bir

kokuydu bu... Derin derin içine çekti. Galiba bu kokunun uykuya da

tesiri vardı. Davetiye çıkarmış gibi, uyku hemen başucunda bitiverdi.

Tam kendini uykunun o tatlı tatlı dalgalanan, masmavi ve ılık denizine

atacak, imkânsızın mümküne dönüştüğü yerlerde gezecek hattâ uçacaktı

ki, aklına akşam namazını kılmadığı geldi. Düşünmemeye çalıştı.

Yok, hayır! Akşam namazını kılmamıştı. Ama çok yorgundu. Olsun, yine

de kılmamıştı. Ama kıpırdayacak hâli kalmamıştı, her yeri sızlıyordu,

zaten namazını kılsa bile huşuyla değil, bir an evvel kılmış olmak

için kılacaktı. Biraz düşünüp aklına gelen birkaç önemli önemsiz

bahaneyi de sıraladı. İçindeki uzlaşmaya yanaşmayan o inatçı ses tek

cümleyle cevap verdi: Kılmamıştı işte, kılmamıştı, kılmamıştı...

Bahanesini geçerli hâle getirmek, inatçı sesin inadını kırmak için

daha çok düşündü:

'Zaten bu sene üniversite imtihanına giriyorum. Gece yarılarına kadar

ders çalış, okul, dershane, etütler... Sabah namazlarına da genelde

kalkamıyorum, öğlenleri okulda kılamıyorum, hattâ bazen, yok yok,

genellikle ikindileri de... Ne öyle bölük pörçük... Bir şey yapıldı mı

tam olmalı. Seneye hayırlısıyla üniversiteyi bir kazanayım... Hepsini

beş vakit kılmaya başlarım. Hayatım nasıl olsa düzene girer. Şimdiki

kadar yoğun da olmam. Bu sene geçiş yılı. Olmuyor işte bu yoğunluğun

içinde!'

Üniversiteli olmakla, yepyeni bir pazartesiyle yepyeni bir hayata

başlayacaktı... düzenli bir hayata. Tabii, namazları tam bir hayata..

Ah pazartesi, bir gelse!

.........

Ve üniversite yılları

Bir salı günüydü. Artık şubat tatilinin yaklaştığı, insanların kayıp

düşmesini bekleyen buzlarla kaplı, soğuk yollarda geçirilen

koşturmacalı bir günün akşamında kendini eve zor atmıştı.

Yoğun bir günün bitiminde evine varmak ne güzel bir duyguydu.

'Bir de mor veya mavi renkli, kokulu sabunlarla yıkanıp, yüzüne

gözüne, eline ayağına yapışıp onun yorgunluğunu artırmak için ağırlık

yapan tozdan kirden kurtulmak herhalde dünyanın en güzel duygularından

biriydi.'

Gerçi sabun evindekiler kadar kaliteli değildi. Bazen yüzünü tahriş de

ediyordu; ama olsun. Öğrencilik hayatı işte...

Oturduğu koltukta hemen uyuyabileceğini biliyordu. Çok yorgun ve

uykusuzdu. Gece sabaha kadar ders çalışmış, erkenden deneme imtihana

gitmiş, yetiştirmesi gereken ödevi yapmak için kütüphanede bir hayli

vakit geçirmişti.

O kadarla kalsa yine iyi... Eksik ders notlarını tamamlamak için

koşuşturup fotokopicilerde epey ter dökmüştü... 'Üff ne tempo ama!' diye

düşündü. 'Hiç de öyle bir kere kapağı atmakla bitmiyormuş... Asıl zorluk

üniversitedeymiş meğer. Şimdi çalıştığım kadar üniversite imtihanına

hazırlansaydım en yüksek bölümü kazanırdım alimallah...'

Başını yastığa koydu. Üzerine sıcacık bir battaniye aldı. Burnuna

ikinci sınıf da olsa güzel kokan sabunun kokusu geldi. Bir an evini

hatırladı. 'Az kaldı. 2-3 imtihan sonrası, yaklaşık 2 hafta sonra

evdeyim.'

Annesinin mis gibi yemeklerinden yiyecek, yüzünü evlerinin güzel ve

kaliteli sabunlarıyla yıkayacaktı.

Bu düşünce onu keyiflendirdi. Gözlerini kapadı, yüzünde ailesini

düşünmenin verdiği tebessümle, bedeninde uzun zamandır süren

koşuşturmanın yorgunluğuyla, uykunun insanı uçurup yorulmaksızın

gezdirdiği değişik âlemlere yola çıkmaya hazırlanıyordu...

Birden aklına akşam namazı geldi. Eskisi kadar inatçı olmasa da, o

ses yine konuşmaya başlamıştı: 'Oooo, bu yorgunlukla çok zor bir iş

şimdi bu. Kalkacak, ağrıyan bacaklarıyla yürüyecek, sızlayan

kollarınla, ellerinle abdest alacaksın... Soğuk suyu da hesaba kattın

mı? Sıcacık battaniye terk edilip namaz kılmak...'

Kılmalıydı!!!

İnatçı sese karşı, o da inat etti: 'Yarım yamalak, bu yoğun temponun

içinde, hızlı hızlı kılınacak namazın ne hayrı olur ki... Koşturmanın

içinde böyle geçiştirilmiş namazlar... Yok yok, olmaz öyle. Şu

imtihanlar bir bitsin, şu okul bir bitsin, mesleğimi elime bir alayım.

Adam gibi kılmaya başlarım...'

Pazartesi bir gelse.

Yeni bir hayatın ilk günü olacaktı... Artık mesleğini eline almış çok

daha düzenli ve stressiz hayata başlamış olacaktı. 'O zaman kılarım,

hem bugünlerin kazasını da yaparım.' diye düşündü. Sonra içinde

feryatlar koparan o sesi duymamak ve hattâ onu da rahatlatacak bir

çözüm bulabilmek için, yarın bir gün çalışacağını, sabah erken kalkıp

namazını kılıp hattâ çok sevdiği sabah uykularından vazgeçip, namazdan

sonra yatmayıp Kur'ân okuyacağını, öğle tatillerinde namazını

rahatlıkla kılabileceğini, ikindiyi kısa günlerde iş yerinde, uzun

günlerde evinde, akşam ve yatsıyı evinde sakin ve huşuyla kılacağını

hayal etti.

Nasıl olsa kılacaktı.

Yeter ki şu yoğun tempolu, stresli okul günleri bir geçsin... İşe

başlayacağı, yeni bir başlangıç yapacağı pazartesi bir gelse..

......

.. Ve iş hayatı

Bir salı günüydü. İşten yorgun argın eve gelmişti. Gelen fakslar,

yapılan görüşmeler, arananlar, arayanlar... İnsanlara laf anlatmak

cidden çok zordu. Hele bir de iş yerinde dönen ayak oyunları.

Çekememezlikler, kavgalar.. hadi hepsi bir yana, işten çıkıp da eve

gelmek için çekilen trafik çilesi... Bazen caddede yolun ilerisinin

göründüğü yerlerde kilometrelerce uzayan tıkanık yolu, bekleşen

arabaları görünce ağlayası geliyordu.

Sonunda varabildiği evinde olmanın mutluluğuyla elini, yüzünü güzel

kokan bir sabunla yıkadı. Yorgunluktan dile gelmiş ayaklarını yüksekçe

bir yere koyarak uzandı.

Gözlerini kapadı. Bugün ayaklarının sızlamasına baş ağrısı da eşlik

ediyor, Bremen mızıkacılarınınkine benzeyen uyumsuz bir koro gibi

kendilerince bağrışıyorlardı.

Sabunun hoş kokusunu duydu. Uyku, güzel kokulu yumuşacık mavi bir

bulut gibi onu sarıp sarmaladı.

Tam o bulutun üzerinde yola çıkacaktı ki, 'namaz' dedi içindeki ses,

her geçen gün biraz daha kısılan ses tonuyla..

İster istemez uyku bulutu aralandı, zihni yeni bahaneler üretmek için

harekete geçiyordu ki, içinden bir başka ses daha geldi. 'Evde yemek

yok ve akşama yemeğe arkadaşlarını çağırdın...'

Üç saniye içinde uyku kalmadı gözlerinde. O sevimli bulut kuvvetli bir

rüzgârla karşılaşmışçasına kaçıverdi geldiği bilinmeze. Hâlâ ayakları

sızlıyor ve başı ağrıyordu; yine de telâş içerisinde mutfağın yolunu

tuttu, telâşını bastıracak kadar kuvvetli değildi bu ağrılar.

Öyle bir telâştı ki namazı da unutturuvermişti.

......

İşte aile...

Bir salı gecesiydi.

Oturduğu koltuğun üzerinde kâh uyuyor, kâh uyanıyordu. İşin gerçeği,

uykuyla uyanıklık arasında bir bölgede, 'âraf'ta duruyordu.

Ârafın bu yanına geçip gözlerini, uykusuzluktan sızlayan gözlerini

aralayıp çocuğunun ateşini kontrol etti. Biraz düşmüş gibi olması

ârafın öbür tarafına daha rahat geçebilmesi için bir biletti sanki.

İçi rahatlayarak başını koltuğa dayadı.

Camiden yükselen sabah ezanı, hasta çocuğu soğuktan korumak için her

zamankinden daha sıkı kapatılmış evde açık cam bulamamasına rağmen,

onun ârafın öbür yanından bu yanına yaklaşmasına sebep olmuştu. 'Çok

bitkinim. Sabaha kadar uyutmadı çocuk. Aman ne çileymiş bu. Zaten her

şeyden hasta oluyorlar. Şimdi namaza kalkmak.. uzun iş. Çocuk da

ağlar. Yok yok şimdi olmaz.

Hep erteliyorsun ama..

Şu çocuk düzelsin başlayayım artık namaza. Aman düzelse ne ki, bu defa

öbürü hasta olur. Yok yok. bu çocuklarla namaz falan kılınmaz. Pek bir

zor olur, böyle bir vakit kıl, üç vakit kılma. Hoş değil zaten.

Hayırlısıyla şöyle biraz büyüsünler. Kendi işlerini görür hâle

gelsinler.

Onların yürüdüğü, okula başladığı pazartesi günü başlayacaktı

namazlarına.. çok düzenli, bol dualı ihlâslı namazlar kılacaktı.

Hayırlısıyla bir gelseydi o pazartesi.

......................

Yine bir salı günüydü.

Bugün yıllık izninden bir gündü. Yorgun değildi, sabah da geç kalkmış,

ağır ağır aklına gelen bütün kahvaltılıklardan oluşan bir sofra

kurmuş, öğle yemeğiyle birleşen bir kahvaltı yapmıştı. Evin odalarında

yavaş adımlarla yürüdü. Televizyonu açıp elinde kumandasıyla koltuğa

kuruldu. Bu anın, bu mutluluğun tadını doya doya çıkarmak için eline

bol miktarda Erzurumluların deyimiyle sımışka, yani ayçiçeği almıştı.

Çıt çıt.. kanalları dolaştı. Hangisinde karar kılacağını düşündü.

Çıtır çıtır çitletilen çekirdeklerle önce bir film, sonra eski bir

film seyretti. Dışarıdan gelen yeni bir ezan sesi yine onu

kımıldatamadı.

"Namaz" dedi içindeki güçsüzleşmiş ses. "Namaz!"

Hiç yerinden kalkası yoktu. Zaten yarım yarımdı bütün namazları.

'Hangi gün beş vakit kılıyorum ki.. bir vakit daha neyi değiştirecek...

İş hayatında çok zordu namaz kılmak. Hem ev, hem iş. Bu koşuşturmada

çok zordu. Çok zor. Zaten emekliliğime de fazla bir şey kalmadı. Ah

hayırlısıyla emekli olayım. Artık gerçekten her şeye yeni bir

başlangıç yapacağım. Benim yeni pazartesim olacak.'

Kendini ibadete verecekti. Her namazını vaktinde huşu ile kılacak,

peşinden kazalarını kılacak, tesbihatları yapacaktı. Dahası gece

namazlarına bile kalkabilirdi.

O gün yeni bir başlangıç olacaktı. Yeni bir hayatın ilk günü, bir

pazartesi olacaktı. Ah o pazartesi bir gelse...

Çay demledi; bir süre çekirdek çitletti, çay içti. Sonra yavaş yavaş

bir uyku bastırdı. Kanepeye uzandı. Başının altına bir yastık aldı.

Elinde kumanda bir-iki kanal daha gezdi. Yeni bir programda karar

kıldı. 'Oh be, tatilde olmak koşuşturmamak ne güzel! Ama tatilden

sonra iş başı yapmak hiç güzel olmayacak. Off, Allah vere de bu sene

resmî tatiller hep hafta içine denk gelse!' diye düşündü.

Uzanıp masanın üzerindeki takvimi aldı. Yıllık tatilleri gösteren

sayfalara baktı. 23 Nisan Salı, 19 Mayıs Salı, Ramazan Bayramı Salı,

Kurban Salı... Keyiflendi. Sonra öylesine karıştırmaya başladı takvimi.

O günün tarihine baktı: ..ağustos salı. Çocuklarının doğum günlerine

baktı: ..mart salı, ...haziran salı...

Takvimin ilk sayfalarını açtı: 1 Ocak Salı, 2 Ocak Salı, 3 Ocak Salı,

mart salı, nisan salı...

Haziran, temmuz, ekim, kasım.. hepsi salı.. Dün salı, bugün salı, yarın salı.

'Bir gariplik var bu işte! Acaba?' demeye kalmadan iyice yoğunlaşan

sabun kokulu uykuya daha fazla karşı koyamadı.

Esnedi, battaniyesini iyice üzerine çekti.

Günlerin, ayların, yılların, kısacası hayatın sadece salı günlerinden

ibaret olduğunu anlayamadan uykuya daldı...

..............

Uykuda mıydı, rüyada mıydı anlayamadı. Kıpırdamak istedi; fakat hiçbir

yerini oynatamadı, sonra gözlerini açmaya zorladı ve gözünü açtığında

bir anda çok şaşırdı. Nasıl olabilirdi bu iş? Kendisini seyrediyordu.

Biraz yaşlıca bir hanım kazandan bir tasla aldığı suyu bir tahta

üzerinde yatan yarı çıplak bedenine döküyor, diğer hanım da güzel

kokulu bir sabunla bedenini oğuşturuyordu.

Serap
17.01.2007, 10:32
paylaşımlarınız için teşekkürler arkadaşlar..

:(:(:(

kutoz
17.01.2007, 23:55
Bordo, Mavi ve Yeşil

Farklıdır Trabzon! Başka takımlardan da benzer kullanımlar duysak da ‘doğuştan fanatik’ olagelinen ve belki de şampiyonluk görmeden ölmeyi de göze alabilen tek insandır Trabzonlu. Öyle ya bizim 3 seçeneğimiz olmadı hiç; Trabzonspor hep tekti! Uygunsuz tabii bu ölme ifadesi ya, o kadar manyakça sevdalananlar, kalbini takıma bağlayıp maç kaybedince krize koşanlar yok mu, var ne yazık ki… Tek başına futboldur Trabzon, yıllar önce kazandığı galibiyete aynı heyecanla şaşıran ve sevinen taraftardır. Tüm şehirdir her maçta, beraber atan tek yürektir! Tek takımı, memleketinin takımını, sonuna kadar tutan yürektir! Yeri geldiğinde tepki, yeri geldiğinde eşsiz destektir. Gök'tür, Deniz'dir, Karadeniz'dir. Yetiştirdiği futbolcuda ismini gösterendir. 6 kez şampiyon olup, 60 kez hayal kurmaktır. Her seferinde balığı yiyip, kılçığında tıkanmaktır. Olamadık yine şampiyon ama, biz belirledik diye avunmaktır. Tez parlayandır, tez sönendir; bu sene de şampiyonluğa oynar...

Üniversiteyi kazanmak demek, gel-git/med-cezirlerle dolu bir hayata koşmak demek olmuştur Odtülü olan Kaplanlar için. Trabzon-Ankara arası yollar bitmez, geç 13 saat geç, AŞTİ’yle vuslat da bu kadar sıkıntıya değecek olsa içim gam yemez!

Bağımlılıktır Trabzon, içindeyken çektiğini anlayamadığın afyon etkisidir. Vakfıkebir’den bir haftalık ekmek almaktır ayrılırken. Ne zaman ki çıkarsın 765 kilometrelik o yolculuğa ve tüketirsin Karadeniz’in mavisini ve yeşilini, bir sıkıntı basar içine sarı sarı. Plakalarda 61’i, mavilerde de bordoyu bulamaz olur gözlerin, bir bozkır yolculuğunda yapılabilecek en iyi şey kitap okumaktır o saatten sonra, cama bakıp hayallere dalmanın keyfi kalmıyor ki yeşilden uzak kalınca… Hem bir seçicilik oluyor ki insanda, mavinin yanındaki her bordoyu, arabanın üstündeki her 61’i algılıyor anında, Ankaraaaa’da, yoksun sen aslında ama... Haluk Levent'in Trabzon’a yazdığı şarkıyı ben Ankara’ya gönderiyorum, zira “Alışamadım Ben Bu Kente”, hala! Trabzonlu olmayana Trabzon, olana da başka bir yer asla alışılamaz olabilir mi acaba? Ha bir de, sevmeyen sevmesindir! Oysa biz bayılıyorduk bütün Fenerbahçeli'ler nezdinde, Rize'ye de... Sırf bu yüzden Fenerbahçe kafilesini Rize'de ağırlayandır, çünkü bizim 5*'lı Zorlu Grand'ımız zaten yoktu! Bu huyu kötüdür biraz ama; kindardır, unutmazdır.

Ankara başkenttir ya, bana sorarsanız hiç çekilmezdi Karadeniz'in başkentinden sonra, Odtü de olmasa! Eymir dediler gittik, ‘ahhh Uzungöl ahh’ çektik, ama ya o da olmasa? Susuz kuru bir yer burası, ben yaşayamam ki çay keyfim olmadan, yani yaşarım da eksik kalır bir yanım, neden bu kadar uzak sanki Boztepe, çıkamıyorum aklıma her vurduğunda! Boztepe’m geldi de şimdi, semaverim, tepeden limanı izleyesim, evimi manzarada arayıp bulamayasım ve o kocaman ‘TRABZON’ yazısını göresim; budur derdim… Bir de yazasım var, ancak onu yapabilirim.

Özlemdir Trabzon, özledim. Çocukluğumun geçtiği Kalepark’ta ucuz bir kola içebilmek, oyuncaklarda çılgınca dönebilmektir özlemim. Tatillerde renklerine kavuşmaktır biz Trabzonlular için; ben bu bayram gidemeyeceğim. Ne güzel renktir mavi, pek de yaraşır bordonun ve yeşilin yanına, ama en çok da Trabzon’da. Ana renklerin yanında yarattığımız hırçın, deli, fanatik, komik, kıpır, herkesin güldüğü, bizlerin gülenlerle Karadeniz’in en koca burunlu dalgasını geçtiğimiz yanımız var bir de ki; dadından yenmez. Hazır cevaptır Trabzon, Cem Yılmaz'ı bile kaçırandır. Kardeşim madem havaalanına gitmek istiyorsun ayrıca, neden belirtmiyorsun ki 'uçak havaalanı' diye? Köye yaylaya çıktığında rastladığın, her biri bir Karadeniz dizi karakteri olan ninenin elini öpmek, çizgi dizi karakteri olan çocuğun yanağını ısırmaktır; onlarla bir olup artık Trabzon'a gelmediği için Cem Yılmaz'a nanik yapmaktır. Mahmut Hoca'dan çektiği kadar Trabzon'dan da çeken İnek Şaban'a bu kez başka bir tebessümle bakmaktır.

Kara bir yemiştir Trabzon, karayemiş yiyip mayhoş-garip, kara renkli bir tada bürünmüşçesine ayrılmaktır şehirden. Neyse ki bu sene memleketten getiren oldu kokulu üzümümü; Eylül’de okul var ama hayatımda öyle bir lezzet yoktu yıllardır, bir üniversiteli evladına bu kadarı da reva mıdır yahu? Bu saydığım tatlardan bihaber yaşayanlar var bir de, “nedir karayemiş, kokulu üzüm, kara lahana” diyen, onlara mahrum olduğu lezzetler için üzülmekle yetinebiliyoruz, kara kara, kokulu kokulu iç geçiriyoruz. İnan biz de hiç bilmesek daha iyiydi, canımız çektiğinde yiyemiyoruz ki! Yemiş karam, kokulu üzümüm, Fadime’m… Muhlama mı yaparsın bugün, kuymak mı döndürürsün, lahana mı sararsın bilmem ama; çok acıktım ben. Mangalda hamsi yapalım olmazsa, Hamsiköy’de sütlaç devamında, burnumda tütüyordu kaçtır Zigana… Laz’ın böreği var bir de şaka gibi, tatlıdır aslında kendisi! Oy gaygana, bir de hamsikuşu yedik miydi yaş fındık üstüne; mide, mide olamayacak artık gaybana…

Sonra yine 765 kilometrelik ve bu kez keyif veren memlekete dönüş yollarında doğadır Trabzon, doğaldır. Çam kokusu, mis! Bolu’dan çekilen bir nefes, mola yerinden denilen bir alo, ve ilerledikçe şoför amcanın teybinden yükselen melodinin değişimi. Patlat bir Kazım abi, Haydeeee… Sen yağmur ol, ben bulut, sen yağmur ol, ben bulut; Maçka’da buluşalum, Maçka’da bulu…

Değişmeyen tek değişimdir Trabzon. Şivesinden ödün vermez, kutudur, kapalıdır. Bir bakar ki İstanbullu kala kala Trabzonlu'nun yanında, haçan başlamuş bile da’lı konuşmaya da! Son derece kokoş giyimli kızların nasıl da şiveli konuşabildiğine şaşıracak ne var? 24 Şubat'ta Ankara'da da okula gitmeyi reddetmektir. Trafiği hep kilitlemek, ışıkları hiç görmemektir! Düzensizlikten tıkır tıkır işleyen bir düzen yaratabilmektir. Sinirlenince yalnızca kendi anladığın bir dilde küfredebilmek, sonra da diline kahkahalarla gülebilmektir. Zengin Mobilya'dan aradıklarında, zengin bir adam bize mobilya hediye edecek diye minnettar olan rahmetli babaannemdir. Canım, Çernobil kurbanlarından bir harika insan olan, hayatımın en büyük kaybı dedemdir; her sene mezarına gidip "maskot"unun ne kadar büyüdüğünü göstermektir. Sonra çok eski toprak olan dedemin babasının köyünde hala mutlu-mesut yaşamasını içten içe kıskanmaktır. Trabzon erkeğiyle hiç anlaşamamaktır, tabiatımız kaynaklı. Kardeşimin nedense benim yanımda sigara içememesidir. Erkek arkadaşımla elele gördüğünde köpürecek olan babamdır, karadeniz dalgasına benzer zahir. Sen daha 'sevdaluk' edecek yaşa gelmedin diyen ve annemi 17 yaşında doğuran anneannemdir, komiktir. Neyse ki benim için kaynanaların zalim devrinde gelin, gelinlerin zalim devrinde kaynana olmaktan yırtmaktır, anneannemgillerin nesliyse süperdir. Süpermarketlerin yıllardır 0 promil olduğunu yeni farketmek, yeni farkettiğine şaşırmak ama farkettiğin şeye hiç de şaşırmamaktır. Zor bela bulduktan sonra içkileri, liseli birkaç arkadaşla toplanıp ilk defa alem yapmak, ilk defa kolbastı oynamayı denemektir, ta ki yönetici kapıya dayanana kadar. Kunduracılar'da İstiklal keyfini özleyip, bir gün Uzun Sokak'ta da olabileceğini hayal etmektir. Tanjant Yolu bitti ya, gördü gözlerim, olur olur, o da olur bir gün! Yıllar vardır ki iflastı şehir Ramazan aylarında, 10 dakikalık yol saatlikti; elinizde yoksa Karadeniz pideniz, arabada açacaksınız dudak ve tırnak yiyerek, çaresiz.

Yapacaksanız dönüş yolculuğunu, özlemi gidermektir Trabzon. 4 caddesi vardır ki günler yetmez bitirmeye. Bir ‘Sokak’ hiç o kadar ‘Uzun’ olmamıştı; ‘Göl’ de. Sümela’ya mı çıksak bugün Köşk’te kahvaltıya mı, aylar oldu ben yemedim köfte Akçaabat’ta, çay içmedim Ganita’da. Almadım Gençler Çarşısı’nın oradaki satıcıdan simit nicedir… Hayır anlayamadığım şey, bu Ankara'da simit dedikleri şey tam olarak nedir? Muharrem Usta'da döner, Güloğlu'nda baklava, köşedeki hemşodan kestane de ne yenilesidir; bu yolculuk kaç kilo alıp da dönülesidir? Gidelim de nereye olursa, denize nazır olsun mümkünse bugün, tuzlu mısır yedim, susadım denize! Tad’dır pizza seviyorum, Pide'dir Çardak mutlaka uğruyorum, Maraş’tır kardeş şehrimiz, Kahraman'dır, biliyorum. Trabzon’da Maraş Caddesi’ne gidemiyorum var aylardır, sıra Maraş’taki Trabzon Caddesi’ne gelene kadar gidecek ne çok yer var yahu. Maraş'la Kunduracılar arası entel kimlikli bir ressamlar sokağı iddiasında oluşum vardır bir de, o da pek bir görülesidir. TS Club'daki bu terlik, tam benliktir. Sayamadığım kadar çok kupanın olduğu müze gezilesidir. Kemeraltını kaale alıp da hiç, gözünüzü göğe doğru dikip, o tarihi binaları gördünüz mü? Zağnos'un altındaki gecekonduları yıkıp, eski Trabzon evlerinin altından görülecek çiçekli manzaraya kavuştuğumuzda ne kadar da mükemmel olacağını hiç düşündünüz mü? Bir Beşirli şehri, bir denizin üstüne nasıl da kuruldu göz göre göre diye hayretlerden hayretlere düştünüz mü? Okulumu da pek özledim, kocaman bahçesini, tarihi binasını, denize bakan sahasını. Bir de şu Karadeniz İnsanını Sahilden Uzaklaştırma, ruhsuz projesi var ama, pek bir canımı sıkıyor her klark bakışımda. Hadi Ayasofya’ya, bahçesi güzel olmuş diye duydum. Rus Pazarı’na da gidelim, pazara gidip napalım? İncik-boncuk alalım, incik-boncuk alıp napalım, takalım takıştıralım…

Gariptir Trabzon, sıradışıdır, manyak mıdır nedir? Tek bizim havaalanında “lütfen silahınızı alınız” tabelası vardır, var mı gayrısı dünyada? Akşama oyun varmış ama görelim mutlaka, çok güzeldir Trabzon Devlet Tiyatrosu; ne ünlüler çıkardı, siz bilmezsiniz, bilseydiniz dile de getirmezdiniz. Bir de Mira diye bir Park varmış yeni, ya da Mirapark diye bir alışveriş merkezi olsa gerek gidemedim ben hala, oysa Akçaabat tam da dibimiz ya, çok büyük Trabzon çoook... Aquaparkımız bile var artık, gezdim gezdim bitiremedim ben hayallerimde de ‘büyükşehir’ Trabzon’u. Yaylası var, şenliği var, Çay Karası, Of’u var, offf… Of… Rum’u var, kendi bünyesinde bir İmparatorluk barındırabilmiş tek şehir olma ünvanı var; Trapezunta. Sonra seçimlerde gidip köyünde oy kullanan köylüsü, azimle şehri küçülttüğünü fark edemeyen Laz’ı var. Hangi imparator şehrin ilçesi ilinden daha büyük nüfusa sahip olabilirdi ki? Hangi şehir takımı için toptan bir partiye tavır alabilirdi ki? Hangi şehir 1 saat içinde takımı için binlerce kişilik eylemi hayata geçirebilirdi ki? Sanırım 99%'yle aynı takımı tutan tek şehir olsa gerek! Ya bir de hemcinsim sineklerle karşılaşsam sokaklarda hava karardıktan sonra, tam süper olacak ya!

Hadi bizim Temel patlat bir fıkra, başrol sensin canım biliyoruz doğan gereği, sempatik şey! Benim bir Alman, bir İngiliz, bir de Fransız arkadaşım var merak etme; bir de karikatürcü tanıdıklarım, kaçırtır mıyım hiç tek bir anını? Fadime'yle dillere destandır aşkınız, söylemeli türkünüzü, yanık yanık dinlemeli o zurnadan. Bir de kemençe sesi gelsin dağlardan, yanakları al al olmuş yayla kızları, al-mor kıyafetleriyle horon tepsinler. E illa ki vardır memleket sesli de bir türkücü, yoksa Volkanlar’dan Konak’ı çağırın, gelir o, pek de severim, dinlerim. ‘Feriğim, fidanım, feryadım, hey benim zizil parmak; memleket gözlüm…’. Bari ‘Fırtına’ dizisi devam ediyor muydu, arada bir memleketten hoş-sert esiyordu yahu!

Yazımı, meramımı burada bitirir; Trabzon’a ve Trabzonlu’ya selam ederim, gideceklere iyi yolculuklar dilerim. Bensiz iyi bayramlar Trabzon.

Yazıdır Trabzon, alındadır, hem nüfusta yazar, hem de uzun uzun yazdırır insana be, helal olsun! Er’dir Doğdu’dur, bu kız Trabzon’da Erdoğdu’da doğmuştur. Doğanın 3 ana rengidir. Bordo’dur, Mavi’dir, Yeşil’dir… Tüttü burnum, Trabzon’um geldi benim… Trabzon’um benim!

Berna Vural

Biranda aldı götürdü beni Trabzon'a... Yüreğine sağlık bu arkadaşın. Bu kadar güzel anlatılır, Trabzon'a duyulan özlem...

Lapina
21.01.2007, 13:46
Sen gittin.. Bir zifiri karanlık, bir zindan yalnızlığı, ağır bir boşluk bıraktın geride. Gittin ve dönmeyeceksin bir daha. Haklısın gidişinde, bu aşkı bitirmekte haklısın. Tek söz söyleyemedim. Yüzüne bakamadım. Karşında ağlamadım. Eridim, tükendim, bittim. Sonsuzlukta bir insan nasıl olur.. sesi soluğu nasıl duyulur?

Sana merhaba dediğim gün elveda demek isteyeceğimi bilir miydim?
Elveda canım...
Seni sevdiğim kadar senden uzak kalmayı isteyeceğimi bilir miydim?
Elveda canım...
Beni mutlu etmek isterken mutsuz ettiğini bilir miydin?
Elveda canım...

Elveda aşkım.. Elveda sevgilim. Sen kendini hiç böyle gereksiz, böyle değersiz, böyle yapayalnız hissettin mi? Ayrılık ölüm kadar acı ve soğuk.Aynalara bakıyorum. Aynada gördüğüm ben değilim. Gözlerim cehennem ateşi.. dudaklarım mühürlenmiş. Ellerim titriyor. Yüreğim kızgın demirlerle dağlandı. Yokluğunun bedeli çok ağır sevgilim.

Sevinçlerim, hayallerim, umutlarım, renkli dünyam elveda.. Elveda yaşamak.. Yaşamın anlamı elveda. Kimse farkında değil yokluğunun. Sensiz ne hallerde olduğumu kimse bilmiyor. Anlamıyor yitip giden bir aşkın kederini.

Sevmek, değişmeden bir olmakmış; sevdin ama değiştin!
Elveda canım...
Ayrı ayrıydı düşlerimiz, birleştiremedik,
Elveda canım...

Düne kadar en yücesini yaşadım mutluluğun, ayaklarımın altından kayıp gidiyordu toprak, denizlerin ovaların üstünde uçuyordum. Güneş kadar yakındı bana aşk. Güneş kadar sıcak ve parlak. Bıraktın birdenbire, kanatlarım kesildi. Hızla çakıldım yere, boşluğun içindeyim, şimdi hiçbir şeyim.Oysa dünyanın en zenginiydim. Bütün çiçekler bizim için açardı, bizim için ballanırdı meyveler, ekinler bizim için bereketli, sular bizim için çağlardı. Şimdi toz duman içinde kızgın bir çöldeyim. Yönümü yolumu şaşırdım. Sam rüzgarlarına bıraktım gövdemi, sürüklenmekteyim.

Sen bensiz nasılsın, bilmiyorum. Rahat mısın, mutlu musun, bu kadar çabuk beni unutur musun?.. Nasıl birden mazi olursun?

Nerede olursan ol hep sırtı açık kaldı mı diye düşünsem de seni,
Elveda canım...
Çatılar değil, canlar birleştirirmiş yürekleri,
Elveda canım...

Düne kadar gözlerinden aşkı içtiğim, dudaklarında yüreğimi erittiğim, uğruna bıçaklar çekip dünyaya meydan okuduğum ey sevgili nerdesin?
Ben burada, terk edip gittiğin yerdeyim.

Elveda aşkım.. Elveda birtanem.. Elveda sevgilim! Elveda sana..

Serap
25.01.2007, 12:38
Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış.
Bir Rus köyü'nde iki balık yaşarmış. Biri turuncu ve
İri, öbürü korkak ve İnce. Bütün çiftler de böyledir
biraz düşününce.
İri sormuş birgün. 'Madem bütün bu denizler birbirine
bağlı, niye biz seninle sadece bu kıyıdan ötekine
yüzüp duruyoruz? Kendimizi bir akıntıya bıraksak, yeni
sularda yüzsek, başka balıklar yesek daha mutlu olmaz
mıydık?' Hak verdi İnce. İnceliğinden sırf. Çünkü onun
mutluluğu için, İri ve o kıyı yeterlidir. Gerisi hava
su değişikliğidir ki, insan bundan beslenemez.
Balıklar hiç...

Katıldı yine de, düştü İri'nin peşine. Akıntıya
bıraktı kendini. Bunlar beraberce, İstanbul ve
Çanakkale boğazlarını geçtiler. Geçerken eğlendiler.
Fakat bir balıkçı, akşam yavrularına balık götürmek
için suya ağ atmıştı. Ve bizimkiler farkına varmadan
bu ağa takıldılar. Daha doğrusu İri takıldı. İri ya.
İnce de sıyrılıp çıktı. İnce ya, bırakıp gitmedi. Hem
inceydi hem aşık. Kemirip ağları, kurtardı İri'yi. 'E,
tabi, ben bu ağlara takılacak kadar güçlü kuvvetli
değilim, eriyip gidecek gibiyim' diyerek, onun
gururunu da okşadı. Aşkta, en yanlış şeyler bile
mantıklı gelir insana. Tabi balıklara da... Çünkü aşk,
suyun içinde de aşktır.

Derken, bizimkiler soğuk denizlere kavuştular. Fakat
İnce, alışık değildi bu serin sulara ve hastalandı.
Pulları dökülüyordu hergün ve gün geçtikçe daha da
yavaşladı. Hatta durdu birgün. Atlantiğin ortasında.
Ya döneceklerdi ve İnce kurtulacaktı. Ya da tek bedene
düşeceklerdi. Çünkü herkesin Küba'ya kadar yüzecek
nefesi kalmayabilir. Hele hastaysa. İri, Küba'ya
gitmeyi seçmeden önce, biraz düşündü. O düşündüğü süre
kadardı sevgisi, ki o da çok sayılmazdı. En başta
sıkılan oydu köyün kıyısından. Demek aslında gitmek
istiyordu İnce'sinin yanından. Ama bizimki bu durumu
anlamadı. Ve onunla Küba'ya varmak için son çabalarla
yüzdü. İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar
aşıktır. Balıklar da...

'İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına sağlığına
kavuşmaktan iyidir' bile dedirtir aşk insana.
Dedirttiği gibi İnce'ye. İki dakika kadar yüzdü ve
öldü. Yukarı doğru çıkarken zayıf gövdesi,
kılçıklarına kadar mutluydu ve gülüyordu. Koca bir
balina onu yuttu, bunu da biliyordu. İri, tek kaldı
ama, suyun ucunda Küba vardı. Var gücüyle yüzdü.
İnce'yi unuttu. İnce'yi unuttuğu kötü oldu. Çünkü
onlar birbirlerine 5 saniyede bir, nereye gittiklerini
hatırlatıyorlardı ve şimdi 10 saniye geçmişti ve
katiyen hatırlamıyordu. Ne İnce'yi, ne Küba'yı ne de
adının İri olduğunu. İnsana adını başkaları
hatırlatır, balıklara da...
O yüzden kayboldu derin sularında Atlantiğin. Ve koca
bir balina onu da yuttu. Fakat mucize bu ya, balinanın
midesinde İnce'yi buldu. Meğer onları yutan aynı
balinaymış, İnce ölmemişmiş, tam tersi midenin
sıcaklığında dirilmişmiş. Ama oradan çıkarsa ölecek.
İri de oradan giderse, nereye gittiğini ve adını
unutucak. O yüzden, artık ikisi de buradalar. Ne fark
eder. İnsana sevdiğinin yanı cennettir. Sevmeden
hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün
balıklar bilir.
Ya insanlar?

Oğuuz
25.01.2007, 14:13
Sevmeden
hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün
balıklar bilir.
Ya insanlar?
bu hikayeyi bilen insanlarda bilir ... :)

RahMetLi
25.01.2007, 20:08
http://img.blogcu.com/uploads/RahMetLi_kucukprenses.jpg

Karanlığın İmajını Değiştirmeli...

Karanlığın prensesi ve onun pençesi... O kadar büyük eli var ki, tırnaklarıyla bir zemine sıkıştırsa beni, parmaklıklara hapsolduğumu düşünebilirim. Sahte bir cazibesi var yalnız kaldığımda beni ona bağlayan, zaten bu yüzden prenses diyorum ya ona. Merkezkaç kuvveti olan zaman ardımdan itelerken, geleceğe korkulu adımlar atmaya devam ediyorum. Keskin bir uçuruma sürüklendiğimi hissediyorum. Aslında korkmuyorum. Korktuğum tek şey, uçurumun ucunda karşıma neyin çıkacağını bilememek. Belirsizlik beni korkutan. Neden bu kadar kolay karamsar olabiliyorum?..

Karamsarlığı siyah temsil ediyor. Siyah bir renk değil mi? Evet. Öyleyse beyaz da bir renk. Peki o zaman iyimserliğin rengine neden inanmıyorum, neden bunu hiçbir yerde göremiyorum? Galiba benim hayatımda hava karanlıklaşalı çok oldu ve hala sabah olmasını bekliyorum. Bahsettiğim beyaz ise, gökyüzünde parıldamaya çalışan birkaç yıldızdan başka bir şey değil. Bu aydınlık yıldızlar ne yolumu aydınlatabiliyor yerli yerince ne de ‘sabah olmasa da olur’ dedirtebiliyorlar. Acaba bu gecelerde çiçekler açıyor mudur?..

Belki de tek sorun güven. Bilsem ki uçuruma atladığımda prensesin avuç içine düşeceğim, arkamı dönüp bırakırım kendimi, düşünmeden. Gözümü korkutan pençeleri, keskin tırnakları… Önyargılı olmuşum güneşi görmeyeli galiba, dış görünüşlere göre güven derecesini minimuma indirmişim. Ama sadece korktuğumdan… Bir tebessümünü görsem prensesin yüzünde, dudaklarının arasından süzülse aydınlığın sihirli sözleri. Ve elleri arasına alıp okşasa bu kadar zor olmazdı belki de onu kabullenmek. Ama tek yapabildiği acı vermek. Zamanın önüne itilmişim ve sanki önünde sürüklendiğini hissediyorum, çırılçıplakmış gibi. Daha hızlı sürüklese keşke. Belki daha fazla acı çekmeden ölürüm; hem ben hem de o kurtulur… Unuttuğum bir şey var galiba; belirsizlikten korktuğum. Ya bunların hepsi bir plansa ve öldüğümde de orada bekliyorsa prenses?...
Ne anlamı kalıyor ki o zaman, karanlığa teslim olmanın? İnatçı olmalıyım… Savaşmalıyım… En azından onun elinden olmamalı sonum. Kendim vermeliyim. Ben seçmeliyim. Karanlığa hizmetin sonu geldi artık. Çıkar onları ve giy senin için diktiğim elbiseleri, zamanın önünde bir çırpıda çek kurtar hadi. Hem prenseslere beyaz daha çok yakışır, değil mi?

20.1.2007 Cumartesi ~ 21.33
Fotoğraf: sxc.hu

Diğer Yazılarımı Okumak İçin: www.blogcu.com/rahmetli (Reklam :))

Naim
25.01.2007, 21:03
HAN-I YAĞMA

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!


Tevfik Fikret

Serap
28.01.2007, 10:11
Devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde satafat içinde
girer sehre...
Yol kenarlarinda insanlar iki büklüm el pençe divan selamlarlar
valiyi... Bütün bu satafatlı itaat gösterileri arasinda valinin gözleri,
bir sokagın kösesinde yere çökmüs olan ve etrafındaki hiçbirsey ile
ilgilenmeyen bir adama takılır...
Perisan kılıklı, saçı sakalına karısmıs bu adamın oldugu yere sürer
atını vali...
Atının üstünden inmeden,vakur ve sert bir ses tonu ile bagırır adama,
"Behey adam, herkes benim sehre gelisimi elpençe karsılarken sen kimsin
ki yerinden bile kıpırdamıyorsun? "
Perisan kılıklı adam istifini hiç bozmadan,sakallarının ve uzun
saçlarının arasından beli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek
: "Ben hiçim" der...
Vali daha da hiddetlenir,
"Ne demek hiç, senin bir adın, sanın ünvanın yok mu bre adam" der...
"Senin var mi? " der bu kez adam...
Vali iyice sasırır ama cevaplar, "Gafil adam,nasıl tanımazsın,ben
valiyim" der.
Adam ayni ses tonu ile sorar yine...
"Peki daha sonra ne olacaksın?"
"Sadrazam olacagım." der vali...
"Peki daha sonra?"
"Padisah olacagım..."
"Peki ya daha sonra?"
Kisa bir an duraksar vali ve;
"Hiç" der...
Sadece gülümser perisan kılıklı adam...


Hepimiz hep baska birileriyiz...
Sevdigimiz, begendigimiz, örnek aldıgımız, kıskandıgımız, yerinde
olmak istedigimiz birilerinin seslerini, sözlerini, bakislarını ve
tavırlarını alıyor,sanki bize aitmis gibi kullanıyoruz...
Sabahları kalkıp elbise dolabımızın önünde durdugumuzda, giyecegimiz
ebiseye ve yanına gidecegimiz insanlara en çok uyacak maskeyi de
seçiyoruz, elbiselerimizin yanında duran maskelerimizin arasından... Hep
daha fazlasını isterken, aslında giderek hep daha az alıyoruz... Bütün
ömrünü kariyer, güç ve para pesinde gece gündüz çalısarak geçiren
insanların, günün birinde bütün kazandıklarını, elindekileri kazanırken
yitirdikleri saglıklarına harcadıklarını görüyoruz...
Bir ömrün sonunda evleri, arabaları ve para kasaları olan
insanların,bütün bunları kazanırken kim bilir kaç gerçek askı
yitirdigini ve günün birinde yaslanıp baslarını yaslayacakları bir
sevgili omuzu aradıklarındaysa, soguk ev duvarlarının, lüks araba
koltuklarının ve çelik para kasalarının bir sevgilinin yerini
tutmadıginı, acı içinde fark ettiklerine sahit oluyoruz.
Siz istersenz,"herkes" olmaya devam edin...
Ben "Hiç kimse olmak istiyorum."
Sadece bana ait yanilgilerim, hatalarım, hüzünlerim,
kahkahalarım,fotograflarım, kelimelerim, sarkılarım ve hiç benim
olmayanlarım ile birlikte, bir hiçlige dogru tek basıma karısıp gitmeyi
düsünüyorum..."

Serap
30.01.2007, 12:26
Ögrendik ki....
Bir tek insanin bize ''iyi ki varsin'' demesi, varoldugumuz için mutlu olmamizi saglar....

Ögrendik ki....
Kibar olmak, hakli olmaktan daha önemlidir.

Ögrendik ki....
Hayat sartlari bizi ne kadar ciddi görünmeye zorlasada hepimiz çilginliklarimizi paylasacak birini ariyoruz....

Ögrendik ki....
Bazen tek ihtiyacimiz olan bir el ve bizi anlayacak bir yürektir.....

Ögrendik ki....
Parayla ''klas insan'' olunmuyor....

Ögrendik ki....
Gün içinde basimiza gelen küçücük seyler gün sonunda koca bir mutluluga dönüsüyor....

Ögrendik ki....
Inkar edip içimizde sakladigimiz seyler gerçekligini kaybetmiyor....

Ögrendik ki....
Biriyle dalastigimizda tek basardigimiz onun bize daha çok zarar vermesini saglamaktir....

Ögrendik ki....
Her yarayi saran zaman degil sevgidir....

Ögrendik ki....
Çabuk olgunlasmak için zeki insanlardan çevre edinmek gerekir.....

Ögrendik ki...
Karsilastigimiz herkes bir gülüsümüzü hak eder.....

Ögrendik ki....
Hiç kimse mükemmel degildir....

Ögrendik ki....
Hayat zorludur ama biz daha zorluyuz....

Ögrendik ki....
Gülümsemek, daha güzel bir görüntüye kavusmanin bedava yoludur....

Ögrendik ki....
Hepimiz zirvede olmak istesek de asil keyif oraya tirmanirken yasadiklarimizdir....

