Orijinalini görmek için tıklayınız : Paylaşmak İstediğiniz Yazılar...
Travelair
16.03.2008, 16:28
DİDOU NANA
Her sevgili bir değil
Benim kaderimi başkasına yazdın
Beni sevdiğini biliyordum ama
Sen beni başkasıyla değiştin
Beni sevdiğini biliyordum ama
Titreyerek sabah günü
Senin çiftliğinde dolanıyorum
Başıboş şuursuzca
Bu yaptığın mümkün değil
Sensiz ben ne yaparım
Başıboş şuursuzca
Didou do nani na
Gecem gündüzüm bir oldu
Yolunu gözler oldum
Sen benim için öldün
Başkalarının sevdiği geldi
Sen benim için öldün
Didou do nani na
Ah sevgili sen iyi günlerimde
Yüreğimi nasıl dağıttın
Gece herkese gece de
Ben günlerce uykusuzum
Gece herkese gece de
Didou do nani na
Söz ve müzik : Megrel Halk Şarkısı
Gelmemi isteme,dönemem İzmir,
Sokaklarını,sırlarını bilirim bir bir.
Kopardılar dalından gonca gülümü,
Elbet gün gelir özlersem ölümü;
Gelmemi isteme dönemem İzmir,
Niçin dönmediğimi bilirsin bir bir.
Bakarsın ölüm çağırır gelirim İzmir,
Rüzgar olur denizden eserim bir gün,
Avuçlarımda yakamozlarla dönerim bir gün,
İçim yana yana sönerim bir gün,
Karşıyaka'da soldu tomurcuk gülüm,
Artık çağırıyor beni de ölüm.
Dönmemi isteme dönemem İzmir,
Karşıyaka'da ne oldu bilemem İzmir,
Ben bu acıyı kolay silemem İzmir,
Hüzünle tükendi geçti bu ömür,
Adımın anlamı olsa da özgür,
Ben tutukluyum gelemem İzmir;
Bundan sonra artık gülemem İzmir.
Gelmemi isteme dönemem İzmir,
Sokaklarını,sırlarını bilirim bir bir.
Kopardılar dalından gonca gülümü,
Elbet gün gelir özlersem ölümü,
Gelmemi isteme dönemem İzmir,
Niçin dönmediğimi bilirsin bir bir.
Erden Erkin
http://img262.imageshack.us/img262/516/izmiryeniyilbxx2.jpg (http://imageshack.us)
Ahmet Kuru
21.03.2008, 14:21
Şehit Kınalı Ali
Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla sohbet ediyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla “Adın ne senin evladım?” der. Çocuk “Ali” diye cevap verir.
“Nerelisin?” der. Ali “Tokat Zilede'nim” der. “Peki evladım bu kafanın hali ne?” Ali “Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım.” der.
“Neden?” der komutan. Ali “Bilmiyorum komutanım” der. “Peki gidebilirsin Kınalı Ali” der. O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa surede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır.
Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali'nin okuma yazması da yoktur. Arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya: “Sevgili anne babacığım, ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim; beni merak etmeyin” diye baslar. Kardeşlerini, köydekileri sorduktan sonra, kendilerini merak etmemelerini, kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır.
Gururla mektubu bitirir; neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına NOT düşer: Ali’nin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır. “Anacağım, kafama kına yaktın; burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler. Sakın kardeşim Ahmet’e de yakma, onunla da dalga geçmesinler. Ellerinden öptüm” diye bitirir. Aradan zaman geçer İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz, teker teker şehit düşmüşlerdi. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış, onların sayıları da epey azalmıştı. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali’nin komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti, onları insan bedeninin sungu ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere dua ediyordu. Komutanlarının bu düşünceli halini gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir. Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz, hepsi şehit olmuştur. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler. (Bu mektubun aslı Çanakkale müzesinde sergilenmektedir.) Babası anlatır. “Oğlum Ali nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, paranın yarısını sana, yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Zaten artık Zahire’ye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da. Siz sakın bizi merak etmeyin, bizi düşünmeyin” der ve koyu akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir. “Ali, ananın da sana diyeceği bir şey var.” “ Oğlum Ali, yazmışsın ki ‘Kafamdaki kınayla dalga geçtiler, kardeşime de yakma’ demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde 3 şeye kına yakarlar. Gelinlik kıza; gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye. Kurbanlık koça; ALLAH’A kurban olsun diye. Askere giden yiğitlerimize; vatana kurban olsun diye... Gözlerinden öper selam ederim. ALLAH’A emanet olun”
Tüm Şehitlerimizi Saygı ile anıyoruz...Mekanları Cennet Olsun...
Sevda Türküsü
Bir sevda türküsü geldi dilime
Ne olacak halim, şaştım kendime
Yarelendim vurdum, sazım teline
Ne çalsam, söylesem az gelir ona
Düşlerime girdi, gerçeğe yordum
Kırların, dikenli yoluna vurdum
Kuşa, papatyaya, arıya sordum
Bir nefes canım var, az gelir ona
İnanma ey dostum, bu bir masaldır
Bu sevda doğru ya, sevmek yasaktır
Felek körolasın, bu ne devrandır
Sevgim derya olsa, az gelir ona.
Intahar / Oyun
bir şarkı sözüne sığdırdım seni
bir perdelik mizansensin
oynadım asırlarca seni
şimdi zaman geldi bitsin
bir avuç toprağa tercih edilen
bunu sen de bilirsin
gömdüm bulutlara seni
artık zamanı bitsin
yaşam umut ettikçe güzeldir
umutlar hep tekdüze
köreldi uçları yenilerimin
ben kendim giderim basittir
basit değildir yalan
bırakıp gitmek seni
umutların terk ettiği gibi
yaşam
bir avuç toprağa
gözyaşına tercih etmek seni..
Adem Erdoğan
22.03.2008, 16:10
Sultaniyegah Sirto
Hayatın merdivenleri
yüksek ve dardı çoğu zaman
Kendinizi her salışınızda
biraz daha aşağı iner
Ve dibe hızla yaklaşırdınız
İnmek çıkmaktan daha kolay olurdu
Tıpkı yaşlanmanın
genç kalmaktan kolay olduğu gibi
Belki de hayat merdiven çıkmaktan
ve merdiven inmekten ibaretti
Bir yaşa kadar
Büyük bir yaşam savaşıyla çıktığımız
merdivenler bir yaştan sonra iniş oluverir
Ve sizi ömrün bittiği yere yönlerdirirdi
Son nefeste yanında olmak istediğimiz
Belki ana belki evlat, belki de yardı
Daha yapacağım çok şey vardı belki yarın
Ama her şey buraya kadardı
Ve ömür denilen şey deli gönüle dardı
Seçme şansımız olsa seçerdik elbet
Çünkü ölümün bile güzeli vardı.
Vakti geldi ayrılığın, artık ne yapsak boş, kurtulamaz bu sevda bu amansız rüzgardan. Yüreğimde saklı kalan anılarla gidiyorum bu şehirden, sevgilim hoşça kal! Gözlerindeki yaşı sil canım beni burda bırak git! Gereksiz artık anlamı yok sözlerin, bu aşk gömülmeli! Oysa senle çok zamanlar paylaşırdık; acıları, umutları hiç usanmadan. Yüreğimde saklı kalan anılarla gidiyorum bu şehirden, sevgilim hoşça kal!
Cafer KILIÇSOY
18.04.2008, 18:32
Benim yaşlarım
İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını...
Sevgisizliğin insanın canını acıttığını...
Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor.
Her şey ona çok büyük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba...
10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu
fark ediyor.
Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor.
***
15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor.
Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa
bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor.
Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor.
20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor.
Her şey ona küçük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba...
'Dünya küçükmüş; büyük olan benim' efelenmeleri başlıyor.
Lakin dünya bunu bilmiyor.
O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor.
***
25'inde ayaklar biraz yere değiyor.
Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor.
Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor.
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden vurularak evleniyor genelde...
5 yıl önce uzak bir ülke olan 'istikbal', daha yakına geliyor.
'Bir denizde yangın çıkarma' hayali erteleniyor.
'Dünya zor'laşıyor.
***
30'unda muhasebeye başlıyor insan:
'Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum' dönemi...
Mevcut bilgilerin sorgu yeri...
Kuşkunun beyliği...