Ögrendik ki....
Zamanimiz ne kadar azsa yapacak isler o kadar çoktur....

Ögrendik ki....

BIRINI NE KADAR ÇOK SEVERSEK HAYAT ONU BIZDEN O KADAR ÇABUK ALIYOR.....

CAN DÜNDAR

Serap
12.02.2007, 10:45
Siz hiç İÇ YOLCULUKLARI'na çıkar mısınız? Çıkıp içinizin sokaklarında dolaşır mısınız?
Ben bunu sık sık yaparım. Çünkü kendini birbirine açan, bazen de birbirinden kaçan bu sokaklar, sizi size anlatır...

Siz nesiniz, kimsiniz, kendinizi nasıl ve ne kadar oldurmuş, nasıl ve ne kadar tanımlamışsınızdır; dünyaya nereden bakmış, kendi hikayenize ne ölçüde katkıda bulunmuşsunuzdur; ne kadar sevmiş, ne kadar kaçmış, ne kadar özlemiş, ne kadar pişman olmuş, ne kadar kaygılanmış, ne kadar acı çekmiş, ne kadar sevinmişsinizdir...

Önceleri, içinizin bu kadar çok sokak barındırdığına şaşırırsınız; içinizde koca bir mahalle taşıdığınıza inanamazsınız! Ama zamanla alışırsınız... Çünkü artık bu şaşırtıcı, inanılmaz, cazibeli durum sizi kışkırtmıştır; sokaklarınızda dolaşmadan yapamazsınız, bundan kaçamazsınız...
Dolaşmalarınız arttıkça da, hangisinin dar, hangisinin geniş olduğunu, hangisinin ihmale uğrayıp viraneye döndüğünü, hangisinin taşlarında yaban otları bittiğini, hangi evin penceresinde sardunyaların açtığını, hangi sokağın korunaksız kaldığını, hangi sokakta hırsızların kol gezdiğini daha iyi anlarsınız... Ve anlamlandırırsınız zamanla, sokaklarınıza isimler verirsiniz...

Acı sokağı, Aşk sokağı, Başarı sokağı, Bencillik sokağı, Bunalım sokağı, Cazibe sokağı, Coşku sokağı, Düşünce sokağı, Ego sokağı, Elem sokağı, Gözyaşı sokağı, Güven sokağı, Hüzün sokağı, İhanet sokağı, İntikam sokağı, Kaçış sokağı, Kahkaha sokağı, Keder sokağı, Kıskançlık sokağı, Kibir sokağı, Nefret sokağı, Neşe sokağı, Pişmanlık sokağı, Seks sokağı, Sevinç sokağı, Sıkıntı sokağı, Şefkat sokağı, Utanç sokağı, Yalan sokağı... (Alfabetik sıraya göre dizilmiştir!)

Bazen birbirini kesen, birbirinin önüne çıkan, birbirinin içinden geçen, bazen de size nerede olduğunuzu, kim olduğunuzu unutturacak denli labirentlerle, engebelerle, çukurlarla dolu olan bütün bu sokakların içinde bir tanesi vardır ki, O, sokakların içinde en görkemli olanıdır. En coşku vereni, en acı vereni, en tehlikeli olanı, en sevinç vereni, en heyecan vereni, en güvenilmezi, en korkutanı, en utanmazı, en kırılganı, en cesuru, en sevişgeni, en bilinmeyeni, en çılgını, en korkusuzu, en korunaksızı, en tepeden bakanı..en eni...

Sadece bu sokak insana göze alma cesareti verir; sadece bu sokak insana hayatın nabız atışlarını hissettirir; damarlardaki kan, sadece bu sokaktan geçerken yatağından fırlayacakmış gibi olur; vücut kimyası sadece bu sokakta değişir; bu sokak keser iştahınızı; bu sokak kör eder gözlerinizi; aynalar sadece bu sokakta güzel gösterir sizi ve bu bu sokakta unutursunuz bütün sevdiklerinizi...

Bu sokakta yağmurlar bir başka yağar; bu sokakta güneş batıdan doğar; bahar bu sokakta anlar bahar olduğunu; dünyanın bütün kandilleri, bütün mumları bu sokakta yanar; bu sokakta yıllandırır şarap kendini; müzik bu sokakta kuşanır en güzel tınıları ve sadece bu sokakta açar utanmaz gülleri... Islanmaz bedeniniz, ısınır yüreğiniz, yeşerir dallarınız, titrer içiniz, döner başınız, okşanır kulaklarınız ve baştan çıkar bütün benliğiniz....

Sadece bu sokak korunaksızdır. Sadece bu sokağın bir bekçisi yoktur. Sadece bu sokak yağmaya açıktır, sadece bu sokakta hırsızlar dolaşır geceleri ve sadece bu sokak direnir diğer sokaklara açmaya kendini...

O bağımsızlığı sever, O cesareti sever, O ateş gibi yanmayı ve yakmayı sever...

O, sokağın girişine astığı tabelanın yerinden indirilmesini sevmez, tabelaya yazdığı AŞK sözcüğünün üzerinin karalanmasını, çizilmesini, kirletilmesini sevmez...

Yolunuz bir kere AŞK sokağı'na düşmeye görsün, bir kere keşfetmiş olmaya görün, önce diğer sokaklar kıskanır sizi... Yolunuzu şaşırtmak için en olmadık hilelere onlar başvurur, kendilerine dönüştürmek için en olmadık kumpasları onlar kurar.

Bazen de siz saparsınız yoldan. Örneğin birdenbire Sevgi sokağında bulursunuz adımlarınızı... Burasını daha güvenli zannedip, kendinizi ve başkalarını kandırırsınız...

Siz hiç İÇ YOLCULUKLARI'na çıkar mısınız? Çıkıp içinizin sokaklarında dolaşır mısınız? Dolaşıp kendinizi kaybeder misiniz? Kaybedip kaybedip yeniden bulur musunuz?

Yoksa sizin sokaklarınız çok mu dar? Çok mu zor bu dar sokaklarda yürümek ve görmek hayatı? Ya da çok mu birbirine benziyor sokaklarınız? Karıştırıyor musunuz tabelaları?...

Size, sokaklarınıza bakmayı, sokaklarınızı genişletmeyi, sokaklarınızı onun bunun taşlarıyla değil, kendi taşlarınızla örüp güzelleştirmenizi, kendi ellerinizle tabelalar asmanızı ve özellikle AŞK sokağı'na uğramanızı şiddetle tavsiye ederim. (Sokağın tabelasına dokunmak yok ama! O, biliyorsunuz sevmez müdahaleyi!)

Eğer bu yolculuğu göze alamayacağınızı düşünüyorsanız boşverin gitsin. Dar sokaklar cesaret gerektirmez ve zaten dar sokaklarda mutlusunuzdur!!

Oğuuz
23.02.2007, 14:57
Merhaba Yaşam,Merhaba Dünya
Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri herşeyden habersizdi. Haftalar birbirini izledikçe onlar da geliştiler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başladı. Bu arada çevrelerinde olup biteni de fark emeye başladılar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları arttı.

İkiz kardeşler hep aynı şeyi söylüyorlardı:”Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Yaşam ne güzel şey be kardeşim!”

Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfekoyuldular. Öyle ya,yaşamın kaynağı neydi? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıktı. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini anladılar.

“Annemizin şefkati ne denli büyük! Bize bu kordonla gereksinimimiz olan herşeyi gönderiyor.”

Artık aylar birbiri ardına geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle yolun sonuna yaklaşıyorlardı.

İkiz kardeşler bu değişiklikleri şaşkınlıkla gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başladılar. Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha güçlü hissetmeye başladılar.

Durumdan telaşlana ikizlerden biri diğerine sordu:”Neler oluyor? Tüm bunların anlamı nedir?”

Öteki daha sakin ve aklıbaşındaydı.Üstelik,bulundukları bu dünya çoğuzaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş dünyayı arzuluyordu.

İkiz kardeş yanıt olarak “Tüm bunlar,bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor” dedi ve ekledi: “Buradaki yaşamımızın sonuna yaklaşıyoruz.”

“Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırdı kardeşi. “Hep burada kalmak istiyorum.”

“Elimizden gelen birşey yok.Hem,belki doğumdan sonrada yaşam vardır.”

“Bize yaşam sağlayan kordon kesildikten sonra bu nasılolanaklı olabilirki?” diye yanıtladı öteki.

“Bize yaşam veren kordon kesilirse nasıl yaşamda kalbiliriz, söyler misin bana? Hem bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler.Hiç birisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonrayaşam olduğunu söylesin. Hayır, bu herşeyin sonuolacak. “Tüm bunları söyledikten sonra ekledi:”Hem,belki de anne diye birşey de yok!”

“Olmak zorunda” diye itiraz etti kardeşi.”Buraya başkatürlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl yaşamda kalbiliriz ki?”

“Sen hiç anneni gördün mü?” diye üsteledi öteki.”O belki de yalnızca zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.

“Böylece,anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçti. Sonunda doğum anı geldi, çattı. İkizler dünyalarını terkettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açtılar ve sevinçten, avazları çıktığınca ağlamayabaşladılar.Çünkü gördükleri manzara düşlerinin bile ötesindeydi.

Cafer KILIÇSOY
24.02.2007, 08:49
http://img155.imageshack.us/img155/8544/1941841indianmotorcycledw3.jpg

Cafer KILIÇSOY
01.03.2007, 19:31
---------------------

Cafer KILIÇSOY
01.03.2007, 20:35
EN ZAYIF HALKA

Sana sevgimi anlattıkca uzak durdun benden. Ben ''Aşk'' dedikce sen ''Dur''dedin. Oysa ben gercekten seviyordum seni. Bu yüzden içimdeki aşk fırtınasını durdurmam mümkün değildi. Söylemeden duramazdım ki sevgi sözcüklerini... Anlamadın...


Hayata dair ne varsa paylaşmak istedim seninle. Güleceksek birlikte, ağlayacaksak birlikte olmalıydı Önümüze aşkımızın ışığını alıp bizim için aydınlattığı yolda hiçbir engele takılmadan inatla, korkusuzca, cesurca yürümeliydik. Ancak böyle yaşanırdı bu aşk çünkü. Yaşamadın...


Herkesin ayrı bir dünyası vardı biliyordum. Ama aşk ayrı dünyaları bir potada toplayıp yeni bir dünya yaratmak değil miydi?Yaratılan o dünyada kimsenin benliğini kaybetmeden ortak tutkuları, duyguları yaşamak değil miydi aşk? Her türlü çatışmaya rağmen, bir kücücük, gülümseyiş, bir sıcacık bakışla unutmak değilmiydi bütün kızgınlıkları? Unutmadın..


Ben seni kaybetme duygusu taşırdım içimde. İncineceksin diye dokunmaya korkardım. Yokluğunu düşünmenin verdiği iç huzursuzlukla uykusuz geceler geçirirdim. Sabaha kadar kırpmazdım gözlerimi de sabah seni gördüğümde sanki saatlerdir uyuyormuşum gibi enerjiyle dolardım. Kıpır kıpır olurdu içim. Tarifi imkansız bir heyecan, bir yürek çarpıntısıyla sarılırdım sana. Sen sarılmadın..


Bir tohumdun sen yüreğime ektiğim. Kanımın deli akışıyla sulardım seni. Sevdamın ateşiyle ısıtırdım ayazda. Büyüyecek bir filiz olacak, rengarenk açacaktın. Açmadın..


Tenlerimizin buluşması bir ayine benzerdi benim için. Sonsuzlukta kayboluştu. Bedenlerimizin aşkın içinde erimesiydi. Yaşadığıma hele seninle yaşadığıma şükredişti. Her seferinde yeniden doğuştu. Doğmadın...


Şimdi yorgun yüreğim. Bunca çabaya rağmen o mutluluk gülüşünü yüzünde göremediğim için yorgun. Cesaretsizliğinle, umursamazlığınla, aşka burun kıvırmanla yorgun. Bu yüzden daha fazla kaldıramayacak seni. Daha fazla yaşayamayacak bu umutsuz aşkı. Yüreğim seni bu aşkın en zayıf halkası seçti. Güle güle...

hcicek61
01.03.2007, 23:30
mükemmel bir yazı valla; emeği geçenlere helal olsun....
Burada beğendiğimiz yazı ve şiirleri paylaşalım ne dersinizzz?Aradım ama böyle bir konuya rastlayamadım güzel olacağını düşünüyorum ve ben başlıyorum..:)

Bugün sizden bir şey isteyeceğim.

Sakın kimseye ''Seni seviyorum'' demeyin.

Lütfen. Kullanmayın artık bu sözü. Başka bir şey deyin birbirinize

onun yerine. Duygularınıza daha denk düşen bir şey... Benim aklıma

gelmiyor ama siz bulursunuz. Ne de olsa sizin duygularınız...

Hayır, içini dolduracaksanız ''Seni seviyorum''un, bir diyeceğim yok.

Ama umudum da yok.

''Seni seviyorum'' öyle ''Kendine iyi bak'' gibi bir söz değildir.

Laf olsun diye söylenen...

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde hakkını vereceksiniz.

Bir kere onu gerçekten seviyor olmanız lazım. Yani öyle dokununca

geçiverecek arzularla falan karıştırmayacaksınız.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, o biri en az tuttuğunuz takım

kadar önemli olacak hayatınızda.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, bir saat eksik uyumayı göze

alabileceksiniz onu daha çok görmek uğruna.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, elini tutmak da önemli olacak

başka şeyler kadar.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, ''Sevgilimsin'' de demiş

olduğunuzu bileceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, onu özleyecek, düşünecek,

merak edeceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, onun gözü telefonda (evet, cep

telefonu çıktığından beri kulak değil gözler telefonda) aramanızı

beklediğini unutmayacaksınız.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, ona sürprizler yapmayı, ufak

hediyeler almayı ihmal etmeyeceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, ona şiirler okuyacak hatta

kabiliyetiniz varsa, yazacaksınız da.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, şarkıdaki gibi, ellerinizde

çiçeklerle kapısında bekleyeceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, belki ömrünüzün sonuna kadar

değil ama hiç olmazsa yarın, öbür gün de seveceğinizden emin olacaksınız.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, aynı zamanda ''Free

takılalım'' da diyemeyeceğinizi bileceksiniz.

Birine ''Seni seviyorum'' dediğinizde, o aşktan söz ederken siz ''Ben

almayayım, alana da mani olmayayım'' demeyeceksiniz.



Nasıl?

Çok mu zor?

Fazla mı zahmetli?

İnsanın birini sevip sevmediği tam da böyle belli oluyor arkadaşlar.

Sevmeyince ''iş'' gibi geliyor bütün bu saydıklarım.

O zaman ''Seni seviyorum'' demeyeceksiniz. Bu kadar basit. Bir gün

farkında olmadan bütün bunları yapıyor olduğunuzu görünceye kadar.

Şimdi ''Ne var bunda? Keşke herkes birbirine bolca 'Seni seviyorum'

dese' diye düşünenler olacaktır.

İyi. O zaman birbirini gerçekten sevenler yeni bir söz bulsunlar

söyleyecek.

''Seni seviyorum'' orta malı olsun.. Zaten oldu olacağı kadar.....

Pakize SUDA

hcicek61
01.03.2007, 23:33
Gözlerin gözlerime değince
felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Feleketim olurdu ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Feleketim olurdu, ağlardım

Cafer KILIÇSOY
11.05.2007, 00:11
Ey istanbul!
Ne kaldı alacağın benden...
neye yarar tüm sokakların boş şimdi o yokken...
Onu benden aldın!..
Sana yenildim bir günahkar yüzünden...
Verme istemem!..
Bırak!.. Üstü kalsın!..
Alacağım yok senden!

Cafer KILIÇSOY
21.05.2007, 15:33
Müşteri Hizmetleri




MT: - iyi günler ben Alia size nasil yardimci olabilirim?


Abone: - simdi Aria Hanim, benim bir Aria hattim vardi. Ya bu arada sizdeki herkesin adi Aria ve Aycell(Aysel) mi?



***


MT: - isminizi ögrenebilir miyim?


Abone: Ne yapcaksiniz ismimi, ben hat sahibi degilim.


MT : Hitab etmek açisindan sormustum.


Abone: Siz bana kisaca Rüzgarin Oglu diyebilirsiniz.


***


Abone: iyi günler , ben Turkcell hat kullaniyorum, Avea ya geçmeyi düsünüyorum. Ama önce sizin bilgi seviyenizi ölçücem. Eger siz yeteri kadar bilgiliyseniz ben de Avea ya güvenerek hat alirim.


MT: (saskin bir sekilde) Memnuniyetle sorularinizi yanitlayabilirim.


Abone: Preveze Deniz Savasi kaç yilinda olmustur?


MT: ?!?!?!?


Abone: Noldu bilemediniz?


MT: Biz burdan sadece is ile ilgili sorulara cevap verebiliyoruz.


Abone: Demek bilmiyorsunuz sorumun cevabini?


MT: 1538


Abone: Bilemediniz.


MT: (Dayanamaz) Bildim Ahmet Bey bildim. Preveze Deniz Savasi 27 Eylül 1538 de Andrea Dorya komutasindaki Haçli Donanmasi ile Barbaros Hayrettin komutasindaki Osmanli Donanmasi arasinda yapilmistir. Bu savastan sonra Akdeniz Türk gölü haline gelmistir.


Abone: Bravo, ben sizi denemistim zaten.


(Adam nerden bilsin MT nin Tarih bölümü son sinif ögrencisi oldugunu)


***


Abone: iyi günler, hattimi açtigimda bana pin sormuyor, baska bir sey soruyor. Ne yapmam lazim?


MT: Memnuniyetle yardimci olayim, ne soruyor ögrenebilir miyim?


Abone: Bugün Allah için ne yaptin? Diye soruyor.


***


MT: Size birkaç kodlama ileticem, not alabilir misiniz?


Abone: Tabi. Kagit kaleminiz var mi?


MT: Var da sizin pek isinize yaramaz.


Abone: Harbi ya... Kusura bakmayin iyi degilim ben bugün.

MT: Yok, önemli degil

pacos_bill
22.05.2007, 18:23
İzninizle bu yazıyı tekrar öne getirmek istedim. Çok hoşuma gitti, odtumezunlari.gen.tr den alınmış bir yazı.



Bordo, Mavi ve Yeşil

Farklıdır Trabzon! Başka takımlardan da benzer kullanımlar duysak da ‘doğuştan fanatik’ olagelinen ve belki de şampiyonluk görmeden ölmeyi de göze alabilen tek insandır Trabzonlu. Öyle ya bizim 3 seçeneğimiz olmadı hiç; Trabzonspor hep tekti! Uygunsuz tabii bu ölme ifadesi ya, o kadar manyakça sevdalananlar, kalbini takıma bağlayıp maç kaybedince krize koşanlar yok mu, var ne yazık ki… Tek başına futboldur Trabzon, yıllar önce kazandığı galibiyete aynı heyecanla şaşıran ve sevinen taraftardır. Tüm şehirdir her maçta, beraber atan tek yürektir! Tek takımı, memleketinin takımını, sonuna kadar tutan yürektir! Yeri geldiğinde tepki, yeri geldiğinde eşsiz destektir. Gök'tür, Deniz'dir, Karadeniz'dir. Yetiştirdiği futbolcuda ismini gösterendir. 6 kez şampiyon olup, 60 kez hayal kurmaktır. Her seferinde balığı yiyip, kılçığında tıkanmaktır. Olamadık yine şampiyon ama, biz belirledik diye avunmaktır. Tez parlayandır, tez sönendir; bu sene de şampiyonluğa oynar...

Üniversiteyi kazanmak demek, gel-git/med-cezirlerle dolu bir hayata koşmak demek olmuştur Odtülü olan Kaplanlar için. Trabzon-Ankara arası yollar bitmez, geç 13 saat geç, AŞTİ’yle vuslat da bu kadar sıkıntıya değecek olsa içim gam yemez!

Bağımlılıktır Trabzon, içindeyken çektiğini anlayamadığın afyon etkisidir. Vakfıkebir’den bir haftalık ekmek almaktır ayrılırken. Ne zaman ki çıkarsın 765 kilometrelik o yolculuğa ve tüketirsin Karadeniz’in mavisini ve yeşilini, bir sıkıntı basar içine sarı sarı. Plakalarda 61’i, mavilerde de bordoyu bulamaz olur gözlerin, bir bozkır yolculuğunda yapılabilecek en iyi şey kitap okumaktır o saatten sonra, cama bakıp hayallere dalmanın keyfi kalmıyor ki yeşilden uzak kalınca… Hem bir seçicilik oluyor ki insanda, mavinin yanındaki her bordoyu, arabanın üstündeki her 61’i algılıyor anında, Ankaraaaa’da, yoksun sen aslında ama... Haluk Levent'in Trabzon’a yazdığı şarkıyı ben Ankara’ya gönderiyorum, zira “Alışamadım Ben Bu Kente”, hala! Trabzonlu olmayana Trabzon, olana da başka bir yer asla alışılamaz olabilir mi acaba? Ha bir de, sevmeyen sevmesindir! Oysa biz bayılıyorduk bütün Fenerbahçeli'ler nezdinde, Rize'ye de... Sırf bu yüzden Fenerbahçe kafilesini Rize'de ağırlayandır, çünkü bizim 5*'lı Zorlu Grand'ımız zaten yoktu! Bu huyu kötüdür biraz ama; kindardır, unutmazdır.

Ankara başkenttir ya, bana sorarsanız hiç çekilmezdi Karadeniz'in başkentinden sonra, Odtü de olmasa! Eymir dediler gittik, ‘ahhh Uzungöl ahh’ çektik, ama ya o da olmasa? Susuz kuru bir yer burası, ben yaşayamam ki çay keyfim olmadan, yani yaşarım da eksik kalır bir yanım, neden bu kadar uzak sanki Boztepe, çıkamıyorum aklıma her vurduğunda! Boztepe’m geldi de şimdi, semaverim, tepeden limanı izleyesim, evimi manzarada arayıp bulamayasım ve o kocaman ‘TRABZON’ yazısını göresim; budur derdim… Bir de yazasım var, ancak onu yapabilirim.

Özlemdir Trabzon, özledim. Çocukluğumun geçtiği Kalepark’ta ucuz bir kola içebilmek, oyuncaklarda çılgınca dönebilmektir özlemim. Tatillerde renklerine kavuşmaktır biz Trabzonlular için; ben bu bayram gidemeyeceğim. Ne güzel renktir mavi, pek de yaraşır bordonun ve yeşilin yanına, ama en çok da Trabzon’da. Ana renklerin yanında yarattığımız hırçın, deli, fanatik, komik, kıpır, herkesin güldüğü, bizlerin gülenlerle Karadeniz’in en koca burunlu dalgasını geçtiğimiz yanımız var bir de ki; dadından yenmez. Hazır cevaptır Trabzon, Cem Yılmaz'ı bile kaçırandır. Kardeşim madem havaalanına gitmek istiyorsun ayrıca, neden belirtmiyorsun ki 'uçak havaalanı' diye? Köye yaylaya çıktığında rastladığın, her biri bir Karadeniz dizi karakteri olan ninenin elini öpmek, çizgi dizi karakteri olan çocuğun yanağını ısırmaktır; onlarla bir olup artık Trabzon'a gelmediği için Cem Yılmaz'a nanik yapmaktır. Mahmut Hoca'dan çektiği kadar Trabzon'dan da çeken İnek Şaban'a bu kez başka bir tebessümle bakmaktır.

Kara bir yemiştir Trabzon, karayemiş yiyip mayhoş-garip, kara renkli bir tada bürünmüşçesine ayrılmaktır şehirden. Neyse ki bu sene memleketten getiren oldu kokulu üzümümü; Eylül’de okul var ama hayatımda öyle bir lezzet yoktu yıllardır, bir üniversiteli evladına bu kadarı da reva mıdır yahu? Bu saydığım tatlardan bihaber yaşayanlar var bir de, “nedir karayemiş, kokulu üzüm, kara lahana” diyen, onlara mahrum olduğu lezzetler için üzülmekle yetinebiliyoruz, kara kara, kokulu kokulu iç geçiriyoruz. İnan biz de hiç bilmesek daha iyiydi, canımız çektiğinde yiyemiyoruz ki! Yemiş karam, kokulu üzümüm, Fadime’m… Muhlama mı yaparsın bugün, kuymak mı döndürürsün, lahana mı sararsın bilmem ama; çok acıktım ben. Mangalda hamsi yapalım olmazsa, Hamsiköy’de sütlaç devamında, burnumda tütüyordu kaçtır Zigana… Laz’ın böreği var bir de şaka gibi, tatlıdır aslında kendisi! Oy gaygana, bir de hamsikuşu yedik miydi yaş fındık üstüne; mide, mide olamayacak artık gaybana…

Sonra yine 765 kilometrelik ve bu kez keyif veren memlekete dönüş yollarında doğadır Trabzon, doğaldır. Çam kokusu, mis! Bolu’dan çekilen bir nefes, mola yerinden denilen bir alo, ve ilerledikçe şoför amcanın teybinden yükselen melodinin değişimi. Patlat bir Kazım abi, Haydeeee… Sen yağmur ol, ben bulut, sen yağmur ol, ben bulut; Maçka’da buluşalum, Maçka’da bulu…

Değişmeyen tek değişimdir Trabzon. Şivesinden ödün vermez, kutudur, kapalıdır. Bir bakar ki İstanbullu kala kala Trabzonlu'nun yanında, haçan başlamuş bile da’lı konuşmaya da! Son derece kokoş giyimli kızların nasıl da şiveli konuşabildiğine şaşıracak ne var? 24 Şubat'ta Ankara'da da okula gitmeyi reddetmektir. Trafiği hep kilitlemek, ışıkları hiç görmemektir! Düzensizlikten tıkır tıkır işleyen bir düzen yaratabilmektir. Sinirlenince yalnızca kendi anladığın bir dilde küfredebilmek, sonra da diline kahkahalarla gülebilmektir. Zengin Mobilya'dan aradıklarında, zengin bir adam bize mobilya hediye edecek diye minnettar olan rahmetli babaannemdir. Canım, Çernobil kurbanlarından bir harika insan olan, hayatımın en büyük kaybı dedemdir; her sene mezarına gidip "maskot"unun ne kadar büyüdüğünü göstermektir. Sonra çok eski toprak olan dedemin babasının köyünde hala mutlu-mesut yaşamasını içten içe kıskanmaktır. Trabzon erkeğiyle hiç anlaşamamaktır, tabiatımız kaynaklı. Kardeşimin nedense benim yanımda sigara içememesidir. Erkek arkadaşımla elele gördüğünde köpürecek olan babamdır, karadeniz dalgasına benzer zahir. Sen daha 'sevdaluk' edecek yaşa gelmedin diyen ve annemi 17 yaşında doğuran anneannemdir, komiktir. Neyse ki benim için kaynanaların zalim devrinde gelin, gelinlerin zalim devrinde kaynana olmaktan yırtmaktır, anneannemgillerin nesliyse süperdir. Süpermarketlerin yıllardır 0 promil olduğunu yeni farketmek, yeni farkettiğine şaşırmak ama farkettiğin şeye hiç de şaşırmamaktır. Zor bela bulduktan sonra içkileri, liseli birkaç arkadaşla toplanıp ilk defa alem yapmak, ilk defa kolbastı oynamayı denemektir, ta ki yönetici kapıya dayanana kadar. Kunduracılar'da İstiklal keyfini özleyip, bir gün Uzun Sokak'ta da olabileceğini hayal etmektir. Tanjant Yolu bitti ya, gördü gözlerim, olur olur, o da olur bir gün! Yıllar vardır ki iflastı şehir Ramazan aylarında, 10 dakikalık yol saatlikti; elinizde yoksa Karadeniz pideniz, arabada açacaksınız dudak ve tırnak yiyerek, çaresiz.

Yapacaksanız dönüş yolculuğunu, özlemi gidermektir Trabzon. 4 caddesi vardır ki günler yetmez bitirmeye. Bir ‘Sokak’ hiç o kadar ‘Uzun’ olmamıştı; ‘Göl’ de. Sümela’ya mı çıksak bugün Köşk’te kahvaltıya mı, aylar oldu ben yemedim köfte Akçaabat’ta, çay içmedim Ganita’da. Almadım Gençler Çarşısı’nın oradaki satıcıdan simit nicedir… Hayır anlayamadığım şey, bu Ankara'da simit dedikleri şey tam olarak nedir? Muharrem Usta'da döner, Güloğlu'nda baklava, köşedeki hemşodan kestane de ne yenilesidir; bu yolculuk kaç kilo alıp da dönülesidir? Gidelim de nereye olursa, denize nazır olsun mümkünse bugün, tuzlu mısır yedim, susadım denize! Tad’dır pizza seviyorum, Pide'dir Çardak mutlaka uğruyorum, Maraş’tır kardeş şehrimiz, Kahraman'dır, biliyorum. Trabzon’da Maraş Caddesi’ne gidemiyorum var aylardır, sıra Maraş’taki Trabzon Caddesi’ne gelene kadar gidecek ne çok yer var yahu. Maraş'la Kunduracılar arası entel kimlikli bir ressamlar sokağı iddiasında oluşum vardır bir de, o da pek bir görülesidir. TS Club'daki bu terlik, tam benliktir. Sayamadığım kadar çok kupanın olduğu müze gezilesidir. Kemeraltını kaale alıp da hiç, gözünüzü göğe doğru dikip, o tarihi binaları gördünüz mü? Zağnos'un altındaki gecekonduları yıkıp, eski Trabzon evlerinin altından görülecek çiçekli manzaraya kavuştuğumuzda ne kadar da mükemmel olacağını hiç düşündünüz mü? Bir Beşirli şehri, bir denizin üstüne nasıl da kuruldu göz göre göre diye hayretlerden hayretlere düştünüz mü? Okulumu da pek özledim, kocaman bahçesini, tarihi binasını, denize bakan sahasını. Bir de şu Karadeniz İnsanını Sahilden Uzaklaştırma, ruhsuz projesi var ama, pek bir canımı sıkıyor her klark bakışımda. Hadi Ayasofya’ya, bahçesi güzel olmuş diye duydum. Rus Pazarı’na da gidelim, pazara gidip napalım? İncik-boncuk alalım, incik-boncuk alıp napalım, takalım takıştıralım…

Gariptir Trabzon, sıradışıdır, manyak mıdır nedir? Tek bizim havaalanında “lütfen silahınızı alınız” tabelası vardır, var mı gayrısı dünyada? Akşama oyun varmış ama görelim mutlaka, çok güzeldir Trabzon Devlet Tiyatrosu; ne ünlüler çıkardı, siz bilmezsiniz, bilseydiniz dile de getirmezdiniz. Bir de Mira diye bir Park varmış yeni, ya da Mirapark diye bir alışveriş merkezi olsa gerek gidemedim ben hala, oysa Akçaabat tam da dibimiz ya, çok büyük Trabzon çoook... Aquaparkımız bile var artık, gezdim gezdim bitiremedim ben hayallerimde de ‘büyükşehir’ Trabzon’u. Yaylası var, şenliği var, Çay Karası, Of’u var, offf… Of… Rum’u var, kendi bünyesinde bir İmparatorluk barındırabilmiş tek şehir olma ünvanı var; Trapezunta. Sonra seçimlerde gidip köyünde oy kullanan köylüsü, azimle şehri küçülttüğünü fark edemeyen Laz’ı var. Hangi imparator şehrin ilçesi ilinden daha büyük nüfusa sahip olabilirdi ki? Hangi şehir takımı için toptan bir partiye tavır alabilirdi ki? Hangi şehir 1 saat içinde takımı için binlerce kişilik eylemi hayata geçirebilirdi ki? Sanırım 99%'yle aynı takımı tutan tek şehir olsa gerek! Ya bir de hemcinsim sineklerle karşılaşsam sokaklarda hava karardıktan sonra, tam süper olacak ya!

Hadi bizim Temel patlat bir fıkra, başrol sensin canım biliyoruz doğan gereği, sempatik şey! Benim bir Alman, bir İngiliz, bir de Fransız arkadaşım var merak etme; bir de karikatürcü tanıdıklarım, kaçırtır mıyım hiç tek bir anını? Fadime'yle dillere destandır aşkınız, söylemeli türkünüzü, yanık yanık dinlemeli o zurnadan. Bir de kemençe sesi gelsin dağlardan, yanakları al al olmuş yayla kızları, al-mor kıyafetleriyle horon tepsinler. E illa ki vardır memleket sesli de bir türkücü, yoksa Volkanlar’dan Konak’ı çağırın, gelir o, pek de severim, dinlerim. ‘Feriğim, fidanım, feryadım, hey benim zizil parmak; memleket gözlüm…’. Bari ‘Fırtına’ dizisi devam ediyor muydu, arada bir memleketten hoş-sert esiyordu yahu!

Yazımı, meramımı burada bitirir; Trabzon’a ve Trabzonlu’ya selam ederim, gideceklere iyi yolculuklar dilerim. Bensiz iyi bayramlar Trabzon.

Yazıdır Trabzon, alındadır, hem nüfusta yazar, hem de uzun uzun yazdırır insana be, helal olsun! Er’dir Doğdu’dur, bu kız Trabzon’da Erdoğdu’da doğmuştur. Doğanın 3 ana rengidir. Bordo’dur, Mavi’dir, Yeşil’dir… Tüttü burnum, Trabzon’um geldi benim… Trabzon’um benim!

Berna Vural

Biranda aldı götürdü beni Trabzon'a... Yüreğine sağlık bu arkadaşın. Bu kadar güzel anlatılır, Trabzon'a duyulan özlem...

Cafer KILIÇSOY
26.05.2007, 21:34
Bordo, Mavi ve Yeşil

Farklıdır Trabzon! Başka takımlardan da benzer kullanımlar duysak da ‘doğuştan fanatik’ olagelinen ve belki de şampiyonluk görmeden ölmeyi de göze alabilen tek insandır Trabzonlu. Öyle ya bizim 3 seçeneğimiz olmadı hiç; Trabzonspor hep tekti! Uygunsuz tabii bu ölme ifadesi ya, o kadar manyakça sevdalananlar, kalbini takıma bağlayıp maç kaybedince krize koşanlar yok mu, var ne yazık ki… Tek başına futboldur Trabzon, yıllar önce kazandığı galibiyete aynı heyecanla şaşıran ve sevinen taraftardır. Tüm şehirdir her maçta, beraber atan tek yürektir! Tek takımı, memleketinin takımını, sonuna kadar tutan yürektir! Yeri geldiğinde tepki, yeri geldiğinde eşsiz destektir. Gök'tür, Deniz'dir, Karadeniz'dir. Yetiştirdiği futbolcuda ismini gösterendir. 6 kez şampiyon olup, 60 kez hayal kurmaktır. Her seferinde balığı yiyip, kılçığında tıkanmaktır. Olamadık yine şampiyon ama, biz belirledik diye avunmaktır. Tez parlayandır, tez sönendir; bu sene de şampiyonluğa oynar...

Üniversiteyi kazanmak demek, gel-git/med-cezirlerle dolu bir hayata koşmak demek olmuştur Odtülü olan Kaplanlar için. Trabzon-Ankara arası yollar bitmez, geç 13 saat geç, AŞTİ’yle vuslat da bu kadar sıkıntıya değecek olsa içim gam yemez!

Bağımlılıktır Trabzon, içindeyken çektiğini anlayamadığın afyon etkisidir. Vakfıkebir’den bir haftalık ekmek almaktır ayrılırken. Ne zaman ki çıkarsın 765 kilometrelik o yolculuğa ve tüketirsin Karadeniz’in mavisini ve yeşilini, bir sıkıntı basar içine sarı sarı. Plakalarda 61’i, mavilerde de bordoyu bulamaz olur gözlerin, bir bozkır yolculuğunda yapılabilecek en iyi şey kitap okumaktır o saatten sonra, cama bakıp hayallere dalmanın keyfi kalmıyor ki yeşilden uzak kalınca… Hem bir seçicilik oluyor ki insanda, mavinin yanındaki her bordoyu, arabanın üstündeki her 61’i algılıyor anında, Ankaraaaa’da, yoksun sen aslında ama... Haluk Levent'in Trabzon’a yazdığı şarkıyı ben Ankara’ya gönderiyorum, zira “Alışamadım Ben Bu Kente”, hala! Trabzonlu olmayana Trabzon, olana da başka bir yer asla alışılamaz olabilir mi acaba? Ha bir de, sevmeyen sevmesindir! Oysa biz bayılıyorduk bütün Fenerbahçeli'ler nezdinde, Rize'ye de... Sırf bu yüzden Fenerbahçe kafilesini Rize'de ağırlayandır, çünkü bizim 5*'lı Zorlu Grand'ımız zaten yoktu! Bu huyu kötüdür biraz ama; kindardır, unutmazdır.

Ankara başkenttir ya, bana sorarsanız hiç çekilmezdi Karadeniz'in başkentinden sonra, Odtü de olmasa! Eymir dediler gittik, ‘ahhh Uzungöl ahh’ çektik, ama ya o da olmasa? Susuz kuru bir yer burası, ben yaşayamam ki çay keyfim olmadan, yani yaşarım da eksik kalır bir yanım, neden bu kadar uzak sanki Boztepe, çıkamıyorum aklıma her vurduğunda! Boztepe’m geldi de şimdi, semaverim, tepeden limanı izleyesim, evimi manzarada arayıp bulamayasım ve o kocaman ‘TRABZON’ yazısını göresim; budur derdim… Bir de yazasım var, ancak onu yapabilirim.

Özlemdir Trabzon, özledim. Çocukluğumun geçtiği Kalepark’ta ucuz bir kola içebilmek, oyuncaklarda çılgınca dönebilmektir özlemim. Tatillerde renklerine kavuşmaktır biz Trabzonlular için; ben bu bayram gidemeyeceğim. Ne güzel renktir mavi, pek de yaraşır bordonun ve yeşilin yanına, ama en çok da Trabzon’da. Ana renklerin yanında yarattığımız hırçın, deli, fanatik, komik, kıpır, herkesin güldüğü, bizlerin gülenlerle Karadeniz’in en koca burunlu dalgasını geçtiğimiz yanımız var bir de ki; dadından yenmez. Hazır cevaptır Trabzon, Cem Yılmaz'ı bile kaçırandır. Kardeşim madem havaalanına gitmek istiyorsun ayrıca, neden belirtmiyorsun ki 'uçak havaalanı' diye? Köye yaylaya çıktığında rastladığın, her biri bir Karadeniz dizi karakteri olan ninenin elini öpmek, çizgi dizi karakteri olan çocuğun yanağını ısırmaktır; onlarla bir olup artık Trabzon'a gelmediği için Cem Yılmaz'a nanik yapmaktır. Mahmut Hoca'dan çektiği kadar Trabzon'dan da çeken İnek Şaban'a bu kez başka bir tebessümle bakmaktır.

Kara bir yemiştir Trabzon, karayemiş yiyip mayhoş-garip, kara renkli bir tada bürünmüşçesine ayrılmaktır şehirden. Neyse ki bu sene memleketten getiren oldu kokulu üzümümü; Eylül’de okul var ama hayatımda öyle bir lezzet yoktu yıllardır, bir üniversiteli evladına bu kadarı da reva mıdır yahu? Bu saydığım tatlardan bihaber yaşayanlar var bir de, “nedir karayemiş, kokulu üzüm, kara lahana” diyen, onlara mahrum olduğu lezzetler için üzülmekle yetinebiliyoruz, kara kara, kokulu kokulu iç geçiriyoruz. İnan biz de hiç bilmesek daha iyiydi, canımız çektiğinde yiyemiyoruz ki! Yemiş karam, kokulu üzümüm, Fadime’m… Muhlama mı yaparsın bugün, kuymak mı döndürürsün, lahana mı sararsın bilmem ama; çok acıktım ben. Mangalda hamsi yapalım olmazsa, Hamsiköy’de sütlaç devamında, burnumda tütüyordu kaçtır Zigana… Laz’ın böreği var bir de şaka gibi, tatlıdır aslında kendisi! Oy gaygana, bir de hamsikuşu yedik miydi yaş fındık üstüne; mide, mide olamayacak artık gaybana…

Sonra yine 765 kilometrelik ve bu kez keyif veren memlekete dönüş yollarında doğadır Trabzon, doğaldır. Çam kokusu, mis! Bolu’dan çekilen bir nefes, mola yerinden denilen bir alo, ve ilerledikçe şoför amcanın teybinden yükselen melodinin değişimi. Patlat bir Kazım abi, Haydeeee… Sen yağmur ol, ben bulut, sen yağmur ol, ben bulut; Maçka’da buluşalum, Maçka’da bulu…

Değişmeyen tek değişimdir Trabzon. Şivesinden ödün vermez, kutudur, kapalıdır. Bir bakar ki İstanbullu kala kala Trabzonlu'nun yanında, haçan başlamuş bile da’lı konuşmaya da! Son derece kokoş giyimli kızların nasıl da şiveli konuşabildiğine şaşıracak ne var? 24 Şubat'ta Ankara'da da okula gitmeyi reddetmektir. Trafiği hep kilitlemek, ışıkları hiç görmemektir! Düzensizlikten tıkır tıkır işleyen bir düzen yaratabilmektir. Sinirlenince yalnızca kendi anladığın bir dilde küfredebilmek, sonra da diline kahkahalarla gülebilmektir. Zengin Mobilya'dan aradıklarında, zengin bir adam bize mobilya hediye edecek diye minnettar olan rahmetli babaannemdir. Canım, Çernobil kurbanlarından bir harika insan olan, hayatımın en büyük kaybı dedemdir; her sene mezarına gidip "maskot"unun ne kadar büyüdüğünü göstermektir. Sonra çok eski toprak olan dedemin babasının köyünde hala mutlu-mesut yaşamasını içten içe kıskanmaktır. Trabzon erkeğiyle hiç anlaşamamaktır, tabiatımız kaynaklı. Kardeşimin nedense benim yanımda sigara içememesidir. Erkek arkadaşımla elele gördüğünde köpürecek olan babamdır, karadeniz dalgasına benzer zahir. Sen daha 'sevdaluk' edecek yaşa gelmedin diyen ve annemi 17 yaşında doğuran anneannemdir, komiktir. Neyse ki benim için kaynanaların zalim devrinde gelin, gelinlerin zalim devrinde kaynana olmaktan yırtmaktır, anneannemgillerin nesliyse süperdir. Süpermarketlerin yıllardır 0 promil olduğunu yeni farketmek, yeni farkettiğine şaşırmak ama farkettiğin şeye hiç de şaşırmamaktır. Zor bela bulduktan sonra içkileri, liseli birkaç arkadaşla toplanıp ilk defa alem yapmak, ilk defa kolbastı oynamayı denemektir, ta ki yönetici kapıya dayanana kadar. Kunduracılar'da İstiklal keyfini özleyip, bir gün Uzun Sokak'ta da olabileceğini hayal etmektir. Tanjant Yolu bitti ya, gördü gözlerim, olur olur, o da olur bir gün! Yıllar vardır ki iflastı şehir Ramazan aylarında, 10 dakikalık yol saatlikti; elinizde yoksa Karadeniz pideniz, arabada açacaksınız dudak ve tırnak yiyerek, çaresiz.

Yapacaksanız dönüş yolculuğunu, özlemi gidermektir Trabzon. 4 caddesi vardır ki günler yetmez bitirmeye. Bir ‘Sokak’ hiç o kadar ‘Uzun’ olmamıştı; ‘Göl’ de. Sümela’ya mı çıksak bugün Köşk’te kahvaltıya mı, aylar oldu ben yemedim köfte Akçaabat’ta, çay içmedim Ganita’da. Almadım Gençler Çarşısı’nın oradaki satıcıdan simit nicedir… Hayır anlayamadığım şey, bu Ankara'da simit dedikleri şey tam olarak nedir? Muharrem Usta'da döner, Güloğlu'nda baklava, köşedeki hemşodan kestane de ne yenilesidir; bu yolculuk kaç kilo alıp da dönülesidir? Gidelim de nereye olursa, denize nazır olsun mümkünse bugün, tuzlu mısır yedim, susadım denize! Tad’dır pizza seviyorum, Pide'dir Çardak mutlaka uğruyorum, Maraş’tır kardeş şehrimiz, Kahraman'dır, biliyorum. Trabzon’da Maraş Caddesi’ne gidemiyorum var aylardır, sıra Maraş’taki Trabzon Caddesi’ne gelene kadar gidecek ne çok yer var yahu. Maraş'la Kunduracılar arası entel kimlikli bir ressamlar sokağı iddiasında oluşum vardır bir de, o da pek bir görülesidir. TS Club'daki bu terlik, tam benliktir. Sayamadığım kadar çok kupanın olduğu müze gezilesidir. Kemeraltını kaale alıp da hiç, gözünüzü göğe doğru dikip, o tarihi binaları gördünüz mü? Zağnos'un altındaki gecekonduları yıkıp, eski Trabzon evlerinin altından görülecek çiçekli manzaraya kavuştuğumuzda ne kadar da mükemmel olacağını hiç düşündünüz mü? Bir Beşirli şehri, bir denizin üstüne nasıl da kuruldu göz göre göre diye hayretlerden hayretlere düştünüz mü? Okulumu da pek özledim, kocaman bahçesini, tarihi binasını, denize bakan sahasını. Bir de şu Karadeniz İnsanını Sahilden Uzaklaştırma, ruhsuz projesi var ama, pek bir canımı sıkıyor her klark bakışımda. Hadi Ayasofya’ya, bahçesi güzel olmuş diye duydum. Rus Pazarı’na da gidelim, pazara gidip napalım? İncik-boncuk alalım, incik-boncuk alıp napalım, takalım takıştıralım…

Gariptir Trabzon, sıradışıdır, manyak mıdır nedir? Tek bizim havaalanında “lütfen silahınızı alınız” tabelası vardır, var mı gayrısı dünyada? Akşama oyun varmış ama görelim mutlaka, çok güzeldir Trabzon Devlet Tiyatrosu; ne ünlüler çıkardı, siz bilmezsiniz, bilseydiniz dile de getirmezdiniz. Bir de Mira diye bir Park varmış yeni, ya da Mirapark diye bir alışveriş merkezi olsa gerek gidemedim ben hala, oysa Akçaabat tam da dibimiz ya, çok büyük Trabzon çoook... Aquaparkımız bile var artık, gezdim gezdim bitiremedim ben hayallerimde de ‘büyükşehir’ Trabzon’u. Yaylası var, şenliği var, Çay Karası, Of’u var, offf… Of… Rum’u var, kendi bünyesinde bir İmparatorluk barındırabilmiş tek şehir olma ünvanı var; Trapezunta. Sonra seçimlerde gidip köyünde oy kullanan köylüsü, azimle şehri küçülttüğünü fark edemeyen Laz’ı var. Hangi imparator şehrin ilçesi ilinden daha büyük nüfusa sahip olabilirdi ki? Hangi şehir takımı için toptan bir partiye tavır alabilirdi ki? Hangi şehir 1 saat içinde takımı için binlerce kişilik eylemi hayata geçirebilirdi ki? Sanırım 99%'yle aynı takımı tutan tek şehir olsa gerek! Ya bir de hemcinsim sineklerle karşılaşsam sokaklarda hava karardıktan sonra, tam süper olacak ya!