Tehlikeli yaşlar: 'Bunun nesine hayran oldum ki ben' pişmanlıkları, 'Hakkımı yediler' sızlanmaları,
sırta saplanan hançerler,
çelmeler, dost kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı...
***
35, yolun yarısı...
Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları...
Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar... Olgunluğun karasuları...
40'ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan...
Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve ikisini birden yeni sevda hayallerine...
Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı arabalarla çare aranıyor.
***
45'inde 'istikbal' denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan...
Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor.
Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor.
Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini merhamet alıyor.
'Keşke'ler 'iyi ki'lerle, hırslar hazlarla yer değiştiriyor.
Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten vazgeçmeseniz de, öbür dünya
umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra...
***
Genellenemez tabii; bunlar benim yaşlarım.
Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım.
CAN DÜNDAR
kelkitli29
20.04.2008, 20:41
Gidiyorum iste, vakit ayrilik vakti sevgilim, son dedigimiz yere geldik iste. Sana dair ne varsa yüregime yükledim, kalbimin en özel en güzel kösesine seni koydum ve gidiyorum. Tüm güzellikleri, sevmeyi ve sevilmeleri, yesili, maviyi, kirmizilari sana birakiyorum.
O gülen gözlerini, gülüsünü alip gidiyorum buralardan, hic dokunamadigim tenini, öpemedigim dudaklarini götürüyorum.
Hayati seninle sevmeye baslamistim ben, hersey seninle bir anlam kazandi, karanlik gecelerden korkmamayi seninle ögrendim ben.seni anlatamam, ne kendime ne de sana, kelimeler kifayetsiz , kelimeler sustu.
Bir daha hic kimse acitamayacak icimi, ve hic kimse söndüremez icimdeki bu yangini. Ben yasadikca alev alev yanacak, ve ben seni sevmekten hic ama hic vazgecmeyecegim. Seni seviyorum ve hep sevecegim… icimde derin bir yarasin, belki kapanacak birgün kimbilir…ama izi ölene kadar kalacak.
Gidiyorum bitanem, seni sevmeye doyamadan, herseyi yarim birakip gidiyorum. oysa yasanacak ne güzel günler vardi hep hayal ettigimiz, beraber gülecek beraber aglayacakdik. Simdi “sen” varsin “ben” varim sadece, “biz” diye birsey kalmadi. Ne cabuk yasandi ve bitti hersey, nasil da tükettik herseyi böyle.
“Seni seviyorum” diye haykirislarimi hic duymayacaksin artik, gittigim yerde seni bekleyecegim ama sen hic bilmeyeceksin, ben yine üzülüp aglayacagim kötü gününü paylasacgim seninle ama haberin bile olmayacak. Sen beni unutmus olsanda acini acim bilecek, mutlu gününde senin icin senden daha cok sevinecegim, bildigim tüm dualari senin icin okuyacagim sevgilim…sen duymasanda.
Biliyorum sensiz hep birseyler eksik olacak, bütün sarkilar seni hatirlatacak bana, bildigim bütün yollar sana cikacak, ve baktigim herkesde seni görecegim senden birseyler bulmaya calisip kendimi kandiracagim. Firtinalar kopacak icimde, siginacak bir liman arayacagim, karanlik gecelerde kayip olup gidecegim birgün, sensizligin tam ortasinda bogulacagim ve son nefesimde bile cikartip resmini cebimben son defa öpmeden, son defa “seni seviyorum” demeden ölmeyecegim. Gidiyorum sevgilim…hayatta hersey gönlünce olsun, tüm güzellikler senin olsun…mutlu olman ve unutulmamak dilegiyle…
Hoscakal asklarin en güzeli.
Fatih Ersoy
21.04.2008, 13:01
EĞER
Eğer bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
Ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
Sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
Ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
Veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
Ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
Bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinmezsen,
Eğer yengi ve yenilgi ile karşılaşır
Ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
Ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
Ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
Ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
Ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
Ve kaybedip yeniden başlayabilir
Ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp,sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
İşine yaramaya zorlayabilirsen
Ve kendine 'dayan' diyen bir iradeden
Başka bir güç kaynağı kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
Ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
Altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
Sen bir İNSAN olursun oğlum...
Rudyarg Kipling
LazAnisT
21.04.2008, 21:44
yürümek;
yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
karanlığın gözüne bakarak yürümek..
yürümek;
dost omuz başlarını omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek ..
yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek ..
yürümek;
yürekten gülerekten yürümek ...
Argun çelik
LazAnisT
21.04.2008, 21:47
Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... 'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı... En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz... Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden
Sövmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi... Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş.Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri... 'Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız' diyebilmeli..
Adem Erdoğan
27.04.2008, 00:07
SON DERS
Bir profösörün mezun edeceği talebelerine verdiği son ders:
Bilgisayar Mühendisi Arkadaş, İnşallah iyi bir donanımcı veya iyi
bir yazılımcı veya iyi bir networkçü veya iyi bir sistem yöneticisi olacaksın.
Yalnız şu mühim meseleleri sakın aklından çıkarma;
Bu kainatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudâtı ve
içinde yer yüzünü create etmiş, güneşi bir power source, ayı bir system clock yapmış. O power source'dur ki kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz, o donanımcının ilminin ve sanatının nihayetsizliğ ini gösterir.
Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam dünya üzerinde çalışacak şekilde koca hayat programını yazmış, yüzbinlerce yıldan fazladır, error verdirmeden, crash ettirmeden çalıştırıyor.
Eğer onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu da anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle göremediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş ve yine o küçücük hücrende execute ettiriyor. Madem ki DNA'nın bir program olduğu apaçıktır, ve bir program programcısız olamaz demek ki, senin programcılığın ancak o büyük zâtın programcılığına ancak bir ayna hükmündedir.
Yine senin bütün hücrelerinden oluşturduğu network'ün içinde hadsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, madem ki senin de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor. Ve madem ki sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye ışık, ses gibi türlü mediayı hazırlamış kullandırıyor, ve sen bunları keşfeder, kullanır fakat upgrade edemezsin, o halde öyle büyük bir network uzmanı zât vardır ki senin her türlü ihtiyacını bilir, ona göre teçhizatını verir. Senin networkçülüğün ancak onun, sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir.
Arkadaş, aldanma! Şu güzel dünya hayatı programı bir limited trial version'dur, görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiç bir surette save edemiyorsun. Öyle ise, bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel bir program yapsın ve yaptığı programda about kesimi koyup kendini tanıttırmasın. Öyle ise bu kainatın en büyük donanımcısı, programcısı, networkçüsü ve sistem yöneticisi olan zâtın her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren, full versiyonunu kazanmak için çalış.
Unutma ki hiç bir hareketin atlanmadan çok dikkatli loglar tutuluyor. Bu loglar her şeye gücü yeten o sistem yöneticisi tarafından open edilip check edilecektir.
Amann ha diccat!...
Muhammet Ali Senocak
27.04.2008, 01:11
DOĞUM GÜNÜ
uzaklardan sesleniyorum sana
arada kilometrelerce yol olsa da
dünyaya gözlerini actıgın ana
merhaba diyorum tüm gönlümle sana
nice mutlu yıllar, nice yeni yaşlar
hayat senin gibi güzel insanlarla başlar
düşmesin gözlerinden yaşlar
tüm ömrün boyunca saglık ve mutluluklar
zaman akıp gecse de
unutulacagını düşünsende
allah ömür verdikce
bil ki aranacaksın her dogum gününde
DOĞUM GÜNÜ !!
Gecenin karanlığına sakladığım düşlerimi “ay ışığına” çıkarma vakti bugün..Bugün çok güzel bir gün, her günden daha farklı,
daha bir huzurluyum..Bugün doğum günün, güneşin en sarısı bugün..Doğum günün kutlu olsun bitanem..
Hiçbir şey düşünemiyorum bugün..En mutlu gününü yaşıyorsun ya, bugün daha bir sıkı sarılmalıyım hayata..Her saniye senin
kalbinle atıyorum, sanki damarlarımda sen dolaşıyorsun..Şu an güldüğünün hayaliyle ısıtıyorum içimi..Gülüşünü düşünerek
meydan okuyorum fırtınaya, yağmura..Doğum günün kutlu olsun bitanem..