Hadi bizim Temel patlat bir fıkra, başrol sensin canım biliyoruz doğan gereği, sempatik şey! Benim bir Alman, bir İngiliz, bir de Fransız arkadaşım var merak etme; bir de karikatürcü tanıdıklarım, kaçırtır mıyım hiç tek bir anını? Fadime'yle dillere destandır aşkınız, söylemeli türkünüzü, yanık yanık dinlemeli o zurnadan. Bir de kemençe sesi gelsin dağlardan, yanakları al al olmuş yayla kızları, al-mor kıyafetleriyle horon tepsinler. E illa ki vardır memleket sesli de bir türkücü, yoksa Volkanlar’dan Konak’ı çağırın, gelir o, pek de severim, dinlerim. ‘Feriğim, fidanım, feryadım, hey benim zizil parmak; memleket gözlüm…’. Bari ‘Fırtına’ dizisi devam ediyor muydu, arada bir memleketten hoş-sert esiyordu yahu!

Yazımı, meramımı burada bitirir; Trabzon’a ve Trabzonlu’ya selam ederim, gideceklere iyi yolculuklar dilerim. Bensiz iyi bayramlar Trabzon.

Yazıdır Trabzon, alındadır, hem nüfusta yazar, hem de uzun uzun yazdırır insana be, helal olsun! Er’dir Doğdu’dur, bu kız Trabzon’da Erdoğdu’da doğmuştur. Doğanın 3 ana rengidir. Bordo’dur, Mavi’dir, Yeşil’dir… Tüttü burnum, Trabzon’um geldi benim… Trabzon’um benim!

Berna Vural

Biranda aldı götürdü beni Trabzon'a... Yüreğine sağlık bu arkadaşın. Bu kadar güzel anlatılır, Trabzon'a duyulan özlem...
Bu ne güzel bir yazı böyle. Yazanında buraya taşıyanında ellerine sağlık

Cafer KILIÇSOY
16.07.2007, 21:30
GİTTİN


Gittin...
Ben, arkandan sadece baktım.
Oysa; söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki...
"Gidersen iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini.
Gidersen sönecek içimdeki ateş
ve bir daha hiç kimse yakamayacak.
Gidersen karanlığa mahkum edeceksin günlerimi
O karanlıkta yolumu kaybedeceğim" diyecektim sana.
Konuşamadım...


Gittin...
Gidişini görmemek için gözlerimi kapattım
Öylesine acıdıki içim, tutup koparsalardı kolumu
bacağımı bu kadar acı duymazdım.
Acım yaş olup akmalıydı gözlerimden.
Ağlayamadım...

Gittin...
Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa
Tutkum seninle olmaktı, tutkum teninde erimek,
tutkum hayatı seninle sadece paylaşmaktı.
Anlatamadım...


Gittin...
Gidişini önlemek için tutmak vardı ellerinden
Ellerim değil miydi her dokunuşumda seni ürperten?
Ürperdin yine biliyorum.
Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini
Gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu.
Tutamadım.

Gittin...
Bir yıkım gibiydi gidişin
Sen adım adım uzaklaşırken benden
Çöküp kaldı bedenim olduğu yere
Nice terk edişlere dayanan yürek bu kez yenilmişti
Bu kadar zayıf değildim ben kalkmalıydım.
Kalkamadım...


Gittin...
Oysa geldiğin gün gideceğini biliyordum
Hazırdım gidişine,
Kaçak zamanları yaşıyorduk
Zaman bitecek ve sen gidecektin
Bense, gidişinin ertesi günü
Hayatıma kaldığım yerden yeniden başlayacaktım.
Başlayamadım...

Gittin...
Bir şey söyledin mi giderken?
"Kal" dememi istedin mi?
Son bir kez "seni seviyorum" dedin mi?
"Bekle beni döneceğim" diye umut verdin mi?
Beynim öylesine uğulduyorduki.
Duyamadım...

Gittin...
Nereye gittiğin önemli değildi
Binlerce kilometre uzakta da olsan,
iki metre ötemde de farketmiyordu.
Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu.
Kurtulmalıydım senden,
bu yokluk duygusundan kurtulmalıydım.
Kurtulamadım...


Gittin...
Unutulanların arasına katılmalıydım
Anıları bir sandığa koyup
hayatı bir yerinden yakalamalıydım.
Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim.
Yapamadım...

Gittin...
Bir okyanusun ortasında
tek küreği kaybolmuş sandalda
Dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim şimdi.
Bil ki; sevmekten vazgeçmedim seni,
Bil ki; seninle birlikte sevdanı da taşıyacağım yüreğimde,
Bil ki; seni Unutamadım...

ayse_61
16.07.2007, 21:38
girdim okulun kapısından içeri
gördüm müdürün şerrini
topladım üstümü hemence
yetti artık her sabah bu işkence

girdim sınıfa ilk ders fizik
herkes suskun herkes ezik
al tahtadakileri alabilirsen
çalış defterdekileri anlayabilirsen

2.ders matematik
herkes canlı herkes atik
alırız hemen türevi integrali
hatırlarız lise 2 yi

kapıda karşıladı bizi tuvallerin efendisi
her sabah verdik kağıt vergisi
hoca verir bir kuş sesi
biz yaparız eskizi

ulennn diye girer içeri
sanki bir fotosentez güzeli
yaz kızım krebs çemberini
kesin sesinizi disipline veririm hepinizi

çıktı sahaya edebi bir akım
yıldızlardan kurulu bir takım
attı golleri uyak uyak
nedir bu hocadaki ayak

işte böyle geçti okulda üç yıl
arada çıkar bir iki kıl
boşver aldırma sen takıl
bu geçen yılları alır mı akıl

telif hakkı: yıl 2005 BAKIRKÖY LİSESİ benim lisem :D

Cafer KILIÇSOY
16.07.2007, 22:31
GÜLE GÜLE GİT

Terkediyorsun beni bunca yıldan sonra. En küçük bir sitemim yok, endişe etme, güle güle git gideceğin yere. Hiçbir soru işareti kalmasın aklında, hiçbir üzüntü duyma. Geri dönmeyi de düşünme olur mu, seni beklerken bulamayacaksın beni. Sen terkedişinden ben kalışımdan sorumluyum, herkes kendi tercihini yaşayacak bundan böyle. Ellerini üzerimden çekişin, kendi deyiminle ''yakamdan düşüşün'' hep kendi tercihin.

Vaktin geldiğini düşünüyorsun ve terkediyorsun. Çetrefilli bir iş değil bu, önünde, sonunda, ucunda, köşesinde Bir şey aramıyorum, sadece kabulleniyorum. ''İyi bir insansın sen, seni sevmeye devam edeceğim'' cümlesinin tam zamanıdır şimdi. Durma söyle hadi, her giden bunu söyledi giderken. İyi insandan iyi sevgili olmaz bilirim. Demek ki terk edişinin asıl ve en büyük sebebi bu. Sen şimdi ''Bitmişti zaten, aramızda iletişim bile kalmamıştı'' diyeceksin de, yorma kendini. Bilirim ben terkedilmişliği. Hiçbir bahane öne sürmeden ve beni asla teselli etmeden git.

Baktığımda, bu evde sen olmayacaksın artık. Şu anda garip geliyor bu durum ama alışırım merak etme. Sen beni aylar önce terkettin. Gitmeyişin, burada benimle kalışın terketmediğin anlamına gelmez ki... Bedenin benimleyken ruhun başka yerdeydi. Farkederdim bunu da söylemezdim sana. Yüzleşemezdim bu gercekle. Bak itiraf edesim geldi, söylüyorum o zaman. Ben sana hala aşığım, terkedişin de bu gerçeği değiştirmeyecek. Yok yok kalasın, gitmekten vazgecesin diye söylemedim bunu. Sakın kararını değiştirme. Bu saatten sonra hiçbirşey ifade etmez benim için. Sen bedenini ruhunun yanında taşıyorsun şu anda. Buluşacaksınız işte.

Seninle ben bir ara ''biz'' olduysak ta sonra çekildik tekil köşelerimize. Uzaktan baktık birbirimize. Duvarlar çektik önümüze aşılmasın diye. Görüyorsun, terkediyorsun diye seni suçlu ilan etmiyorum, kendimide bunun bir parcası olarak görüyorum. Adımlarımızı birbirimize doğru atacağımız yerde başka yollarda yürüdük hep. Birlikteymişiz gibi davranıp, kendi içimizde yalnızlığımızı yaşadık. İyi halt ettik. Harcadık, bitirdik işte güzelim aşkı.

Bazı geceler aklıma geleceksin. Sana mesajlar yollayacağım örneğin. Sakın cevap verme bana. Ararsam açma telefonunu. ''Açmazsam üzülür şimdi'' diye düşünme. Ben yenilirsem zaaflarıma sakın sen yenilme. Vakit gerçekten ''tamam''dır. Terkedişin doğru alınmış bir karardır. Güle güle git yüreğimin yarası

MEHMET COŞKUNDENİZ

OYılmaz
17.07.2007, 10:54
girdim okulun kapısından içeri
gördüm müdürün şerrini
topladım üstümü hemence
yetti artık her sabah bu işkence

girdim sınıfa ilk ders fizik
herkes suskun herkes ezik
al tahtadakileri alabilirsen
çalış defterdekileri anlayabilirsen

2.ders matematik
herkes canlı herkes atik
alırız hemen türevi integrali
hatırlarız lise 2 yi

kapıda karşıladı bizi tuvallerin efendisi
her sabah verdik kağıt vergisi
hoca verir bir kuş sesi
biz yaparız eskizi

ulennn diye girer içeri
sanki bir fotosentez güzeli
yaz kızım krebs çemberini
kesin sesinizi disipline veririm hepinizi

çıktı sahaya edebi bir akım
yıldızlardan kurulu bir takım
attı golleri uyak uyak
nedir bu hocadaki ayak

işte böyle geçti okulda üç yıl
arada çıkar bir iki kıl
boşver aldırma sen takıl
bu geçen yılları alır mı akıl

telif hakkı: yıl 2005 BAKIRKÖY LİSESİ benim lisem :D

Puhahah güzel olmuş benim şiirlerim vardı hocalar hakkında aşağılayıcı şiirler :) müdürün eline geçti şiirler az daha disiplini yiyordum :D

esmertr
03.08.2007, 15:21
Yıldızları Avuçlarına Bırakmak
Ay Işığına Hasret Gözlerinden Gökyüzüne Uzanmak
Ve Denizleri Özleminin Rengine Boyamak Gibi
Yokluğuna Yakın İsteklerim Vardı Sana Dair
Oysa Şimdi Gittin.....
Ve Parçalandı Camdan Hayallerim....
Uçmaya Aç Bir Kuşun Kırık Kanatlarında Kaldı
Bize Ait Özgürlüklerim
Gittin.....:(

Sacit
03.08.2007, 20:39
herkes de şair ve yazar olmuş :D

ne yazılar var burda,gerçekten de süper yaa

ayse_61,kardeş süper bi şiir yazdın,tam içimden geçenler

Cafer KILIÇSOY
04.08.2007, 22:59
NEYDİ İÇİMDEKİ KARANLIĞIN ADI

Neydi içimdeki karanlığın adı? Her zaman içimde bir yerlerde siz görmeseniz de… İçim kararıyor… Özenle yaptığım tek şey sonumu hazırlamak…


İçimdeki karanlığı büyütüyorum herkesten gizleyerek… Uzaklaşsanız da benden, dokunmasanız da içimdeki karanlığa anlamalısınız beni, içimdekileri. Karanlık… Gittikçe büyüyorlar içimde ve ben dur diyemeyecek kadar yorgunum onlara… Katlanamıyorum size anlamıyor musunuz? Hiçbir şey sandığınız kadar kolay değil hem de hiçbir şey…


Açtığınız boşluğu saklamak için kendimden, daha büyüğünü yaratıyorum içimde… Ne alaycı biriyim aslında nede acımasız… Sadece anlıyorum çoğu şeyi hatta sizin anlamadıklarınızı bile… Bu yüzden belki de yaptıklarım, yapacaklarım


Her şeyin kurtuluşu açık aslında… Kimse yokken uçmak… Her şeyin sonu hayatın, acının, benim… Karanlık beni çağırıyor içine… Tutunacak dallarımı çoktan kırdınız… Gidiyorum… Gökyüzünde her şey farklı… Her şeyin sonu geliyor benimde…

Neydi içimdeki karanlığın adı? Ölüm mü? …

Serap
04.08.2007, 23:08
teşekkürler arkadaşlar güzel yazılar..
ne zamandır boş bıraktık buraları..duygusuzlaştım mı ne.. :D

Cafer KILIÇSOY
04.08.2007, 23:20
ERKEKLER NE DER; NE DÜŞÜNÜR

"BEN BALIĞA ÇIKIYORUM"


ÇEVİRİSİ: Ben elimde bir çubukla bütün gün sandalda oturucam, kusana kadar içicem ve denizde yüzen balıkları izleyeceğim"


2. "BU ERKEKLERİ İLGİLENDİREN BİRŞEY"

ÇEVİRİSİ: "Bunun bilinen bir mantıklı açıklaması yok, Boşuna uğrasma hiçbir mantık kalıbına sokamazsın."


3."YEMEĞE YARDIM EDİYİM Mİ?"

ÇEVİRİSİ: "Yemek neden hala masaya gelmedi?"


4. "EVET TATLIM... HAKLISIN SEVGİLİM"

ÇEVİRİSİ: Çevirisi yok.. onlar bu sözleri periodik olarak söylemeleri için şartlandırılmıştır.


5. "BUNU ANLATMAK ÇOK UZUN SÜRER"

ÇEVİRİSİ: "Bu lanet şeyin nasıl çalıştığı hakkında hiçbir fikrim yok"


6. "ELBETTE SENİ DİNLİYORDUM TATLIM;SADECE AKLIMDA BİR SÜRÜ KARMAŞIK ŞEY VAR"

ÇEVİRİSİ: "Su karşıdaki kızıl bombanın erkek arkadaşı var mı yok mu kafam ona takıldı da"


7. "SEVGİLİM BİRAZ ARA VER, SABAHTAN BERİ EVİ TEMİZLİYCEM DİYE HELAK OLDUN"

ÇEVİRİSİ: "Şu elektrikli süpürgeyi artık sustursan iyi olucak, filmin içine ettin!!"


8. "HMMM EVET ÇOK İLGİNÇ HAYATIM."

ÇEVİRİSİ: "Sen hala konuşuyor musun?"


9. "HAFIZAM PEK İYİ DEĞİLDİR BİLİYORSUN"

ÇEVİRİSİ: "American Pie'ın sözlerini hatırlıyorum, ilk öptüğüm kızın evinin yolunu hatırlıyorum, bugüne kadarki bütün arabalarımın teknik özelliklerini hatırlıyorum ama senin doğumgününü unuttum"


10. "SENİ DÜŞÜNÜYORDUM VE SANA BU GÜLLERİ GETİRDİM CANIM".

ÇEVİRİSİ: "Köşebaşında gülleri satan kız tam bir afetti"


11."ENDİŞELENME TATLIM, ALT TARAFI KÜÇÜK BİR KESİK"

ÇEVİRİSİ: "Aslında tam damarı kestim ama gebericeğimi bilsem canımın ne kadar acıdığını itiraf etmiycem"


12. "HEY, BUNU YAPMAK İÇİN NEDENLERİM VAR"

ÇEVİRİSİ: "...Ve en kısa zamanda iyi bir tane bulsam iyi olucak"


13. "HANİ NEREYE DÜŞTÜ?? BULAMIYORUM İŞTE!!"

ÇEVİRİSİ: "Yakalamak için ellerimi açtım ama yakalayamadım, dolayısıyla attığın gibi kendin bul"


14. "YİNE NE YAPTIM?"

ÇEVİRİSİ: "Yine nasıl yakaladın???"


15. "TABİİ Kİ SENİ DUYDUM TATLIM"

ÇEVİRİSİ: "Ne söylediğin hakkında hiçbir fikrim yok ve umarım dinliyormuş gibi yaptığımı anlayınca 3 saat bağırıp çağırmazsın"


16. "BİLİYORSUN GÜZELİM BEN BAŞKASINI SEVEMEM"

ÇEVİRİSİ: "Senin çığlıklarına bile zar zor alıştım ve daha kötüsüyle karşılaşma riskini göze alamam"


17. "MUHTEŞEM GÖRÜNÜYORSUN"

ÇEVİRİSİ: "Tanrım ne olur bu denediğin son elbise olsun yoksa kalp krizi geçiricem"


18. "SAKİN OL KAYBOLMUŞ FALAN DEĞİLİZ..NERDE OLDUĞUMUZU BİLİYORUM"
ÇEVİRİSİ: "Bizi kimse bulamayacak

Cafer KILIÇSOY
04.08.2007, 23:30
BEDELİNİ YÜREĞİMLE ÖDEDİĞİM EN MAHSUM GÜNAHINDIM

“ Varlığın acı veriyor olsaydı bana;
Seni ölüme sevmez,


Gelmeyeceğini bile seni beklemezdim hala.

Ben sensizlikte bile "seni yaşıyorum" sevgili... ”


Mevsim, sonbahara akarken ben de sana geliyorum. Elimde yokluğun yüreğimde suskunluğunla sana geliyorum sevgili. Ilık bir Eylül gecesi kentin yorgun kaldırımlarında tanıdık kelimeler arıyorum sevdana dair. Sana dair tek bir kelime yeterdi bana. Tek bir nefes bile gülümsemem için yeterdi bana.. Sensizlikte kanarken sol yanım, ben hep seni düşledim zembereği kırılmış zamanın avuçlarında. Seni aradım güneşin sıcak alnında, senin ellerini aradım yağmurun ıslak dualarında.


Sana gelirken toprak yağmur kokuyordu sokaklar ise yalnızlık... Sana çıkan tüm yollar arsız dikenlerle süslenmişti sanki. Ayaklarım kan revan..Bir yanım uçurum bir yanım sensizlik ama her şeye inat sana geliyorum. Hava puslu, etraf ise sensizlik .. Dikenlere aldırmadan yalınayak yürüdüm gecenin dar sokaklarında. Yüreğimle ezdim tüm engelleri, ayaklarımla öptüm yollarındaki ikiyüzlü dikenleri. Her şeye inat sana geliyorum bir elimde mevsimlerin koynundan çaldığım ılık bahar bir elimde bulutların saçlarından arakladığım rüzgar ile .. Bir ömür uzaktan sana geliyorum bir elimde bir avuç gülüş karakışlarda güneş bil diye bir elimde bir yudum umut zifiri karanlıklarda aydınlığa sımsıkı tutun diye. Sana geliyorum sevgili....


Unutmadan sevgili; gittin diye meteliksiz bir intiharın ayakuçlarına boynunu büken bir kukla olmadım hiçbir zaman. Gittiğin gün kansız ve acımasız bir ihtilalin demir kelepçeli zamanlarından kaçıp sen diye ipsiz uçurumlara sığındım. Yokluğunda kimi zaman bir çocuk gibi koynunda ağladım kimi zaman kirpiklerinden ıslak yağmurlara kaçtım. Sensizlikte her gece arsız fırtınalarına göğüs gerdim ve esrarkeş yangınları sen diye koynuma alıp yüreğimde közledim yalnızlığının ıslak çığlıklarını. Evet gittiğin gün sen kokan kelimelerim çıplak kaldı dudaklarımda. Yüreğim gözyaşına asılı kaldı gözkapaklarımda. Ama hiçbir zaman boynumu bükmedim yokluğuna. Pes etmedim sensizlikte kıyılarıma vuran hasret dalgalarına. Direndim, savaştım yalnızlığınla. Kan revan içinde kalsam da, bilmediğim fırtınalarda sensiz savaşsam da ben hiçbir zaman “ yalnızlığına “ yenilmedim sevgili....


Gittiğin günden beri tek bir kelime konuşmadık seninle. Giderken seninle gitti taze baharlarım. Yetim kaldım mevsimlerin koynunda. Gözlerindeki sıcaklığı aradım güneşin sınırsız coğrafyasında. Seni sordum memleketimden göçen turnalara. Ama bulamadım seni. Yüreğimin derinliklerinde. kaybetmiştim seni. Aldığım nefeste, hayata bıraktığım her gülüşte seni aradım. Bulamadım işte. Ucube binaların nemli duvarlarına dayanıp sana ağladım. Dudaklarımı kapatıp kelimelerimle yalnızlığına ağladım. Ama hiçbir zaman ne kadere ne de sana isyan ettim. Gittin diye hiçbir zaman suçlamadım seni. Varlığına küfürler edip arkandan beddualar savurmadım hiçbir zaman. Gitmiştin beni “ sensiz “ bırakarak. Gitmiştin aramızda yaşananları bir kibritle zamansız yakarak. Ama gittin diye hiçbir zaman unutmadım seni. Yokluğuna inat yaşattım seni. Gittin diye bir ikindi vakti kefensiz satırlara gömmedim seni. Varlığın bana hiçbir zaman acı vermedi ki ben seni gidişinle suskunluğuna gömeyim sevgili…Seni “ sen “ diye sevdim ben. Varlığına inat yokluğunda bile sevdim seni. Sana duyduğum sevgim bir günlük olsaydı eğer; seni “ sensizlikte “ bile yaşatmazdım sevgili. Seni hiçbir zaman “ acılarımın metresi ” diye sevmedim ki ben. Ben yüreğindeki sıcaklığı, tenindeki saklı baharları ve gözlerindeki ıslak gözyaşları sevdim. Seni hep " aldığım nefes " bildim. Yüreğime dokunduğun için, yarım bir adamı sevginle tamamladığın için sevdim seni...


Satırlarıma sonvermeden bilmen gereken bazı şeyler var sevdiğim. İyi dinle beni sevgili. Cümlelere değil kelimelere örülmüş anlamları iyi algıla sevgili.. Yokluğunda seni aradım yorgun gecenin gri sabahlarında. Yalnızlığında kanattım fakir kelimelerimi. Dilimde birikmiş ve bir kaç cümleyi geçmeyen itirafım var sana canım. İyi dinle beni şimdi. Sensizlikte “ seni aldattım sevgili “. Yanlış duymadın sevgili. Açık açık utanmadan sıkılmadan seni aldattığımı söylüyorum sevgili. Sensizliğin soğuk gecelerinde seni aldattım. Hem de defalarca… Başucumda bu imkansız sevdanın sevapları dururken ben seni “ günahlarınla “ aldattım sevgili. Yokluğunda kanarken tövbesi yarım kalmış günahlarınla seviştim yalnızlığının buz tutmuş yatağında. Her gece bedenimi ateşlere serip günahlarınla seviştim kan ter içinde. Közlenmiş bedenimle, terkedilmiş yüreğimle tövbesi oldum en masum günahlarının. Seni sensizlikte “ senin günahlarınla “ aldattım sevgili…Sen benden uzaklarda iken bensiz zamanlarda işleyeceğin her günaha bedenimle kefil oldum. Körpe ve filizlenmemiş acılarını satın aldım ömür defterinden. Evet, tüm günahlarını ve bensiz yaşayacağın tüm acılarını satın aldım karşılığını “ yüreğimle “ ödeyerek.


Sen bu satırları benden uzaklarda okurken ben bir kelebek edasıyla baharın ince dallarından binlerce çiçeği yüreğimin eteklerine topluyor olacağım. Bir gün Cennetin taze baharlarında buluştuğumuzda giyineceğin “ beyaz duvağı “ süslemek için en parlak yıldızları çalacağım gecenin kirpiklerinden. Sen benden “ bir ömür “ uzaklıkta yaşarken sensizlikte bile sen varmışçasına sevdana nefes alıyor olacağım. Her gece günahlarınla sevişip güneşle beraber perdelerine gelip yüzüne ilk gülümseyen ben olacağım sevgili... Sen beni unutsan da ben seni yüreğimde yaşatacağım. Uzaklarda bir yerde yaşıyor ve nefes alıyor olmanı en büyük mutluluğum bilip acılarına delicesine yanacağım. Közlenmiş yüreğimle bir sonbahar gecesi ıslak saçlarına yağacağım avuçlarımda güller ile. Gözbebeklerinden yuvarlanıp ayakuçlarına serileceğim. Gülüşlerini nefesim bilip “ sensizlikte “ bile sana yaşıyor olacağım sevgili. Adını yüreğime vurulmuş bir mühür bilip dudaklarında anılan dua olarak hep seninle nefes alacağım sevgili..


“ Sen bana “ bir ömür “ uzakken ben sana bir nefes kadar yakınım sevgili.


Gelmeyeceğini bile bile ben hala seviyorum seni. “


Gün gelecek,
Adımı unutmak zorunda kalacaksın
Puslu gecenin yorgun sabahında.
Bir kibrit çakıp yaşananlara,
Tek tek yakacasın benli hatıraları
Ömür defterinin en masum günahında.


Duvarlarında asılı takvimlerden düşen
Bir gün gibi,
Ağladığında yüreğine gömülen
Bir hüzün gibi
Yavaş yavaş eriyeceğim dudaklarında.
Ama ben sana inat,
Yokluğuna inat,
Bedenimle közleneceğim günahlarında.


Seni benden alan kadere,
Tek bir kelime etmeden
Seni içimde yaşatacağım.
Çünkü ben senin;
“ Bedelini yüreğimle ödediğim
En masum günahındım….”

esmertr
04.08.2007, 23:43
Cafer abi yazdıklarını hepsini büyük bir zevkle okuyorum.
Son yazdığına bayıldım:)

Cafer KILIÇSOY
05.08.2007, 21:26
Arkada kalmasın bu güzel yazı. Benim gibi şu an istanbulun kahrını çekenler baştan aşağı bir okusunlar.
Haa birde yan etkisi var. Birden kendinizi Trabzon otobüsünde bulabilirsiniz;):)

Yüreğine kollarına sağlık Berna Vural, ve bizimle paylaşan Erkan Abi


Bordo, Mavi ve Yeşil

Farklıdır Trabzon! Başka takımlardan da benzer kullanımlar duysak da ‘doğuştan fanatik’ olagelinen ve belki de şampiyonluk görmeden ölmeyi de göze alabilen tek insandır Trabzonlu. Öyle ya bizim 3 seçeneğimiz olmadı hiç; Trabzonspor hep tekti! Uygunsuz tabii bu ölme ifadesi ya, o kadar manyakça sevdalananlar, kalbini takıma bağlayıp maç kaybedince krize koşanlar yok mu, var ne yazık ki… Tek başına futboldur Trabzon, yıllar önce kazandığı galibiyete aynı heyecanla şaşıran ve sevinen taraftardır. Tüm şehirdir her maçta, beraber atan tek yürektir! Tek takımı, memleketinin takımını, sonuna kadar tutan yürektir! Yeri geldiğinde tepki, yeri geldiğinde eşsiz destektir. Gök'tür, Deniz'dir, Karadeniz'dir. Yetiştirdiği futbolcuda ismini gösterendir. 6 kez şampiyon olup, 60 kez hayal kurmaktır. Her seferinde balığı yiyip, kılçığında tıkanmaktır. Olamadık yine şampiyon ama, biz belirledik diye avunmaktır. Tez parlayandır, tez sönendir; bu sene de şampiyonluğa oynar...

Üniversiteyi kazanmak demek, gel-git/med-cezirlerle dolu bir hayata koşmak demek olmuştur Odtülü olan Kaplanlar için. Trabzon-Ankara arası yollar bitmez, geç 13 saat geç, AŞTİ’yle vuslat da bu kadar sıkıntıya değecek olsa içim gam yemez!

Bağımlılıktır Trabzon, içindeyken çektiğini anlayamadığın afyon etkisidir. Vakfıkebir’den bir haftalık ekmek almaktır ayrılırken. Ne zaman ki çıkarsın 765 kilometrelik o yolculuğa ve tüketirsin Karadeniz’in mavisini ve yeşilini, bir sıkıntı basar içine sarı sarı. Plakalarda 61’i, mavilerde de bordoyu bulamaz olur gözlerin, bir bozkır yolculuğunda yapılabilecek en iyi şey kitap okumaktır o saatten sonra, cama bakıp hayallere dalmanın keyfi kalmıyor ki yeşilden uzak kalınca… Hem bir seçicilik oluyor ki insanda, mavinin yanındaki her bordoyu, arabanın üstündeki her 61’i algılıyor anında, Ankaraaaa’da, yoksun sen aslında ama... Haluk Levent'in Trabzon’a yazdığı şarkıyı ben Ankara’ya gönderiyorum, zira “Alışamadım Ben Bu Kente”, hala! Trabzonlu olmayana Trabzon, olana da başka bir yer asla alışılamaz olabilir mi acaba? Ha bir de, sevmeyen sevmesindir! Oysa biz bayılıyorduk bütün Fenerbahçeli'ler nezdinde, Rize'ye de... Sırf bu yüzden Fenerbahçe kafilesini Rize'de ağırlayandır, çünkü bizim 5*'lı Zorlu Grand'ımız zaten yoktu! Bu huyu kötüdür biraz ama; kindardır, unutmazdır.

Ankara başkenttir ya, bana sorarsanız hiç çekilmezdi Karadeniz'in başkentinden sonra, Odtü de olmasa! Eymir dediler gittik, ‘ahhh Uzungöl ahh’ çektik, ama ya o da olmasa? Susuz kuru bir yer burası, ben yaşayamam ki çay keyfim olmadan, yani yaşarım da eksik kalır bir yanım, neden bu kadar uzak sanki Boztepe, çıkamıyorum aklıma her vurduğunda! Boztepe’m geldi de şimdi, semaverim, tepeden limanı izleyesim, evimi manzarada arayıp bulamayasım ve o kocaman ‘TRABZON’ yazısını göresim; budur derdim… Bir de yazasım var, ancak onu yapabilirim.

Özlemdir Trabzon, özledim. Çocukluğumun geçtiği Kalepark’ta ucuz bir kola içebilmek, oyuncaklarda çılgınca dönebilmektir özlemim. Tatillerde renklerine kavuşmaktır biz Trabzonlular için; ben bu bayram gidemeyeceğim. Ne güzel renktir mavi, pek de yaraşır bordonun ve yeşilin yanına, ama en çok da Trabzon’da. Ana renklerin yanında yarattığımız hırçın, deli, fanatik, komik, kıpır, herkesin güldüğü, bizlerin gülenlerle Karadeniz’in en koca burunlu dalgasını geçtiğimiz yanımız var bir de ki; dadından yenmez. Hazır cevaptır Trabzon, Cem Yılmaz'ı bile kaçırandır. Kardeşim madem havaalanına gitmek istiyorsun ayrıca, neden belirtmiyorsun ki 'uçak havaalanı' diye? Köye yaylaya çıktığında rastladığın, her biri bir Karadeniz dizi karakteri olan ninenin elini öpmek, çizgi dizi karakteri olan çocuğun yanağını ısırmaktır; onlarla bir olup artık Trabzon'a gelmediği için Cem Yılmaz'a nanik yapmaktır. Mahmut Hoca'dan çektiği kadar Trabzon'dan da çeken İnek Şaban'a bu kez başka bir tebessümle bakmaktır.

Kara bir yemiştir Trabzon, karayemiş yiyip mayhoş-garip, kara renkli bir tada bürünmüşçesine ayrılmaktır şehirden. Neyse ki bu sene memleketten getiren oldu kokulu üzümümü; Eylül’de okul var ama hayatımda öyle bir lezzet yoktu yıllardır, bir üniversiteli evladına bu kadarı da reva mıdır yahu? Bu saydığım tatlardan bihaber yaşayanlar var bir de, “nedir karayemiş, kokulu üzüm, kara lahana” diyen, onlara mahrum olduğu lezzetler için üzülmekle yetinebiliyoruz, kara kara, kokulu kokulu iç geçiriyoruz. İnan biz de hiç bilmesek daha iyiydi, canımız çektiğinde yiyemiyoruz ki! Yemiş karam, kokulu üzümüm, Fadime’m… Muhlama mı yaparsın bugün, kuymak mı döndürürsün, lahana mı sararsın bilmem ama; çok acıktım ben. Mangalda hamsi yapalım olmazsa, Hamsiköy’de sütlaç devamında, burnumda tütüyordu kaçtır Zigana… Laz’ın böreği var bir de şaka gibi, tatlıdır aslında kendisi! Oy gaygana, bir de hamsikuşu yedik miydi yaş fındık üstüne; mide, mide olamayacak artık gaybana…

Sonra yine 765 kilometrelik ve bu kez keyif veren memlekete dönüş yollarında doğadır Trabzon, doğaldır. Çam kokusu, mis! Bolu’dan çekilen bir nefes, mola yerinden denilen bir alo, ve ilerledikçe şoför amcanın teybinden yükselen melodinin değişimi. Patlat bir Kazım abi, Haydeeee… Sen yağmur ol, ben bulut, sen yağmur ol, ben bulut; Maçka’da buluşalum, Maçka’da bulu…

Değişmeyen tek değişimdir Trabzon. Şivesinden ödün vermez, kutudur, kapalıdır. Bir bakar ki İstanbullu kala kala Trabzonlu'nun yanında, haçan başlamuş bile da’lı konuşmaya da! Son derece kokoş giyimli kızların nasıl da şiveli konuşabildiğine şaşıracak ne var? 24 Şubat'ta Ankara'da da okula gitmeyi reddetmektir. Trafiği hep kilitlemek, ışıkları hiç görmemektir! Düzensizlikten tıkır tıkır işleyen bir düzen yaratabilmektir. Sinirlenince yalnızca kendi anladığın bir dilde küfredebilmek, sonra da diline kahkahalarla gülebilmektir. Zengin Mobilya'dan aradıklarında, zengin bir adam bize mobilya hediye edecek diye minnettar olan rahmetli babaannemdir. Canım, Çernobil kurbanlarından bir harika insan olan, hayatımın en büyük kaybı dedemdir; her sene mezarına gidip "maskot"unun ne kadar büyüdüğünü göstermektir. Sonra çok eski toprak olan dedemin babasının köyünde hala mutlu-mesut yaşamasını içten içe kıskanmaktır. Trabzon erkeğiyle hiç anlaşamamaktır, tabiatımız kaynaklı. Kardeşimin nedense benim yanımda sigara içememesidir. Erkek arkadaşımla elele gördüğünde köpürecek olan babamdır, karadeniz dalgasına benzer zahir. Sen daha 'sevdaluk' edecek yaşa gelmedin diyen ve annemi 17 yaşında doğuran anneannemdir, komiktir. Neyse ki benim için kaynanaların zalim devrinde gelin, gelinlerin zalim devrinde kaynana olmaktan yırtmaktır, anneannemgillerin nesliyse süperdir. Süpermarketlerin yıllardır 0 promil olduğunu yeni farketmek, yeni farkettiğine şaşırmak ama farkettiğin şeye hiç de şaşırmamaktır. Zor bela bulduktan sonra içkileri, liseli birkaç arkadaşla toplanıp ilk defa alem yapmak, ilk defa kolbastı oynamayı denemektir, ta ki yönetici kapıya dayanana kadar. Kunduracılar'da İstiklal keyfini özleyip, bir gün Uzun Sokak'ta da olabileceğini hayal etmektir. Tanjant Yolu bitti ya, gördü gözlerim, olur olur, o da olur bir gün! Yıllar vardır ki iflastı şehir Ramazan aylarında, 10 dakikalık yol saatlikti; elinizde yoksa Karadeniz pideniz, arabada açacaksınız dudak ve tırnak yiyerek, çaresiz.

Yapacaksanız dönüş yolculuğunu, özlemi gidermektir Trabzon. 4 caddesi vardır ki günler yetmez bitirmeye. Bir ‘Sokak’ hiç o kadar ‘Uzun’ olmamıştı; ‘Göl’ de. Sümela’ya mı çıksak bugün Köşk’te kahvaltıya mı, aylar oldu ben yemedim köfte Akçaabat’ta, çay içmedim Ganita’da. Almadım Gençler Çarşısı’nın oradaki satıcıdan simit nicedir… Hayır anlayamadığım şey, bu Ankara'da simit dedikleri şey tam olarak nedir? Muharrem Usta'da döner, Güloğlu'nda baklava, köşedeki hemşodan kestane de ne yenilesidir; bu yolculuk kaç kilo alıp da dönülesidir? Gidelim de nereye olursa, denize nazır olsun mümkünse bugün, tuzlu mısır yedim, susadım denize! Tad’dır pizza seviyorum, Pide'dir Çardak mutlaka uğruyorum, Maraş’tır kardeş şehrimiz, Kahraman'dır, biliyorum. Trabzon’da Maraş Caddesi’ne gidemiyorum var aylardır, sıra Maraş’taki Trabzon Caddesi’ne gelene kadar gidecek ne çok yer var yahu. Maraş'la Kunduracılar arası entel kimlikli bir ressamlar sokağı iddiasında oluşum vardır bir de, o da pek bir görülesidir. TS Club'daki bu terlik, tam benliktir. Sayamadığım kadar çok kupanın olduğu müze gezilesidir. Kemeraltını kaale alıp da hiç, gözünüzü göğe doğru dikip, o tarihi binaları gördünüz mü? Zağnos'un altındaki gecekonduları yıkıp, eski Trabzon evlerinin altından görülecek çiçekli manzaraya kavuştuğumuzda ne kadar da mükemmel olacağını hiç düşündünüz mü? Bir Beşirli şehri, bir denizin üstüne nasıl da kuruldu göz göre göre diye hayretlerden hayretlere düştünüz mü? Okulumu da pek özledim, kocaman bahçesini, tarihi binasını, denize bakan sahasını. Bir de şu Karadeniz İnsanını Sahilden Uzaklaştırma, ruhsuz projesi var ama, pek bir canımı sıkıyor her klark bakışımda. Hadi Ayasofya’ya, bahçesi güzel olmuş diye duydum. Rus Pazarı’na da gidelim, pazara gidip napalım? İncik-boncuk alalım, incik-boncuk alıp napalım, takalım takıştıralım…

Gariptir Trabzon, sıradışıdır, manyak mıdır nedir? Tek bizim havaalanında “lütfen silahınızı alınız” tabelası vardır, var mı gayrısı dünyada? Akşama oyun varmış ama görelim mutlaka, çok güzeldir Trabzon Devlet Tiyatrosu; ne ünlüler çıkardı, siz bilmezsiniz, bilseydiniz dile de getirmezdiniz. Bir de Mira diye bir Park varmış yeni, ya da Mirapark diye bir alışveriş merkezi olsa gerek gidemedim ben hala, oysa Akçaabat tam da dibimiz ya, çok büyük Trabzon çoook... Aquaparkımız bile var artık, gezdim gezdim bitiremedim ben hayallerimde de ‘büyükşehir’ Trabzon’u. Yaylası var, şenliği var, Çay Karası, Of’u var, offf… Of… Rum’u var, kendi bünyesinde bir İmparatorluk barındırabilmiş tek şehir olma ünvanı var; Trapezunta. Sonra seçimlerde gidip köyünde oy kullanan köylüsü, azimle şehri küçülttüğünü fark edemeyen Laz’ı var. Hangi imparator şehrin ilçesi ilinden daha büyük nüfusa sahip olabilirdi ki? Hangi şehir takımı için toptan bir partiye tavır alabilirdi ki? Hangi şehir 1 saat içinde takımı için binlerce kişilik eylemi hayata geçirebilirdi ki? Sanırım 99%'yle aynı takımı tutan tek şehir olsa gerek! Ya bir de hemcinsim sineklerle karşılaşsam sokaklarda hava karardıktan sonra, tam süper olacak ya!

Hadi bizim Temel patlat bir fıkra, başrol sensin canım biliyoruz doğan gereği, sempatik şey! Benim bir Alman, bir İngiliz, bir de Fransız arkadaşım var merak etme; bir de karikatürcü tanıdıklarım, kaçırtır mıyım hiç tek bir anını? Fadime'yle dillere destandır aşkınız, söylemeli türkünüzü, yanık yanık dinlemeli o zurnadan. Bir de kemençe sesi gelsin dağlardan, yanakları al al olmuş yayla kızları, al-mor kıyafetleriyle horon tepsinler. E illa ki vardır memleket sesli de bir türkücü, yoksa Volkanlar’dan Konak’ı çağırın, gelir o, pek de severim, dinlerim. ‘Feriğim, fidanım, feryadım, hey benim zizil parmak; memleket gözlüm…’. Bari ‘Fırtına’ dizisi devam ediyor muydu, arada bir memleketten hoş-sert esiyordu yahu!

Yazımı, meramımı burada bitirir; Trabzon’a ve Trabzonlu’ya selam ederim, gideceklere iyi yolculuklar dilerim. Bensiz iyi bayramlar Trabzon.

Yazıdır Trabzon, alındadır, hem nüfusta yazar, hem de uzun uzun yazdırır insana be, helal olsun! Er’dir Doğdu’dur, bu kız Trabzon’da Erdoğdu’da doğmuştur. Doğanın 3 ana rengidir. Bordo’dur, Mavi’dir, Yeşil’dir… Tüttü burnum, Trabzon’um geldi benim… Trabzon’um benim!

Berna Vural

Serap
09.08.2007, 20:44
Bu sana yazdığım son satırlar...

Bu dinlediğim son şarkı bizim üstümüze söylenmiş. Kilit vurdum kalbime,
umutlarıma. Ne bundan böyle sevdaya dair bir şeyler beklenebilir yüreğimden ne
de nefret edebilirim birinden. Ben hamal değilim ki; hep kahrını taşıyım ömrün;
Alın atık üzerimden hayata dair ne varsa. Alın sevdaya dair acıları, paylaşın
aranızda...

Sen sanıyorsun ki, kolay geliyor gidişin bana.. Arkanı döndüğün ilk andan
gözlerim gülecek mi yeniden sanıyorsun? Söylesene! Sen ne sanıyorsun aşkı,
sevgiyi, söylesene! Kolay olan, kaçmaksa, yalansa, vazgeçişse; ben zor olanı
seçiyorum ve Seni Hala Seviyorum.

Sen öyle san, farzet ki her şey çok kolay... Gittiğini sandığın sen, giderken
bende kalanlarını, yani seni, yani aşkı, yani bizi alamayacaksın benden.... Geri
vermeyeceğim onları, benim onlar, bana ait.

Biliyor musun, acı olan asla gidişin değil.. Belki bir gün sevmeyi öğrendiğin de
yanında ben olmayacağım.. Bir sabah gözlerini yeni doğan güne açtığında başkası
olacak yatağında.. Benim içinse sadece "sen" var olacak baktığım her yerde... Ve
işte ilk defa o gün sebepsiz ağlayacağım, o gün yaan yağmur gizlemeyecek
gözyaşlarımı. Kim bilir belki de aynadaki hayalin ilk kez asacak suratını bana
ve o sabah sensiz ve üşümüş uyanacağım!

Her şeyin bir bedeli var biliyorum ve bende bu bedeli ödüyorum. Ödediğim bedel
sensizlik, yalnızlık, aşksızlık Oysa yüreğim her şeye rağmen mutlu olmanı
diliyor....

Seni bulduğum yerden başlıyorum yürümeye.. Seni düşünüyor ve gecenin ayazında
üşüyorum.. Veda bile etmeden gidişin geliyor aklıma, sadece susuyorum..

Simab... Gümüş suyu..

Serap
09.08.2007, 20:48
Öznesiz cümleler kurmaya alışmıştım ben oysa...

Yalnızlığıma, ıssızlığıma sahip çıkmıştım onca kalabalığın arasında..

Korkularımdan korkmamayı öğreniyordum yavaş yavaş.