Her şeye rağmen hayat güzel..Terk edişlere, buluşmalara, kavuşmalara, gözyaşlarına, acıya ve hüzne..Her şeye rağmen çok
güzel hayat..Hele bugün daha bir farklı herkes, daha bir iyi gördüm insanları..Ama hepsinden iyisi benim..Gözlerimin içi
gülüyor..Ve bu; uzun zamandır bir ilk..Geçen doğum günlerinin saymazsak en son ki taa sen giderken..Doğum günün kutlu olsun
bitanem..
Dedim ya bugün çok daha iyiyim diye..Gözlerimde yaş ta olsa sen bakma onlara..Hep yaptığı şeydir gözlerimin..Dayanamıyor
işte..Hayat adil değil ya, o kaldıramıyor bunu..Velhasıl bugün yalan ve gerçek yer değiştirdi..Gerçekten gülüyorum mesela
bugün, kalbim gerçekten gülüyor ve yalandan ağlıyorum..Hani alışkanlık yaptıysa ondandır diye düşündüm ben..Meğer nasıl da
bulanık görüyormuşum gözlerim yaşlıyken hayatı..Neyse bunların önemi yok şimdi..Ama bir nedeni de var tabi..Doğum günün
kutlu olsun bitanem..
Bugün bütün günümü sana ayırdım..Ne demek “nasıl yani” ?..Dur anlatayım..Mesela bugün erkenden kalktım, önce hayallerimi
gözden geçirdim..Hiçbir eksik yok, her birinde yeniden yaşadım seni..Sonra bizim şarkımızı dinledim..Başka da bir şey
yapmadım aslında..İşte bu zamana kadar seni düşündüm sonra..Fena da olmadı yani o yüzden böyleyim ya bugün..Bugünümü seninle
yaşadım ya ondan böyleyim işte..Seni bugün çok sevdim ya ondan işte..Doğum günün kutlu olsun bitanem.
Bak işte vakit gelmek üzere..Birazdan yeni bir güne “acı bir merhaba” diyeceğim, umut dolu acı bir merhaba..”Belki yeni
günde” nin umuduyla karşılayacağım güneşi..Sonra bugün yaptığım gibi yapacağım..Hayallerimi gözden geçirip bizim şarkımızı
dinleyeceğim..Sonra daha bir aşık olacağım sana yeniden..Ama yarın doğum günün olmayacak ya ondan hiçbir şey bugün ki gibi
olmayacak..Anlayacağın tekdüze bir hayatım var..Bir tek bugün kurtarıyor beni o kadar, bugüne kadar boğulmadan gelmeye
çalışıyorum, başımı çıkartıyorum nefes almak için..Doğum günün kutlu olsun bitanem..
Bugün farklı bir gün..Ve halâ yüzümde ki tebessümdesin sen..
“Doğum günün kutlu olsun bitanem ”
doğum günün kutlu olsun aşkım
belki hüzünlü belki neşeli
doğum günün kutlu olsun aşkım
belki benli belki bensiz
doğum dünün kutlu olsun aşkım
belki sevdin belki sevmedin
doğum günün kutlu olsun aşkım
ben seni çok sevdim!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Uzunoğlu
25.05.2008, 16:54
Sanat
Sanmaki ciddiyet ile sarfederim sanatımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezmi meyde sühefanın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir
Neyzen Tevfik
Uzunoğlu
25.05.2008, 17:09
Anladın mı?
Hicran destanını kendinden oku,
Mecnun'dan duyup da rivayet etme.
Aşkın Leyla'sını gördünse söyle.
Söz temsili bulup hikayet etme.
Yüz bin Leyla doğar alemde her gün,
Senin aradığın zevk, sefa düğün.
Tutacağın işi önceden düşün;
Daha ilk adımda nedamet etme.
Sevdanın oduna pek güvenilmez,
Tutuşurşan eğer kolay sönülmez.
Bu yolun hükmüdür geri dönülmez,
Canına kıymazsan seyahat etme.
İyi bak kabına, olmasın delik,
Boşuna taşırsın ,gider gündelik.
Anında olmalı, ettiğin iyilik,
Alem duysun diye, inayet etme.
Kabe'den maksadın varmaktır yara,
Kör gibi tapınma, kara duvara,
Hızır'ı ararsan kendinde ara,
Bulamadım gibi rezalet etme.
Muhabbet herkesin aklını çelmez,
Gönül viranesi kolay düzelmez.