Hayallere düşlere sığınıp onlarla avunuyor, küçücük mutluluklara, hayata dair geçici heveslere sarılıp gülümseyebiliyordum.

Geride bırakmıştım bütün hüzünleri, ertelenmişleri, yaşanmışları, yarım kalmışları.. Yürüyordum ardıma bakmadan kendi yolumda. Geçmişin izleri bazen takılıyordu ayaklarıma bir yerlerde, ama ben aldırmadan yürüyordum işte..

Sevdaya dair hikayelerin noktasını koymuştu hayat yıllar öncesinde. Ben de çaresizce boyun eğmiştim ona.

Bence mutluydum ben kendi kendimle..

Hiç beklemediğim bir zamanda, ansızın çıktın yollarıma.

Yalan mıydın sen?
Yalan.. Bunca ısıtabilir miydi ruhumu? Bunca işler miydi sevdanı yüreğime? Geçmişin izlerini silip, doldurabilir miydi yüreğimi böylesine?

Bilseydim dinler miydim seni?
Geçmişimden koparıp, beni alıp gitmene,
İzin verir miydim?
Görseydim, eğer sonunu görseydim,
Başlamadan daha, orada dur derdim...

Bilseydim, eğer sonunu bilseydim,
"Sevme bırak" derdim,
"Sevme, uzak dur..."


Geldiğin gibi de gittin ansızın bir gün..

Sensizliğe alışmak daha zordu yalnızlığa alışmaktan.

Şimdi öznesi sensin cümlelerimin, yüklemleri yok...

Sensiz günüm zordu zaten,
Bir de sen geldin üstüne..
Yokluklarım yetmezmiş gibi,
Sen de eklendin üstüne...

Ben zaten bunları sen olmadan da yaşardım.
Ne gerek vardı sana, sensiz de yalnız kalırdım.
Ben zaten sen olmadan da ağlardım isteseydim eğer,
Ne gerek vardı sana, ne gerek vardı yokluğuna...

Serap
09.08.2007, 20:50
AŞKA AYIP OLUYOR

Gününmüz insanı aşka aşık,aşığa değil...
Aşkların kısa dönem askerlik gibi kısa sürmesinin nedeni herhalde bu...
Zaplanan aşıklar dönemi bu dönem!
Kanaldan kanala geçer gibi aşıktan aşığa geçiliyor.
Peki bu neden böyle oluyor?

ÇÜNKÜ İNSAN İNSANA SEVGİSİZ,
İNSAN İNSANA TAHAMMÜLSÜZ,
İNSAN İNSAN İÇİN FEDEKARLIK DUYGUSUNU YİTİRMİŞ,
İNSAN İNSANA KENDİNİ ADAMAKTAN KAÇIYOR.

OYSA FEDEKARLIK,ADANMIŞLIK VARSA VARDIR AŞK...

Fedekarlığın,adanmışlığın yaşamadığı yerde yaşamaz aşk...

Ne yazıkki, uğruna kendini adadığı ne bir ideali var günümüz insanının...
Ne de uğruna kendini adadığı bir aşkı...

NERDE İDEALİ,AŞKI UĞRUNA HER ŞEYDEN VAZGEÇEN DÜNÜN İNSANI...
NERDE HİÇ BİR ŞEY İÇİN, HİÇ BİR ŞEYDEN VAZGEÇMEYEN BU GÜNÜN İNSANI...

Bu günün insanı, aşkta köşe dönmeci...

Emek harcamadan yaşamak istediği gibi,emek harcamadan aşk yaşamak istiyor.

Sevmeden sevilmek, vermeden almak istiyor.

Hiç değilse, bir koyup üç almak istiyor. Bir koyup, üç alamadı mı ilişki bitiyor. İlişkiler çıkar,menfaat üzerine kurulu.

Elektriklenmeler kısa devre.

BİR GÜNLÜK ELEKTRİKLENMELER,BİR GECELİK SEVİŞMELER AŞK SANILIYOR...

SEVGİLİ BAYANLAR BAYLAR, AŞKA AYIP OLUYOR...!

Can Dündar

Serap
09.08.2007, 20:59
Hic dusundunuz mu

Ne cabuk degisiyor canlarimiz?



Herhangi biri caniniz oluyor bir anda...

''CANIM'' diyorsunuz birine; yalansiz, sicak ve icten...

Oysa o sizi cani saymiyor ve cekip gidiyor birgun ansizin....

Hersey guzel giderken, bir bakiyorsunuz hepsi yalanmis

Sizi yari yolda birakmis, cekip gitmis ''canim'' dediginiz...

Sevginizi, ona verdiginiz degeri hice sayip gitmis...

Ama yalniz gitmemis, sizden onemli bir parca da almis yanina.

Ondan olan diger yarinizi, caninizi...



Her yeni iliskide bir can daha kazaniyoruz,

Oysa bitenler de bir can aliyor caninizdan

Size kalansa her bitisin ardindan;

Bir baslangic degil asla!

Aci, huzun ve onlarin cocugu olan gozyasi

Sonusuz bir karanlik, boslugunda

kayboldugunuz...



Ve tabi size kalan diger yariniz...

Bir diger yarisi hic acimadan kesilip calinmis sizden.

Ve o kesik hic iyilesmeyecek aslinda...

Ama siz, kendinizi kandirmayi yegliiyorsunuz

Her seyi itiraf etmektense kendinize...

Cunku boylesi cok daha kolay...

Gerceklerden kaciyorsunuz

Herseyin tekrar eskisi gibi olacagini soyleyip

Avutuyorsunuz ruhunuzu...



Sizde farkindasiniz oysa,

Bir daha geri gelmeyeceginin giden canlarinizin...

Ama bu gercek urkutuyor sizi

Karanlikta kaybolan sessiz bir ciglik gibi

Kayboluyorsunuz sizde; yitik canlarinizi dusundukce...



Biliyorum

Diyeceksiniz ki, bu ne karamsarlik...

Ama hayat bu kadar karamsarken,

Aydinlik: yuzunu gostyerip, yerini hemen

karanliga birakirken, canlarimiz yiterken,

Ben nasil umut dolu siir yazabilirimki?



Belki cok klise bir soz olcak ama;

Hayatin gercekleri bunlar...

Sizde elinizde olmadan, hic farkina bile varmadan

Yeni canlar edinecek,

Ve caninizdan olacaksiniz.

Yine ve yine yarim kalacak, yine eksileceksiniz.

Kendinizi eksilten siz olacaksiniz.

Cunku buna izin veren sizsiniz...

''HOSGELDIN'' diyen siz...

Hiclige suruklenisinizi izleyeceksiniz bir koseden

Solugunuzu tutup sessizce...



Birine ''canim'' demeden once iyi dusunun...

O, caniniz olmayi hakediyormu gercekten?

Ve siz,

Bir kesige, bir parcanizin daha kopup gitmesine,

Bir candan daha olmaya hazirmisiniz?

Hadi, durmayin, gidin yeni bir can bulun kendinize,

Yeniden yarim kalin...

Soylesenize, ne cabuk degisiyor CAN'lariniz?

Sahi, sizin kac YITIK CAN'iniz var?



CAN DUNDAR

Burak Tokal
09.08.2007, 21:42
Teknik Direktör Ziya
Hasta ettin bizi ya
Azcik onurun varsa
Karar ver istifaya

Teknik Direktör Ziya
Takti ön liberoya
Nerdeyse tüm takimi
Defans sürer sahaya

Teknik Direktör Ziya
Bu senin eserin ya
Koca Trabzon sayende
Döndü rezil rüsvaya

Teknik Direktör Ziya
Herkesi küstürdün ya
Syzmek senin yüzünden
Dönmüstü Polonyaya

Teknik Direktör Ziya
Taktin sen Musampaya
Hazir degildir deyip
Almaz onu kadroya

Teknik Direktör Ziya
Engelsin Yattaraya
Seyretmedik sayende
Biz onu doya doya

Teknik Direktör Ziya
Geldin tekrar imzaya
Adam idin sen güya
Basari senle rüya

Teknik Direktör Ziya
Hep gösteris hep riya
Cok sabrettik biz sana
Ettin bizi evliya

Teknik Direktör Ziya
Sampiyonluk bir rüya
Senle bu takim ancak
Oynar ligde kalmaya

(ALINTIDIR)

Cafer KILIÇSOY
10.08.2007, 07:56
GİDEN Mİ YALNIZDIR KALAN MI?



Giden mi kalan mı yalnızdır bilinmez demiştin, gözlerimi gözlerinden ayırmak istemediğim o hüzün dolu ayrılık akşamında...
Bu ayrılık diğer ayrılıklara benzemiyordu. Sen bunu benden önce fark ettin.
Bense, hissettiğim halde görmezden geldim...
Dünyanın neresine, yaşamın hangi ücra köşesine gidersem gideyim, sensizlik bana en dayanılmaz acıları, en çekilmez hüzünleri yaşatacak ve bunları bile bile yaşamak zorunda kaldığım için, senden uzak kalmak uğruna yangına körükle gittiğim için artık alışmıştım bu iç çekişlere, bu sonsuz yalnızlığa, kabus sensizliğe...
Gözlerimin içine bakıyordun, yeni başlayan ve sanki hiç bitmeyecek olan bir özlemle...
İçimdeki fırtınaları dindirmek istiyorum gözlerinde... diye yazmıştın...
O akşam kelimeler, içindekiler, kalbine sığdırmaya uğraştığın onca yoğun duygular, bana söylemek istediğin halde bir türlü söyleyemediğin, gözlerimin içine bakarak o anlamlı bakışlarınla anlatmaya çalıştığın o kaos içinde çırpınan tüm kelimeler artık isyan ediyordu...
Senin ruhundan benim kalbime doğru hücum ediyordu hepsi, ve ben, ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmeyen, baskı altında olan insanların yaptığı gibi kıpırdayamıyor, konuşamıyor, ne olacağını düşünemiyordum...
Adeta kilitlenmiştik o anda, ve biliyorum, ikimizde aynı şeyi düşünüyor ve aklımıza takılan bu zor soruya cevap bulmaya çalışıyorduk...
Giden mi yalnızdır kalan mı?
Bu sorunun cevabını her gün, her an düşündüm sevdiğim...
Senden uzak kaldığım o işkence dolu günlerde, o uykusuz saatlerde, seni düşündüğüm, yüzünü hayal ettiğim zamanlar hep bu soru hançer gibi saplanıyordu yüreğime...
Senden çok uzaktaydım artık, günlerdir konuşmuyorduk...
Seni, benliğini o kadar özlemiştim ki, sanki baktığım her tarafta senin o vazgeçilmez yüzünü, o benliğinin açıkça yansıdığı o eşsiz yüz ifadeni görüyordum...
Ama içimden gelen alışkın olduğum o his, bana yalnız olduğunu ve bana sorduğun o sorunu cevabını senin çoktan bulduğunu, kalanın yalnız olduğunu kabullendiğini ve bedeli ne olursa olsun senin yanında olmamdan başka bir şey istemediğini söylüyordu... Ama bilirsin, içimden gelen o seslere inanmayı sevmem ben...
O hisleri yaşamımda karşılaştığım yapmacık insanlara benzetirim.
Ne olduklarını ve neler yapabileceklerini bilirim, ama asla inanmam ve güvenmem onlara...güvenmek istemem...
Sanki ben istediğim, ben düşündüğüm için iyi görünürler gözüme, ama gerçekle hiçbir alakaları yoktur...
İşte bu yüzden inanmak istemiyordum yalnız kaldığına, acı çektiğine, beni özlediğine ve ne olursa olsun beni bekleyeceğine...
Acı çektirmeyi sevmem ben, bilirsin.
Acı çekmek, yalnız kalmak ve o sessiz yalnızlıklarda içimden ismini sayıklamak, yanımda olman için umutsuzca yalvarmak bana göre...
Beni buna sen alıştırdın, ben yıllardır buna alıştım, acı çekmek artık yandaşım...
Ben bunları yaşarken aynılarını senin de yaşamanı kaldıramam.
Yalnızlığı ben yaşamalıyım, sensizliğin acılarını, isyanlarını ben çekmeliyim, tek başıma...
Sen ne kadar anlamaya çalışsan da, sensizken yaşadıklarımı asla yaşayamazsın, hissedemezsin.
Kalan değil, gidendir yalnız kalan sevdiğim...
Giden yalnızlık için, acı çekmek için, isyan etmek için bırakır gider, kalan aynılarını yaşamak zorunda kalmasın diye...
Yalnızım işte...bunu yaşayacağımı bile bile kalmadım, kalamadım yanında...
Yalnız kalmaya, sensiz olmaya, acı çekmeye ve buna ne kadar dayanabileceğimi görmeye ihtiyacım vardı.
Sensiz kalmak bana çok şey öğretti...
İlk öğrendiğim, son dakikalarımızda bana sorduğun o sorunun cevabı oldu...
Gidendir yalnız kalan sevdiğim...
Yalnız değilsin, biliyorum.
Yalnızım, görüyorsun...
İkinci öğrendiğim şey ise ben burada sensizken, mutsuzken, içimde hayata karşı hiçbir istek, hiçbir beklenti ve yaşama hırsı yokken, senin orda yalnız olmadığını ve seni düşündüğüm, seni yaşadığım kadar beni yaşamadığını çok iyi biliyorum...
Senden uzaklaşmak, sensiz yapıp yapamayacağımı görebilmek, bu korkunç yalnızlığa ne kadar tahammül edebileceğimi görmek içindi seni orda bir başına bırakıp, bu sürgün yaşamda yalnızlığı, sensizliği seçmem...
Bir gün mutlaka döneceğim, biliyorum...
Çünkü bu ölümcül yalnızlığa daha fazla dayanamayacağımın farkına vardım.
Ben burada yalnız olsam da, senin orda yalnız olmadığının ve sırf tek başına olmamak için en olmadık, sana ve ruhuna en yabancı ve bilinmez insanlarla birlikte olduğunun farkındayım.
Bütün bunlarla yüz yüze geleceğini bilerek terk ettim seni ve yola çıktım kendi yalnızlığımla...
Yalnızlığımı yaşadıkça, sensiz olduğumu hissettikçe aklıma sorduğun soru geldi, sorunun cevabını bulmaya çalıştıkça aklıma sen geldin, ve sen aklımda oldukça bu yaşadığım hayat, bu hissettiğim yalnızlık, durmadan duymazdan geldiğim o içimdeki sesler ve yalnız olanın ben olduğumu kabullenişim çığrından çıktı içimdeki fırtınalarda...
Seni, bile bile en olmadık zamanda, çok bildik bir mekanda ve ruhuna en yabancı olan insancıklarla bir başına bırakıp terk ettim...
Döneceğim seni bıraktığım o yerlere, giden ve gittiği gibi geri dönen olacağım, biliyorum...
Oysa biliyorum, kalan değil, gidendir yalnız olan...
Oysa özlediğim, biliyorsun, giden değil kalandır terk eden...
Bir de gör beni, giderken bana yazdığın yazıda, kendi gözünden ve kendi kalbinden:
“Karanlığıma gömerken seni sessiz çığlıklarım vardı içimde...korkularım, yine bana kalan yalnızlığım vardı. Zormuş; bu kadar yakın olupta uzak durmak,bu kadar uzak olupta seninle dolmak...yazmanın en iyi şey olduğunu söylerdin hep bana inan ki o bile durduramıyor içimde sana doğru akan seli...iki düşünüp bir yazıyorum her zamanki gibi öyle alışmışım ki kendimi sınırlandırmaya. gidiyorsun artık çok uzaklara,.varlığını ilk defa bu kadar derinlerde hissedip,kendimi sana açmışken gidiyorsun işte... içimdeki yerini zor fark etti benliğim, yokluğunla daha da yorulacak, belki de darmadağın olacak... gözlerimdir konuşan sadece. isyanlarımı, korkularımı, daralan zamanımı, yalnızlığımı anlattı herkese hiç kimsenin onları hiç kimsenin anlayamayacağını bildiği halde, belki de buydu onu rahatlatan... inan ki içimdeki dünyam, içinde bulunduğum dünyadan daha büyük... en büyük farkları; içimdeki... benim dünyamda herkes olması gereken yerde, hakkettiği gibi...
Gidişini düşünmek bile korkutuyor beni... Tarifi olmayan duygularımla sana uyanıyorum her sabah, Varlığınla çoğalıp yokluğunla eksiliyorum...”
Mine BAHADIR

Cafer KILIÇSOY
10.08.2007, 08:04
AŞK ve ÖNSÖZ
Karşılıklı sevginin Leyla’larda Mecnun’larda kaldığını anlamak için karşılıksız sevgi yaşamak gerekiyormuş. Birini sevmenin delice bir aşkla bağlanmanın güzelliğini yaşamak için hazan mevsimine gelmek olduğunu bilmiyordum. Meğer hayatta ne çok şey kaçırmışım...



Aşkın insanı büyüttüğünü olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu, sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini... Yine teşekkür ederim sana karşılıksız aşkım!!! Bana hayatta öğretilmeyenleri öğrettin. Hiç kimseye hissetmediklerimi hissetdirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır hiç pişman olmadım ve aşkını sonsuzluğuma saklarken bile mutluydum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim Aşkım…


Sevgiliye bu kadar serzeniş çok görülmez umarım. Evet yaşadım gördüm öğrendim. Sevgi ve aşk sadece tek kişi tarafından yaşanabiliniyor. Aşkın karşılığı yok. Bazı insanlar sadece sevmeyi bilir,karşısındaki sever mi sevmez mi hiç düşünmeden sever. Hep bekler sevecek diye ve sonunda görür ki sizi kırmamak adına hatır için kendini zorlayarak karşılık verme çabasındadır. Oysa ki herkes duygularında özgürdür ve kimse kimseyi zorla sevemez. Kırgınlık olmaz aşkta. Seviyorsan, gerçekten aşkını yüreğinde hissediyorsan bırakacaksın sevgiliyi özgürce kanat çırpsın ve nerede kiminle mutluysa
Tadına vararak yaşasın... O’nun mutluluğunu uzaktan seyrederek yaralarını sarmayı da öğrenmek gerekir...


Aşk yalnızlığı kabullenmektir...


Aşkın denklemi çözümsüz. Alışmak gerek sadece sevmeye. Sevilmeyi tatmadan da yaşamayı öğrenebilir insan. Ama birini sevmeyi birine sımsıkı bağlanmayı mutlaka yaşamalı. İşte o zaman hayatta bir yanlışlık olur...


Ve ön söz...

Seni sevdiğimi bil. Nerede olursan ol. Her zaman çok sevildiğini bil...
(Not: Bu yazı benim çektiklerimi çok iyi anlatıyor. Bana zehir olan 8 senemin özeti burda)

Serap
10.08.2007, 12:56
cafer.. :(

LazAnisT
10.08.2007, 14:34
Alıntıdır ama kimin yazdığı yazmadığı için yazamıyorum:)



TRABZONLU OLMAK NE DEMEK?

Trabzonlu olmak
Yaşamı hücrelerine dek duyumsamak demek

Trabzonlu olmak
Duygusallık demek,
Şairleri kıskandırırcasına

Trabzonlu olmak
Muhalif olmak demek,
İradenin üzerindeki toz zerresine bile!

Trabzonlu olmak
Soru işareti olmak demek, çengeli en uzun olanından

Trabzonlu olmak
Direnmek demek,
Gerektiğinde kafa tutabilmek tüm dünyaya!

Trabzonlu olmak
İsyan demek;
Kalıplara, elbiselere, düzene, tüm dayatılmışlıklara

Trabzonlu olmak
Tabanca mizaçlı olmak demek;
Sevincini, öfkesini kimselerin tahmin edemediği;
Her daim vurucu, her daim yakıcı ve delici!

Trabzonlu olmak
İnsan olmak demek kemençeden;
Çok sesli, çok renkli,
Doyulmaz tatlar yaratan, kayde atlarken:-)

Trabzonlu olmak
TRABZONSPORLU olmak demek,
Yılların ezilmişliğinin ortak sesi, yılmaz balyozu, Sıradanlığın tepesinde!

Trabzonlu olmak
Kartal olmak demek,
Konmak Boztepe’ ye, açmak kanatlarını,
Kucaklamak Karadeniz’ i...

LazAnisT
10.08.2007, 14:42
Sana bakıyorumda; türküler kadar temizsin,Böyle kal dünya senin için değişsin

kızılırmak

ilhan
10.08.2007, 17:02
Herşeye Rağmen..

Hayata hiç isyan etmeyin.
Öncelikle şunu kabul edin, hayat adil değil.
Hiçbirimiz, hiçbir canlı eşit yaratılmadı.
Başımıza gelenler de eşit değil.
Önce hayatın adil olmadığını kabul etmelisiniz.
İşine akıl erdirebildiğiniz bir Tanrı, Tanrı değildir.
"Guguk Kuşu" filminde Jack Nicholson akıl hastanesinde çok ağır bir mermer havuzu kaldırabileceğine dair diğer hastalarla iddiaya girer. Yüklenir ve havuzu kaldırmaya çalışır, kaldıramaz. Diğer hastalar onunla alay ederken bir şey söyler:
"Ben en azından denedim".
Siz gerçekten denediniz mi?
Yoksa pencereden hayatı mı seyrediyorsunuz?
Hayata Windows 98'den, Sony 72 ekrandan mı bakıyorsunuz?
Oysa hayat hepimizin avuçlarının içinde,
Kiminin nasır tutmuş parmaklarında
Kiminin boyalanmış ellerinde,
Kiminin gömleğinde ki ter kokusunda ,
Ama hayat her zaman avuçlarımızın içinde.
Nasıl istersek, neye karar verirsek hayat orada var.
Güneş, her sabah yeniden doğuyor,
Gün, her şafakta nice umutlara gebe şekilde ağarıyor ve siz,
Eğer isterseniz hayatı bir ucundan yakalama şansına sahipsiniz.
Yeter ki gülümseyin
Yeter ki bu gün benim günüm diyerek kalkın yatağınızdan...

-------------------------------------

Özür dilemenin, tesekkür etmenin ve sükretmenin "ERDEM" oldugunu,
Bu iletiyi yazan ve gönderen kisinin, hiç tanismiyor olsaniz bile sizi çok sevdigini,
ASLA UNUTMAYINIZ.
Ve Her sabah uyandiginizda
"BUGÜN YINE ÇOK GÜZELSIN HAYAT HER SEYE RAGMEN..."
demeyi ihmal etmeyiniz...



Alıntı!

Cafer KILIÇSOY
10.08.2007, 22:49
ANLAYAMADIN
Sen kendi dünyanın renkli rüyalarında yaşıyorken uçarı sevdalarda,

Düşlerle gerçeklerin ayrı dünyaların mahsulü olduğunu yaşattın bana...

Evet ayrıldık..acı bir tecrübe olsa da benim için;
Sanma ki bu yara ömür boyu kanayacak.

Sanma ki bu yürek sana teslim olacak

Sanma ki acıların koynunda tükenip bitecek…

Bir sabah uyandığımda kalbimin ağrımadığı gün,senin kahrolduğun gün olacak.

Ben seni üç ayda sevdim,bir gecede de bitirdim seni..

Hatırlarmısın? bir gece yarısı beni arayıp;

“sensiz olmanın düşüncesi girdi aklıma uyuyamadım.Ne olur böyle bir şeyin olmayacağını söyle bana” dediğin gece kalbimi alıp götürmüştün benden.

Sensiz olmayacaktım,sen dışında kimsede olmayacaktı artık dünyamda.

“Senden başka kimse istemiyorum dünyamda.Benim hayatım senin olduğun yerde”

deyişlerini anımsıyorum…

Şimdi ise yorgun yüreğim aşka burun kıvırmanla,

hiçbirşey olmamışcasına davaranışlarınla usta işkencelerde..

ama yenilmeyeceğim,boynumu eğmeyeceğim çekip gidişine..

Beynime sıktığım kurşunla bitirdim seni bitap düşmüş yüreğimde…

Sen bu gönülde doğan en büyük güneştin anlayamadın,

Ama bu gönülde batan en küçük sen sandal da yine sen oldun bunuda çok iyi anladın…

BÜNYAMİN ŞAHAN

Cafer KILIÇSOY
10.08.2007, 22:54
UNUTULMAZIM
Yıllar yılı acı çekmiştin, istemediğin bir ortamdaydın ve sana ters düştüğü halde yanlış şeyler yapmıştın. Acına, yaşam mücadelene ortak olup, yüreğimi yüreğine, ömrümü ömrüne katıp seni mutlu edecektim. Ben senden sadece sana verdiğim sevgiyi kabullenip, bu sevgiyi yaşamanı istemiştim. Yalnız seni istiyordum… Ama o kadar ters davranıyordun ki bana… Çok sevilmek bu kadar kötü müydü? Gerçekten böylesine ağır mıydı ki?

Sevgiye hasretim dediğini düşünüyorum da... Hayatıma bilmediğim anlamlar getirmiştin. Gözüm kapalı hayatımı ortaya koyduğum bir kumar oynamıştım. Ya seni kazanacaktım, ya da kendimden VAZGEÇECEKTİM. Hem seni kaybettim, hem de kendimden VAZGEÇTİM.

Var mıydı böyle kimsesiz darmadağın olmak, biçare kalmak, var mıydı? Keşke beni böyle ödüllendireceğine, hiç ödül vermeseydin. Onca yüreği senin yüreğine feda ettiğim halde, yüreğin kocaman sevdamı alabilecek kadar büyümedi…

Ben de sana büyük bir sevgiyi vermekte diretiyordum. Bu kadar direttiğim için beni bağışla…

Beni kırgınlıklarla, çelişkilerle, cevabı sende olan bir sürü soruyla ve bitmek tükenmek bilmeyen "keşke"lerle bıraktın, bana onca acı verdin ama yüreğim düşmanın olamıyor. Her gün alabildiğine yanıyor, istesem de istemesem de seni özlüyor, seni istiyor.

Yüreğimi koparıp atmak mümkün olsaydı hiç düşünmeden koparıp atardım. Ama artık kendime sözüm geçmiyor.

Başımı ellerimin arasına ne ilk ne de son alışım. İlk acım değil ama en büyükacımsın.

Bir limandayım ve senin bindiğin gemi çoktan uzaklaşıp gitti. Bunu kabullenemiyorum, zoruma gidiyor, canımı acıtıyor.

Sen yüreğimdeki hasret! Yarım kalmışlığım, unutulmazımsın…

BURCU adında biri yazmış

zigana
10.08.2007, 23:20
YOKLUĞUNDA.....

Bittiğimi zannettim.

Ya da her şey gerçekten bitti!

Dünyanın kimin için ya da ne için döndüğü

Niye nefes alıp

Ne için yaşadığım

Belkide kendim bile umrumda değil.

Kalabalıkta bile sen yoksan yanımda

YALNIZIM!

Öyle bir yalnızlık ki bu

Hiçbir şekilde karşı konulamaz

Yok edilemez!!!

Bir zehir gibi....

Panzehir ise sadece sende, sen.

Yokluğun hep ne demek olduğunu düşünürdüm.

Taki seni kaybedene kadar.

Yokluk sensiz bir benmiş.

Sensiz bir dünya.

Yanımdayken bu kadar değerli değildin.

Aslında değerli olmayan sen değil

Benim sana karşı düşüncelerim ve davranışlarımdı.

Bensiz yaşayamayacağını düşünürdüm hep.

Ama sensiz yaşayamadığımı

Bensiz yaşadığında anladım!!!!


(ben yazdım)

champions
11.08.2007, 12:55
ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,

- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya -
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı"

Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında;
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk.
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil,

Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz.

Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harâb.


Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı:

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam;
Atılan her lâğımın yaktığı: yüzlerce adam.

Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!..

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat imân?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?
Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm.


Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerir azmini tevkîf edemez sun'-ı beşer;

Bu göğüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-ı bedîim, onu çiğnetme!" dedi.

Âsım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.


Şühedâ gövdesi, baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, yâ Rab, ne Güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!..
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb.
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

"Bu, taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,

Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana...
Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana.


Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini;
Şarkın en sevgili sultânı Selâhâddîn'i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân...
Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran;

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;

Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu, şehîd isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

M.Akif ERSOY

murseltaskin
11.08.2007, 13:23
Teknik Direktör Ziya
Hasta ettin bizi ya
Azcik onurun varsa
Karar ver istifaya

Teknik Direktör Ziya
Takti ön liberoya
Nerdeyse tüm takimi
Defans sürer sahaya

Teknik Direktör Ziya
Bu senin eserin ya
Koca Trabzon sayende
Döndü rezil rüsvaya



Teknik Direktör Ziya
Herkesi küstürdün ya
Syzmek senin yüzünden
Dönmüstü Polonyaya

Teknik Direktör Ziya
Taktin sen Musampaya
Hazir degildir deyip
Almaz onu kadroya

Teknik Direktör Ziya
Engelsin Yattaraya
Seyretmedik sayende
Biz onu doya doya

Teknik Direktör Ziya
Geldin tekrar imzaya
Adam idin sen güya
Basari senle rüya

Teknik Direktör Ziya
Hep gösteris hep riya
Cok sabrettik biz sana
Ettin bizi evliya

Teknik Direktör Ziya
Sampiyonluk bir rüya
Senle bu takim ancak
Oynar ligde kalmaya

(ALINTIDIR)


çok güzel olmuş.yazanın eline sağlık

karatasof
11.08.2007, 15:12
Zaman & Sevgi
Uzun yıllar önce tüm insani duyguların yaşadığı bir ada varmış;İyimselik,Üzüntü,Bilgi...ve diğer duygular gibi Sevgi'de...
Günlerden bir gün duygulara Ada'nın batacağı bildirilmiş.Herkes gemisini hazırlayıp adayı terk etmiş,sadece sevgi son ana kadar beklemiş.
Ada batmadan önce sevgi yardım istemiş.Yanından lüks bir gemi ile geçen zenginliğe seslenmiş:
- Benide götürürmüsün?
- Yapamam,gemim ağzına kadar altın ve gümüşle dolu,senin için yerim yok.
Daha sonra ihtişamlı gemisi ile gururu görüp seslenmiş;
- Gurur rica etsem benide alırmısın?
Gurur;
-Seni alamam burda herşey o kadar kusursuz ki sen gemimi bozabilirsin.Demiş.
Sonra üzüntüyü görmüş sevgi
-Lütfen üzüntü,benide götür.Diye seslenmiş.Üzüntü
-Ohh sevgi,çok üzgünüm ve yanlız kalmalıyım.Diyerek uzaklaşmış.
Neşe yanından geçip giderken o kadar mutluymuş ki sevginin yardım seslenişini duymamış bile..
Tüm ümidini yitirmek üzere iken aniden bir ses:
-Gel sevgi seni ben götürürüm demiş yaşlı bir adam.Sevgi o kadar mutlu olmuşki karaya varıncaya kadar yanındaki ihtiyarın ismini bile soramamış.Karaya vardığında ise aniden kaybolan ihtiyarın kim olduğunu öğrenebilmek için bilgiye sormuş.
-Beni karaya getiren ihtiyarı tanıyormusun?
-Zamandı diye cevaplamış bilgi.
-Zaman mı? Peki zaman neden bana yardım etsin ki? diye sormuş sevgi.
Bilgi yanıtlamış;
'' Sadece zaman sevginin hayatta ne kadar önemli olduğunu bildiği için...''

Emirhan Makul
11.08.2007, 15:51
BUNU BEN YAZDIM BİRAZİSYAN BİRAZ ÖZLEM DOLU İNŞALLAH BEĞENİRSİNİZ



Sen İstanbul’u Tanıyor musun Trabzon?

Sen İstanbul’la hiç tanıştın mı Trabzon hiç tanıyabildin mi iç yüzünü gerçek den ben tanıdım İstanbul’u sizi tanıştırayım istersen bu koca şehirle Trabzon u koca şehirde her şey farkı her şey değişik senin kadar doğal değil inan bir kere bizim Sevda dediğimiz şeye burada aşk demişler birde herkesin diline dolamışlar biliyor musun Trabzon? Çok sıradan bir şeymiş gibi herkesin elinde bu aşk dedikleri şey istediği gibi kullanıyorlar .Trabzon burada kimse bana ballim demiyor biliyor musun hep hayvan isimleriyle çağırıyorlar aslanım koçum genç delikanlı ulan hiçbir kimse ne haber ballim demedi bana sert mizaç moda olmuş bu şehirde.Burada sokaklarda çeşme yok biliyor musun? Kimse sokak da su içmiyor suç işliyor.burada kalabalık da elin cebinde geziyorsun biliyor musun Trabzon burada malını çaldılar mı peşinden kimse koşmuyor sanki ortakmış gibi izliyor herkes sende olduğu gibi insanlar kötülere hakkını zamanında vermiyor be Trabzon.Burada herkes bir takımı tutmuyor be Trabzon herkes farklı renkler giyiniyor farklı kişiliklere bürünüyor burası senin özünden gelen insanları bile değiştiriyor Trabzon .Trabzon biliyor musun burasını artık Allah bile sevmiyor aylardır yağmur senelerdir kar bile yağmıyor yağsa da bile 1-2 saatlik yağıp bitiyor burada cehennemim provasını yapıyoruz beklide burası bir cehennem ve biz yanıyoruz .Burada döner alırken kaç gram istiyorsun diye sormuyorlar biliyor musun kaç porsiyon diyorlar her şey sabitlenmiş insanlarda dahi her şey sabit hayat monoton insanlar müzikle oynamak dan utanıyorlar biliyor muydun bunu biz böyle miydik Trabzon senin şarkın çalınca kopmaz mıydık burada kimse kolbastı bilmiyor Trabzon burası çok koca bir şehir ama bize çok dar be Trabzon bu İstanbul var ya beni çok üzüyor biliyor musun Trabzon ya İstanbul bu işte Trabzon ne sen ona gelebilirsin ne o sana gelebilir ama sen bizi ona gönderdin ya Trabzon attın ya bizi olsun be ben yinede sana kırgın değilim dirimizde olsa ölümüzde olsa yine senin kollarına geleceğim ha Trabzon son bir şey söyleyeceğim sakın İstanbul’a özendirtmeyesin içindeki hemşerilerimi tamam mı onu boş ver sen o bir cehennemin dünyadaki şubesi sense cennetin ta kendisi

Cafer KILIÇSOY
11.08.2007, 20:30
SOL YANIM
Merhaba anne,
Yine ben geldim.
Merak etme okuldan çıktımda geldim.
Annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali \"Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder\" demişti de
Onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen,
Sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte
Öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık anne sağım neresi, solum neresi
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu
Şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde
Şuram acıyor işte şuram demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
Bak şimdi söylüyorum
Şuram işte,
Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de her gün acıyor anne her gün.
Dün sabah annesi Ayşe\'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi.
Bende ağladım,
Ağladım hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi.
Düştüm dizim çok acıyor dedim.
Yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
Bugün bende saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam \"Ben bilmem ki kızım\" dedi.
Bari okula sen götür dedim.
\"kızım, iş\" dedi.
Bende banane dedim, ağladım.
\"kızım, ekmek\" dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne.
Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep \"annem beyazlara renkli çamaşır katmadan yıkıyormuş\" dedi.
Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uff babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor.
İzin verme anne ne olur toprağına el sürdürme.
Eve gidince aklıma geliyor bide bunun için ağlıyorum anne. >>
Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne her gelişimde aldığım topraklarını
Şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp başucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan,
Öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama banane kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi, nasıl anlatacağım anne.
Senin adın geçince sol yanım acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,
Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne. >>
Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim,
Anne çook...

Bedirhan Gökçe

Sacit
12.08.2007, 23:21
Nasıl unuturum Sevgilim Seni

Ölüme Götürür Hasretin Beni

Islak Mendilini Yırtık Resmini

Al Götür Sevgilim Bende Kalmasın

ayse_61
12.08.2007, 23:40
Ne güzeldi değil mi yaşadıklarımız
Artık ne sen ne de ben bulamayız o günleri
Bazen düşünüyorum da
Bende aptallık vardı diyorum
İkimizde kıymetini bilemedik gençliğimizin
Hatırlar mısın akşam olur pijamalarımızı giyerdik
Sen kokunu sürerdin oda batardı
Olmadık şeylere güler durup dururken ağlardık
Görenler deli sanırdı
Güzel havalarda sokağa çıkardık
Ama hep yağmura yakalanır,sıçana dönerdik
Sen iskambil kağıtlarından fal bakardın
İstediğin çıkmadığında sövüp kalaylardın
Ağzın bozuktu biraz
Çok

ayse_61
12.08.2007, 23:41
Ne güzeldi değil mi yaşadıklarımız
Artık ne sen ne de ben bulamayız o günleri
Bazen düşünüyorum da
Bende aptallık vardı diyorum
İkimizde kıymetini bilemedik gençliğimizin
Hatırlar mısın akşam olur pijamalarımızı giyerdik
Sen kokunu sürerdin oda batardı
Olmadık şeylere güler durup dururken ağlardık
Görenler deli sanırdı
Güzel havalarda sokağa çıkardık
Ama hep yağmura yakalanır,sıçana dönerdik
Sen iskambil kağıtlarından fal bakardın
İstediğin çıkmadığında sövüp kalaylardın
Ağzın bozuktu biraz
Çok kızardın sigara içtiğime
İçkime karışırdın
Oklavayla karşılardın beni eve geldiğimde
Az

ayse_61
13.08.2007, 14:02
Yorgun akşamlarda söylediğin şarkıları da sevmedim
Çünkü sesin çok kötüydü
Bir çiçeğe gülmeni bir güle benzemeni o kadar çok istedim ki
Ama sen gülün dikenine bile benzeyemedin, otun tekisin sen!
Ben seni hiç sevmedim ki
Seni sevsem söylerdim zaten
Hem senin nereni seviyim?
Sevilecek bi tarafın mı var
Ben seni hiç sevmedim ki
Acaba seni seven biri çıkar mı? Bilinmez..

ayse_61
13.08.2007, 14:03
Sen meni sev, men seni sevem..
Sen menin için yan..
Men senin için yanim duduşam..
Glasik eşk neyse onu yaşayah..

Ya da sevme haberin olmasın..
Men sana sevdalanıp dolaşam..
Platonik eşk neyse onu yaşayah..

Sevdada oturah, yiyah içah..
Elele olah, gan kusah..
Tombilik eşk neyse onu yaşayah..

İstersen sevdadan kendimi kesim..
Sağımı solumu doğrayım biçim..
Psikopatik eşk neyse onu yaşayah..

Eyle sevek ki gara sevda olah..
Araplara benzeyen gapgara olah..
Gara eşk neyse onu yaşayah..

Yalan söylemeyeh hep doğru diyah..
Beraber oturah beraber yiyah..
Realist eşk neyse onu yaşayah..

Birbirimize türkü söyleyah, mizildiyah..
El ele tarlalarda, bostanlarda gezah..
Romantik eşk neyse onu yaşayah..

Kediyi, gudiği sen diye sevim..
Sen de horozi, guligi men diye sev..
Sembolik eşk neyse onu yaşayah..

El ele tutuşip kendimizi elehtriga verah..
Zangir zangir tityeyah, ölmeyah..
Elektronik eşk neyse onu yaşayah..

Ahırlarda, komlarda buluşah..
Tezek agalahlarinin dibinde oturah..
Otantik eşk neyse onu yaşayah..

ayse_61
13.08.2007, 14:05
Babamı dinliyorum gözlerim kapalı
Önce bir yumruk hissediyorum hafiften
Ardından tekmeler geliyor kafama
Uçuyorum havalarda
Uzaklarda, çok uzaklarda
Annemin hiç durmayan çığlıkları
Babamı dinliyorum gözlerim kapalı


Bu dönem sınıfı geçeceğim derken
Geliyor sürü sürü kırıklar
Ahlar çekiyorum odamda
Gözümün önüne geliyor müdürün bakışları
Babamı dinliyorum gözlerim kapalı


Seri eller dolaşıyor suratımda
Cıvıl cıvıl kardeşlerim odada
Hepsi almış takdiri teşekkürü
Sırıtıyorum acı acı
Babamı dinliyorum gözlerim kapalı...

ayse_61
13.08.2007, 14:10
al fadimem gül fadimem :)
al pacino bal pacino
yanakları gül paçino
uyan uyan sabah oldu
koydum sana coppcino

Adem Erdoğan
13.08.2007, 14:13
en sonuncusu süperdi ::D

Serap
13.08.2007, 14:19
en sonuncusu süperdi ::D

bencede :D:D:D

ellerinize sağlık arkadaşlar..

Oğuuz
15.08.2007, 17:22
http://img119.imageshack.us/img119/1323/littlegirlandinvisibledql8.jpg

Köyün birinde kuraklık olmuş..Ne tarlaları canlandıracak, ne de hayvanların içebileceği bir damla su varmış..Tam bir kuraklık havası hakimmiş.

Çaresiz köylüler, çareyi Hak kapısında aramışlar..

Çoluk çocuk herkesi toplanmış, yanlarına hayvanlarını da alarak, yağmur duası için kırlara çıkmışlar..

Köyün imamı eşliğinde tövbe ve istiğfar edip Allah’tan merhamet dilemişler..

Henüz onlar ellerini indirmeden, Allah’ın inayetiyle gök gürlemeye başlamış..

Köy halkı da sağanak yağmur altında sırılsıklam olmuş..

Sadece şirin bir kız çocuğu ıslanmamış!..

Çünkü dua edince yağmurun yağacağına bir tek o, gönülden inanmış ve yanına minicik şemsiyesini almış.

ayse_61
16.08.2007, 18:40
Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen başını
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını

Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme
Bir hak için kendine, dikbaşlıdır dedirtme
Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... diye salla hemen başını
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını.

Bu güvercin eder mi atmacalarla yarış
Öğrenmeden dünyayı gezdim de karış karış
Vazgeç hak sevdasından sen de kervana karış,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen başını
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını

Unutma bu ocağın adı asiyaptır
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptır.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptır.
Sana lazım olan şey, sallayarak başını
El öpüp, etek öpüp almaktır maaşını.

ayse_61
16.08.2007, 18:44
Bayan Tipleri

Bayan Harbi Kız

Şunları Söyler : Ahh boks maçına bilet mi aldın! Harikasın beee!!!
Halk Dilinde İsimleri : Delikanlı Kız, Bacı.
Avantajları : Kafadengi, eğlenceli.
Dezavantajları : Bu tipler genellikle erkek gibi yapılı güçlü kuvvetli olurlar. Kafasını bozarsanız, hakkınızda pek hayırlı olmaz...

Bayan Cıyak Cıyak

Şunları Söyler : Seni serseeeeeeem!!!! Gel burayaaa!!! Çabuk söyle bu saate kadar nerdeydiiiiiinnnnnnnn?
Halk Dilinde İsimleri : Cadaloz, Başbelası.
Avantajları : Kendince size ilgi gösteriyor işte daha ne...
Dezavantajları : Sürekli kafanıza bişeyler fırlatır, uçan tekme savurur...

Bayan Mızmız

Şunları Söyler : Aaah başım.. ayağım.. ayyy mideme ağrı saplandı.
Halk Dilinde İsimleri : Mıymıntı, Uyuntu, Karın ağrısı.
Avantajları : Sayesinde anatomi ve tıp bilginiz gelişir.
Dezavantajları : Bulaşıcıdır!

Bayan Patron

Şunları Söyler : Çabuk kalk!! O kravat olmamış çıkar başka bir tane tak!! Saçlarını biraz kestir!! Git para kazan!
Halk Dilinde İsimleri : Çokbilmiş, Müdire Hanım, Diktatör, Terminatör!
Avantajları : Çoğunlukla doğruları söyler.
Dezavantajları : Yahu doğruları söylese ne oluuuuur, söylemese ne oluuur...

Bayan Kararsız

Şunları Söyler : Ay ben ne yapsam.. İşten ayrılsam mı.. Evi değiştirsem.. Saç rengimi değiştirsem.. Yoksa böyle iyi mi.. Ayyy ya daha kötü olursa...
Halk Dilinde İsimleri : Bayan Panik, Bayan Kriz.
Avantajları : Kolay ikna edilir, kolay sakinleştirilir.
Dezavantajları: 2 dakika sonra herşey yeniden başlar.

Bayan Vahşi

Şunları Söyler : Valla bu türün pek bilinen kalıplaşmış sözü yok, yani ne yapacakları hiç belli olmaz.
Halk Dilinde İsimleri : Çılgın.
Avantajları : Her an herşeye hazırdır.
Dezavantajları : Güvenilmezdir...

Bayan Donuk

Şunları Söyler : Ne anlıyorsun bu çizgi filmlerden, bu abuk fıkralardan, karikatürlerden? Ne çocukça şeyler bunlar..
Halk Dilinde İsimleri : Ruhsuz, Soğuk, Buz Kalıbı.
Avantajları : Hayatınızda olduğu sürece, arkadaşlarınızın sizin için endişelenmesini sağlar.
Dezavantajları : ...tabii arkadaş diye bişeyiniz kalmışsa

Bayan Rüya Kız

Şunları Söyler : Seni herşeyinle çok seviyorum benim yakışıklı, akıllı, tatlı sevgilim!
Halk Dilinde İsimleri : Kanatsız Melek
Avantajları : Eğlenceli, akıllı ve eşsiz...
Dezavantajları : Ya hiç karşınıza çıkmaz ya da karşınıza çıktığında çok geçtir.

Cafer KILIÇSOY
19.08.2007, 09:50
İNADINA....

Seni düşündükçe zamansız yağmurlar yağıyor gözlerimden
İçimde dinmeyen fırtınalar başlıyor esmeye
Sensizlik miydi içimi acıtan
Yoksa yalnızlık mı?
Anlamaya çalıştıkça yüreğimdeki diken daha da derine batıyor
Derine gittikçe durdurulamayan bir kan seli oluşuyor gözle görülmeyen
Acısını sadece benim hissetigim ama gözlerimden fışkıran
Kimsenin bilmediği, senin yalanlarının yaktığı kor bir ateş

Sana güvenmişti bu yürek
"Vazgeçilmezim oldun"demiştin
"Kimse vazgeçilmez değildir." demiştim sana.

Meleğim demiştin
Ne çok sıfat yüklemiştin bana
"Ağır geliyor bu sıfatlar" dediğimde,
"Hepsini hakediyorsun çünkü hepsi sensin" demiştin.

Rüzgarın kızı bir kasırgada kayboldu sayende...
Fırtına öncesi bir sessizlik hakimdi son gecemize
Veda edercesine bakıyordun gözlerime
Böyle bakma" dediğimde
"Ne vedası" demiştin.
Nerden bilebilirdim ki ELVEDA diyeceğini

O kadar hayal kurma demiştim sana,
Sonra hayalkırıklıkları canını yakar diye...
Zorla düşler gördürdün bana mutluluk üzerine
Sonra beni kasırganın ortasında bıraktın
Söylemiştim sana "savunmasız bir bebek gibiyim
varlığınla mutlu ederken beni yokluğunla canımı acıtma" diye...

Kasırgadan kurtuldum sen olmadan
Hiçbirşey eskisi gibi olamaz biliyorum
Ama Hayat devam ediyor, edecek de...
Bana mutlulukların yanında hüzünler de getirecek
Ve ben başım dimdik, ayakta kalacağım
İnadına inadına...

25 / 01/ 2007

H.N.E

Cafer KILIÇSOY
19.08.2007, 09:54
YAŞAYINCA ANLADIM
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...

Can YüceL

esmertr
05.09.2007, 12:04
Tıkanıp Kaldığında Hayat

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,

Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,

Dağlara dönmeli yüzünü insan.

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;

Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak....

Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, Gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,

Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,

Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;

Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip

Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;

Gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,

Değerli olabilmeli hayat!

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!

Başkasının yerine koyabilmeli kendini;

Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!

Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!

Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; Sevgisiz, soysuz kalarak!

Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...

Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...

Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;

Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu Olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!

Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, Neşesizdir kahkahaların;

Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...

Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!

Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...

Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!

Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!

Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!

Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;

Zaman bulabilsin; Bir teşekkür, bir elveda için...

Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;

Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!

Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...

Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!

Sinan Akyıldız
05.09.2007, 12:18
Karanfil Ölüleri

günler güz yanığı
sonsuza giden raylarda gümüş
kum susan çöller gibi
yalana buyruk akıyor
bıkıyor zaman...
senin maviliğinden eser yok
haki yeşil bir yaz
ve tel örgülerde
karanfil ölüleri...

bazı salak kuşlar
konduğu pencerelere tutsak
yalan yanlış konmalara zemin
haki yeşil bir yaz
hasret mavisinde karanfil ölüleri
önünden tren geçen hemzenin hayat
duran zaman
esneyen saatler
amaçsız bir bit yarışı
yürüdükçe uzayan
koştukça beton yollar
ve yollarda
karanfil ölüleri...

limanlarında denizsiz yaşanan
ezan vakti küheylan
kuşluk vakti beyinsiz bir şehir
diken biriktiren bir koleksiyoncu
ve gül kokumsuz çim bahçelerde
karanfil ölüleri...

bezgin çamurlarda
nefsi müdafadır bir tozun direnişi
kimsenin bikinisini çıkarmadığı
haki yeşil bir yaz

ve yarasına işeyen kırık haziran makamında
erotik
karanfil ölüleri...

sormadan konuşan ahmak
yalan değil gölge değil iz hiç değil
sanal bir serinliğe sığınan
çağıl çağıl bir nehir bile değil
çağlayan diliyle ırmamak
ve ırmaklarda
karanfil ölüleri...

yaprağına kırmızı
kıvrımına şarkılar
dallarına suskun bir hayat öpücüğü
ve haki yeşil bir yaz içre yazılan
sıkkın şiirlerde
karanfil ölüleri...


Yılmaz Erdoğan



Verildiyse kusura bakmayın çok beğendim bu şiirini :)

Mert M.
05.09.2007, 12:23
bi süre sonra böle mi oluyo acep :)
EVLİ ÇİFTİN DİALOĞUNDAN KESİTLERBeni seviyor musun?
- Hayır şu anda gazete okuyorum
- Ne beni sevmiyor musun
- Ben öyle bir şey demedim
- Hayır dedin
- Bak yine konuşma öğretiyorum diye kızacaksın
- Ne konuşması
- Sen şimdiki zaman kullanarak "beni seviyor musun" dedin
- Eeeeee ne olmuş
- Şimdiki zaman demek o anda yapılan işle ilgili zamandır ben gazete okurken seni nasıl seveyim

- Biliyordum zaten aynı anda iki iş yapamayacağını
- Ne ilgisi var şimdi bunun gerzeklikle
- Sana gerzek mi dedim
- İma ettin, iki işi birarada yapamaz falan gibi laf ederek
- Bunun gerzeklikle ne ilgisi var, fakat hoşuma gitti sen iki işi
birarada yapamazsın
- Sen de doğru cümle kur
- Beni gazete okumadığın, ya da gazeteni bitirdiğin zaman sevme
ihtimalin var mı
- Sevmekten kastın ne
- Sen adamı çatlatırsın
- Çatlamak isteyene ben birşey yapamam, sevmekten kastın ne onu söyle, bir çok sevme şekli var
- Ne gibi
- Aşkla sevmek,sevgiyle sevmek,şehvetle sevmek vs.vs.vs.
- Gazeteni bitirdikten sonra beni aşkla sevme ihtimalin var mı
- Nasıl aşkla
- Onun da mı çeşitleri var
- Tabii, sevgili aşkı,ilahi aşk, karşılıksız aşk vs. vs. vs.
- Gazeteni okumayı bitirdiğinde beni sevgili aşkı ile sevme
ihtimalin var mı, Allah Allah ben salak mıyım yahu basit bir soru nereye geldi. Cehenneme kadar yolun var, cevap verme istemiyorum

- Peki nasıl istersen, bana bir su verir misin
- Nasıl su istiyorsun
- Bayaaa
- Biz de bayaa su yok
- Canım saçmalama
- Ne saçmalaması,önce bir bardak mı,bir şişe mi,bir maşrapa mı su
istiyorsun onu söyle
- Bana bir bardak su verir misin
- Nasıl bardak
- Ne demek nasıl bardak
- Olur mu canım, kristal bardak var, adi cam bardak var, bira
bardağı var
- Bana bir adi cam bardak su verir misin,mahsus yapıyorsun di mi
- Niye mahsus yapayım
- Deminkinin intikamı bu galiba
- Demin ne oldu
- Beni seviyor musun diye sormuştun ya
- Ne zaman
- Demin
- Demin ne demek,kaç zaman önce anlamına geliyor
- ...................
- Niye sustun
- Düşünüyorum
- Ne düşünüyorsun
- Evliliğimiz niye bu hale geldi
- Ne hali
- Yalın hali değil tabii
- Niye gelmiş
- Senin espri yeteneğinin olmaması nedeniyle
- Sen de var mı
- Herkes çok esprili olduğumu söylüyor, geçen gün Selma
- Selma kim,o şıllık yardımcın mı
- O şıllık değil
- Şıllık değil de ne sana göz süzüp gerdan kıvırıyor benim önümde
- Kadın güzel giyinip havalı görünüyor diye kıskanıyorsun
- Ben kötü mü giyiniyorum
- Öyle demedim
- Ne dedin ya
- Off be yeter
- Off be yeter di mi
- Yeter tabii ne istiyorsun gecenin bu vakti
- Bunca yıllık evliyiz bana birkez sevdiğini söylemedin
- Söylemek şart mı
- Ne yani sessiz film oynar gibi hareketlerini mi takip edeceğim,
söylemesen nasıl anlaşılır
- Ben senin kocanım tabii ki seni seveceğim
- Nasıl yani mecbursun diye mi
- .......................
- Yine sustun, hep susarsın zaten,bir de cump yatak, ne konuşursun, ne bir fikir söylersin
- ........................
- Bir başkası varsa hayatında söyle zorluk çıkarmam
- ............
- Naci
- .......................
- Naci, Naci diyorum
- Babam uyumuş anne bağırma.

esmertr
05.09.2007, 15:58
Bir gün çok zengin bir adam oğlunu yanına alarak, insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek için bir köye götürdü.


Çok fakir bir ailenin
evinde bir gün-bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu:


"Yolculuğumuzu nasıl buldun?"


"Çok güzeldi babacığım" diye cevap verdi oğul.


"İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün değil mi?"


"Evet."


"Peki ne öğrendin ?"


"Şunu gördüm" dedi oğul:"Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına gelen bir havuzumuz var, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim terasımız ön bahçeye kadar, onların ki ise ufka kadar uzanıyor."


Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve
çocuk ekledi:

"Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğiniz için, teşekkür ederim babacığım !"

Mert M.
05.09.2007, 17:14
@esmertr
gerçekten güzel bir yazı
bayıldım :)

Cafer KILIÇSOY
05.09.2007, 17:20
HAYAT BANA YİNE YALAN SÖYLEDİ
İlk kez hesaplasıyorum kendimle
Tuhaftır kalemi kagıdı ve seni onca sevmeme ragmen
Sana ilk kez yazıyorum

simdi sen yoksun seni düsünmek var
cocukken de seni düsünürdüm her gece
Radyo dinler siir yazardım
Her carsamba pazara giderdik annemle
Babam maas aldıgında baklava yerdik
Dondurmayıda cok severdik
Ablam üc top yerdi ben iki top
Yalnızca bu yüzden kavga ederdik
Oysa hayatımın vazgecilmeziydi ablam
O'nun da yüzü hic gülmedi
Hayırsızın birine kacıp mahvetti hayatını
Aklımdan hic cıkmaz gittigi günkü karanlıklar
Hüznümü büyüttüm o günden beri
Kendimi degil
Gözlerimde hala bir cocuk aglar
Düslerimi gezdirdigim bulutlar
Bir tohumun özlemiydi cicege
Ve hala kulaklarımda annemin sesi
"Bitirsen su okulu bir ise girsen"
siirle karın doymadıgı dogruydu
"Bak Cemil okudu mühendis oldu
En güzel kızıyla evlendi Üsküdar'ın
Evinide aldı arabasınıda"
Bense baglama calardım kendi halimce
Sesim güzelmis öyle derlerdi
Nerden bilirdim hep hüzün türküleri söyleyecegimi
Hayat bana yalan söyledi...

Mektuplar yazardım Almanya'daki abime
Okulu bitirecegime söz verirdim
Masum düslerimin o en sürgün adasında
Bakısları uzaklara dalıp giden sarkılar
Ve mevsimsiz solmus bir cicek gibi
Ayaklar altında nasıl ezilirse umut
Benim de günesimi iste öyle caldılar
Öyle tutsak aldılar sevinclerimi
Sensiz gecen her günü hesabıma yazdılar
simdi öyle uzak ki cay icip simit yedigimiz o günler
Kardesine karne hediyesi
Ucurtma yaptıgım günler öyle uzak ki
Oysa sacaklarda titreyen bir sercenin
Ekmek tanesine kanat cırpması
Ve bir anne duası kadar icten sevmistim seni
Fener stadında Besiktas macı
Ve parasızlıgımız devam ederken
Bütün mavilerimi sana vermistim
Kaybetmek alnıma yazılmıs sanki
Olmadı bir tanem
Hayat bana yalan söyledi...

Babanın tayini cıkıp da gittiginiz o kıs
Yine pence yaptırmıstık ayakkabılarımıza
Sana söyleyemedim ama
İsten ayrılmıstı babam
Kapanmıstı calıstıgı lokanta
Senet zamanları daha bir cökerdi omuzları
Ve aksam trenlerinin isci yorgunluguyla
Daha bir uzardı raylar
Sitemlerim bileylenmisti hayata
Öfkeli bir yanardag isyanlara uzanmıstı
Üstelik sen de yoktun artık
Oysa yalnızca sen öpmüstün gözlerimi
Bir yanı hep eksik kalmıs cocuklugumun
Aslında her insan biraz yenikti hayata
Ve biraz küskün
Son trende kacınca son istasyondan
Öyle kalakalırdık yorgun ve üzgün
Kendime düsmanlıgım bu yüzden
Hep kendime pismanlıgım
simdi herseyim yarım
Fotografının arkasına ne yazdıgımı bile coktan unuttum
Bir silahım olsaydı
Yoksullugu sakagından
Kaybetmeyi kalbinden
Ve sensizligi alnının tam ortasından vururdum
Düzmece duygular harcım degildi
Uzak denizlerin fırtınasıydım
Karlı dagların kekligi
Yoksuldum yoksul olmasına
Ama onurluydum
simdi ne sen varsın ne o eski sevdalar
Olsun
Üstüme devrilse de bu sagır karanlık
Aksam olur sairlere gün dogar Bir kerecik söyle demistin
Söyleyememistim hani
İste simdi söylüyorum
Seviyorum seni
Seni seviyorum

Fatih-sebnem Kısaparmak

Selman
05.09.2007, 17:31
Ne kadar çok aşık var burda:D

Şiirler ve yazılar için teşekkürler arkadaşlar...

Travelair
06.09.2007, 11:00
İmkansız olan şeyler vardır bilirsin
Yaşlanmamak gibi, ölmemek gibi.
Ve seni sevmemek çigan gözlüm
Mümkün değil ki

Çıkarıp atamam içimden
Neyleyim yer etmişin bir kere.
Ne zaman elime bir kağıt alsam
Siner güzelliğin kelimelere

Yumsam gözlerimi seni seyrederim
Devamlı bir musiki kulaklarımda sesin
Mevsimler seninle başlar, seninle biter
Yıl oniki ay benimlesin

Ne zaman bir gemi görsem limanda
Alıp başımı seninle gitmek isterim.
Umurumda değil bu oyunlar, bu düzenler
Anlasana; seni arıyor ellerim.

İmkansız düşünmemek gecelerce seni
Ve sevmemek ömür boyunca, bir gün değil.
- Başka çaremiz yok, beni unut - demiştin
Mümkün değil çigan gözlüm, mümkün değil...

Ümit Yaşar Oğuzcan

esmertr
10.09.2007, 12:05
Kalıcı bir misafir olmak istemiştim gönlünde,
Acımı sevginle sarıp unutmak,
Sevincimi seninle yıldızlara haykırmak,
Özlemleri sana biriktirip,
Aşk için elimde olan tek bileti sana kullanmak istemiştim.

İsmin anıldıkça kalbimdeki minik kıpırtıları sana duyurmak,
Her ismini anışımda gözlerimdeki parıltıları görmeni istemiştim.
Yalnızlığı dost bilen kalbim seni de istemişti bir yerde...
Gözlerinde dalıp gitmek istemiştim.
seni her gün yeniden sevmeye başlarken,
Senin de senin de beni biraz olsun sevmeni istemiştim.
Gülüşünün sıcaklığında erimek istemişti gönlüm...

Cafer KILIÇSOY
11.09.2007, 07:56
Neydi seni böyle vazgecilmez yapan,
Böylesine degerli kilan?
Var olupta dokunamamakmiydi?
Benim olmamanmiydi?
Belkide özlemindi...kimbilir...
Ama insan yanibasindakini nasil olurda özler?
Bir nefes kadar yakindi bedenin bana,
Ama duygularin okyanuslar kadar uzak...
Seni gördügümde sana dokunamamak,
Yüzüne bakip seni seviyorum diye haykiramamak,
Sarilip gözyaslarimi omzuna damlatamamak,
Beni en cok acitan, bunlari yanlizca rüyalarima sigdirmak...
Belkide bunlardi seni böyle vazgecilmez yapan,
Böylesine degerli kilan...
Ben seni karsiliksiz sevdim,
Belkide seni degil seni karsiliksiz sevmeyi sevdim,
Ama sunu biliyorumki sevmekten hic vazgecmedim...
Vede gecmeyecegim...

Cafer KILIÇSOY
11.09.2007, 08:03
Hiç beklentisiz sevdiniz mi?Yani bugün telefon etmedi demeden, şu an nerede acaba diye kendi kendinizi yemeden, yaş günümü hatırlayacak mı acaba diye bir beklenti içine girmeden...sevdiniz mi hiç? Onun, size ait bir mal olmadığını kabul edip , onu özgür yaşamı ile sevmeyi denediniz mi? Yanında ki kız arkadaşına aldırmamayı öğrenip, ama aldırmıyormuş gibi yapmadan, gerçekten aldırmadan,- ''bitecekse biter , bunu ben değiştiremem , beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi'' -diye düşünüp. Onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi yıpratmaktan vazgeçe bildiniz mi hiç? Hiç beklemeden çalan bir kapıda Onu karşınız da görmek ne güzeldir bilirmisiniz?Beklemediğiniz bir anda hediye almak en sevdiğinizden.. Ve beklemeden gelen bir 'seni seviyorum 'mesajının tadına varabildiniz mi hiç? Siz istediğiniz için değil,O istiyor diye yapıldı mı tüm bunlar? Ve beklentisiz sevmemin tadına bakabildiniz mi hiç? Bugün beni hatırlamadı yerine..-''hiç beklemiyordum , senin geleceğini'' -diyebilmek ne güzeldir oysa.. Onu boğmadan, kendinizi boğmadan , sevebilmek ne güzeldir.. Sahiplenme duygusundan uzak, sevmemim ,sevilmemim tadına varabildiniz mi hiç? Yapılmamış davranışlar, söylenmemiş sevgi sözcükleri ile kendi kendimizi aşk çıkmazında kaybedeceğinize, Hiç beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu? Beklentisiz sevin..Ben beklentisiz seviyorum.. Niye aranmadım diye düşünüp kendini kendinizi yiyeceğinize hiç beklenmedik bir 'seni özledim 'mesaji ile aşk ı yakalayın.. Beklentisiz sevin.. . O sizin sevgiliniz oldu için değil.. Ona tapulu malınız gibi. Cantanız, arabanız gibi davranma hakkınız olduğunu düsünmeden. .Onu sevdiğiniz,onun da sizi sevdiği için ,sevin.. Sevgi ye karışan beklenti denen illeti hemen silin aşkın ak sayfalarından.. Göreceksiniz ki O zaman aşk başka bir güzel.. Göreceksiniz ki , O zaman sevgili daha bir romantik.. Göreceksiniz ki O zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda bıraktığı tat, Yıllanmış şarap gibi, Beklenti zehrine karışmadan bir başka döndürüyor insanın başını.. Ben beklentisiz seviyorum..Onun nerede olduğunu merak etmiyorum.. Beni bugün neden aramadı diye geçirmiyorum içimden, aramadığı zamanlar da.. Geleceğe dair hayallerimde yok zaten.. Ben sevgiyi yaşıyorum.. Onun yanımda olduğu anlar o kadar değerli ,o kadar kıymetli ki.. Gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek beklentilerle mahvetmiyoruz o anları.. Beklentisiz seviyoruz.. Sevdiğimiz için seviyoruz.. Hayalsiz,,geleceksiz,beklentisiz.. Anlık seviyoruz..

Deneyin..
Beklentisiz, sevmeyi deneyin bir gün..
Beklentilerle boğduğunuz aşklarınıza acıyacaksınız..

Cafer KILIÇSOY
11.09.2007, 08:14
KALBİMİN SAHİBİ

Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere, kalp nakli için ilan vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı.
Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yinede engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına, fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu...
"Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri, sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı
işte, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş, onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi.. Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...
Ayrılıklarından bu yana 5 bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir, her günü hüsran...Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış,kalbini kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı... Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı, bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi... En çokta saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş, koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu. Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa, kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki.. Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık...
Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu.. Ufakta olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek istemiyordu... Oysa sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi. Kendi sevgi dolu kalbinin kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile, ama acaba o paylaşmış mıydı ? Onun sevgisini silmiş atmış mıydı acaba kalbinden ? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi,
artık yaşamak istemiyordu bu dünyada.. Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti. Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler içinde derinliğe daldı...Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı.. Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...
O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. 1 hafta sonra tekrar gözlerini açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti... Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu.. Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı...Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu... Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmış, ama ameliyat kolay değil, bir aydan geçer demişti doktor.
Aylar geçmişti ama hala aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlarla.. En çokta kan kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi.
Oda genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...
Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti. Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı. Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı. Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği
sevdiğinin kokusu vardı mektupta.. Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip oturdu yavaşça...Kağıdı açtı. Ve elleri titreyerek okumaya başladı.
"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe 2 sevginin sığmayacağını bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin dahada artıyordu.. Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime, sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim...Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye..Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık... Senden çok uzaklardayım belki, ama yinede seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi bildiğimi sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi sevmemizin 6. senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarında sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak olur mu ? Çünkü göz yaşlarımla, adını yazdım ona...Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde... Unutma, kırmızı gülü de unutma olur mu ??...
Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadarda Seveceğim...
SEVGİLİN !!!

Cafer KILIÇSOY
15.09.2007, 20:28
Bir umutla cıkarsın yola önüne engeller çıkar… Şarkılar dinlersin, şiirler yazarsın ama nafile hiç biri başlayamamış bir sevginin avuntusu olamaz... Sonra düşünürsün neden olmadı neden? Hep ben mi dersin oysaki etrafına baktıgında senin gibi bir çok insan vardır. Bitti artık buraya kadar artık dersin onu görmek bile istemiyorum dersin ama bu da kendine söz verdigin bi yalandır... Ne zaman ki bir odada yalnız kalsan hemen aklına o gelir ve oturur düşünürsün acaba olsaydı nasıl olcaktı????

Gece olunca rüyanda onu görürsün sabah onunla uyanırsın ve bir kere daha hayata lanet edersin senin olmadıgı için! Ama ne zaman ki onu görsen ya da geldigini fark etsen elin ayagına dolaşır çünkü sevmişsindir bi kere, ne kadar da olmasa da baslamasa da onu görünce kalp atışlarının hızlanmasına ne sen engel olabilirsin ne de baska biri...

O hep vardır senin hayatında? Teselli etmeye çaılırsın kendini, iyiki de olmadı türünden laflar edersin ama bunlarda içini acıtmaktan başka bi işe yaramaz...

İşte böyledir karşılıksız sevmek... Gecen gündüzünle birleşir, uyumak sana uzak bir kavram olur. Sen atmışsındır ilk adımı ama o elini uzatmamıştır sana... Eger ki hala seviyorsan beklemekten baska çaren yoktur...

Cafer KILIÇSOY
15.09.2007, 20:54
Hani çetin bir kış ortasında hava birdenbire açar ve güneş pırıldar ya gökyüzünde. Birden içi ısınır insanın. Yaşama sevinci artar. Sanki çocuklaşır ruhlar. Bu doğal olay bile, insana kazanılmış bir armağan gibi gelir birdenbire.
Ben de ruhumda yaşadığım çetin bir kış ortasında tanıdım onu. Kışa direnecek gücüm bile kalmamıştı o sıralar. Direnmekte istemiyordum zaten. Umutsuz ve güçsüzdüm.
İşte o günlerde güneş gibi açıverdi ruhumda. Her yanımı ısıttı. Kışı bile sevdim onu getirdiği için neredeyse. O bir armağandı bana sanki. Sıcacıktı, içtendi, gülünce gözlerinde ormanların en güzel yeşilini görüyordum. Zaten o da hep gülüyordu. Güldükçe de ısıtıyordu.
Yeşilin bu kadar güzel olduğunu onun gözlerinden, gülümsemenin bir insan yüzüne bu kadar yakıştığını da ondan öğrendim.
Pırıl pırıl bir kalp taşıyor ve her şeyi herkesi bu küçücük kalbine sığdırıyordu. Bu kadar sevgiyi, yaşama sevincini minik kalbine nasıl sığdırdığına şaşar kalırdım. Belki biraz da gıpta ederdim doğrusu. Çünkü ben insanlara güvenimi ve sevgimi çoktan kaybetmiştim. Onun gibi sevmekten vazgeçeli yıllar olmuştu ama yine de arıyordum o günlerimi. Ama güvenme ve sevme yetimi çoktan yitirmiştim. Arasam da faydasızdı. Kalbimin anahtarını çoktan atmıştım denizlere.
O anahtarı denizlerin dibinden bulup çıkardım. Kalbimi açıp o güzel insanı en güzel köşesine yerleştirdim. Sonra sandığı kapatıp yine anahtarını attım denizlere. Belki de aşkların en temizi ve en güzeliydi. Dosttuk, can yoldaşı olduk. Sırdaş olduk, Ama birbirimize hiç saygısız olmadık, her şey o kadar güzeldi ki. Böyle bir duyguyu hiç yaşamamıştım. Pek az insana nasip olacak pırıl pırıl bu sevgiyi doyasıya yaşamak istedim ve yitirmemek için de çok dikkatli davrandım. Kendimi o insanın babası, sırdaşı, saklambaç oynadığı mahalle arkadaşı gibi hissetmek o kadar güzel bir duyguydu ki hiçbir şeye değişilmezdi. Aşkların belki de en güzeliydi.
Buraya kadar anlattıklarım size ne kadar güzel geliyor değil mi? Bana da öyle gelmişti. Ama benim unuttuğum bir şey vardı. Üstelik unuttuğum bu şey çok da önemliydi.
Unuttuğum şey bu sevginin sadece tek kişilik bir oyun olduğu idi. Her şey tek taraflıydı ve ben sadece kendimi kandırıyordum. Bunu farkettiğimde ise artık çok geçti. Sevmiştim bir kere. Sevgime sahip çıkmak ve çaba göstermek istedim ama olmadı. Yaşadığım benzersiz ve yoğun duygularımın dipsiz kuyularda kaybolup gittiğini gördüm ve kahroldum.

Şimdi soruyorum sizlere;
Neden kovalayınca kaçar, kaçtıkça kovalanır insan ruhu? Neden katkısız, pırıl pırıl sevgiler bu devirde itibar görmez de atılıverir çöp kutularına? Neden sahte ve sömürüye dayalı ilişkiler daha bir tatlı gelir bazılarına? Neden iyi olmanın ve iyi düşünmenin cezasız kalmadığı pek görülmez.
Ruhlarımız sevmeyi unutmuş, dillerimiz sevdiğini söylemeyi. Kalpler öylesine buz tutmuş ki hiçbir sevginin ateşi bile eritemiyor o buzları. Biz sevmeyi çoktan unutmuşuz galiba. Ama en acısı sevenlerimizi incitmemeyi unutmuşuz. Plastik aşkların, sabun köpüğünden sevgilerin egemen olduğunu görmek ne acı.
Şimdi geriye bakıyorum da yine de diyorum ki;
Olsun be… Her şey o kadar güzeldi ki? İyi ki kalbimi açmışım da yaşamışım bu denli saf duyguları. Sonuç düş kırıklığı olsa da her şey çok güzeldi.
Bugünkü aklım olsaydı yine aynı şeyleri yaşamak isterdim. İnsan akıllanmıyor demek ki. Bir yanı hep çocuk kalıyor.
Tek taraflı da olsa sevmek çok güzel be dostlar.

Cafer KILIÇSOY
17.09.2007, 20:43
Her gidişine ayrı anlam yüklüyorum, yapma ALLAH aşkına!
Ya hep kal benimle söz etme gidişlerden, ya da silinsin isminde cisminde…
Oynama benimle, dengemi bozuyorsun.
Aşkı yaşayacak yürek bırakmıyorsun insanda, böyle değildin sen…

Bittiyse heyecanın bileyim ben de. “Seni çok seviyorum” diye başlayan ve “Ama…” ile devam eden cümleleri duymaktan bıktım.
Seviyorsan seviyorsundur, aması olmaz bu işin.
Üstelik bir cümlede “Ama” varsa bir önceki yargının hiçbir hükmü yoktur artık.
“Seni çok seviyorum; ama, birlikte olmamız imkansız…” Imkansız diyebiliyorsan eğer sevmiyorsun demektir.bahanelerin arkasına sığınma.
Insanların hayatına sorgusuz sualsiz girip, darmadağın eden, sonrada hiçbir şey söylemeden gitmeye çalışanlardan nefret ediyorum.
Böyle misin sende? Gerçekten gitmek mi istiyorsun? Yürekli ol biraz, haydi konuş. Söyle gitmek istediğini.
iki çift sözü hak etmedi mi bu aşk?
Yaşanan bunca şeylere hiç mi saygın yok?

Ah ben, niye yanılıyorum ben? Niye ta “Işte bu” dediklerim sömürüyor aşkımı?
Biraz daha mı katı olmalıyım? Biraz daha mı kapalı tutmalıyım kapılarımı?
Bazen bu dünyadan olmadığımı düşünüyorum.
Bu devrin adamı değilim ben.Oyun çeviremiyorum, hesap yapamıyorum.
bana ait olmayan kişiliklere bürünüp bir plan dahilinde hareket edemiyorum.
Insanız biliyorum, hepimizin zaafları var, hepimiz egolarımıza boyun eğemiyoruz.
Iyi de hep beni mi bulacak bunlar?

Hiçbir kaygıya yer vermeden, hiçbir hesabı düşünmeden açsaydın bana yüreğini işte o zaman görürdün bir aşkın nasıl bir efsaneye dönüşebileceğini.
Sen gözlerini kapıyorsun, başka hiç kimseye bakmıyorsun.her şey senin çevrende şekillenmeli, her şey sana göre düzenlenmeli.
beceremiyorum, kusura bakma.
Aşk tam teslimiyet ister.
Kendini aşkın kollarına ya bırakırsın Ya da bırakmazsın. “Bir yanım dışarıda kalsın” dediğin noktada aşkı boğarsın.Yok edersin o güzelim duyguyu.
bu yüzden hep cesurların işidir aşk.
Kaçışları, yalanları, aptalca oyunları kabul etmez.
Aşk; saf, duru insanları sever.Kafasında bin bir tilki dönenler aşkı yaşayamaz.Isteseler de yaşayamazlar.
Arınmalısın.En saf, en duru haline dönmelisin ki yaşayabilesin aşkı.
Kısacası sevgilim, sana göre değil bu iş.
Senin yolun açık olsun, bırak aşk bana kalsın…
MEHMET COŞKUNDENİZ

Kalemine sağlık MEHMET COŞKUNDENİZ.
Yaşadıklarıma tercüman oldun

antagonist
20.09.2007, 22:46
Düzenlenmiştir...

m@rdi
28.09.2007, 22:52
Mutluluğun sırrı: Anladın sen onu!31.07.2007
Toplanın, mutluluğun sırrını veriyorum!

Bir kere şu ortaya çıktı: Para, mutluluk getirmiyor kardeşim! Modern dünya, sadece ’daha zenginlerin’, ’daha az zenginlerden’ biraz daha mesut olduğunu, bu saadetin de ’üstünlük’ hissinden kaynaklandığını ve uzun sürmediğini keşfetti! Psikologlar ’mutluluk’ konusuna takmış durumdalar. Temel ihtiyaçları karşılandığı sürece, daha fazla para ekstra bir mutluluk getirmiyor. Peki kim, niye mutlu oluyor? Time dergisinin son sayısı, birçok bilim adamının bu konuda yaptığı araştırmalardan çıkan ilginç sonuçları konu alıyor.

Mutluluk, bizim sandığımız etkenlerden çoğuyla hiç bağlantılı değil! Para? Hiç alakası yok! Eğitim? Hiç etkisi yok! Zekâ? Aynı şekilde! Gençlik? Bilakis! Yaşlıların hayattan gençlere göre daha çok zevk aldıkları ve depresyona daha az meyilli oldukları kanıtlanmış! Evlilik? Araştırmalara göre, evli insanlar bekârlara göre biraz daha mutlu olsa da, bunun sebebi zaten mutlu olmaya meyilli insanların evlilikleri daha kolay yürütmesiyle ilgili olabilir! Güneşli havalar? Hayır! Amerika’nın bol yağmurlu bölgelerinde yaşayanların Kaliforniyalılara göre daha depresif olmadığı kanıtlanmış!

ARKADAŞLAR EN İYİ İLAÇ
O zaman insanları mutlu eden ne? Bulgulara göre dini inanç insanların mutluluğunu artıran önemli bir etkenmiş. İnanan insanlar zorluklara karşı daha kolay göğüs geriyor ve daha iyimser oluyorlarmış. Arkadaşlar, mutsuzluğa karşı müthiş bir ilaçmış! Ahbapları, dostları, aileleri ve çevreleriyle daha yakın ve sık ilişki kuran insanlar karamsarlıktan uzak kalmak için en etkili formülü bulmuşlar. Bu arada, mutlu olmak için bir grup psikoloğun kullandığı ’gün inşa etme’ metodundan bahsetmek lazım. Denekler bir gün önce dakika dakika ne yaptıklarını hatırlayıp, bu aktivitenin onların açısından mutluluk düzeyini birden yediye kadar işaretliyorlar. Bu test 900 Teksaslı kadında uygulanıyor. Sonuçlar ilginç... Bu hanımlar için en çok mutluluk veren ilk beş aktivite, seks, arkadaşlarla sosyalleşme, evde yatıp gevşeme, dua etme ve yemek yeme! Bunları spor yapma ve televizyon seyretme takip ediyor!

Tuhaf ama ’çocuklarla ilgilenmek’ listenin en altlarında, ev işinin bir sıra üstünde yer alıyor! Çoğu insanın hayatında mutluluğunun kaynağı olarak gördüğü çocukların, günlük hayatın mutsuzluk sebeplerinden biri olması ilginç! Demek ki, mutlu ettiğini sandığınız her şey mutlu etmiyor! Ancak, günlük hayatta insanı sinirlendiren, geren, mutsuz eden ufak tefek olaylar, hayatın genelinde mutluluk kaynağı olabilirmiş! Sürekli şikayet ettiğiniz stresli işiniz, hayatınızın en önemli rengi olabilir örneğin. Psikologların bu konuyla ilgili edindiği farklı bir bulgu da: "Sonların gücü"! Sözgelimi, sizi çok mutlu eden bir ilişki, son bir haftasında berbat kavgalar ve gözyaşı dolu bir ayrılıkla sonlanıyorsa, bütün hayatınız boyunca o ilişkiyi kötü hatırlıyorsunuz! Bu konu, kolonoskopi yaptıran bir grup insan üzerinde test edilmiş. Biliyorsunuz kolonoskopi, bağırsaklarla ilgili rahatsız edici, biraz acılı bir muayene metodu.

Bir grup hastaya standard kolonoskopi yapılmış. Diğer grupta ise kolonoskopi aleti, muayeneden sonra 60 saniye hareketsiz bırakılmış. Hastalara acı veren bölüm aletin hareketleri olduğu için, uygulama 60 saniye daha uzun sürdüğü halde, muayenenin sonu 60 saniyelik acısız bir zaman dilimiyle bittiği için, ikinci gruptaki hastalar, uygulamayı, ilk gruba göre daha az rahatsız edici bulmuşlar!

Peki, herkes mutlu olabilir mi? 1996’da yapılan bir araştırmaya göre, bir insanın hayatından memnun olması, yüzde 50 oranında genetik yapısına bağlı! Genler neşeli, rahat bir kişilik yapısını, stresle başa çıkma kapasitesini, depresyon ve endişeye meyili yönlendiriyor! Eğer bir insan genetik olarak mutluluğa meyilliyse, başına berbat şeyler de gelse, hatta kaza sonucu bir uzvunu bile kaybetse, zaman içinde, eski mutluluk seviyesine ya da ona yakın bir noktaya dönebiliyor!

ÇALIŞ, ŞÜKRET SENİN DE OLSUN
Bütün psikologların üzerinde fikir birliğine vardıkları üç mutluluk formülü var: Şükretmek, iyilik yapmak ve yaptığın işi sevip daha çok konsantre olmak! Şükretmek, hayattan duyduğun memnuniyeti ifade etmek, hatta bunu düzenli olarak yazmak ve söylemek, sadece insanın keyfini yerine getirmekle kalmıyor. Kalifornia Üniversitesi’nin araştırmasına göre fiziksel sağlığı düzeltiyor, enerji seviyelerini yükseltiyor, acı ve yorgunluğu azaltıyor! İyilik yapmak, sözgelimi düzenli olarak bir huzurevini ziyaret etmek, bir komşuya yardım etmek, babaanneye mektup yazmak, mutluluk derecesini ani ve dramatik biçimde artırıyor!

Ne para, ne aşk, ne güneş, ne gençlik. Yaptığınız işi sevip, o işe bütün konsantrasyonunuzu ve enerjinizi severek vermek de, mutluluğun formüllerinden biri. Marangoz olsanız da, doktor olsanız da böyle. O kadar araştırma, kolonoskopide ekstra 60 saniyeye katlanan denekler (!), yazışmalar, toplantılar, istatistikler... Psikologlar yine bize ana okulunda öğretilenlerle kutsal kitaplarda yazılanları bulmuşlar: Mutlu olmak için çalış, iyilik yap, şükret!

Yazar : Gülse Birsel
Kaynak : Sabah gazetesi

sümela61
29.09.2007, 13:59
Madenci sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken, birden sıcağın onu daha verimli çalışmasından alıkoyduğunu farketmiş ve o an "güneş benim çalışmamı engelliyor. O zaman benden daha güçlü" diye düşünmüş.

Güce de çok önem verdiği için o an GÜNEŞ olmayı dilemiş Allah'tan.

Allah, madencinin isteğini kabul etmiş ve madenci güneş olmuş.Bütün dünyayı ışınıyla aydınlatmış, heryeri kavurmuş gücünü herkese göstermiş.

Fakat bir gün güneşin önüne bulut gelmiş.Bizim madenci çok sinirlenmiş bu işe. Çünkü bulut güneşin ışınlarını kesiyormuş ve madenci "bulut güneşten daha güçlü ben bulut olmak istiyorum" demiş

ve o an bulut olmuş madenci.

Yağmurlar yağdırmış, seller bastırmış, şimşekler yaratmış.
Güçlü olduğu için halinden memnunmuş.

Ama fazla uzun sürmemiş mutluluğu. Çünkü bu sefer de rüzgar bulutu
sürüklemiş ve bizim madenci yine düşünmüş ki "rüzgar bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgar", "ben rüzgar olmak istiyorum" demiş

ve rüzgar oluvermiş o an.

Madenci rüzgar şeklinde fırtınalar estirmiş, denizleri coşturmuş, kasırgalar yaratmış. Ama bu seferde eserken karşısına koca bir taş kütlesi çıkmış. Bir bakmış "bu nasıl bir şey ki benim rüzgarımı kesiyor?" diye düşünmüş. O taş kütlesi aslında bir dağmış. Ve Allah'tan son bir dilekte bulunmuş. Bir dağ olmayı istemiş.

Madencinin isteği kabul olmuş ve sonsuza kadar dağ olarak yaşamaya karar vermiş. Çünkü dünyadaki en güçlü şey dağ olduğunu düşünmeye başlamış.

Madenci dağ olarak hayatından memnun bir şekilde yaşarken birden bir rahatsızlık hissetmiş. Bir şey içini kemiriyormuş.

Derken dağ onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmuş;

onu rahatsız eden, içini kemiren bir madenciymiş.

champions
22.10.2007, 18:05
Çocukluğa hakkın yoksa, mecbursan çalışmaya, hayat izin vermezse şımarıklığa erken büyürsün.
Onlarınki de o hesap…
En büyüğü 22 'sinde…
Çocuk olamadan şehit oldular…
Kim bilir nasıl öldüler?
Hangisi vuruldu ilkin?
Kurşun ilk neresine değdi?
Üzerlerine şarjörler dolusu mermiler boşalırken akıllarına en son hangi resim düştü acep?
Hamallık yaparak okuttuğu kardeşleri mi?
Bir haftalık gelinken bıraktığı Ayşe'si mi?
Sakat babası mı?
Adını koyup askere geldiği kızı mı?
Ne geldi akıllarına en son?
Kim bilir şahadet getirebildiler mi?
Orada, kanlar içinde delik deşik yatarken uğruna öldüğü bize hakkını helal edebildiler mi?
Biz…
Biz bir Pazar gecesi o saatte evinde oturup…
Olan bitenden habersiz futbol programlarıyla Popstar Alaturka arasında gidip gelenler…
Ya da 'Ne olacak bu memleketin hali?' diye ahkam kesenler…
En çok da pişkin pişkin televizyonda demeç verenler…
Utanmadan söz üstüne söz verip, Irak'a bile sözünü geçiremeyenler…
İçeride kurt, dışarıda kuzu kesilenler…
'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir' deyip kendi oğullarını askere göndermeyenler…
'Sayın Başkan' a danışmadan tek laf edemeyenler…
Nasıl da borçluyuz onlara aldığımız her nefesi…
Biz böyle onların haberlerini okuyup,
En fazla bir elham okuyup devam ederken hayata…
Ve daha gazetenin sayfasını çevirirdiğimizde unuturken isimlerini,
Şehit cenazeleri haberlerinin hemen ardından başlayan dizilerle uyuştururken beyinlerimizi…
Ve yaşamayı seçmeye hakkı bile olmayan çocukların üzerinden savunurken demokrasiyi…
O en büyüğü 22 yaşında, çocuk olmadan şehit düşenler…
O kanlar içindeki delik deşik bedenler…
Ve bayram sabahları oğulları yerine soğuk mermer taşları kucaklayacak anneler…
Affedebilecek mi bizleri?

Şehitleri Dansözlerle Uğurladık!

Eğer 13 asker şehit olduğunda yayın akışı değişmeyecekse…
İbo Şov'da dansöz göbek atıp,
Popstar'da yarışmacı 'Kara Üzüm Habbesi'ni söyleyecekse…
Ve bu ulus ulusal kanallardan şehitlerini öğrenemeyecekse…
Bu işte bir yanlışlık var!
Eğer haber kanalları alarma geçip,
Telefon bağlantıları, canlı yayın ve uzman görüşleriyle olan biteni an be an aktarmaktansa…
Kısa bir son dakika haberiyle geçiştirip,
Futbol sohbetlerine devam edecekse…
Ve ortalıkta 'Biz haberciyiz' iddiasıyla gezinecekse…
Bu işte daha büyük bir yanlışlık var!
Eğer bu yanlış cezasız kalacaksa,
Bu ülkenin yüreğinde nasır tutmuş bir şeyler var!

Elde var 15 şehit
Hatırlıyor musunuz bir Terörle Mücadele Koordinasyon Anlaşması yapılmıştı?
Hani stratejik ortak ABD PKK terörü için bir yetkili atamıştı.
Hani bu anlaşma çözüm olacak, PKK terörü artık kalmayacaktı.
Hani bu iş olanca şaşasıyla gazetelere manşet bu olmuş, bir sürü anlı şanlı gazeteci bu anlaşmaya alkış tutmuştu.
Ne oldu?
Türkiye ağzına bir parmak bal çalındığıyla kaldı.
Balı da zaten başkaları yedi.
Önce Türkiye'nin PKK koordinatörü Edip Başer istifa etti.
Sonra ABD'nin koordinatörü Joseph Ralston.
PKK terörü hala yerli yerinde!
ABD de hala stratejik ortak!
Elde var 24 saatte 15 şehit!




23 yıla 23 milletvekili!
23 yıldır bu ülkenin erkekleri askere 'Acaba şehit olur muyum?' diye gidiyor.
23 yıldır bu ülkenin anneleri oğullarını askere 'Şehit olur mu?' korkusuyla yolluyor.
23 yıldır bu ülkenin güneydoğusundan şehit haberleri geliyor.
23 yıldır bu ülkenin liderleri 'Terörü bitireceğiz' diye söz veriyor.
23 yıldır bu ülkenin askerleri kararlılıkla operasyonlara devam ediyor.
Ve PKK terörünün 23. yılında,
PKK'ya terörist diyemeyen 23 milletvekili meclis koltuğunda oturuyor!