Alemden çekinme bir zarar gelmez,
Sen kendi kendine hıyanet etme.
Şen şatır gönlüne hicran dolmasın,
Gençliğin gülşeni gamla solmasın.
Neyzen gibi aklın yarda olmasın,
Özründen çok büyük kabahat etme.
Neyzen Tevfik
sümela61
26.05.2008, 00:46
ne denilebilir ki?... Neyzen... :alkış:
EMine_61
05.06.2008, 12:15
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin onu sevdiğinden. Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. Mesela turuncuya, yada pembeye. Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak... (http://www.otokeyif.com/)
CAN YÜCEL
Uzunoğlu
05.06.2008, 16:03
Serkan gidişatın hayra alamet değil :)
Uzunoğlu
05.06.2008, 16:12
neler yaşadık neler cördük daa her yaşanılandan birer hikaye çıkarttık :D bakınca geçmişe hala sapasağlam ayaktayım da :D hayat benimle kafa yapıyor ben de onla alıştuk birbirimuza geçinip ciduyruz :Dçektikçe güçleniyorum:cool:
iyilerin her zaman kaybedeceği tezini yıkmaya çalışanlardanım:D
Bir gün bu çalışmalarını dinlemek isterim :)
sümela61
06.06.2008, 11:25
Serkan paylaşımlar için teşekkürler... gayet güzel hepsi...
sümela61
07.06.2008, 15:58
BİR DELİNİN GÜNÜ (I)
Bu yazımda sizlere yakından tanıdığım bir delinin, bir gününü nasıl geçirdiğini anlatmaya çalışacağım… Sizlere aşağıda aktaracağım bilgileri, bahsi geçen bu deli; yüreğine anlatmış… Ben de O’nun yüreğinden öğrendim gününü nasıl geçirdiğini, buyurun okuyun…
““… sabah kalktığım gibi yüzümü yıkamaya giderim herkes gibi. Suyu yüzüme çarpar dururum, hareketlerimde bir incelik yoktur. Aksine bir şeylerin hıncını çıkarırcasına çarparım suyu suratıma. Siz “normal”ler bilmezsiniz, nasıl çarpılır su surata, nefretle. Siz “normal”lerin suratına çarpmadığım acı gerçeklerin acısını, kendi suratımdan çıkarır gibi çarparım. Gün içerisinde –yatağa girene kadar- sürekli maskeyle dolaştığım için yüzümü iyice temizlemem gerektiğini düşünürüm. Yoksa maskeler düşebilir, bu olmaz. Tam lavabonun başından dönüp banyodan çıkacakken aynadaki suratımın bana ne kadar “acımaklı” baktığını görürüm. Ben de ona nefretle bakarım. Nefretle baktığımı anlayınca acımayı keser ve bana, yüzümdeki çizgilerin her sabah daha da belirginleştiğini gösterir. Canımı yakacak kadar açık sözlüdür aynadaki yansımam. Hemen ışığı kapatırım, suratımdaki çizgiler belirsizleşir. Aslında görmekten korktuğum, mutsuzluğumun suratımdaki yansımalarıdır. Sonra birden aynadaki adama şöyle derim: “oğlum, yüzüm kırışsa ne olur kırışmasa ne… benim hayattan zaten bir beklentim yok ki…” Tekrar yakarım ışığı, az evvel korktuğum çizgileri öperim bu kez, aynadan da olsa. Annemin “bu aynayı yeni silmiştim, kim kirletti yine?” cümlesini sarf edeceğini bile bile öperim aynadaki suratı. Oysa benim canım annem ne kadar silerse silsin aynadaki “kirli yüz” ün asla temizlenmeyeceğini hiç bilmez…
Siz “normal”leri bilmem ama ben kalkar kalkmaz yapılan kahvaltılardan hiç haz etmem. Siyah siyah zeytinler üstüme üstüme gelir. Görebildiğim her yer pusludur. Ev ahalisinden olduğunu tahmin ettiğim birileri de vardır mutfakta, ama “pus”tan dolayı hiç fark edemem bana olan yakınlık derecelerini. Sonra onlar her “normal” insanın yaptığı gibi birilerini, şayet birilerini bulamazlarsa birbirlerini çekiştirmeye başlarlar. Hemen “mp3 player”ımı alırım, bu diyaloglara şahit olmamak ve ortamdan soyutlanmak için. Kulağımdaki kemençe sesi beni tedavi ederken kolum dürtülür: “yavrum çayın soğuyor…” Bu söz hala (bu pisliklerle dolu) dünyada yaşamaya devam ettiğimi hatırlatır bana, keyfim kaçar. Zeytinler hala peşimdedir. Aslında benim gibi deliler ilginin üstlerinde olmasından şikâyetçi olmuşlardır hep. Bu yüzden “kahvaltı yapacak mısın, karnın aç mı, yumurta pişireyim mi sana, çayın soğuyor” gibi laflara, garip bir şekilde “sert” yanıtlar verirler. Övünmek gibi olmasın ama ben de azıcık deliyim ve dolayısıyla aynı davranışları ben de gösteriyorum. Sonra çevremde beni çok sevdiklerinden emin olduğum insanlar “neden böyle davranıyorsun, sen deli misin?” derler. Çok geç kalmış bir sorudur bu, ama yine de beni o an mutlu eder bu soru. Çünkü insanların beni anladıkları ender anlardan biridir bu.