Rothgilllere ve AB'lilere çağrı…
Siz Türkiye'yi komşu kapısı yapanlar,
Türkiye'yi bir tek Diyarbakır'dan ibaret sananlar,
Her fırsatta Türkiye'nin içişlerine karışanlar,
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'a dil uzatıp,
'Barışı kabul etmeyen DTP değil Büyükanıt' diyenler,
Orhan Pamuk'u mahkeme kapısında desteklemek için Türkiye'ye gelenler,
15 şehidimizin cenazesinde sizi de aramızda görmek isteriz.
Bugün cenazeler kalkıyor, hepinizi bekleriz!

guci 29
22.10.2007, 19:14
Neydi seni böyle vazgecilmez yapan,
Böylesine degerli kilan?
Var olupta dokunamamakmiydi?
Benim olmamanmiydi?
Belkide özlemindi...kimbilir...
Ama insan yanibasindakini nasil olurda özler?
Bir nefes kadar yakindi bedenin bana,
Ama duygularin okyanuslar kadar uzak...
Seni gördügümde sana dokunamamak,
Yüzüne bakip seni seviyorum diye haykiramamak,
Sarilip gözyaslarimi omzuna damlatamamak,
Beni en cok acitan, bunlari yanlizca rüyalarima sigdirmak...
Belkide bunlardi seni böyle vazgecilmez yapan,
Böylesine degerli kilan...
Ben seni karsiliksiz sevdim,
Belkide seni degil seni karsiliksiz sevmeyi sevdim,
Ama sunu biliyorumki sevmekten hic vazgecmedim...
Vede gecmeyecegim...
Duygularımın bir bölümünü ne de güzel yansıtmış bu cümleler. :alkış:

kelkitli29
22.10.2007, 20:19
Benim duygularimin tamamini anlatmis. Tesekkürler Cafer abi.
Allah yardimcin olsun hemsom.

champions
27.10.2007, 22:23
İkisi de genç ikisi de yakisikli
Ve ikisi de yaralı
Birisi yaralanmisti kendi yaptigi bir trafik kazasinda
Digeri terorist kursunuyla vurulmustu Gabar daglarinda

Birisi icin binlerce insan nobet tutuyordu hastane onunde,
Digerinin bir annesi bir de babasi vardi yaninda
Birisi icin telefonlar fakslar geliyordu ulkenin her yerinden,
Ugrunda kan verdigi halkin haberi bile yoktu digerinden

Gun geldi ikisi de kavustu hakkin rahmetine
Birinin babası haykiriyordu
Buraya isik koymayan devlet kahrolsun
Digerinin babasi zor isitilir bir sesle mirildaniyordu


VATAN SAGOLSUN!!!

guci 29
02.11.2007, 16:16
Geceler hain düşman!
Peşimde yalnızlığım!
Sarıldım yokluğuna!
Çaresiz karanlığa!
Nefretim yalaann!
Unuttuğum yalaann!
Seni aldatmadım!
Hiç yoktun yanımdaaa!
aaaaahhh eller aldatııııırrr aşşklaaarrr yoruluurr inaaaannn unutuurr seniiiii ellerr birtaneemmm!
YOK BÖYLE BİR ŞARKI YOK BÖYLE SÖZLER!

Nuray
02.11.2007, 16:28
Bayraksızlar


Bayraksızlar bayraksızlar
Yere düşse bayrak sızlar
Nerden bilsin kıymetini
Soysuz sopsuz bayraksızlar

Ne olurdu yazmasaydım
Ben bu kara yazıyı
Bilmeseydi namert soysuz
İçimdeki sızıyı

Yıldızların isyanı var
Hilâl taşıyan felek
Damla damla kan akıyor
Delik deşik bu yürek

Al rengine kara bağlar
Yastadır deli gönül
Aşık'ın olmuşum senin
Hastadır deli gönül

Renginde şehitlik gizli
Hilâlinde mana var
Yüreğimde saklamışım
Kurbanında kına var

Toprağa düşse yiğit
Ölüm güç verir bize
İnancıma teslim oldum
Zulüm güç verir bize

Uğrunda ölen yiğit
Kim ne bilsin ne kadar
Geriye ne can kaldı
Hepsini kurban adar

Yamacında gezindiğin
Şimdi dağlar ağlasın
Bayrağım hançerlendi
Şimdi çağlar ağlasın

Bayrak yere düşerken
Alkışlayan ***leri
Kahredecek Türk milleti
Destek veren güçleri

Susmayın ey milletim
Bayraksızda ar olmaz
Susar ise yiğitler
Vatan bize yar olmaz

Başı bozuk yaylada
Pusuları kurdular
İki yaşında yiğit
Kürşad'ımı vurdular

Bundan gayrı düşmanım
Bayrağa ters bakanlar
Artık hesap vermeli
Dağı taşı yakanlar

Meleküt aleminde
Destan olan can bizim
Dalgalansın bayrağım
Üstündeki kan bizim

Dört aylık bebeklere
Kurşun sıkan nerdesin
Nereye gidersen git
Öleceğin yerdesin

Hükmü ilâhi varsa
Belki korur Yaradan
Kan düşmanı olmuşuz
Çekilsinler aradan

Bu vatanın ekmeğii
Gözünüze durmalı
Yiğit bir can gelmeli
Sizden hesap sormalı

Sefai'yem yaşamak ki
Bundan gayrı ar gelir
Ay yıldızlı bayrağa
Bu yeryüzü dar gelir!

Aşık sefai

kelkitli29
02.11.2007, 19:35
Bu siralar cok doluyum, kusura bakmayin.

Ölmeyen Sevgi
Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kar beyazi güller... Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller... Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi. Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti... Onları hiç bir şey ayıramazdı... Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...

Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika gece kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...
Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?

İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.
Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu... Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine? Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı. Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki... O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı.

7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı... Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı... Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu... Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı...

Ona olan Aşkı ve Sevgisi onunla beraber ölmemişti.

LazAnisT
03.11.2007, 00:59
VATAN HAİNİ

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması, topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

LazAnisT
03.11.2007, 00:59
VASİYET

Yoldaşlar nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşularıma gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...

Oğuuz
11.11.2007, 01:52
Büyükler, çocukların konuşmalarını yarım yamalak
dinlediklerinden, onların sözlerinde gizli derin anlamları kaçırırlar.

Bizim eve, karıma elbiselerin, örtülerin, çarşafların
söküklerinin dikilmesinde yardım eden bir terzi kadın gelir.
Bu kadın bize geldiği zaman küçük oğlunu da beraberinde
getirir. İşte ben, kalıcı ve derin imanın anlamını bu küçük çocuktan
öğrendim. Onunla uzun zamandan beri arkadaş olduğumdan,
bizim eve geldiğinde biraz sohbet etmeyi ihmal etmem.

Geçenlerde bana yakında güzel bir futbol tuopu alacağını söyledi.
Onu tekrar görüşümde futbol topunu alıp almadığını sordum.
Çocuk cevap verdi: "Hayır efendim, annem şimdilik
topa ayıracak paramız olmadığını söyledi."

Onun bu sözleri, durumlarının yakında düzeleceğine dair
derin inancını gösteriyordu. Bilhassa, kullandığı 'şimdilik'
kelimesinde kuvetli bir güvenin izi seziliyordu.

Bu çocuğun söyledikleri beni uzun uzun düşündürdü. Onu
uzun bir süre görmedim. Günün birinde tekrar rastladım.
Çocuk, bahçede oturmuş, bir karınca yuvasını seyrediyordu.

Yavaşça yanına sokuldum.
Onu konuşturmak için babasından bahis açtım:
"Eve gidince yemekten sonra babanla oynayacak mısın?
Yoksa yemekten sonra hemen yatacak mısın?" diye sordum.
Çocuk ciddiyetle yüzüme baktı ve:
"Babam bir kaza geçirdiğinden hastanede. Şimdilik
babamla oynayamayacağım!" dedi.

Geçen gün yolum, oturdukları mahalleye düştü.
Çocuğu kaldırımda aceleyle yürürken gördüm. Üzerinde temiz
koyu renk bir elbise vardı. "Heyy" diye seslendim.
"Neden bayramlık elbiselerini giydin?
Herhalde hastaneye babanı görmeye gidiyorsun."
Çocuk gülümseyerek başını salladı. Bundan sonra
söylediği sözler, dünyayı içinde yaşamaya değer bir hale getiren,
ölümden sonraki hayata olan imanın bir insan için neler
yapabileceğini anlamama sebep olan sözlerdi.

Çocuğun soruma verdiği cevap şu olmuştu:
"Hayır efendim, hastaneye babamı görmeye gitmiyorum.
Babam geçen hafta öldüğünden, onu şimdilik göremeyeceğim."



John Golden

Erkan
11.11.2007, 01:57
Kuzu bir kuzudur,
Kuzunun da bir cani vardir,
Kuzulara sahip cikilmali,
Kuzusuz dunya olmamali,


Karakuzu61 :D

guci 29
12.11.2007, 16:59
Çok iyi bir ses..

Çok iyi yorumcu..

Sözleri zaten mükemmel..

Okumak yerine dinleyin istedim..

http://www.youtube.com/watch?v=axNccO8_t9o

guci 29
12.11.2007, 17:00
Bu da bir başkası..

Pek tanınmıyor bu ses..

Ama tanınmaya, dinlemeye layık bir ses..

http://www.youtube.com/watch?v=G-a4jsVT8FU

Cafer KILIÇSOY
12.11.2007, 21:06
SENİ SEVİYORUM

sevmek; bakmak değil görmekse eğer,
sevmek; yanındayken başını
omuzuna koyabilmekse eğer,
sevmek; yanındayken yalnızlığı unutmaksa eğer,
SENİ SEVİYORUM....

* * * * *

sevmek; senle iken yere daha sağlam
basabilmekse eğer,
sevmek; yokluğunda seninleymiş gibi
hissetmekse eğer,
sevmek; hayallerine senide sokabilmekse eğer,
SENİ SEVİYORUM

* * * * *

sevmek; yatağa uzandığında, seni düşlemekse eğer
sevmek;sen üşüdüğünde gölgemle
seni ısıtmaksa eğer,
sevmek; sevdiğini çıklık çığlığa söylemekse eğer,
SENİ SEVİYORUM

* * * * *

sevmek; el ele tutuştuğunda kalbinde bişeylerin
kopmasıysa eğer,
sevmek; gözgöze geldiğin de hiç kıpırdamadan
bakabilmekse eğer,
sevmek; kalbini kalbinde hissetmekse eğer,
SENİ SEVİYORUM

guci 29
14.11.2007, 10:10
Çok güzel Cafer abi ;)

guci 29
14.11.2007, 10:30
Bize düşen gözlerinde değil; yokluğunda kaybolmakmış..
Resimleri ortadan ikiye ayırdım..
Adresine gitmeyi bekleyen mektuplarımı ise tıpkı onun gibi yırtıp attım..
http://www.youtube.com/watch?v=T0lOqZn1IPs

Ömer TOPAL
14.11.2007, 12:57
Ben arkandan sadece baktım.
Oysa söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki...
’’gidersen, iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini.
Gidersen, sönecek içimdeki ateş ve bir daha hiç kimse yakamayacak.
Gidersen, karanlığa mahkum edeceksin günlerimi.
O karanlıkta yolumu kaybedeceğim...’’ diyecektim sana.
Konuşamadım...

Gittin...
gidişini görmemek için gözlerimi kapattım.
Öğlesine acıdı ki içim, tutup koparsalardı kolumu,
bacağımı bu kadar acı duymazdım.
Acım yaş olup akmalıydı gözümden.
Ağlayamadım...

Gittin...
gidişini önlemek için tutmalıydım ellerinden.
Ellerim değilmiydi her dokunuşunda seni ürperten?!
ürperirdin yine biliyorum.
Bir kez dokunsam, bir kes tutsam ellerini,
gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu.
Tutamadım...

Gittin...
bir yıkım gibiydi gidişin.
Sen adım, adım uzaklaşırken benden çöküp kaldı bedenim olduğu yerde.
Nice terk edişlere dayanan bu yürek bu kes yenilmişti.
Bu kadar zayıf değildim ben, kalkmalıydım.
Kalkamadım...

Gittin...
oysa ben geldiğin gün gideceğini biliyordum.
Hazırdım gidişine.
Kaçak zamanları yaşıyorduk.
Zaman bitecek ve sen gidecektin.
Bense gidişinin ertesi günü hayatıma kaldığım yerden devam edecektim.
Edemedim...
Başlayamadım...

Gittin...
bir şey söyledin mi giderken?
‘KAL’ dememi istedin mi?
Son bir kez ‘ SENİ SEVİYORUM ’ dedin mi?
‘BEKLE BENİ DÖNECEĞİM’ dedin mi?
Beynim öylesine uğulduyordu ki...
Duyamadım...

Gittin...
Nereye gittiğin önemli değildi.
Binlerce kilometre uzaklarda dahi olsan,
iki metre ötemde de fark etmiyordu.
Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu.
Kurtulmalıydım senden,
bu yokluğun duygusundan kurtulmalıydım.
Kurtulamadım...

Gittin...
unutulanların arasına katılmalıydın.
Anıları bir sandığa koyup hayatı
bir yerinden yakalamalıydım.
Bu aşk noktalanmalıydı,
bu sevdadan vazgeçmeliydim.
Yapamadım...

Gittin...
bir okyanusun ortasında,
tek küreği kaybolmuş
sandalda dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim artık.
Bil ki; Sevmekten vazgeçmedim seni,
bil ki seninle birlikte sevdanıda taşıyacağım yüreğimde.
Bil ki seni...
unutamadım

Ömer TOPAL
14.11.2007, 13:03
Varlığınla yok olacak içimdeki sevda ateşi...

Ben seni sevmedimki, sevdim bendeki seni...

Hiçbir kimse alamaz senin yerini, sen dahi...

Senin var oluşun, asıl kaybettiğimin delili...



Bir hayal, bir umut, bir rüya coşkusu...

İçimde büyüttüğüm bir ateşin kızgın koru...

İşte geldim burdayım diyorsun ama bilmiyorsun...

Sebebinle alevlenemezsin bende kül olursun...



Haydi git durma, bırak beni seninle...

Gidişinle tatmalıyım aşkı, kazanmalıyım seni yine...

Bırak aşkıma aşık olayım, sensiz yaşayayım seni...

Gittin ya, şimdi vakit senle olma vakti...




içimde öyle güzelsin ki...

kelkitli29
14.11.2007, 16:55
ucan teneke sagolasin. Bu duygularla yasamak cok zor, zevksiz, aci verici.

Cafer KILIÇSOY
14.11.2007, 20:21
Zordur bir insanı karşılıksız sevmek,
Zordur karşısındaki insan tarafından beslenmeyen duyguları bir ömür yeşertmek.
Nerde nasıl olduğunu düşünmeden, onun seni sevmediğinin bir önemi olmadığını düşünerek bağlanmak zordur.
Çevrendeki insanlara anlatamazsın bunu,
''Ya seni sevmeyeni sen niye seviyorsun'' der çıkarlar işin içinden.
Ama ya o duyguları yüreğinde taşıyan insan; onun için bu kadar kolay değildir bu duygu.

Kimse kendini bile bile ateşe atmaz.
Olmayacak bir hayalin peşinde bir ömür koşmak istemez.
Ama insan ''Ya şu insan bana çok uygun ben bunu seveyim'' de diyemez.
Aşkı mantığıyla yürütemez kişi.
Aşk körü körüne bilinçsizce teslimiyettir.
Bilirsin onunla bu aşkın yürümeyeceğini ama yüreğin dinlemez seni.
Rüzgarın önündeki bir dal misali sürükler seni hayat.

Nasiptir bu işler, kısmettir.
Rabbim yazmamışsa olmaz.
(Zaten bu zamana kadar kendimi avuttuğum tek nokta burası)
Sevenin önüne türlü engeller çıkar ve çoğu insan bu engellere yenilir.
Kiminin ailesi sorun olur, kiminin aşkı kaldıracak yüreğinin olmayışı.
Hepsi vız gelirdi bana,
Dünyaya meydan okuyacak cesareti hissederdim yüreğimde.
Tek engel , tek elimi kolumu bağlayan onun beni sevmemesi olurdu.
Rabbim o engeli koydu önüme, olmadı.

8 senesi gecesi gündüzüne karışan biri olarak,
Her gece sabahlara kadar gözüne uyku girmeyen, yıldızları sayan biri olarak,
Onun ismi anıldığında bir yerde, hüngür hüngür ağlayan biri olarak,
Hayatımın en güzel çağlarını karşılık görmeden seven biri olarak diyorum ki;
Pişman değilim.
Dünyaya yeniden gelme şansım olsa eğer yine severdim.
Sevmenin verdiği acıda bile hazin bir mutluluk vardır.
Ne mutlu bunları yaşayabilenlere.

Yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim, öfkem yaşayamadıklarıma...

Sende suç yok,seviyorsun.
Onda suç yok, o da sevmiyor .
Peki suçlu kim!!!
İşte ben yıllardır bu sorunun cevabını arıyorum.

Bunun içindir ki içimi acıtır hep sevdiğinin umrunda olmayan sevenler

Ömer TOPAL
14.11.2007, 21:55
ucan teneke sagolasin. Bu duygularla yasamak cok zor, zevksiz, aci verici.

eyvallah....çok zor evet, acı veriyor, zevksiz ama insana süper bir tecrübe sahibi ediyor..En azından ben edindim..şiirler yazılar bana ait degil tabi ama icindeki durumlarda cok bulundum

Cem Balcı
14.11.2007, 23:01
Biz Biz Olduqumuz Için

S£viLdik ,ßizi SatanLarı

KaLbimizden Bir Bir SiLdik .

Geride 3-5 Kişi kaLdık ama

içimiz rahat MutLuyuz . Çünkü

Bu yaşımıza kadar Hiç Adam

SATMADIK .! KraL

OLmayanLara Taç taktık İşte En

Buyuk Hatayı da ßurda Yaptık.!

guci 29
15.11.2007, 10:37
Günün birinde bir Çiçek ile Su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaş olarak devam eder birliktelikleri, tabi zaman lazımdır birbirlerini tanımak için..
Gel zaman, git zaman Çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, Suya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan Çiçek, etrafa kokular saçar, ''Sırf senin hatırın için ey Su!'' diye..
Öyle zaman gelir ki, artık Su da içinde Çiçeke karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, Çiçeke aşıktır ama Su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve Çiçek acaba ''Su beni seviyor mu?'' diye düşünmeye başlar. Çünkü pek ilgilenmez Çiçekle Su... Halbuki Çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz, Çiçek, Suya ''Seni seviyorum'' der, Su ''Ben de seni seviyorum'' der.

guci 29
15.11.2007, 10:46
Aradan zaman geçer ve Çiçek yine ''Seni seviyorum'' der. Su yine ''Ben de!'' der.
Çiçek sabırlıdır. Bekler... bekler...
Artık öyle bir duruma gelirki, Çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez Suya ''Seni seviyorum!'' der. Su da ona ''Söyledim ya, ben de seni seviyorum!'' der.
Ve

guci 29
15.11.2007, 11:01
Aradan zaman geçer ve Çiçek yine ''Seni seviyorum'' der. Su yine ''Ben de!'' der.
Çiçek sabırlıdır. Bekler... bekler...
Artık öyle bir duruma gelirki, Çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez Suya ''Seni seviyorum!'' der. Su da ona ''Söyledim ya, ben de seni seviyorum!'' der.
Ve gün gelir Çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır Çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır Çiçeğin.
Yataklardadır artık Çiçek, Su dabaşında bekler Çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık Çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek, Suya der ki ''Seni ben gerçekten çok seviyorum!'' Çok hüzünlenir Su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye... Doktor gelir ve muayene eder Çiçeği. Sonra şöyle der doktor: ''Hastanın durumu ümitsiz artık, elimizden birşey gelmez.''
Su merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye sorar doktora. Doktor şöyle bir bakar Suya der ki, '' Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu Çiçek susuz kalmış, ölümü onun içindir!'' der.
Ve anlamıştır artık Su, sevgiliye sadece SENİ SEVİYORUM demek yetmemektedir!

smertkan
15.11.2007, 16:01
Geliyor sandığım gidiyor çıktı.
Başlıyor umduğum bitiyor çıktı,
Üstüne-üstüne gittim, ne gidiş
Altına-altına iniyor çıktı.

Uyu buyu dendi, düşüme gittim,
Haydi işe dendi, işime gittim,
Yaşa dendi, yaşıma gittim,
Yendiğim sandığım yeniyor çıktı.

Bozguna benziyor, saklasam olmaz,
Eskiye yeniden başlasam olmaz,
Yakıştırsam olmaz, yazmasam olmaz,
Maviye boyadım, baktım mor çıktı.
Sapsarı saclarım vardı, aklaştı,
Anılar üst üste bindi yükleşti,
Bir büyük oyunun sonu yaklaştı,
Tüm yanan ışıklar sönüyor çıktı.

Gözümde bir ışık, çağırıyordu,
Beşikte bir çocuk, bağırıyordu,
Öyle bir düğündü, can çalıyordu,
Gel cani sandım git çalıyor çıktı.

Kimler yoktu bizim kervanda,
Birer indi hepsi bir handa,
Savurduk sap saman biz bu harmanda,
Bir gidiş yoluydu, donuyor çıktı.

ÖZDEMİR ASAF

Trabzonsporun son zamanları aklıma geldiğinde bu şiir düşüyor dilime.Dahada ilginci şu son 2 yıl benim iş hayatımdada koşut gelişmeleri yaşamış olmam.Belki trabzonspor başarılı olsaydı ve ben bir dönem Trabzonsporu izlemek üzere trabzona gitme fırsatını reddetmeseydim, karşılaştığım bu tabloya neden olacak kararları almayacaktım.İşte bu nedenle Trabzonsporun bu dönemiyle bu şiiri özdeşleştiriyorum.Belki beklentilerimiz fazla bu nedenle bu tepkiyi veriyoruz ama hayatımızı etkiliyor bu sevgimiz.Ne diyelim tekrar böyle bir dönem yaşamamakve bu dönemin kötü hatıralarını silebilmek dileğiyle.

Sacit
15.11.2007, 18:08
Bilmem ki onun adını kim saklar
Saçımda çoğalmış aklar
Çatlamş kupkuru dudaklar
Belli ki soğukdur kara topraklar

Zamanla nasıl değişiyor insan
Nerede o günler o ilk heyecan
Gideceğimiz yer karanlık odalar
Bekliyor bizi kara topraklar

LazAnisT
15.11.2007, 18:24
Gel seninle koşmaca oynayalım gülüm;
Beni tutma, koşturayım dört nala kızıl atımı.
Bu akşam ağır bir kitap kadar dolu ve sessizim
Bırak beni, bırak da ağlayayım.

Ben koşmacayı doğduğumda örgendim.

Bir de ağlamayı,

Köy ise bayram etmeyi öğrendi, ben doğduğumda.

Yol kenarında bir ot oldum,

Neşe verdim gelen-geçen bahara - yaza,

Yaylada çam olamasamda karaağaç oldum,

Güneş olamasamda yıldız oldum gecelere, sise - dumana

Örste çekiç yesem de nal olmadım,

Keskin bıçak olmak varken ite, ete, halden bilmez namussuza

Ruhum ise asla pes etmedi,

Ya yol buldum, ya da yol açtım arkamı kocaman kalabalığa dönerek kocaman gözlerin kadar kocamanlardı.

Mumun - mumu tutuşturması gibi, sayemizde avuç içi insanlık, kalabalıklaştı.

Sonra annem beni bırakıp gitti ,

Patika yolda, 38 numara kara lastik izi çamura saplayarak

Ben yine kocaman gözlerini buldum lapaza yaprağında.

Kapattım annemin yokluk izini yumuşak ve usulca.

Özlem yağmurlarında yaprağı kaldırıp,

O kutsal ayak iziyle sohbet ederdim

Cafer KILIÇSOY
15.11.2007, 19:57
Kimseye belli etmiyorum savaşımı. Yokluğunla savaşmak görünmeyen bir düşmana kılıç sallamak gibi... Yoruluyorum, düşüyorum, tekrar kalkıyorum ama sensizliği yenmeyi başaramıyorum.

Hüzün işgalinde yüreğim, çünkü sen yoksun, seni düşünmek var. Yokluğun canımı öyle acıtıyor ki, parça parça oluyor yüreğim. Kalbimin parçalarını toplamaya çalışıyorum yerden. İçimde kopan fırtınaları söyleyemiyorum. Sessizleşiyorum. Saatlerce bakıyorum seni götüren yollara... Kimseye belli etmiyorum savaşımı. Yokluğunla savaşmak görünmeyen bir düşmana kılıç sallamak gibi... Yoruluyorum, düşüyorum, tekrar kalkıyorum ama sensizliği yenmeyi başaramıyorum.

En büyük korkum bu sensizlik, korkularıyla yüzleşen insanlardan olamıyorum. Çünkü sensiz olmayı yediremiyorum kendime. Bir kez kabullensem sanki o an çıkıp gidecekmişsin gibi gelir yüreğimden. Oysa yanımda, hep yüreğimde taşıyorum seni. Orada olduğunu bilmek yaşama, hayata tutunma gücü veriyor. Korkularımla yüzleştiğim anda o gücü kaybetmekten çekiniyorum.

Gece uykularım kaçıyor. Yalnızlığa isyan ederek dört duvar odayı sabaha kadar adımlıyorum. Bakamadığım aynalar kırılıyor. Binlerce parçası bedenime saplanıyor. Bir sigara, bir sigara daha... Dudaklarımda küfür lezzeti... Dumanı savuştururken tavana sensizlik üzerime çığ gibi yıkılıyor. Sonra hayaller gelip çörekleniyor üzerime. Sen, sen ve yine sen.

Gözlerimi kapatıp dalıyorum sonsuz senli günlere, seni öperken soluğum kesiliyor. Nefes alamıyorum sanki. Sonra şiddetli bir yağmur başlıyor. Sanki gökyüzü her damlasıyla sana olan sevgimi haykırıyor. Seni seviyorum seni seviyorum, seni çok seviyorum diye.

Bir hayalden bir hayale geçerken sabahı karşılıyorum. Güneş penceremden içeri girerek gecenin kasvetini getiriyor. Hayaller bir sonraki geceye kadar çekiliyor odamdan, gözlerimden. Hayaller gözlerimden çekiliyor diye kızma sakın! ! ! Çünkü benim günüm hep seninle başlayıp seninle bitiyor...

Cafer KILIÇSOY
15.11.2007, 20:17
İstanbul’dan çıktık yola, kıvrım kıvrım döne dolaşa, dere tepe aşıp Doğu Karadeniz kıyılarına vardık. Bir tarafta uçsuz bucaksız adı Kara ama bir o kadar da Deli Mavi deniz, bir tarafta ise bağrını ortadan bölen çağlayanlarla ve derelerle süslenmiş ve el değmemiş yeşilin her tonunu içinde barındıran orman, ciğerlerimizi ve gözümüzü doyuruyor. Neredeyse fazla Oksijen’ den zehirlenecektik. Gözümüz ve ruhumuz yeşile, gürül gürül akan suya doyar. Buz gibi akan dereden elimizi yüzümüzü yıkayarak zindeliğin doruklarına ulaştık. Suyu kana kana kaynağın başladığı yerden içtik. Tadı ve buz gibi serinleten his İstanbul’da bulamayacağımız ilk güzel şeydi bizim için.

Gezimizin ilk durağı Samsun oldu. Atatürk’ün ayak bastığı Samsun’u sabahın ilk ışığında tepeden seyrettik. İnanılmaz güzel fotoğraflar çektik.

Çarşamba, Ünye, Terme üzerinden Ordu’ya geldik. Konak ve müze gezisinden sonra 475 metre yükseklikteki Boz tepe’den kuşbakışı seyrettik Karadeniz’i. Fındık bahçelerini gezdik. Henüz vakti olmadığı için toplayanları göremedik. Ama dalından birkaç tane toplayıp tam olmamış olsalar bile taze fındık yedik. Gezimizin ilk günü olduğundan bayağı yorulmuştuk. Ve otelin Yolunu tuttuk.

Sabah kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Bizi uzun ve tarifsiz güzel yorucu bir yol bekliyordu. Giresun kalesini gezip fotoğraf çektikten sonra dünyaca tanınan fındık bahçelerini gezdik. Öğleden sonra Topal Osman anıtına tırmanıp tarihi geçmişini dinledik rehberimizden. Giresun İçin çok faydalı bir insanmış. Dört taraftan Giresun’u seyrettik. Giresun adeta ayaklarımızın altındaydı. Dilek çeşmesinden su içip yola koyulduk.

Tirebolu üzerinden Trabzon’a ulaştık. Tarih kokan Ayasofya Kilisesi’ni hayretler içinde gezdik Freskler’i ve yapılış öyküsünü rehberimizden dinledik. Hayretler içinde diyorum çünkü insanlığa sığmayan tahrifatlar yapılarak adeta kökünü kazımışlar fresklerin. Tarihimiz yok olmuş. Çok utandık Japon turistler’den. Bu tahrifatı nasıl anlattı bilmiyoruz rehberleri. Ama kısık gözlerle bizlere bakıyorlardı şaşkın. Gözlerimiz yaşardı bu manzara karşısında. Kim yapabilirdi bu insafsızlığı bulamadık. Herhalde bizler gibi tarihini düşünmeyen cahillerdir. Trabzon’a gelip de Atatürk’ün o muhteşem Köşk’ ünü görmeden edemezdik. Köşk orman arasında gizlenmiş Tüm görkemiyle ve mağrur Karadeniz’e bakıyordu. Atatürk’ün yaşamının bir kısmını geçirdiği yerde, tarihi kararların alındığı, ve hatta vasiyetini yazdığı Mekanda dolaşmak, çalışma masasına dokunmak, uzanıp ta gazete okuduğu sedire bakmak İçimizi bir garip duyguyla doldurdu. Milli duygularımız şaha kalkarak özlem duyduk. Ruhen üzgün, bir o kadar da gizemli bir haz duyduk. Deniz seviyesinden 1600 metre yükseklikteki Karadağ yamaçlarına kurulmuş Sümela Manastırı’na arzu eden 45 dakika yaya patikadan arzu edenlerse minibüslerle tırmandı. İnanılmaz 72 adet oda adeta dağın içine oyulup yerleştirilmiş. Orman sarıp koynuna almış Görkemli yapıyı. Kaçkarlar’n doyulmaz manzarası bizi büyüledi. Ve 12 ay erimeyen buzullarda yürüdük. Tarihi taş köprüden geçtik. Geceyi otelimizde geçirdik.

Sabahleyin Fırtına dere’ sini geçerek Çamlı Hemşin’ e ulaştıktan sonra otobüsten inip yolumuza minibüslerle devam ettik. 320 metre yükseklikteki tarihi Zil Kalesi’ ne çıktık. Rehberimizden kaleden yapılan haberleşme tekniğini dinlerken ne tarafı seyredeceğimizi şaşırdık. Ormanın sıklığından göremediğimiz dere sesini epeyce araştırdık. Ama göremedik. Of üzerinden Çaykara’ ya vardık Minibüslerle Solaklı Irmağı kaynağındaki deniz seviyesinden 1650 metre yükseklikteki Uzun Göl’ e ilk önce tepeden baktık. Kalbimiz duracaktı manzaranın güzelliği karşısında. Hani yeni doğmuş bir bebeği öpüp koklamak istersinde zarar veririm korkusuyla yavaşça okşarsın ya sadece aynen öyle bir duyguyla gölün yamacına doğru indik. Dilimiz tutulmuştu sanki. O kadar güzeldi ki anlatılmaz ancak görülebilir. Gerçi fotoğrafını çektik ama mümkün değil hiçbir resim resmedemez bu güzelliği. Gölün etrafında ahşap çay bahçeleri, için de yüzen ördekler ve havası muhteşemdi. Gürültülü akan derenin yanında kurulu lokantada taze alabalık yedik. Deli akan derede yüzen çocukları seyrettik. Bir taraftan da tulum dinleyip oynayanları seyrettik. Otelimize döndük. Sabah kahvaltıdan sonra daha görülecek güzellikler olduğu için sonra yaylalara doğru yol aldık. Zirvelere nefes nefese tırmandık. 1200 metre yükseklikteki Ayder yaylasında ahşap evleri gezip fotoğraf çekmemek olur mu. Öğlen saatlerinde karnımız kurt gibi acıkmıştı. Yöresel yemekleri yiyeceğimiz lokantada bizi folklorik kıyafetlerle karşıladılar. Mısır unuyla yapılan mıhlama yiyip buz gibi yayık ayranımızı içtikten sonra tulum çalarak horon oynayan personele karışıp bizlerde bildiğimiz kadarıyla horon teptik. Kavron yaylasına geçtik. Buzlardan köprü olmuş dereler aştık. Yaylanın tepesinden kuş bakışı gördüğümüz ama sesi sanki yanımızda çağlayan dereye ulaşmak için az çaba harcamadık. buz gibi suyundan içip elimizi yüzümüzü yıkadığımızda tüm yorgunluğumuz gidiverdi. Derenin etrafı renk renk çiçeklerle bezenmişti. Kayaların üzerine oturup ayaklarımızı soğuk suya soktuk. Hatta cesaretli olanlar yüzmeye bile çalıştılar. Elbette ki ben denemedim bile. Geri dönüşümüz daha bir zordu yokuş yukarı tırmanıp minibüslerimize binip otelimize döndük.

Sabah bir güzel dinlenmiş olarak kalktık. Kahvaltıdan sonra otobüslerimizle sel felaketi geçiren çay üreten güzel Rize’ye doğru yola çıktık (ben kendim Rize’ li olduğumdan mıdır n edir çok heyecanlıydım.). Rize’ de ilk iş olarak çay fabrikası gezdik. Zor şartlarda çalışan işçiler çayın safhalarını anlattı. Soldurma, kurutma, kıvırma, kalite ayrımı ve paketleme çok ilginç bir tecrübeydi bizim için. Rize bezi dokunan atölyeleri gezdik. Birkaç parça da aldık hani anı olsun diye. Çay bahçelerine gidip çay toplayan kızlarla söyleşip biz de toplamaya çalıştık acemice. Aman Yarabbi ne zor şeymiş çay toplamak, belimiz ağırdı. Sanki kolay ne var ki şu dünyada

Hamsi köye gittik. Hamsi köy dedikse öyle denize nazır bir köy değil. Dağın eteklerine kurulmuş ormanın içine gizlenmiş bir köy. Görmeye değer. Meşhur Hamsi köy sütlacı yemeden olur mu hiç. Tarihi ipek yol geçtiği zamanlarda gelip geçene sütlaç ikram ettiklerinden dünyaca tanınırmış bir zamanlar. Otelimiz Çayeli’ndeydi ve istikamet Çayeli. Dinlendikten sonra Çayeli’ den öteye Artvin ve taa Sarp sınır kapısına kadar gidiyor. Karadeniz’in en doğusu sınırdan geçemedik pasaportumuz olmadığından. Olsun sınırda bekleyen askerlerimizi gördük, sohbet ettik. Bugünlük bu kadar deyip otelimiz döndük.

Otelimizde dinlendikten sonra sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola çıktık. Doğu Karadeniz’ i bitirmiştik. Gerçi sadece vakitsizlikten rehberimizin götürdüğü yerleri anlatabildik. İnanıyoruz ki mutlaka daha ne güzellikler vardır gidemediğimiz. İnşallah bir daha ki sefere deyip yola koyulduk.

Karadeniz’in ve Türkiye’nin en uç noktası Sinop’a vardık. Mükemmel bir sahil karşıladı bizi Türkiye’nin tek Fiyort’u olan Hamsaroz fiyort‘unu gördük. İnanılmaz adeta göl gibi ormanın içine gizlenmiş denize bağı hiç yokmuş gibi. Müthiş bir yer. Gemi maketleri ve Karadeniz takası yapım atölyesini gezdik. Hamsaroz’da oturduk dinlendik yol bizi bekliyordu.

Geceyi Ilgaz dağı milli park’ında geçirmeyi düşündük ve öyle de yaptık. Şehirde sıcaktan bunalmıştık. Birden bire soğuktan kazaklarımıza sarıldık. Adeta dağ başıydı burası otelimizin adı gibi. Kuş sesleriyle uyandık. Çivi gibi derler ya işte öyle hepimiz zımba gibiydik. Kış olmadığından teleferik çalışmıyordu. Ama yağma yok tırmanmadan olur mu? Biz de tırmanabildiğimiz kadar tırmandık. Geri dönerken yorulduğumuzu fark ettik. Dizlerimizin dermanı kesilmişti adeta. Ilık bir duş alıp kahvaltı hazırlığı yaptık.

Sabah kahvaltıdan sonra otobüsümüze binerek şehitler kenti Kastamonu’ya doğru hareket ettik. Şerife Bacı Anıtı’nı ve tarihi Kastamonu evlerini gezdik hayran, hayran. Tarihi evleri devlet korumaya alıp restore ettirmiş. Umarız sadece Kastamonu ile sınırlı kalmaz tüm tarihimizi el ele koruruz. İnşallah zihniyetimiz değişir fazla geç olmadan. Kibrit kutusu gibi sıralanmış bu evlerin en güzel yanı ise birbirine ne kadar yakın olursa olsunlar bir birine gölge etmiyorlar. Çarşıyı dolaşıp alış veriş yaptıktan sonra Yörük Köyü’ne yolumuz düştü. Karşılayanlar Yörük, ayranları ve gözlemeleri Yörük. Bir güzel karnımızı doyurduk. Tarihi konakları ve çamaşırhaneyi gezdik. Temiz hava ile ciğerlerimiz doldurduk. Ve

Safranı bol ama şimdilerde tek bir ninecik tarafından yılda 350 gr. Üretilen Safranbolu’ya Ulaştık. Yağmur gelmek üzere gök yüzü biraz bulutluydu. Hayret ediyoruz yılda 250 günü yağış alan Karadeniz bizim olduğumuz 10 günde hiç yağmura rastlamadık. Seviniyoruz tabi ki güneş saatini görüp inceledik. Tarihi konakları, evleri gezip, birazda yemeniciler çarşısını dolaştıktan sonra 250 yıllık Tarihi Paşaoğlu konaklarında gecemizi geçirmek üzere odalarımıza çekildik. Küçücük odalarda eskiden yaşanmışları düşünerek garip bir hazla, biraz da yorgunluktan deliksiz uykuya daldık.

Sabah kahvaltıdan sonra dantel gibi işlenen girintili Karadeniz kıyısında kıvrıla, kıvrıla ilerleyerek Roma İmparatoru Tirebus tarafından yaptırılan Kuş Kayasın’nı görmek için durduk işte bu gün yağmur yağıyordu. İlk defa yağmurla birlikte dimdik merdiveni tırmandık. Kuş bakışı seyrettik bir tarafta kıyıları, bir tarafta dağları. Yağmur şiddetini artırıyordu. Geri dönmeliydik. Yolcu yolunda gerekti.

15 dakikalık bir yolculuktan sonra Amasra’ya vardık. Yağmur yağıyordu ve insanlar denize giriyordu. İnanılmaz güzel küçücük bir kıyı bizi büyüledi. Fatih Sultan Mehmet Çeşm-i Cihan demiş gerçektende cihana değer hani. Çeşm-i -Cihan’da karnımızı doyurduk. Aç kurtlar gibiydik her birimiz. Temiz hava ciğerlerimize bayram ettiriyordu. Yağmurun altında liman gezintisi yaptıktan sonra yolcu yolunda gerekti ve yollar bizi bekliyordu. Ve koyulduk yola. Hem hazların en büyüğü cebimizde hem de tatil bitimini haber veren yolların hüznü, bu ikilemle çarpan yüreklerimiz hazırdı İstanbul’a

Unutmadan bu anlattığımız yerler, güzel insanlar sadece bu kadar değil. Bölgede turumuzun götürdüğü yerler ve ancak 10 güne sığan bölümü. Mutlaka çoğunu zamansızlıktan atladık.

Artık Marmara’ya yolculuğumuz başlamak üzereydi. Biraz üzgün, biraz özlemle (evimizi, bekleyenleri çok özlemiştik) yola çıktık. Bartın, Devrek, Mengen, Bolu üzerinden ve nihayet eşi benzeri olmayan İstanbul Boğaz’ı karşımızdaydı. Bir dahaki seyahatimize kadar vedalaştık yol arkadaşlarımızla. Evimizdeydik artık.

Ertesi gün işlerimiz bizi bekliyordu. Biz de Göz, Gönül ve Ruh doygunluyla dopingli olarak işimize başlayacaktık.

Kendimden utandım. Bir Karadeniz’li olarak Karadeniz’i tanımıyordum. Önce bölgemizi, ülkemizi ve güzelliklerini tanıdıktan sonra Avrupa’ya açılsak daha iyi olmaz mı? Bizim bu gördüklerimizi her yerde anlatıp reklam yapacağız. Bundan sonraki seyahatimiz umarız en yakın zamanda gerçekleşir. Zeugma – Hasan keyf ve Tüm Doğu Anadolu olur. Ürgüp, Göreme, Didim, Dalyan, Kuşadası, Marmaris, Efes, Antalya, Bodrum, Göcek daha bir çok sayamadığımız yerler. Kısacası ülkemizin görülmeye değer bir cennettir her köşesi.


TÜRKİYE’M CENNET VATANIM

Meral Yağcıoğlu
26/07/2002 - 05/08/2002

Paylaşmak istedim

Cem Balcı
15.11.2007, 20:31
Ya Tam Susturcağım ya Kan kusturucagım Ezanla başladım Selayla bitircegim isteğine deil alayına gidecegim...

guci 29
16.11.2007, 16:53
Günahları gönder
Bana küçük sevinçler ver
Hataları boş ver
Dert olur unutamazsan eğer!
Seni benden ne bu şehir ayırır ne de ecel
Yüreğimi en fazla dil yarası acıtır
Bu sevdaya hangi yaban eller gelir uzanır
Kendine iyi bak
Sana bişey olmasın!
Yüreğim darda!
Aklım firarda!
Sebebim olur ölüme ayrılığın..
http://www.youtube.com/watch?v=TU0JuoV7zqs&feature=related (http://www.youtube.com/watch?v=TU0JuoV7zqs&feature=related)

Ömer TOPAL
16.11.2007, 22:11
Bu Sevda Gidecek Benle Topraga...O yarin Aklımda GözLeri KaLdı...

Ömer TOPAL
16.11.2007, 22:23
Gözümde uyku var, bu ne yorgunluk
Sevilmek Olmasa, Sevmek Mutsuzluk
Hasretin aşkına susuz çöl gibi
Gitmiyor gönlümden sana susuzluk....

Kuruyan dudaklar seni heceler
Geçmiyor aşk dolu sensiz geceler
yanlızlık bahtımın dinmez yarası
Seversen Bitecek Bu işkenceler

Bu şarkı gönlümün hsret şarkısı
ümitsiz aşkımın ümit şarkısı
Bir degil yüz degil bin yıl geçsede
Alamaz Gönlümü Senden Başkası

KuruyanDudaklar seni heceler
GEçmiyor gündüzler sensiz geceler
yanlızlık bahtımın dinmez yarası
Seversen bitecek bu işkenceler....

Orhan GENCEBAY - Ümit Şarkısı

m@rdi
23.11.2007, 11:12
Tribünlerde âyin!

Bir iş ne kadar kötü ise insanların arasında yayılması da o kadar hızlı oluyor!
(İşte bu lafın ardından size bir futbol hikâyesi anlatacağım ki, hem yazıda ve hem de zihinlerde kalsın diye...)
.....
Milli maçları izlemekten hoşlanıyorum. Hele ki rakip bir İngiliz takımıysa, bu iş hoşlanmanın ötesine geçiyor ve kızıyor, seviniyorum!
Tarih; 24 Ekim 2007 Çarşamba. Yer; Beşiktaş’ın Dolmabahçe’deki stadı. Rakip; İngilizlerin Liverpool takımı...
Beşiktaş’ımız futbol oynamıyor da sanki şiir yazıyor: Saatler 13’üncü dakikada olduğumuzu gösterirken, skor tabelası da durumun 1-0 lehimize olduğunu yazıyor. Ve stadyum ayağa kalkıyor sanki...
*
İkinci yarıya, her seyircinin yanına (sanki gözle görülür gibi) bir de şeytan oturuyor! Hepsi hep birlikte kendi yanlarındaki seyirciye hep aynı şeyi telkin etmeye başlıyorlar: İnsanlar da her iki kollarını ve ellerini dümdüz havaya uzatıp, kendilerini bellerinden bükerek; cahil yerlilerin putlarının önünde secde etme hareketini tekrara başlıyorlar. Hem de öyle büyük bir “huşu içinde”(!) ki, görenler hayret ediyorlar... Maçı anlatan spiker, uzun uzun bu tezahüratı anlatıyor, yabancı anlatıcıların kendisiyle göz göze geldiğini ve çok şaşırdıklarını, böylesine büyük bir tezahürat beklemediklerini işaret ettiklerini, söylüyor... Ve hatta kendisi de diyor ki; ben dünyanın her yerinde her türlü maç anlattım ama böylesine bir tezahürat görmedim!..
Stadyum sanki yıkılıyor. Kollar havada, beller kırılıp doğruluyor. Bu eğilip kalkma hareketi hiç durmadan, hiç yorulmadan, bütün seyircilerle birlikte ve bu güne kadar görülmemiş güçte söylenen (tamtam ayinlerini andıran) melodiler eşliğinde devam ediyor!
İkinci yarıda evet futbol var, evet bir golümüz daha var... Ama geceye asıl damgasını vuran; seyircinin bu emsalsiz “ayini”; ilim, irfan, medeniyet görmemiş yamyamların tapınmasının taklidi tezahürat oluyor...
Hemen ardından, İngilizlerin golü geliyor: 2-1...
*
Bir hafta sonra İngiltere... Yine Liverpool, yine Beşiktaş’ımız, hatta yine aynı oyuncular. Ve yine tarihe geçen bir maç...
İstanbul’da ilk golünü atan İngiliz’ler, burada da 19’uncu dakikada gol buluyor. 32’de bir gol daha, 53’te bir daha, 56’da bir tane daha... Herkes şaşkın, rakip takım bile hayretler içinde; hem kendilerindeki gol atma açlığına, hem de Beşiktaş’ın mahvolma rızasına, kaderine!..
Bir türlü kesilmiyor goller; 69, ve 78, ve 81... Bu güne kadar tarih böyle bir skor yazmış değil bu kupa maçlarında... Son gol 89’uncu dakikada geliyor ve maç 8-0 ile bitiyor da, rezillik bu kadarla kalıyor!
Gözler yaşlı, dudaklar titrek, yüzler utanç içinde, cümleler özürlerle dolu...
Korkarım ki; bu sârî (sirayet eden, yayılan, bulaşıcı) hastalık diğer statlara, diğer seyircilere de geçer! Korkarım ki İblis ve emrindeki şeytanları, futbol arenalarını birer “âyingâh” haline getirmeye niyetli!... Korkarım, çünkü bir iş ne kadar kötü ise insanların arasında yayılması da o kadar hızlı oluyor!
Şimdi neyi hatırladım: O meşhur geminin kaptanı ile röportaj yapıyorlar, gazetelerde de yayınlanıyor sözleri. Diyor ki kaptan: “bu gemiyi Allah bile batıramaz!” Hemen bunun ardından, Atlantic gemisi, işte o meşhur seferine çıkıyor!
*
Neye inandığı bir yana; insanın ne söylediği ve ne yaptığı çok önemli...
Ne bir geminin emsalsiz gücü, güzelliği ve ne de futbol oyununun büyüsü, heyecanı değmez; ayinler yapmaya, cahil yerliler gibi uğuldayarak tapınmaya!
İnsanoğluna, ölçü; kundak bezinden kefen bezine kadar her yerde lazım!
Öyle değil mi?


Muammer Erkul

Oğuuz
07.12.2007, 01:07
Üzülme her hafta gelemem diye
Haftada olmazsa ayda gel canım.
Üç yüz altmış beş'i böl on iki'ye
Sırala otuz'u say da gel canım.

Muhalif
07.12.2007, 19:12
Altında şairi yazmadığına göre sizin sanırım jakobieen, çok güzel:)

Oğuuz
08.12.2007, 00:18
tabi ben çok daha iyilerini yazabilirim :) ama bu şiir ABDURRAHİM KARAKOÇ' a ait..

SDanışmaz
25.12.2007, 15:56
Her hikayede olduğu gibi bu hikayede de bir kız bir de erkek var... Canınızı sıkmadan direk anlatmaya başlayayım :)

Kayık

Bir gün erkek ve kız bir vesile ile karşılaşırlar. İlk zamanlar pek konuşmadılar birbirleriyle. Birbirlerine ısınmaları biraz zaman aldı. Aradan biraz daha zaman geçtikten sonra sık sık görüşmeye başlarlar. Sanki 40 yıllık arkadaş olmuştular. Her olanı, her yaptıklarını, her sıkıntılarını birbirlerine anlatırlar. Neredeyse hemen hemen her gün görüşüyorlardı…

Kızın ailesi çok iyi sandal, kayık yapıyordu. Ailesi yapar da kız yapamaz mı? Kızda öğrenmişti yapmasını. Zamanla erkeğe anlatmaya başladı nasıl yapıldığını, ince detaylarını. Erkek bunları çok dikkatli dinliyordu ama kıza dikkatli dinlediğini belli etmezdi.

Bir gün bizimki kayık yapmaya karar verir. Artık nasıl yapıldığını, detaylarını öğrendiğini düşünür. Başlar kayık yapmaya. Erkek kayığı yaparken, kız da her gün izlemeye gelir, bir hata yaptıysa hemen söyleyip düzelttirirdi. Bu arada erkek sadece kayığı yapmıyordu, kayığı yaparken her zamanki gibi kızla muhabbetini sürdürüyordu. Yine böyle bir günde kız erkeğin kayığı kendi için, denizde gezdirmek için yaptığını anlar ama hiç belli etmez, erkeğin kendi söylemesini bekler hep…

Zamanla kayık dışarıdan bakan biri için bittiği düşüncesini yaratacak kadar yapılmıştır. Kız da böyle düşündüğü için dayanamayıp en sonunda “Beni kayıtla denizde gezdirir misin?” der. Erkek hiç düşünmeden, sebep söylemeden “Hayır” cevabını verir. Kız böyle bir cevap beklemiyordu ve kayığın kendi için yapıldığına emindi. Bu cevap karşısında büyük hayal kırıklığına uğrar. İster istemez erkekten biraz soğur.

Bizimki de sebep belirtmediği için “hayır” dediğine pişman olur ama “kayık bittiği zaman sebebini anlatırım” diye düşünür, kayığı yapmaya devam eder. Yalnız son zamanlarda kendini kayığı yapmaya fazla kaptırdığını fark etmez. O sıralar kayığı yapacak malzemeleri taşırken kızın canını en çok yakan yerlere çarptırır. Kız erkeğin bunu bildiği halde çarptırmasına kızar ve küser. Bizimki hatasını bildiği için çıkar karşısına özür diler, kız da dayanamayıp affeder. Bu olay 2-3 kez tekrarlanır, her defasında da kız affeder. Erkek artık kayığı yaparken kızı üzmemeye dikkat etmeye başlar.

Kızın içinde burukluk, kırgınlık olsa da erkeğin yanında her zaman bulunur fakat bir gün kızın ayrılması gerekir. Erkek bu duruma üzülür ama yapabileceği bir şey yoktur. Yalnız tesellisi vardır: kız bir süreliğine ayrılıyordu, gelince görebilecekti yani. Ayrılık vakti geldiği an mutlu bir şekilde ayrılırlar. Kız gider…

Erkek kız gittikten sonra da kayığı bitirmek için uğraşır ve sonunda bitirir. Artık kızın gelmesini ve kayığa bindirip denizde gezdireceği günün gelmesini bekler. Bir yandan da o günün nasıl olacağını hayal etmeye başlar, neler yapabileceğini düşünür… Tabi kız geldiği zaman daha önce niye “hayır” dediğini de anlatacaktır.

Günler birbirini kovalamaya başlar, kızdan ses seda çıkmaz. Her gün umutla uyanır, kızdan ses seda çıkmaz. Gün saymaya başlar en sonunda… Yine umutla kalktığı bir gün kızdan haber gelir, bizimki çok sevinir buna. Birkaç gün sonra konuşurlar fakat konuşma çocuk için pek iyi geçmez çünkü kızın başkasının kayığına binmek istediğini, binmek üzere olduğunu anlar. O an tüm hayalleri uçar gider, kendini bir boşluktaymış gibi hisseder hiçbir şey düşünemez… Kız gittikten sonra kayığın yanında hiç kımıldamadan oturmaya başlar. Sadece saçları kımıldar, onuda rüzgar estiği yöne doğru kımıldatır…

Bir müddet sonra kımıldar, hafif bir gülümsemeyle kayığa bakar ve içinden derki: “Seni saklayacağım ama başkası gelip binsin diye değil, baktıkça seni yaptıran kişiyi hatırlamak için. Eğer seni yaparken malzemeleri ona çarptırmadan taşısaydım, neden “hayır” dediğimin sebebini söyleseydim şimdi yanımda olacaktı, denizlerde geziyor olacaktık…”

Kayığı en güvenli yerde saklamaya başlar ve bir daha kayık yapmama kararı alır…

Böyle bir hikaye yazdım. Biraz beni, biraz hayal gücümü anlatıyor :) Şunu da belirteyim hikayede bahsettiğim kayığın anlamı sevgi, aşk.. Denizin ki ise hayat...

---

Buda benden olsun :)

Cafer KILIÇSOY
13.01.2008, 11:48
Neyin peşine heves sardın
Hangi sözlerle kandı parcalanası kalbin
Kör olası gözlerin ışıl ışıl mı baktı onada
İçin nasıl aldı nasıl aldın koynuna
Peşinde olduğun bir zaafmıydi bir gecelik
Bir gece için mi yıktın hayatımızı
Bu kadar ucuz muydu senin nefsin
Hani yüreginde taşıyordun beni her yerde
Beni neden cıkarıp atmadın kalbinden

Beni nasıl sahit edebildin iğrenç sahnelere
Namussuz bir geceyi..
Nasıl yakıştırdın hayatımıza
Nasıl layık gördün beni soysuz bir sevdaya
Gururunu başıma taç etmiştim ben senin
Şerefini şerefsizce nasıl harcadın,
Öpüp alnıma koyduğun ellerin nasıl değdi ihanete
Ölürdümde söz ettirmezdim özüne
Sözün sözümdür özün özümdür
Alnımın lekesi canımın bedeliydi
Benim alnıma lekeyi sen..? Senmi surecektin
Benim serefimin bedeli ne?

Senden baskasi haramdi bana,
Benden baskasi haramdi sana
Kabus gorsek ruyamizda utanirdik anlatmaya
Kabusdu elimiz baska ele degse
Uyaninca sukur ederdik Allaha
Sarilirdik birbirimize korkuturdu bizi bu ruya
Ayirma bizi allahim diye dua ederdik
Elin nasil degdi baska tene
Icin nasil cekti kokusunu
Benziyormuydu teninin kokusu benimkine
Saclari dalgalimiydi benim gibi
Benziyormuydu gulusu benimkini
Basini donduren neydi? Ne?
Ya gozleri? Ucurum kadar derinmiydi
Kayipmi oldun boguldunmu icinde
Bilmiyormuydun ayrilacagimizi
Planladinmi o soguk kanlica bitisimizi
Giderken kac kere baktin ardina
Kapiyi cekerken hissetinmi yoklugumu
Bilmiyormuydun o kapinin sana birdaha acilmiyacagini
Nasil baktim gozlerime
Nasil layik gordun kirli bedenini benim tertemiz hayallerime
Hangi maskeyi taktin o mahsum yuzune
o guzel gozlerin nasil bakti baska birini
Opup anlima koydugum ellerin
Nasil deydi ihanete? Nasil?

İzlemek isteyenler tıklasın (http://www.youtube.com/watch?v=F927KFm05nM)

guci 29
16.01.2008, 18:14
Yüce dağ başının karı eriyor
Gözlerim her yerde seni arıyor
Şimdi nazlı yarin eller sarıyor
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın!
Şu garip gönlümü kimler eylesin!

Yüce dağ başında yayılan taylar
Var mı benim gibi emeği zayilar
Vefasız sevgiyi bu gönül neyler
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın!
Şu garip gönlümü kimler eylesin!

Turnalar dediğin derinden öte
O yarin hasreti ferimde tüter
Ölüm en kolayı ayrılık beter
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın!
Şu garip gönlümü kimler eylesin!

KUTADGU
16.01.2008, 18:42
Yeni bir afyondur yenen her lokma
Biber Avrupalı, tuz Avrupalı.
Gülücükler sahte kirpikler takma
Dudak Avrupalı, göz Avrupalı.

Bebeklikte benliğini yitiren
Tepe tepe tepemizde oturan
Bizi çıkmazlara alıp götüren
Ayak Avrupalı, iz Avrupalı.

Birisi diskoda içer kıvırır
Birisi kulüpte konken çevirir
Yapmasını bilmez ki yıkar devirir
Ana Avrupalı, kız Avrupalı.

Kalıba uydurdu uyduklarımız
Yazmakla bitmez ki duyduklarımız
Paris modasıdır giydiklerimiz
Astar avrupalı, yüz Avrupalı

En mahrem yerlerin kalktı örtüsü
Beş santim tırnaktır ellerin süsü
Bütün bunlar medenilik ölçüsü
Cilve Avrupalı naz Avrupalı

İster sari deyin isterse irsi,
Büyük revaç buldu makbulün tersi
Duyduğumuz 'okey, adiyös, mersi'
Ağız Avrupalı söz Avrupalı

Her gün karşımıza on zıpır çıkar
Bağırır, çağırır, devirir yıkar
Dinler kulağımız gözümüz bakar
Şarkı Avrupalı, saz Avrupalı.

Başımız ayıkmaz binlerce halttan
Örf, adet gemimiz delindi alttan
Analar Muğla'dan Van'dan Tokat'tan
Bebek Avrupalı bez Avrupalı

Sahnede ekranda hıyar dinleriz
Deliye, densize uyar dinleriz
Saçma çığlıkları duyar dinleriz
Şarkı Avrupalı saz Avrupalı

Herkes soyunuyor açılmıyor ki
Sokakta boynuzdan geçilmiyor ki
Müslüman gavurdan seçilmiyor ki
Şekil Avrupalı, poz Avrupalı

Türklük bu mu desem bu diyecekler
Şampanyayı sorsam su diyecekler
Bir gün kökümüze hu diyecekler
Kabuk Avrupalı, öz Avrupalı.

ABDURRAHİM KARAKOÇ (http://www.siirperisi.net/sair.asp?sair=4)

Cem Balcı
16.01.2008, 19:28
''kutadgu''..abicim gerçekten harika şiir.:alkış:

Cafer KILIÇSOY
16.01.2008, 19:44
............................
Birisi diskoda içer kıvırır
Birisi kulüpte konken çevirir
Yapmasını bilmez ki yıkar devirir
Ana Avrupalı, kız Avrupalı.


En mahrem yerlerin kalktı örtüsü
Beş santim tırnaktır ellerin süsü
Bütün bunlar medenilik ölçüsü
Cilve Avrupalı naz Avrupalı

İster sari deyin isterse irsi,
Büyük revaç buldu makbulün tersi
Duyduğumuz 'okey, adiyös, mersi'
Ağız Avrupalı söz Avrupalı

Her gün karşımıza on zıpır çıkar
Bağırır, çağırır, devirir yıkar
Dinler kulağımız gözümüz bakar
Şarkı Avrupalı, saz Avrupalı.

Başımız ayıkmaz binlerce halttan
Örf, adet gemimiz delindi alttan
Analar Muğla'dan Van'dan Tokat'tan
Bebek Avrupalı bez Avrupalı

Sahnede ekranda hıyar dinleriz
Deliye, densize uyar dinleriz
Saçma çığlıkları duyar dinleriz
Şarkı Avrupalı saz Avrupalı

Herkes soyunuyor açılmıyor ki
Sokakta boynuzdan geçilmiyor ki
Müslüman gavurdan seçilmiyor ki
Şekil Avrupalı, poz Avrupalı

Türklük bu mu desem bu diyecekler
Şampanyayı sorsam su diyecekler
Bir gün kökümüze hu diyecekler
Kabuk Avrupalı, öz Avrupalı.

ABDURRAHİM KARAKOÇ (http://www.siirperisi.net/sair.asp?sair=4)
Değerli Arkadaşım çok güzel bir paylaşım, sağolasın:alkış::alkış:

Oğuuz
17.01.2008, 01:29
ankara yüksel caddesi ve ben
düşünen kadın
binlerce göz ve sen
herbirimizin yüzüne vurmuş ayazı
ankara yüksel caddedinde esen
ve oturan çokca kaygısızın bakışları

ankara yüksel caddesi ve ben
umut ölmüş hayallerde
birçok gelip geçen
öğrencilerin yüzünde garipce gözlenen
bir tedirginliktir yükselde yürüyen
ankara soğuk
ankarada kışlar boğuk

ankara yüksel caddesi ve ben
bugün unutmuşuz tasayı
kafeler çay bahçeleri çiçekçiler
bir bir gelip geçtiler
ankara üzgün
ankarada binlerce üzgün
ankarada yaşamayı seçtiler

ankara yüksel caddesi ve ben
gün uzadı yüyıllarca bu sokakta
rakılar bardakta
binlerce dudak yudumlayan ankarayı
müzik sesleri
ankarada birileri
sonunda tanıdı hem seni hemde beni.

Ömer SEVİNÇ
17.01.2008, 01:31
Şarkı sözü de oluyordur inşallah.

Life has betrayed me once again,
I accept that some things will never change.
I've let your tiny minds magnify my agony,
and it's left me with a chem'cal dependancy for sanity.
Yes, i'm falling... how much longer till i hit the ground?
I can't tell you why i'm breaking down.
Do you wonder why i prefer to be alone?
Have i really lost control?
I'm coming to an end,
I've realised what i could have been.
I can't sleep so i take a breath and hide behind my bravest mask,
I admit i've lost control.

Anathema - Lost Control

Ayşe Aygün
18.01.2008, 13:02
Peygamberimizin müjdeleyen rüyası

Nihat Hatipoğlu'nun köşe yazısı

Sevgili Peygamberimiz, bütün yeryüzüne gönderilmişti. Onun daveti bir ırka, millete, kavme veya yöreye değil, bütün insanlığadır. Onun için Kuran-ı Kerim’de "Ey Araplar!" tarzında bir çağrı cümlesi bulamazsınız. Kuran’daki bütün hitaplar, "Ey insanlar, ey iman edenler" şeklinde geneli kuşatır.

Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber’in misyonunu, "Seni bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Bakara 19, Sebe 28, Fatır 24, İsra 105, Furkan 56, Ahzab 45, Fetih 8) cümlesiyle duyurmuştu. Halbuki kendisinden önce gelen peygamberler belli bir ırka, bölgeye veya kavme indirildi.

İşte bu Peygamber (SAV), bütün çabasını insanlığın hidayetine yönlendirdi. Önce imanı öğretti. Allah’a imana ve itaate çağırdı. Sonra Yüce Rabb’e ibadet etmeye, kötülüklerden vazgeçmeye, ahlaki zafiyetleri ıslah etmeye, erdemli tavırlarda bulunmaya davet etti. Bazen konuşarak, bazen konuşturarak, bazen bakarak, sadece lisanı haliyle (duruşuyla), bazen de ikna etmenin en güzel yöntemlerini kullanarak bunu sağlamaya çalıştı.

* * *

Bu anlamda Efendimizin gördüğü ve aktardığı bazı rüyalar da önemli yer tutar. O, gördüğü rüyaları paylaşır, sonra da yorumlardı. O’nun gördüğü rüyalar, apaçık ve müjde dolu rüyalardı. İnsanları bağlardı. Çünkü peygamberlerin rüyaları da bir anlamda vahyin bir parçasıdır.

İşte bu yazımızda, toplumu ıslah etmek için büyük çabalar gösteren Peygamberimizin müjde ve umut dolu rüyalarından birine yer vereceğiz. Efendimiz (SAV) buyuruyor:

Dün gece acayip bir rüya gördüm: Ölüm meleği, ümmetimden birinin canını almaya geldi, ana-babasına iyiliği onu çevirdi.

Ümmetimden birini kabir azabı ona açılmışken gördüm. Abdesti geldi, onu bundan kurtardı.

Yine birini şeytan korkutuyordu, zikri geldi, aralarına engel oldu.

Ümmetimden birini gördüm; susuzluktan dili dışarı çıkmış, havza ne zaman gelse men ediliyordu. Orucu geldi, onu suladı.

Ümmetimden birini gördüm; azap melekleri korkutuyordu. Namazı geldi, ellerinden kurtardı.

Ümmetinden birini gördüm; nebiler halka halka oturmuşlardı. Onlara yaklaşmak isteyince kovuluyordu. Gusül abdesti geldi, elinden tuttu. Onu benim yanıma oturttu.

Yine ümmetimden birini gördüm; onun arkası, sağı, solu, üstü, altı karanlık idi. O ise şaşkın halde idi. Haccı ve umresi geldi, onu karanlıklardan çıkardı, nura girdirdi.

Ümmetimden birini gördüm; müminlerle konuşuyor, fakat müminler onunla konuşmuyorlardı. Sıla-i rahim (akrabalarıyla ilgilenmesi) geldi, "Ey müminlerin topluluğu! Onunla konuşun" dedi. Konuştular.

Ümmetimden birini gördüm; ateşin hücumunda kalmıştı. Alev yüzünden eline geliyordu. Sadakası geldi; yüzüne perde, başına gölge oldu.

Ümmetimden birini gördüm; cehennem melekleri onu yakalamış. Emr-i bil-maruf, nehy-i anil-münker (iyiliği emretmesi, kötülükten sakındırması) onu ellerinden kurtardı. Onu rahmet meleklerinin yanına dahil etti.

Ümmetimden birini gördüm; dizleri üzerine oturmuş, onunla Allah arasında hicap var. Güzel ahlakı geldi, elinden tuttu, onu Allah’ın huzuruna girdirdi.

Ümmetimden birini gördüm; sayfası sola uçtu. Allah korkusu (ve Allah’ı sevmesi) geldi, sayfasını yakalayıp sağ tarafa getirdi.

Ümmetimden birini gördüm; mizanı hafif geliyordu. Çok çalışması geldi ağırlaştırdı.

Ümmetimden birini gördüm; cehennemin kıyısında duruyordu. Takva ile hareket etmesi geldi, onu kurtardı, biraz geçti.

Ümmetimden birini gördüm; cehenneme atıldı. Allah için dökülen gözyaşları geldi, onu oradan çıkardı.

Ümmetimden birini Sırat’ta dururken gördüm; hurma dalının titremesi gibi titriyordu. Allah’a olan hüsn-ü zannı (Allah’ı unutmaması ve Allah’ı terk etmemesi) geldi, titremesi durdu. Biraz geçti.

Ümmetimden birini bazen sürünüyor, bazen emekliyor, bazen takılıyor gördüm; bana olan salavatı geldi. Elinden tuttu, onu kaldırdı, Sırat’ı geçti.

Ümmetimden birini cennetin kapısına kadar gelmiş gördüm; kapı içten kapanıyordu. La ilahe illallah şehadeti geldi, kapılar açıldı, onu cennete girdirdi.

* * *

Hayatı boyunca hep güzele çağıran bu sevgili davetçinin cennetten sunduğu şu manzara ile yazımızı sonlandıralım: "Cennete girdim. Kuran sesini işittim. Kim bu okuyan diye sordum. Orada bulunanlar cevaben, Numan oğlu Harise’dir, dediler. Harise’nin içinde bulunduğu nimetin sebebi şudur: O, anasına, babasına karşı çok saygılıdır."

Cafer KILIÇSOY
27.01.2008, 19:49
Aşk, insanın gözlerini kör eden bir heyecan hali, karşımızdaki kişinin taşıdığı özellikleri görmezlikten kaynaklanan bir bağdır… Sevgi, bilinçli bir görmenin, apaçık tanımanın getirisi olan kutsal bir süreçtir.

Aşk, içgüdüsel ihtiyaçlardan meydana gelen, kişinin kendi benlik sınırlarını, karşısındaki kişinin benlik sınırları içinde erimesine izin verdiği, karşısındaki kişinin benliğinde yok olup gittiği sürecin adıdır. Oysa sevgi, ruhun içinden doğar, seven insanları yok etmekten ziyade, ikisinden daha yüce bir yükselişin oluşmasını sağlar.

Aşk, tek yönlü bir heyecan halidir. Aşık olunanın kim olduğu önemli değildir. Uygun zaman ve zeminde, hiç uygun olmayan birisine kolaylıkla aşık olunur. Bir anlamda “kişinin öznel bir coşkusu”dur. Bu yüzden aşk, birçok kereler yanlışlıklar yapar. Evli üç çocuklu bir beyefendiyi, torunu yaşındaki kızlara aşık eder. Babasından göremediği ilgi merhameti, benzer yaşlardaki erkeklerde aratma ihtiyacı içinde herhangi birine kolaylıkla aşık edebilir. Aşktan kaynaklanan yıldırım parıltıları altında gözler kamaşır. Kişiler, gözlerinin önünde duran gerçekleri bir türlü göremezler. Ne zaman heyecan biter, yıldırımın parıltıları söner, o vakitten itibaren karşıdaki kişi yalın olarak görülür. Ve kişi aslında aşık olduğu şahsın kendisine uygun olmadığını anlayarak, gerçeklerle yüzleşmenin verdiği psikolojik sıkıntıları yaşamaya başlar.

Oysa sevgi… oysa sevgi zaten aydınlıkta var olur. İnsanlar birbirini tanımaya başladıktan sonra sevgi oluşur. Birbirinin durum ve yapısını bilen, karşısındaki kişiyi içinde bulunduğu gerçek süreçler içinde değerlendirebilen yapılanma belirir. Zaman içinde birbirlerine söyledikleri sözler, davranışlar ve konuşmalarla yakınlığın keyfi yaşanmaya başlanır. Onunla sohbet etmek, onun varlığında istifade etmek kaçınılmaz olur. Onun varlığının tatlı sarsıntısı yavaş yavaş devreye girer.

Aşk, insanı çılgın ve uç düşüncelere götürebilir. Kolaylıkla tutkuya dönüşür. Karşısındaki aşık olunan kişinin ne istediğinin, ne hissettiğinin bir önemi yoktur. Varsa yoksa kişinin kendi heyecanlarının tatmin edilmesinin çabasıdır. Sevgi, yavaş ve adım adım bir tırmanışın ifadesidir. Sevilen kişiyi anlamayı, onun ihtiyaç ve beklentilerine göre tavır değiştirmeyi içerir. Düşünce sistemini bozmaz.

Aşk, geçicidir. En fazla birkaç yıl içinde yatışır. Korundukça eskir. Sevgi, zamanla yenilenir… kalıcıdır… Sonsuz ve içtendir. Zaman içinde anlamı ve önemi artar. Sevilen kişiyi tüketmez, onun yaşam damarlarını muntazaman onarır. Gittikçe derinleşir ve artar. Zamana bağlı olarak kendisini tüketmez.

Aşk, insandaki basiret duygusunu, irade, kendini ve duygularını kontrol etme duygusunu alır. Sevgi, tam tersine verir.

Aşkta kalp öfkelenebilir. Şiddetli ve kaba duygular daha fazla öne çıkar. Aşkına karşılık vermeyen kişilere karşı aşırı hırçınlaşır. Sevgi, tatlı ve yumuşaktır. İncitmeye kıyamaz, ona kendisinden yana zarar gelmemesi için çabalar. Onu düşünür, zor duruma düşürmemek için yüksek bir enerjiyle uğraşır.

Aşk, sevgiliye egemenliktir. Sevgi, tam tersine sevilende yok olma sonsuzluğudur. Aşktaki yokluk, aşık olan kişinin, kişilik ve benlik sınırlarını yok etmesiyken, sevgide yokolma benlik sınırlarına zarar vermez. Onları korur… ve iki kişiden tek kişi oluşumuna vesile olur.

Aşk, tat aramaktır. Halbuki sevgi, sığınak aramaktır. Sevdiğiniz kişiyle aynı dili konuşmaktır.



Daha uzun bir kıyasla anlatılabilirdi elbet. Ama özetle söylemek gerekirse, aşk ve sevgi, insanda varolan duygulardır. Kimin kimi seveceği, kimin kime ne zaman aşık olacağı belli olmaz…! Önemli olan kendimiz için hangisini istediğimiz.

Aşk ve sevgi kıyası yapıldığında elbette sevgi daha öndedir. Daha kutsaldır… kalıcıdır… insanın aklını kendisinden almaz…

Ama son olarak belirtmek gerekir ki, aşk da çok basit bir durum değildir. Tasavvufta aşk okuyanlar da bilirler. İki günlük üç günlük ucuz çarpılmalara isim olarak verilecek kadar basit değildir. İkisi de insana özgü, ikisi de insani… ama son söz… kıyas yapılacaksa…! Elbette sevgi…!

Ve her yazımın altına eklemeyi ihmal etmeyecek kadar değerli…!

Sevgiyle(!) kalın…

Mehtap KAYAOĞLU (Haber7.com)

Akın_61
27.01.2008, 20:03
Issız sıcak çölleri
Karşı karlı dağları
Çoktan aşıp gittiler
Kayboldular uzakta
Önden giden atlılar
Ben burada kaldım böyle

İşleri aceledir
Çok uzundur yolları
Bense geride kaldım
Yetişemedim size
Önden giden atlılar

Gittiler hep gittiler
Aştılar kızgın çölü
Toprak tükendi bir gün
Denize ulaştılar

Çektiler dizginleri
Kendileri dursa da
Atlar duramadılar
Çaresiz kalıp birden
At sürdüler denize
Önden giden atlılar

Önlerinde okyanus
Kızgın bir çöl arkada
Asıl içlerindedir
Zaptedilmez bir deniz
Önden giden atlılar

Teknik değişti diye
Bıraktılar atları
Atlarsa bu kıyıda
Sanki sevgili gibi
Onları beklediler
Günlerce beklediler

Yeri yırtar ayaklar
Göğe fırlar başları
Nerden çıktı bu deniz
Bizi ayıracaklar
Önden giden atlardan

Sevgiliden daha zor
Ayrılmak bu atlardan
Buğulanmış gözlerle
Geri dönüp onları
Gemilere aldılar
Önden giden atlılar

Üç gün duramadılar
Yaptıkları gemide
Karşı kıyıda yeni
Güzel atlar buldular
Yaktılar gemileri
Önden giden atlılar

Vardılar Kurtuba’ya
İnmediler atından
Gülle karşılandılar
Ne güzel atlar bunlar
Bunca yol çiğnediler
Çiçek çiğnemediler
Önden giden atlılar

Önden giden bu atlar
Seni gördüler kalbim
Sahabe atlar bunlar
Dünyanın beklediği
Önden giden atlılar
Önden giden atlılar

Dursun Kaplan
28.01.2008, 02:39
http://img291.imageshack.us/img291/3752/alamakmarifettirgb8.jpg


Gözlerim kanla doldu... Ağlayamıyorum artık... Kurudu pınarlar, akmaz oldu yaş...
Unutmuşum...
Erkekler ağlamaz!


Erkekler de ağlar... Hem de öyle bir ağlar ki...
Sevdiğini anar ağlar, yüreği yanar ağlar...
Ağlar da ağlar...
Erkekler de ağlar...


Gün gelir bir tutam mutluluğa...
Bir sıcak tebessüme...
Anlık bir tenezzüle...
Ağlarlar, ağlarlar... Erkekler de ağlarlar...


İhanet'e de ağlarlar...
Arkadan hançer saplanınca...
Acı büyüyüp, katlanınca...
Hıçkıra hıçkıra ağlarlar...


Ağlarlar... Evet, ağlarlar...
Asıl erkekler ağlarlar...

Çagman
22.02.2008, 01:14
İçerimde Bir KArgasa Bir Boran.Çığlık Çığlıga BirşeyLer Bir Yerlere Kacıyor Yüregimde.Saklanırcasına Gizleniyorlar.Duygular Allak Bullak Fırtına Yemiş Bir Gemi Misali Savruluyor Yaralar Açıyor Acıtıyor inciltiyor inan Yakıyor Oyle bir yakıyor ki... Anlam Veremiyorum Hersey Oluyor O Kücük Yüreğimde de Bir Ses Cıkmıyor Haykırıyor Bagırıyor Ama Ses Cıkmıyor O acıyı dısa vuramıyor Aglıyor Ama Kanamıyor Yüregim. Haykırmak isteyip Bağıra Cagıra Soylemek istedigi "Seni Seviyorum" Sadece...Kolay Değil inan Katlanmak Uzakta Kalmak Hissedememek Mutluluga Dair Birşeyi.Kanamak istiyor Kanadıkca PArçalanmak Yok olmak istiyor Sonsuzluga bir Yol Arıyor... Acıyor Diyorumya Artık Dayanamıyor Bu Acıya Yüregim.Acılar Evcillesmiyor Acıdıkca Azaltmıyor inletircesine Acıyor Azalmıyor Amaa. Cıkarıp Koyabilsem O Kücük Yüreğimi Neler Anlatacak Bir Bilebilsen.. Şimdiden Yüreğimin Yarısı Yok oldu. Bom boş Kaldı Hiç Durma Al Hepsini Gotur benden Sen Giderken Onu almayı unuttun sadece Onuda al beni sadece Benle Bırak Yüregimide Al Sök gotur Ne duruyorsun Al istemiyorum sensiz Bu kalbi ben Yalvarıyorum Al Nolursun al BEnde Bırakma Bunu Acıtıyor diyorum Ağlatıyor beni Dayanamıyorum Nolursun all Herseyi ile al Goturr Dinin imanın Varsa.Veremezsin Hesabını Hiçbir Zaman Bu Goz yaslarımıni Her Damlasında Sana Olan Sevgim Cogalıyor Cogaldıkca Büyüyor Büyüdükcede yakıyor Yaktıkca Acıtıyor yine icimi. Bizim Hikayemiz Hep Aynı Senaryolar üzerine Kurulu Rollerimiz Hep Aynı Ben Her Sahnede BasRol Baslıyor Sonra Figüranlıga itiliyorum. Onemsiz Anlamsız ve Saygısızca.. Sunu Bilmelisinki Ben Sen Varken vardım Sen Yokkende Asla Olmayacagım.Bakarsın Bir gün Yine O sahnede Karsılasırız rollerimiz Farklı Durusumuz bile Bakısımız bile Ama Bir Farklı Olmayacak Değişmeyecek Ben varım.. Yemin ederim Seni daima Sevecegim Soz Verdigim Gibi Sozlendigimiz Gibi Cektigimiz Acıları Paylastıgımız Gibi Beraber Gozyası Dokup hıckırıklara Boguldugumuz Gibi, Gurur Yapmadan Bası Egmeden Dim Dik Yürekle. işte O zaman Haykırdı Yüregim O zaman kanadı O zaman Agladı O Zaman Cırpındı Ve Sen Gordun. Hersey O zaman Oldu Sen Vardın Ben Vardım Ve ikimiz "Biz" Dik! "Biz"! Sonsuza KAdar Verdigimiz Sozdeki "Biz" Ama Artık Ne Biz Kaldı Ne Sen Nede Ben Biz Olamadık Olmayacagız Olamayacagız Hep AgLayacagız üzülecegiz Hırkıracagız GozYaslarımızı Sadece Kendimiz silecegiz Biz Bilecegiz Biz Aglicaz Biz Ama Ayrı Ayrı Sen Ben Ayrı iki insan iki Hayat Olarak..Hakkını Helal Et Masum Yüzlüm Güzel gözlüm Benim. Sen O KAdar Günahsızsınki Seni Gunaha Sokanlara benim isyanım Sen O KAdar Temizsinki Seni Kirletmeye Calısan Ama BAsaramayan insanlara benim isyanım. Sen Aklandın Ben Belkide Hayatında Kara Leke oldum Ve Gidiyorum Artık Tertemizsin Gunahsızsın Dedigim Gbii acıyor Ama Kanayamıyor inan cunku Yüregimde Akacak Kan Kalmadı Sızlayacak Zerre Kadar Yer Kalmadı.. Haykıramıyor Cunku Haykırıslarla Kaybetti Herseyini. Ve Sona Geldigimiz Suan Evet Hakkım Helal Sana Yavrucugum Bilirimki Seninde Hakkın Bana HeLaL. Sonsuz Yüregindeki Boslukların Bir Bir Dolmasıdır Temennim Ama Mutluluklarla Hayırlarla Yolun Acık Olsun Ve Bittigi icin Belkide Gozun aydın olsun..Seni Seviyorum Sadece O Kadar!

Cafer KILIÇSOY
22.02.2008, 22:22
Çok güzel bir aşk öyküsü.

Lütfen sonuna kadar izleyin. Bir sene oldu pc de kayıtlı. Haftada bir kez kesin izlerim.

Serap tavsiye etmişti. Kendisine birkez daha teşekkür ederim

o9ebZ1DvLmY&eurl=

antagonist
22.02.2008, 22:44
Geçen gün çok değerli bir hocamın dersin başlangıcında bize okuduğu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.



Bu hikayeyi Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor hikayesine. Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor.

Sevgi üç türlüdür. Birincinin adı “Eğer” türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak, bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor. Bir şarta bağlı sevgi. Karşılık bekleyen sevgi. Sevenini, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Yazara göre evliliklerin pek çoğu “Eğer” türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle “Sınavları kazanamadın, bir de utanmadan Hakone’ye gittin?” diye bağırıyor. Delikanlı “Ama baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı diyor yazar. Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı. İnsanlar “Eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir diyor Masumi Toyotome. İlginç değil mi?

İkinci türe geçiyoruz; “Çünkü” türü sevgi. Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki. Yazar, “Çünkü” türü sevginin “Eğer” türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW’si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi diye soruyor Toyotome. “Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu. Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmezse endişesidir. Japonya’da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın, yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş; Japon yazar; toplumlardaki sevgilerin çoğu “Çünkü” türünde olup bu tür sevgiler, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor. Peki o zaman, gerçek sevginin, güvenilebilecek sevginin özellikleri nedir? Ve işte sevgilerin en gerçeği.

Üçüncü tür sevgi benim “Rağmen” diye adlandırdığım türdür diyor yazar.Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? “Eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan bir şey beklediği için değil, bir şeyler eksik olmasına rağmen sevilir. Esmeralda, Quasimodo’yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına rağmen sever. Asil,yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda’ya çingene olmasına rağmen aşıktır. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu, sevgiyle karşılanması şartı ile. Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin bir konum elde ederek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi budur diyor. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı yada senden daha önemlidir. Bunun böyle olduğundan nasıl emin olacaksınız? Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. “Şu soruma cevap verin,” diyor. Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize yaşamamın ne yararı var diye sormaz mıydınız? Devam ediyor Toyotome; şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız? diye soruyor ve yanıtlıyor; Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar, ya da kendilerini iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar. Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor, “Rağmen” türü sevgiyi. Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni “Rağmen” türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza olan inancınızdır. Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok? diye açıklıyor. Anlatıyor; Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasından beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede?

Ve asıl çarpıcı cümle en sonda; DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR.

Great White
22.02.2008, 22:53
Efsane grup Beatles' ın gene efsane solisti John Lennon' ın sözlerini çok beğendiğim hem duygu hem de anarşizm yüklü yüzyılın şarkılarından birinin liriklerini paylaşmak istedim ben de:)


Cennetin olmadığını hayal et

Eğer denersen bu kolay

Altımızda cehennem yok

Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var

Hayal et bütün insanların

Bu gün için yaşadığını

Hiç ülke olmadığını hayal et

Bunu yapmak zor değil

Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok

Ve din savaşları da yok

Hayal et bütün insanların

Hayatı barış içinde yaşadığını

Mülkiyetin olmadığını hayal et

Yapabilir misin merak ediyorum

Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok

İnsanların kardeşliği

Hayal et bütün insanların

Tüm dünyayı paylaştığını

Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin

Ama tek ben değilim

Umarım bir gün sen de bize katılırsın

Ve dünya yekvücut olarak yaşar..



Imagine - John LENNON

KUTADGU
22.02.2008, 23:09
Arayışa Üvey Bakış... Bir Felaket Filmi -7

Kulağındaki çınlama azalmıyordu sanki.
Duyduğu iğrenç ve uzun süre devam eden ses
dakikalar geçmesine rağmen beyninde gezinmeye devam ediyordu. Sürücüye, klakson sesinden sonra dönüp okkalı bir küfür savurmak istemişti ama o an değişik bir refleksle kendisini vazgeçirmişti.
İşin açıkçası herkesin yaptığı buydu,
ve yapılan hiçbir şey getirmiyorsa
denenmişi tekrar yapmanın hiçbir mantığı yoktu.
Ama yine de küfür etmek istemişti. Yapmamıştı.
Gürültü yaşamın baş köşesine kurulmuş oturuyordu.
Gürültü, hem de çok fazla gürültü.

Gecenin sessizliğinden, gündüzün gürültüsüne bu hızlı geçiş afallamasına neden oldu.
Çok da fazla bir şey ifade etmeyen gözleri boşlukta gezinir bir şekilde sağı solu arşınlıyordu.
İğrenç kahkahalar, bardaktan boşanırmışçasına yağan küfürler,
klakson sesleri ve satıcı naraları.
Şehirdeki bu yüksek ses devamlı duyma bozukluğuna neden olabilir,
dikkat ediniz.

Çok da farkında olmadan el uzattığı dolmuş yanı başında durdu.
Bir yılanın tıslamasına benzer bir sesle açılan kapıdan içeriye girdi.
Biniş de ağır ve kendini hiç de saklamayan
keskin ve kötü bir koku algıladı burnu.
Sonrası, sonrası ekşimiş bir yüz ifadesi.
Mavi renkli, arkası yukarıya doğru meyilli küçük bir dolmuş içerisinde istiflenmiş bir şekilde duran heterojen insan kalabalığı.
Kimi okula, kimi eve, kimi işe, kimi ise alışverişe.
Farklı maksatlar için gidilen yolda aynı kepazelik, aynı yığıntı.

Küçük yolculuğu esnasında bir çok farklı konuda, bir çok değişik bakış açısıyla ve türlü aksanla konuşmalara şahit oldu.
Dolmuşun ön tarafında oturmuş gibi yapan
ama aslında türlü oturuş şekilleri deneyen
ve herhalde ağır bir makyaj nöbetinden sonra yollara düşen,
genç kızlık günlerine hasret iki bayan,
en son kullandıkları losyonların işlev ve içeriklerini sorguluyorlardı.
Hiç olmadığın birine benzemenin kozmetik oyunu.
Kazanan sadece firmalar ve kazanan sadece mankenler.
Oyuna devam.
Ve bir çırpıda ünlü markaların yeni sezon kreasyonlarının özeti.
-Ah şekerim, bir bilsen Park Bravo’da ne etekler var. Hele kesimleri müthiş.

Ah be, hanımefendi bir bilsen ne kadar eğri bir dekor olarak duruyorsun dolmuşun ortasında.
Düşüncelerini o an seslendirmedi.

Arka tarafta cep telefonuyla bağırarak konuşmaya çalışan,
kafasını kaldırdığında kendisine bakan gözlerin bazen sinir,
bazen de şaşkınlıkla dolu olduğunu görünce de ses ayarı yapan gençten, kalabalıkta her an bayılacakmış gibi duran genç kızdan tutun da sağlık karnesine sıkı sıkıya yapışan güleç yüzlü amcaya herkes büyük bir kabullenilmişlikle inecekleri durağı bekliyorlardı.
Ya ne yapsalardı…

Mavi ve ütülü gömleği içerisinde,
gayet gergin duran şoför ise periyodik olarak trafiğe,
küçük arabalara, bayan sürücülere, erkek sürücülere, marketlere ve belediyeye türlü şekillerde ve pozisyonlarda küfür ediyordu.

Büyük bir sakinlik içerisinde yol ortasındaki çukurlarda beraber zıplıyor,
fren ile beraber ileriye doğru fırlayıp tekrar eski yerimize dönüyorduk.
Şehir yaşamının vazgeçilmez ritüeli; önüne konulanı kabullenmek…

Teknik bir ifade ile toplu taşıma aracından indiğinde
gündüzleri sevmeme nedenini anlamıştı.
Karmaşa, gürültü, saygısızlık ve sorgulamadan ortama ayak uydurma gayreti.
Dün gece masanın başına oturup ta bir çırpıda yazdıkları geldi aklına.
“Çağın acınası hali de denilebilir aslında yaşananlar için.
Hayat için savunulan her değer yaşanılan çağ için de geçerli.
Bu kadar kirletmeyi becerebilen bir topluluk olduğu sürece,
masumların da hep suçlu muamelesi görmesi kaçınılmaz.
Tıpkı gerçekte yaşanan da olduğu gibi.
Basit savunmalar hiç değerli olmamıştır,
ama adi suçlamaların yeri baş köşe olmuştur her nedense.
Bir tür yıkım oyunu dönmede ortalıkta.
Kulaksızlar, dilsizler ve akılsızlar ne kadar da kalabalık.
Ve ne kadar azınlıkta dur demeyi isteyenler.”

Korktu.
Okyanusa bırakılan küçük bir şişe.
Bulunacak mıydı bilmiyordu, bulunsa okunacak mıydı bilmiyordu,
okunsa okuyanın umurunda olacak mıydı bilmiyordu.
Bilinmeyene karşı koymak, görevini yaptığına inanıyordu.
Direnecekti biliyordu.
Direnecekti inanıyordu.

Şehir gürültü demekti, şehir başıboşluk demekti,
şehir nereye gittiğini bilmeden koşturmak demekti.
Gettolarla doluydu dört bir yan.
Umursamayanlar köşe başlarındaydı.
Bak benim arabam en güzel diyenler trafikte,
özgürlükçü kızlar kucaklarda.


Felaket senaryolu ve büyük prodüksiyonlu filmlerin giriş sahnelerinin bir benzerini izledi uzun süre.

Sahne 1: Modern görünümlü bir şehrin en modern caddesi.
Yolun sağ tarafında kimi zaman yürüyen, kimi zaman koşuşturan kalabalık. Vitrinlerin önünde hayranlık dolu bakışlar.
Yolun ortasında yavaş giden ve gümbür gümbür müzikle ilerleyen tercihen içindekilerin bol bol kafa salladığı arabalar.
Yolun sol tarafına yoğunlaşıyor kamera;
rocker giyimliler, temiz giyimliler, giyinmeyi unutanlar, salata yiyenler, nargile tüttürenler…
kadraj kayıyor yolun sonuna doğru,
ilerde mendil satan bir çocuk yalvaran gözlerle,
büfenin önünde gazete kuyruğuna girmiş üç beş kişi.
Ve devam ediyor kamera…

Sahne 2: Meteor yağmuru.

Kafasını kaldırıp meteorların sıra sıra düşmesini bekledi ama sanki daha korkunç bir sona yaklaşıyordu insanoğlu.
Daha uzun süreli ve daha yoğun akan bir felakete.
Keşke uyananlar uyuyanlardan daha çok olsa.
Bu felaket için ortada hiç süper kahraman kaldı mı diye merak etti.
Ortada felaket görmeyenlerin kahraman olma isteği yoktu herhalde.

Cemil Meriç’in söylediği bu sözler, jenerik olmaya aday
“Demek aklın sesi rüzgarın uğultusundan daha manasız.
Kılavuzların çığlıkları, çılgın kahkahalar arasında boğulmuş asırlardır.
Kadeh şakırtıları,
halhallar ve heyheyler
ve kuyuya doğru ilerleyen kafile:
kör kuyuya “
Cihan Arslan

ilhan
22.02.2008, 23:11
Süleyman, Great White

Çok teşekkür ederim. Yazılar çok güzel.

ve Cihan abi,

Harikasın, kalemine , yüreğine sağlık.