Çayı çok severim ben, bilir misin? O yüzden her sabah mutlaka içerim, “pus”ların dağılmasına yardımcı olur çay. Çayı neden bu kadar sevdiğimi sanırım buldum. Çünkü o her sabah bütün sıcaklığıyla karşımda olur, içimi ısıtır. Ailemden, arkadaşlarımdan iyidir çay. Onlar da beni severler ama kötü yönlerimi hiç bilmezler. Dolayısıyla onların bana duyduğu sevgi iyi yanlarıma duydukları sevgidir aslında, onların gösterdikleri sıcaklık bana değil iyi huylarımadır. Her yönümle tanısalar beni, belki de bu kadar sevgiyle yaklaşmazlar. Ama ben “çay”a her şeyimi anlatırım. Söylediğim yalanları, işlediğim günahları, aklımdan geçen “şeytan”lıkları… O yine de her sabah aynı sıcaklıkla ısıtır içimi. Bu kimsede görmediğim bir sıcaklıktır. Herhangi bir sabah beni biraz mahcup görse, “ben senin ne haltlar ettiğinle ilgilenmiyorum ki oğlum, sen her şeye rağmen iyi birisisin” der. İşte böyle anlarda onu hep ince belli bardakla içmeyi severim, sarılması daha keyifli olsun diye. “Keşke herkes senin kadar iyi olabilse” der, bu lafının beni daha çok yaraladığını bile bile. Yaramı kanattığını anlar ve son lafını eder: “Ben seni severken, her halinle seviyorum, unutma…”
“Peki” derim, “bazı sabahlar içimi ısıtsan da, sen de bir burukluk bir acılık hissederim; sanki içinde bir şeyler kanar da bana belli etmezsin.” Cevabı hazırdır: “Sana benziyorum işte. O acı ve buruk olduğum sabahlar, beni bir başıma beklettiğin ve bana zamanında gelmediğin sabahlardır.” Düşünürüm de, oldukça haklıdır. Ben de hep bekletilen, hep ertelenen kişi olmuşumdur aslında. O yüzden de içimde hiç geçmeyecek bir burukluk ve acılık vardır…
Devam ederim sohbete “çay”la: “Bazen seni bekletmediğim, hemen sana koştuğum halde yine buruksun?” “Aramıza sigarayı kattığın zamanları kastediyorsun sanırım” der, boğazımı yakıp geçerken. “Beni mi kıskanıyorsun, delisin sen” derim. “En az senin kadar” der…
Sigara ve çay… Birlikte denendiklerinde çok zararlılarmış, aynadaki suratım söylemişti geçtiğimiz sabahların birinde. Ben de O’na yine aynı cevabı vermiştim: “oğlum, zararlı olsalar ne olur, olmasalar ne… benim hayattan zaten bir beklentim yok ki…” Sonra yine bir öpücük kondurmuştum aynadaki adama.