Ahmet Karaman
22.02.2008, 23:22
BİR ADAM

Korku dağlarının yürekçisi,
Olum denizlerinin kürekçisi;
Öyle suskun oturuyor şişesinin basında,
İçtiğinin hem hırsızı, hem bekçisi,

Onu kirmiş olmalı yaşamında birisi.
Dinledikçe susması, düşündükçe susması...
Tek başına iki kişi olmuş kendisiyle gölgesi,
Heykelini yontuyor yalnızlığın ustası.

ÖZDEMİR ASAF (http://www.siirperisi.net/sair.asp?sair=76)

Emirhan Makul
23.02.2008, 10:01
Sen İstanbul’u Tanıyor musun Trabzon?

Sen İstanbul’la hiç tanıştın mı Trabzon hiç tanıyabildin mi iç yüzünü gerçek den ben tanıdım İstanbul’u sizi tanıştırayım istersen bu koca şehirle Trabzon u koca şehirde her şey farkı her şey değişik senin kadar doğal değil inan bir kere bizim Sevda dediğimiz şeye burada aşk demişler birde herkesin diline dolamışlar biliyor musun Trabzon? Çok sıradan bir şeymiş gibi herkesin elinde bu aşk dedikleri şey istediği gibi kullanıyorlar .Burda kızlar çok değişik Trabzon herkez bir yol tutturmuş sevdalanmıyorlar duyguları ölmüş yüzüne baktın mı utanmıyorlar ordaki kızlar gibi bakmıyorlar gözlerime ,Trabzon burada kimse bana ballim demiyor biliyor musun hep hayvan isimleriyle çağırıyorlar aslanım koçum genç delikanlı ulan hiçbir kimse ne haber ballim demedi bana sert mizaç moda olmuş bu şehirde.Burada sokaklarda çeşme yok biliyor musun? Kimse sokak da su içmiyor suç işliyor.burada kalabalık da elin cebinde geziyorsun biliyor musun Trabzon burada malını çaldılar mı peşinden kimse koşmuyor sanki ortakmış gibi izliyor herkes sende olduğu gibi insanlar kötülere hakkını zamanında vermiyor be Trabzon.Burada herkes bir takımı tutmuyor be Trabzon herkes farklı renkler giyiniyor farklı kişiliklere bürünüyor burası senin özünden gelen insanları bile değiştiriyor.bakıyorumda burada gökyüzünü bile göremiyorum sadece olduğum yeri kafamın üstünü görebiliyorum her yer bina yıldızlar ordaki gibi parlamıyor onları seyredip duygulanamıyorum ateş böcekleri aydınlatmıyor gecelerimi biliyormusun Trabzon .Trabzon biliyor musun burasını artık Allah bile sevmiyor aylardır yağmur senelerdir kar bile yağmıyor yağsa da bile 1-2 saatlik yağıp bitiyor burada cehennemim provasını yapıyoruz beklide burası bir cehennem ve biz yanıyoruz .Burada döner alırken kaç gram istiyorsun diye sormuyorlar biliyor musun kaç porsiyon diyorlar her şey sabitlenmiş insanlarda dahi her şey sabit hayat monoton insanlar müzikle oynamak dan utanıyorlar biliyor muydun bunu biz böyle miydik Trabzon senin şarkın çalınca kopmaz mıydık burada kimse kolbastı bilmiyor Trabzon burası çok koca bir şehir ama bize çok dar be Trabzon bu İstanbul var ya beni çok üzüyor biliyor musun Trabzon ya İstanbul bu işte Trabzon ne sen ona gelebilirsin ne o sana gelebilir ama sen bizi ona gönderdin ya Trabzon attın ya bizi olsun be ben yinede sana kırgın değilim dirimizde olsa ölümüzde olsa yine senin kollarına geleceğim ha Trabzon son bir şey söyleyeceğim sakın İstanbul’a özendirtmeyesin içindeki hemşerilerimi tamam mı onu boş ver sen o bir cehennemin dünyadaki şubesi sense cennetin ta kendisi
Emirhan Makul....

KUTADGU
23.02.2008, 23:28
Arayışa Üvey Bakış... Umursanmayanlar ve Onur Üzerine -6
Zamanımızın en çirkef konusu; umursanmayanlar.
İnsanoğlu ciddi ve sistematik bir şekilde tasniflenmekte.
Modern zamanların kast sistemi ete kemiğe büründü.
Ne ağlanılası bir manzara.
Asıl korkuncu da insanoğlunun bunu bilmeyerek de olsa –bilerek yapanlarla beraber- hayatın vazgeçilmez kurallarından birine dönüştürmesi.
Bir nevi sapık bir tarikatın tüm insanlığı sarması.
Bilmeden milyonların mürit olması.
Korkunç ve acınası bir dünya tasviri.
Ve umursanmayanlar, başka bir tarife göre tutunamayanlar...
sonsuz uçurumun başlangıç noktasına hareket.
Gariptir, sınıflandırmanın temeli maddeye dayalı.
Maddenin yan kolları sürekli değişmekte.
Ama ana ortaklar teşhir ve aldatma hep orta yerde beklemekte…
Dayanılası değil bu tasvir….
Utanılası…

Fildişi kulelerin amansız yönlendirmesine muhtaç olan
kendi kalamamışlar kabilesi bir nevi tüm dünya.
Kendi kalamamışların hükmü geçmemekte,
sadece hükümlü kalmayı yeğlemekteler çünkü.
Bir yaşam dolusu bağlılık, bilmeden.
Ve bu ironi içerisinde eriyen saygı mefhumu.
Saygının hükmü eski zamanların antik kraliçeleri gibi,
sadece kitaplarda güzel durmakta.
Servetsizler umursanmamakta,
çirkinler umursanmamakta,
kariyersizler umursanmamakta.
Yani terimlere bağlı etiketlere sahip olmamanın hüzünlü sonucu. Umursanmayanlar kabilesine aidiyet hızla.
Dengeler hep bu yönde oluşmakta, dengeler hep bu yönde bozulmakta… Sahte kahramanlardan, medet umanların yanında olmanın akıbeti.
Sahte mutluluklar, en fazlası.
Daha fazlası etikete bağlı.
Ne büyük karmaşadır bu yaşanılanlar.
Karmaşa yetersiz, tam anlamıyla trajedi.

Bilinmeli aslında, hayat güzel burunluların, düzgün vücutluların, bakımlı yaşamışların hayatı değil.
Olmamalı da.
Hayat sevenin hayat saygı duyanın, hayat inananın olmalı.
Olması içinde birileri gayret göstermeli, en azından gayret gösterilmeli. Savaşanlar elbet olacaktır zaten.
Ve yürekten savaşanların kaybettiği vaki değildir.
Onlar aslında kaybettikleri sanılan zamanlarda bile kazanmışlardır çünkü. İşte umursanmayanların, daha doğrusu dengelere meydan okumak gereksinimi olanların gerçek kahramanları kendi yürekleri.
Paslanmadan savaş baltaları, savaşmalı.
Özümüzle, yüreğimizle, beynimizle
korkmadan savaşmalı.

Aslında dengecilerin ilk yok ettikleri düşmanları,
insanların kendine güvenleri.
Kendine güveni olmayan bir kalabalık kitlesine uydurma yaşamlar empoze etmek pek de zor olmasa gerek.
Emin ol bunu onlar da düşünmekte.
Uydurma yaşamları kendilerinin sananlar.
Dönün etiketlerinize.
Kabul etmeyenler zaten başaracaklar.

Alışkanlıkların zararlı oluşu da galiba bu yüzden.
Kendilerini iyi yada kötü kabul ettiriyorlar ve hiç zorlanmadan orada öylece kalıyorlar.
Uydurma yaşamı kabul etmeyen, beyninde duran bir dörtlük hatırladı o an. Üzgündü hatırlamıyordu yazarını.
Özür diledi ve okkalı bir teşekkür yolladı mısraların yazarına.

“Yaşamak bir gün uyanmaktır,
Bir gün birdenbire yalnız kalmaktır.
Yaşamak alışmalardan sonra,
Alıştığın her şeyle savaşmaktır.”

Büyük şehirlerin, kalabalık caddelerin,
dolgulu sokakların, tamirdeki işyerlerinin,
çamaşır dolu balkonların ortak noktaları; umursanmayanlarla dolu olmaları. Bakılıp, geçilecek bir durum değil.
Umursanmamaya karşı direnmenin ilk anahtarı burada saklı aslında. Başlangıç noktası kendini önemsemek,
alışkanlıklara tutkun kalmamak.
Eleştirmenin çok kolay olduğu, çözüm üretmenin ise hep başkalarına bırakıldığı bir alışkanlık vücuda gelmiştir.
Bu açıkça görülmektedir.
Ve anlatmak isteyenin önünde duran da bu gerçektir.
Gerçekler acı denilmişti.
İşte bir can yakıcı gerçek daha.
İyi yaşamanın etiketlerde olduğunu farzedenlerin densiz gururu
ve yanında bunlardan nasibini alamayanların
kabullenişlerle dolu etiketlilere benzeme oyunu.

Bu oyunu bozmanın sırası gelmiştir.
Güç aranılacaksa, bilinmelidir çok yakında aranılan güç.
Aramayı bilenler için, aranılan hiç uzak olmamıştır zaten.
Özüne dönmelidir insan ve kararını vermelidir.
Karşılaşılacak olan ne mitolojik bir savaş olacak ne de entel kılıklı aşk postacılarının postmodern uydurmaları.

Bir öykü anlatılacaktır belki de yüzyıllar sonra bile dillerde dolaşacak. Savaşın, gururun, direnişin hikayesi.
Tabiri caizse şehvetten uzak hikayeler dinleyecektir belki de o zaman insanoğlu.
Tabuları yıkanların hikayesini,
umursanmamaya direnenlerin ve umursayanların hikayesini.
Kat kat sınıf yaratanların değil, aynı olduklarını gösterenlerin hikayesini.
Umut var olacakta.
Umudun olduğu her yerde ışığın az çok görülebildiği anlatılmaktadır. Anlatılanlar yalan çıkmayacaktır o zaman bu hikayenin sonunda da.
Sahte kahramanların,
kaslı vücutların,
güzellik kraliçelerinin,
büyü dolu gizemlilerin hikayesi değil.
İnsanın hikayesi, en saf haliyle insanın.

Don Kişot hikayesiyle kahramanlık olgularına verip veriştiren
ve bir anlamda etiketsizliğin temsilcisi Sancho Panza’yı ironilerle doldurarak insanlığa yollayan
Cervantes’in ünlü romanında bir handa geçen öykü anlatılır.
Hikayenin kahramanı Sancho Panza,
tecavüze uğramış bir kadına yardımcı olmak
ve en azından kırılmış duygularını onarmak adına
tecavüzcünün para dolu kesesini zorla alır
ve tecavüze uğrayan zavallı kadına verir.
Bu olaydan sonra da para kesesi alınan tecavüzcünün kadını izlemesine izin verir.
Kadın dışarıya çıkınca para kesesinin peşine düşen adam da kadını takip eder
ve o da dışarı çıkar.
Belli bir müddet sonra kadın han kapısından tekrar içeriye girer.
Her halinden ciddi ve yoğun bir kavgadan çıktığı bellidir. Başı ve suratı da kan ile doludur. Elindeki para kesesini sallar ve şöyle seslenir.
-Kaptırmadım, alçak herife.

Kahramanımız Sancho Panza tam bu noktada devreye girer
ve romanın belki de en ağır en karakterli sözlerini söyler.
-Eğer onurunu da bu para kesesini savunduğunun yarısı kadar güçle ve direnme arzusuyla savunsaydın, adam sana asla tecavüz edemezdi.

Umursanan şey gücün ve hırsın sembolü paraysa,
çoğu zaman olduğu gibi umursanmayan onur olacaktır.
Sembolist bir yaklaşımla,
tecavüze uğramış ama para kesesini kaptırmamış kaç kişi tanıyorsunuz.
Cihan Arslan

Adem Erdoğan
01.03.2008, 23:03
Anadoluda Başarı Nasihatleri

Tarlada ekinim var deme, ambara girmeyince.

Hayırlı evladım var deme, el koynuna girmeyince.

Sadık dostum var deme, başına bir şey gelmeyince.

Vefakar karım var deme, yok günü görmeyince.

İşin başına geç varanda, bal vermeyen arıdan,

Kocasından sonra kalkan karıdan ,

Haram kazanılan paradan

Kimseye hayır gelmez.

Zengini fakir eden hayırsız evlat.

Memuru, tüccarı fakir eden süslü avrat.

Fakiri fakir eden kuru inat.

Çok acıma acınacak hale gelirsin.


Çin Atasözü

Bilmeyen ve bilmediğini bilen çocuktur, eğitin.
Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın.
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen aptaldır, uzaklaşın.
Bilen ve bildiğini bilen liderdir, takip edin

Adem Erdoğan
01.03.2008, 23:11
"Cömertlik ve yardim etmede akarsu gibi ol,
Sefkat ve merhamette günes gibi ol,
Baskalarinin kusurunu örtmede gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Hosgörülükte deniz gibi ol,
Ya oldugun gibi görün, ya göründügün gibi ol."

Hz. Mevlana

Erdem Keser
05.03.2008, 19:42
Bağışlayın beni sevdalarım
Kendimi parçalara ayıramadım
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Hiçbir ayrılık yeniden yaratmıyor artık beni



Aşk ağır yükler bindirdi küçülen omuzlarıma
Kalplerinizden kaçtım hep
Varıp gittim en karanlıklara
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Cehennemden düştüm hep benihiç görmediler

Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Seviştim ve yoruldum varıp gittim en yanlızlıklara

Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kan revan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur

Myy

Cem Balcı
05.03.2008, 20:31
erdem abi bu şarkı değilmiydi yahu.:)

Erdem Keser
05.03.2008, 20:56
erdem abi bu şarkı değilmiydi yahu.:)
Evet Cem..:)
Kan Revan İçindeyim...

vuslata_dair_61
05.03.2008, 21:54
Sayamadım kaç yıl geçti

Bildiğim; gönlümde yazılı, dilimde takılı bir isim…

Yürekten çıkıp, dudaklarıma ulaşan isim,ismin!
Her harfi dudaklarımı yakan kalbimi parçalayan… Bir isim, ismin!
Karadeniz’in hırçın dalgalarına,
Asi sesine, deli esişine dahi anlatabildiğim,
Sevdamı haykırabildiğim…
Ama sende susup kaldığım ismin!
Seslensem de duymayacağını bildiğim
Duysan da dönüp bakmayacağını anladığım
Buna rağmen durmadan sayıkladığım ismin!
İşlerken seni satırlara,
Yazılı ismine bakıp durduğum deli sevdam
Çaresizliğinle yanıp tutuştuğum
Kalbimi mühürlediğim bir sevda
Sevda sen! Sevda bir isim!
SEVDA İSMİN!!!
Sessiz çığlıklarımla yavaş yavaş yokolduğum
Sevdam ile birlikte Karadeniz’e battığım
Gözyaşlarımla inadına acı veren çiçeğimi suladığım
İşte öyle bir sevda bu!
İşte böyle bir özlem!
Daha çok özleyeceğini bilerek özlemek benimkisi
Uzanabileceğim ama asla ulaşamayacağım…
Seveceğim ama asla sevilemeyeceğim bir sevda
Sevda işte
Sevda sen! Sevda bir isim!
SEVDA İSMİN!!!
(vuslata_dair)

vuslata_dair_61
05.03.2008, 21:58
VEDA EDİYORUM SARIYA
SONBAHARIN BİTİMİYLE!
YANİ HÜZNÜN SONA ERMESİYLE
VEDA EDİYORUM SEVGİSİZLİĞE...
VEDA EDİYORUM SİYAHA
GECENİN TÜKENMESİYLE!
YANİ YALNIZLIĞIN GİTMESİYLE
VEDA EDİYORUM SEVİNÇLE...
VEDA EDİYORUM KIRMIZIYA
HANİ KALBİMDEN AKAN KANA!
YANİ ACILARIMIN BİTMESİYLE
VEDA EDİYORUM SESSİZCE...
VEDA EDİYORUM PEMBEYE
GERÇEK HAYATI ÖĞRENMEMLE!
YANİ TOZPEMBE HAYALLERİ YİTİRMEMLE
VEDA EDİYORUM İYİ NİYETİME...
VEDA EDİYORUM BEYAZA
KIŞIN NİHAYETİYLE!
YANİ DONUK BAKIŞLARIN ÖLMESİYLE
VEDA EDİYORUM İNSANLARIN SAHTELİĞİNE...
VEDA EDİYORUM YEŞİLE
İLKBAHARIN BİTMESİYLE!
YANİ ÇİÇEKLERİN KÜSMESİYLE
VEDA EDİYORUM ÜMİTLERİME...
VEDA EDİYORUM MAVİYE
SEVDAMIN YÜREĞİMDEN GİTMESİYLE!
YANİ BİLİNMEYENLERE GİDİYORUM YİNE
VEDA EDİYORUM TURKUAZ HİSLERİME...
MAVİYLE!!!!!...............
(vuslata_dair)

vuslata_dair_61
05.03.2008, 22:00
YILLAR GEÇER ACISI DİNER SANMIŞTIM

DOSTLUKLAR EBEDİDİR SÜRER GİDER SANMIŞTIM
HER ŞEY ESKİSİ GİBİ DEVAM EDER SANMIŞTIM
AMA BEN BÜYÜMEYİ HESABA KATMAMIŞIM!

AYRILIRKEN VERİLEN SÖZLER UNUTULURMUŞ
KANAYAN YARALAR SARILIR SANILIRMIŞ
BİR GÜLÜCÜK, BİR TEBESSÜME HASRET KALINIRMIŞ
AMA BEN VAFASIZLIĞI HESABA KATMAMIŞIM!

ZORLUKLAR AŞILIR SANIYORDUM YANLIZKEN
YERİNE BAŞKLARI GEÇER SANMIŞTIM
"NASILSA BÜTÜNÜZ,AYRILMAYIZ" DEMİŞTİM
DÜŞMANIM VARKEN DOSTUMDAN UMMAMIŞIM
AMA BEN ARKADAN VURULMAYI HESABA KATMAMIŞIM!

DOSTUN HEP DOST KALACAĞINI SANMIŞTIM
BİR ÖMÜR BU RÜYA SÜRER GİDER SANMIŞTIM
SEVİNCİME ORTAK, DERDİME DERMAN OLACAK SANMIŞTIM
AMA BEN UNUTULMAYI HESABA KATMAMIŞIM!

SÖZDE KALIRMIŞ BİR ŞEY ÖĞRENDİM
DUYULMAZ OLURMUŞ SESSİZ ÇIĞLIKLAR ÖĞRENDİM
SEVGİ, VEFA, DOST,... YALANMIŞ ÖĞRENDİM
AMA BEN KABULLENMEYİ ÖĞRENEMEDİM, HESABA KATMAMIŞIM!

BİR DERT ALDIĞINDA BENLİĞİMİ, YANIMDA BULURUM SANMIŞTIM
BİR MENDİL BULURUM AVUÇLARIMDA SANMIŞTIM
SICAK BİR EL HİSSEDERİM YÜREĞİMDE SANMIŞTIM
AMA BEN SAHTE DOSTLARI HESABA KATMAMIŞIM!

KARŞILIK BEKLEMEDEN OLURDU HANİ HER ŞEY!!!
HER ŞEY BEDELİNİ BULMUŞ NE HABER?!!!
GÖZLERDEN AKAN YAŞLARDAN BİHABER
KENDİNİ DOST SANAN!!!
DOSTUNDAN VAR MI HABER?!!!
BEN SENİ HESABA KATMAMIŞIM!!!!!
(vuslata_dair)

Samet Türkmen
05.03.2008, 22:24
''Ayrılığın en acısı hangisidir,diye sorulsa herkesin farklı bir cevabı olacaktır.Aşığın farklı,maşukun farklı ... Gurbette olan sıla özlemini dile getirirken,esir düşmüş olan ''Vatan'' ''Vatan !'' diye haykıracaktır.''

''Kimi canını adadı uğruna, kimi ömrünü.Kiminin damarlarından kan boşaldı üzerine, kiminin anlından ter... Kimi hasretinden yanıp kavruldu,kimi çilesine sevdalandı ...Ve toprak vatan oldu. Çer çöp de olsa her yanı,altın kafeslerden bile aynı feryatlar duyuldu ''Ah Vatan! ''

''Anadolu'da nereye varılsa,bir başka güzellik karşılar bizi. Kime sorulsa ya şehit ya da gazi çocuğu, torunu ...''

Cafer KILIÇSOY
06.03.2008, 17:03
Doğan CÜCELOĞLU'NUN, Eğitimindeki Katılımcılarla bir konuşmasından alıntıdır.

Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?

Bir Katılımcı: Hocam Allah'a Şükür bildiğimiz kadarıyla yok.

Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garantibir şey söyler misiniz?

Cevap: (neredeyse otomatik olarak çıkar: ÖLÜM

Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir.Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir ama bundan so nra başa gelmesi kesin olan tek şeyölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bubenim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

Katılımcılar: (Burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlarlar)

Cüceloğlu: Öleceğim belli ise , benim ölümcül bir hastalığım olduğuda açıktır...Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

Katılımcılar: Hayır

Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

Bir Katılımcı: Evet var.

Cüceloğlu: Ya Yarın ?

Bir Katılımcı: Evet.

Cüceloğlu: Ya 30 yıl sonra?

Bir Katılımcı: Olabilir.

Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağsalim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

(Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü; genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.)

Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salimbıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? , Var mıdır böyle bir garanti?

Bir Katılımcı: Yoktur Hocam.
Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

(Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar) ve Bir Katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?

Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz,o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

Bir Katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın,gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıkların ızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular,tartışma yada gerginlik yaratırmıydı
Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir 'Seni gerçekten çok seviyorum' demeye ne gerek var diye düşünürmüydünüz
Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

(Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız
old uğunu şimdi fark etmişlerdir)

Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde 'Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim' diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?


*** ÖMER HAYYAM'IN DİZELERİ ***

İNSAN yiyeceksiz, giyeceksiz edemez:
Bunlar için didinmene bir şey denmez.
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış:
Bu güzelim ömrünü satmaya değmez.


Ailemiz , Yakınlarımız , Sevdiklerimiz , İş arkadaşlarımız , Komşularımız ve Hayatı paylaştıklarımızla birlikte geçirdiğimiz her anı önemsemek ve asla ama asla kalp kırmamak gerek hiç şüphe yok ,

Zira Kalp Kırmanın hiç ama hiç Telafisi de yok ...
**********************

ELVAN KILIÇSOY'a teşekkürlerimle...:)

guci 29
06.03.2008, 17:37
Ve asıl çarpıcı cümle en sonda; DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR.
Çok güzel bir yazıydı, teşekkürler Süleyman.

KUTADGU
06.03.2008, 17:54
Arayışa Üvey Bakış... Deniz ve Bırakılan Koku -12Karşısında duran deniz dingindi,
huzurunu ele veriyordu.
Denizin tam bitiminde başlayan şehir çok da uyanık değil gibiydi.
Yeşil dallar arasında hem yanı başındaymış
hem de çok yukarıdaymış gibi izledi uzun zaman görmediği şehrini. Boztepe’den Trabzon’a bakmak.
Uyanışların en güzeli.
Rüzgarı tam yanında hissetmek,
maviyi yeşili ve insanı aynı çerçeveye sığdırmak,
hepsinden önemlisi tekrar aşık olmak dünyaya
ve bu güzelliği insanlara bahşettiği için şükretmek çokça Allaha.
Derin ve huzurlu bir nefesten sonra mavi gökyüzünde güneşi hissetti
hem de çok yakınında hissetti.
Gündüzü uzun süredir hiç bu kadar yakından yaşamamıştı.
Gece daha çok şey vaat etmişti ama asıl aradığı şey daha çok sessizlikti. Şimdi tamda kendini sessizliğin kucağında bulmuşken
geceyi beklemeye ihtiyacı olmadığını hissetti.

Sebebini bilmediği bir şekilde uzanmıştı şehrine uzun zaman sonra.
Her bulmacanın çözüleceği zamanın geleceği gibi
yavaş yavaş gelme nedeninin de sırrını çözmeye başlamıştı.
Bir soruya cevap aranılacaksa,
yeni bir yola çıkılacaksa
ya da yeni bir gerçek bulunacaksa
şüphesiz elde bulundurulması gereken ilk doküman geçmiş olmalıydı.
Yeni yol haritasını çizecekken, eskiye çok ihtiyacı vardı.
Uzun zaman önce yürüdüğü yolda bıraktığı kokuyu bulmalıydı.
Dokunduğu ağaçtaki sesi,
kulaç attığı denizdeki umudu,
ağladığı omuzdaki yaşı,
küfürler savurduğu ihanetteki nefreti.
Bunları soluksuz yaşayabilirse gelecek için daha rahat yol alacaktı.
Tam da, önünü aydınlatan fenerin geçmişi olduğu,
gerçeğinin üzerinde duruyordu.
Dolayısıyla odada kara bir kedinin olmadığını anlamıştı.
Maksadın da kediyi bulmak değil odayı aramak olduğunu anlamıştı.

Bir seferinde, denizin kokusuyla ve dalga sesleriyle dolu,
çokca umutsuzluk içilen bir masada ayağa fırlayan
ve bütün halka seslenirmişçesine bir bakış attıktan sonra,
sözlerine başlayan,
hep yaramaz ve hep umursamaz görünen
okul ve sıra arkadaşı geldi aklına.
İç geçirerek başlamıştı sözlerine...

-Sen, sen, sen ve ben.
Bir aradayız, bir masanın etrafında.
Dışarıda dalga sesleri var.
Bazen korkutucu olsa da.
Sen, sen, sen ve ben.
Hep aynı görülsek de ne kadar farklıyız aslında.
Sen hep aşıksın, sen hep efkarlı,
sen hep düşünceli ve ben hep umursamaz.
İyi de güzel kardeşim bu kadar farklıysak aslında nasıl oluyor da
hep bir arada oluyoruz.
Şimdi bir aradaysak yarın nerde olacağız.

Söze hep aşık olan katılmak istedi,
gerçi bir an durakladı ama tekrar toplayıp cesaretini
o da nutuğuna başladı.

-Ben ayrı düşsek de hepinizi özleyeceğim.
Ortada bu kadar unutulmaz anı yaşadıktan sonra
bizim birbirimizi unutmamız yakışık almaz.
Gerçek arkadaşlar unutmaz zaten.
Ve ben hepinizi çok seviyorum.

Hep efkarlı olan konuşmadı,
öylesine sigarasına dalmıştı ki,
konuşması da beklenemezdi zaten.

-Aslında hepimiz koşmaktayız.
İlerde duran bizim bilemeyeceğimiz kadar yakında
ve tahmin edemeyeceğimiz kadar uzakta
bizi bekleyen kırmızı kurdeleli sona doğru.
Kimimiz başı yukarıda, kimimiz başı aşağıda
ve kimimiz emekleyerek koşmakta.
Kimimizin arkasında rüzgar pupa yelken esmekte.
Yan yana koşarken arkadaş denildi adımıza,
birisi öne yürüyünce düşman oldu,
geride kalana beceriksiz denildi.
O koşunun içerisinde herkes birilerine bir şey söyleyecek
ama koşu bitince ne olacak?
İşte gerçek burada,
asıl önemli olan o kurdeleye dokununca arkamızdan ne söyleneceği.
Daha doğrusu arkamıza ne bıraktığımız önemli.
Yalanlar mı bırakacağız, dürüstlük mü, korkaklık mı?

-Valla arkamdan konuşanı bir yakalarsam,
ona büyük bir pişmanlık bırakacağım kesin dedi
sigaradan bir ara kopan ama bir o kadar da efkarla konuşan…

Bu hengame içerisinde devam eden konuşmada hatırladıkları bu kadardı. Geride ne bırakacağız sorusuna takıldı denizi izlerken.
Hiç olmazsa umut bırakabilsem dedi içinden
ve arkasına dönüp uzaklaştı.
Çokça yürüdüğü bu yolda bıraktığı kokuyu tekrar hissetti o anda.
Var olabilme çabasının terli kokusu…
Seneler sonra geldiğinde
başarmışlık kokusunu duymak isteyerek
devam etti yoluna.

Cihan ARSLAN

OFLU
10.03.2008, 11:56
Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır,fakirdir,gariptir.Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.
Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir.Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.
Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.
'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'
Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...
'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.Binbir dil döker.Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ...
'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.'
Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.
'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'
Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.
Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır...
Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.'
Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır...
Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...
Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:
'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.'
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.
Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin'
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.
'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;
'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...
'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...'
Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:
'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir...

Nuray
10.03.2008, 12:12
Geri Gelen Mektup
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...
Hüseyin Nihal Atsız



osman öztunçtanda dinleyin bu parçayı tavsiye ederim ;)

Cafer KILIÇSOY
10.03.2008, 21:45
SENİ SEVİYORUM ÇÜNKÜ
Adını duyduğumda titriyorum.
İçimdeki sevda telleri titriyor
Eriyorum su olup akacağım sanki
Su olsam da sana akmak için yol bulurum ben
Ayaklarının dibine göl olurum
Sen bu aşk suyu ile yıkanırsın
Seni düşünmediğim tek bir an yok bile
Senin hasretine tutsak oluyorum
Hasret dedim de,seni özlemenin
bu kadar zor olacağını bilmezdim.
Bir sarmaşığa dönüşüyor hasretin,
bedenimi sarıyor.
Hasretten şikayet etsem de aldırma sen
Kavuştuğumuzda yaşadığım bahtiyarlık
kötü olan ne varsa hepsini silip atıyor.

Seni Seviyorum Çünkü
Yanındayken dört mevsim bahar oluyorum
Seni o baharın en nadide çiçeği yapıyorum
Buram buram çiçek açıyorsun yüreğimde.
Kokunla başımı döndürüyorsun
Bir bahardan diğerine uzanırken zaman
sensizliği aklıma bile getirmek istemiyorum.
Çiçek dedim ya, Bir çiçek adı verseydim sana
papatya olurdun Tomurcuklarıyla dünyaya, insanlara
baharın geldiğini müjdeleyen papatya
iddiasız ama güzel,güzel ama kibirsiz

Seni Seviyorum Çünkü
Sana baktıkça kendimi hiç keşfedilmemiş
bir kıtanın topraklarında buluyorum
Adım adım dolaşıyorum seni
Sana ait ne varsa öğrenmek istiyorum
Keşfetmeye aç bir kaşifim ben
Ancak senin topraklarında doyuyorum hayata
Sana her gün yeniden aşık oluyorum
Bu aşka ben bile şaşıyorum
Ama şaşkınlığım beni mutlu ediyor

Seni Seviyorum Çünkü
Her sabah kalktığımda bir günü daha
seninle geçirecek olmanın mutluluğunu
yaşatıyorsun bana Ben güne seninle başlıyorum
ve her gün hayatı yeniden keşfediyorum
Gök kuşağının her tonunu gölgede bırakan
en parlak renksin sen Her şey senin rengini taşıyor
benim için ancak o zaman anlamlı oluyorsun

Seni Seviyorum Çünkü
Soğuk günlerde içimi ısıtan ceketimsin
Sıcak günlerde ise ferahlık veren kuzey rüzgarı
İliklerime işleyerek esiyorsun
Her şeyde sen varsın.Nasıl olmayacaksın ki
sanki sen doğduğumdan beri içimdeydin
Yüreğimin en derin köşesinde idin
Sanki ortaya çıkmak için beni bekliyordun
Ve ben orada olduğunu fark edince
hak ettiğin yere çıkardım seni

Seni Seviyorum Çünkü
Hep benimlesin.Seni görmem için yüzüne
bakmam gerekmiyor.Gözümü kapatsam oradasın
Gördüğüm her sima aslında sensin.
Gözlerinin içindeki binlerce yıldız
gecenin karanlığını delip geçiyor
Sen bana bakarken ben kendimi
yıldızlara bakıyor gibi hissediyorum
O yıldızların parlaklığında kaybediyorum
kendimi.Gözlerim kamaşıyor ama şikayetçi değilim
aydınlığından.Güneş doğmasa,yıldızlar kaybolmasa diyorum
Ama biliyorum ki güneşimde sen olacaksın gecenin sonunda.
Bu kez daha parlak ve aydınlık çıkacaksın karşıma

Seni Seviyorum Çünkü
Saçların ellerimin arasında kayıp giderken
dünyadaki cenneti bulmuş gibi hissediyorum kendimi
Her gülümseyişin içime yeniden yaşama sevinci dolduruyor.
Her gülümseyişin karamsarlığı yıkıyor,mutsuzluğu parçalıyor
Seni seviyorum çünkü,seni sevmeyi,sana dokunmayı,
seni dinlemeyi,sana bakmayı, seni koklamayı.
seninle paylaşmayı seviyorum.
Seni sen olduğun için seviyorum

Seni Seviyorum Çünkü
Seni sevdiğimi anlatmaya çalışırken
ne kadar çaresiz olduğumu da görüyorum
Her sözcükten sonra durup tekrar düşünüyorum
Seni yeterince anlatabildim mi diye
Biliyorum ki yetmeyecek.Bu kadar sözcükten
sonra bile sana sevgimi anlatamamış olacağım
SÖZCÜKLERİN BİTTİĞİ YERDE GÖZLERİME BAK
ONLAR BU SEVGİYİ ÇOK DAHA İYİ ANLATACAKTIR SANA!....

KUTADGU
15.03.2008, 18:58
Fatih'le Çağdaş Bir Hesaplaşma
Her delikanlının senin yaşında,
Kavak yelleri eserken başında;

Ta.. bilmem nereden şu kadar yolu
Gelip, almak var mıydı İstanbul'u?

Bunca zahmet, bunca şehit, bunca kan...
Neden yaptın bunu Sultan Mehmed Han?

Hatanı silmedi hala asırlar,
Hele işlediğin öbür kusurlar...

Ayasofya'yı camiye çevirdin;
Bilmiş ol ki büyük bir çam devirdin..

Minareler diktin dört bir yanına
Kubbedeki Haç'ın kıydın canına...

Korkudan sustular güzelim çanlar,
Sultanım! İrtica değil mi bunlar! ? ?

Balkanlarda gürledin, çaktın Mora'da
Ne işiniz vardı beyim orada?

Yaptığın bu yanlış yüzünden
Bütün avrupanın düştük gözünden.

Bulgarın elini sıkmaz olduk,
Yunan'ın yüzüne bakmaz olduk...

Neyse ki çağımız füze çağıdır,
Ayasofyanın da müze çağıdır.

Şol dört minare, dört dikili taş.
Gibi sessiz kılıp eyledik çağdaş...

Eğer uğramazsak kem bir nazara
Belki korlar bizi Ortak Pazara..! !
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

KUTADGU
15.03.2008, 19:02
Uyan Ey Türkoğlu
Er meydanlarından çekilir oldun
Çorak iklimlere ekilir oldun
Eğilmek bilmezdin bükülür oldun...
Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene?
Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene?

Boşaldın boşaldın.. Dolabilmedin,
Gidişin o gidiş.. Gelebilmedin...
Döktüğün kanları alabilmedin...
Şah damarlarına yapışan kene
Sömürür mü seni; daha kaç sene?
Bakın şu Oğuz'un torunlarına;
Kara taş bağlamış karınlarına!
Umutsuz gözlerle yarınlarına
Bakarlar mı dersin; daha kaç sene?
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene!

Eski sandıklarda harsın, tören ey!
Hain, çaşıt dolu; yanın, yören ey!
Bağlı tutsak sanır seni gören ey!
Bu böyle sürer mi; daha kaç sene?
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.

Bak ne der Oğuz Han, Alparslan, Tuğrul:
Ey Bozkurtlar soyu! Yerinden doğrul!
Silkin! ... Öz mâyanla yeniden yoğrul!
İnsanlığı nûra kavuştur yine
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.

Acunda ne varsa kurudan, yaştan
Al Dede Korkut'tan, Hacı Bektaş'tan
Malazgirt ufkuna doğ yeni baştan...
Dilerim Tanrı'dan bu devran döne,
Uyan ey Türk! ... Uyan! Uyumak nene?

Seni aldatmasın 'Batı' denilen,
Onun mayasıdır 'katı' denilen,
Onun iç yüzüdür 'kötü' denilen...
Odur özsuyunu sömüren kene!
Sen uyan; onu da düşün!
Kaç parçaya bölmüşler seni?
Sonsuz bir sahraya salmışlar seni...
Kanadını kırıp yolmuşlar seni..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.

Yıkıldın, yakıldın: 'devrim' dediler,
Soysuzlaştırıldın 'evrim' dediler,
Bozkurta it, ite 'yavrum' dediler..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.

Türk Bilge Kağan der 'İşitin beni!
Benim çağlar aşan, benim en yeni.
Ey Türk! Bir gün gaflet basarsa seni
Gönül ver, kulak tut bendeki üne,
Uyan Ey! Kendine dönmeyi dene! '

'Üstten gök basmayıp yer çökmeyince
Hainler türeyip bel bükmeyince
Seni gafil bulup kan dökmeyince
Türk'ün bir düşmanı çıksa da bine
İlini, töreni bozamaz yine! '

Köklerinden koptu okumuşların,
Batıyı put yaptı okumuşların,
Yaptığına taptı okumuşların...
Ey Türk! Kendine dön! Yad, yaban nene
Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne!

Dinle! Dövülmekte... Çağrı kösleri,
Dinle! Yakındadır... Ayak sesleri,
Bozkurtların sıcak, hür nefesleri
Ufkunu doğudan sarsın da yine
Kalk! Doğrul yerinden! Yürü, geç öne!

Sen, Oğuz Ata'nın has milleti, sen!
Sen, son Peygamberin has ümmeti, sen!
O seni boğmadan, boğ zilleti sen! ...
Uyan! Ey Türk oğlu! Uyumak nene?
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!

Medet ummaya gör kızıl surattan,
Seni mahrum koyar aşktan, muraddan,
Çağla Sakarya'dan, kükre Fırat'tan..
Kara, kızıl, sarı.. Sür, topla yine;
Bunlardır özünü sömüren kene!

Destanlar yazılır, şanına lâyık,
Yine de erişmez ününe lâyık,
Olursan soyuna, dinine lâyık...
Geçer bu gafletin; sürmez çok sene,
Uyan ey Türk oğlu! Uyumak nene?
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

Ahmet Kuru
15.03.2008, 19:10
Geçmişte yapmış olduğum bir hatanın üzerinden 8 yıl geçtikten sonra karşılaştığımızda bana gönderilen yazı...



Tek basina bir odada kaliyordun. Odanin duvarlari bastan basa camdi. Bastan basa simsicak ruhtu...

Odanin ortasinda çirilçiplaktin. Bir sandalyede oturuyordun. Odan ilik, tanidik, hiç kesilmeyen bir rüyanin ortasinda saliniyordu. Yüzünden dünyadaki bütün zamanlar geçiyordu. Yüzündeki bütün zamanlari özlüyordum... Yüzünün bütün zamanlarinin disindaydim.

Odanda tek basinaydin, ama o büyüsünü, o derinligini yasamayi çok arzulasam da, yine de nerede oldugunu bilmedigim dünyaya senden gidiliyordu... Senin gözlerinden görülüyordu... Senin gözlerinden görülüyordu benim sonsuz düsüm... Sonsuz kayipligim... Varligimin bir parçasi sana gitmis, bir parçasi bende kalmisti. Varligimin sende olan parçasi seninle gerçek dünyaya, baska ruhlara, öteki hayatlara gidiyordu...

Beni içeri, odana, yanina almamistin.

Varligimin en sahici, en cesur, en erdemli yani içerde, seninle kalmisti, seninle gitmisti öteki hayatlara, baska ruhlara...

Böyle baslamisti o büyük dislanmam.

Ömrüm odanin kapisinda, beni içeri çagirmani beklemekle geçmisti...

Yasamadim diyemem, yasadim.

Sevgilerim oldu. Basarilar kazandim. Misafirler geldi evlerime... Çilgin, basibos, simarik, ihtiras dolu yaz aksamlarim oldu... Sevgi dolu mektuplari aldim. Telgraflar, çagrilar... Yolculuklara çiktim. Beni karsilayanlara el salladim sevinçle, içim kamasarak... Istahliydim. Arzularim hiç dinmeyecek gibiydi... Dogum günlerimde pastami keserken herkese ve kendime hak ettigimizden daha çok sans diledim hep...

Ama yine de unutamazdim senin kapinda bekletildigimi, beni içeri almadigini, varligimin en anlamli, en sahici parçasinin sende kaldigini, o ikiye bölünmüslügümün derin sizisini unutamazdim, bunun yillarca sürecegini ve de hiç dinmeyecegini...

Bazi geceler penceremi açar derin nefesler alirdim. Nefes alirken gücümü daha da artirsin, acilarimi bana unuttursun diye Tanri’ya yaranmak geçerdi aklimdan.

Doganin ayrilmaz bir parçasiydi odan. Odan dogadaki o en agirbasli cinayetlerin ortasinda sessizce beklerdi... Daha da isinirdi sahipsiz ruhlardan yapilmis camlari... O camlari kirabilsem, sana dokunabilsem, kendimi sana inandirabilsem kainatin bütün sefkati, bütün sevgisi içime akacakti, biliyorum...

Yasarken hiç tatmadigim bu duygu elimi uzatsam dokunabilecegim kadar yakindi sanki. Ama neden bu kadar uzaktaydi, hiç anlayamiyordum... Bilmek çözer saniyordum bu muammayi... Bu uzakliga çalisirsam beni içeri alirsin diye düsünüyordum...

Çünkü yasadigim sehirlerden en umutsuz durumlardan büyük vaatler, büyük sürprizler çikariyorlardi karsima insanlar... Sanki insanlar o büyük kayboluslarini unutturmak için bir arada yasiyorlardi...

Ben de o insanlardan biriydim ve bir gün kapini açip beni içeri alacagini, bir gün beni gerçekten sevecegini saniyordum...

Bu yüzden dünyadaki hiçbir sey üzerinde dikkatimi yogunlastiramiyordum. Bu hayatta hiçbir seyi tam yapamiyordum. Görenler kendimden intikam aliyorum saniyorlardi...

Sonsuz bir ertelemeydi hayatim.

Aslinda bu bir gecikmislik degildi. Hayattan istifa etmek de degildi. Hem sen olmadan nereye gidebilirdim ki? Ben senden uzaklastigimda gecikmis olurdum her seye, seni sevmekten vazgeçtigimde intikam almis olurdum her seyden, seni sevmekten vazgeçtigimde intikam almis olurdum kendimden...

Uzaga, istedigim uzaklara gitme sansim ancak yaninda olursam mümkündü. Çünkü ne zaman içime baksam yüzünden geçen bütün zamanlari, bütün özleyisleri, yüzünden gerçek dünyaya açilan yollari, baska ve öteki hayatlari görüyordum... Yüzünde varligimin sende kalan parçasini görüyordum. Böyle zamanlarda yüzünde, aciyla gölgelense de bagislayan bir gülümseme olurdu. Ve bu gülümseme senin beni bir gün içindeki varligimla bulusturacagini hissettirdi...

Iste o zaman bu sürgün bitecekti...

Iste o zaman yasadigim bütün endiseler, bu suçluluk, degersizlik duygulari, bu korkular, bu günasiri intiharlar bitecekti...

Bunu bile bile yasamak nedir bilir misin?...

Geri dönecegini bile bile tanimadigin, sana hep yabanci yollara düsmek...

Karsina çikan herkeste seni aramak... Seni hatirlattigi için birine âsik oldugunu sanmak... Sen olmadigini bile bile, bütün hayatini bu iliskiye adamak için çirpinip durmak...

Bunu bile bile yasamak nedir bilir misin?...

Düsünsene, ben seninle düslerimi, heyecanlarimi, çocuklugumu, acilarimi aldattim...

Seni unuturum diye yasamaya basladigim her aski, ben yine seninle aldattim...

Sen beni içine almadigindan beri yillardir ben seninle kendimi aldattim...


Bir tek seni sevdigim dogruydu... Ve bu dogru yüzünden hayatim yalana batti...

Sen beni disladigindan beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin...

Tepeden tirnaga aska, tepeden tirnaga özleme batmis bir hayalet...

Bu hayaletin içinde beni degil seni gördüler hep. Çogu bu hayalete dayanamayip çekip gitti...

Kimisi senin beni beklettigin kapida, beni bekledi. Seni beklemekten yorulur, onunla birlikte çekip giderim diye buralardan...

Ve ben en çok onlarin sevgisine inandim. En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep merak ettim, karsiliksiz ve onca yil bir hayaleti nasil böylesine sevebildiler diye... Dünyanin iyi bir yer olduguna ve yasamak için çok sebep bulunduguna bu insanlarin bir hayalete duyduklari o akilalmaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandim...

Seni unutmak için basladigi her aski yine seninle aldatan bir hayalete...

Seninle kendini, bütün hayatini, düslerini, çocuklugunu, yasadigi bütün acilari aldatan bir hayalete...

Bir tek sana duydugu sevgisi dogru olan, bu yüzden bütün hayati büyük bir yalan olan hayalete...