Benim sabahlarım böyle geçiyor işte… Daha sonra bir an önce kendimi evden dışarı, sokağa atarım… ””
(devam edecek…)
sümela61
07.06.2008, 15:59
BİR DELİNİN GÜNÜ – II
…sonra bir an önce kendimi evden dışarı, sokağa atarım…
Her ne kadar yeni bir gün başlıyor olsa da, aslında her şey birbirinin aynısıdır benim için… Her yeni gün yeni bir heyecan demekmiş, her yeni gün (yeni bir heyecan yaşanabileceği için) yeni bir umut demekmiş… Evet, bunları da aynadaki o adam söyledi… Ne çok şey biliyormuş bu adam, değil mi sevgili yüreğim?.. Ama ben yine itimat etmedim; “sen onu benim huni’me anlat” dedim… Ben böyle cevaplar verdim mi, bir bozuluyor ki sorma… O an suratının aldığı şekli görmeni isterim…
Neyse sokağımızın köşesini dönüp caddeye varmak üzereyken fark ederim ki, cep telefonum, anahtarlarım ya da cüzdanımdan en az birisini evde unutmuşum… Söylene söylene merdivenleri tekrar çıkarım, içeri girerim, “sen daha gitmedin mi?” diyen birisi muhakkak bulunur kıyıda köşede… Aldırış etmem… Zaten bu aynadaki adamın bana kazandırdığı en önemli şey de bu oldu, artık aldırış etmemeyi öğrendim… Aynadaki adam demişken eve tekrar girdiğimde rahat duramam, banyoya gider aynaya bakarım ama bizimkisi yerinde yoktur… Sanırım ben böyle aniden geri döndüğümde O’nu atlatıyorum… Tahmin ederim, ben evden çıkınca O da hemen işyerindeki aynaya koşuyor; benden önce yerini alıp beni beklemek için… Çoğu kez canımı acıtacak kadar açık sözlü olsa da galiba ben de O’na alıştım…
Bazı sabahlar eve geri dönüp de aynaya dikkatli baktığımda makyajımı tam yapmadığımı fark ederim… Yüzüme biraz dikkatli bakan mutsuzluğumu anlayabilir diye korkarım o an… Öyle ya, bana biçilen rolde mutsuzluklara yer yoktur, mutsuzsam da bu beni ilgilendirmelidir sadece… Hemen odama koşarım boyamı alıp son rötuşları yapmak için… Bilir misin yüreğim, ben odamda yürürken çok dikkatli basarım yerlere… Evdekiler anlam veremez buna… Ama her yerde “kalp kırıkları” vardır onların görmediği… Onların üstüne basıp daha da ufalamaktan korkarım… Neden “bilir misin?” dedim ki sanki sana… Zaten kırılan şey sen değil misin, benim canım yüreğim?.. Yaşlanıyorum sanırım, yaşlılığıma ver… Odamdaki mutluluk boyasına fırçamı daldırıp suratımı iyice boyarım, bu sefer kusursuza yakın olur kamufle işi… Artık kimse anlayamaz “geçmişe ait kırgınlıklarımı” ve bunun neticesinde oluşmuş “mutsuzluklarımı”…
Dışarı ikinci kez çıktığımda artık her şeyim yanımdadır ve ben de hazırımdır o günkü rolüme… O kadar çok sahnelemişimdir ki bu oyunu, artık hangimiz gerçeğiz fark edemem: ben mi, yoksa aynadaki o adam mı?.. Aslına bakarsan aynadaki o adamın benden pek de farkı yoktur… Sadece O olduğu gibidir, bense insanların istediği gibi… Yani O’nun kimseden en ufak bir çekincesi yoktur; nasıl istiyorsa öyle konuşur, öyle davranır… Bense hep ılımlı, hep dert dinleyen, hep sakin, hep mutlu, hep veren, hep esprili, hep dürüst, hep ahlaklı, hep hoşgörülü olmalıyımdır ve öyle olmaya da çalışırım… Bu yüzden çevremdekiler de beni çok sevdiklerini söyleyip dururlar… Hayır benim sevgili yüreğim, onlar beni değil bu özelliklerimi seviyorlar… Oysa ki ben, beni sever gibi yapan bu kişileri sevmiyorum… Ben aynadaki o adamı seviyorum…
Sonunda işyerime gitmek üzere dolmuşa binerim… Dolmuşun içi alabildiğine kalabalıktır ama dışarıdaki trafik içerdeki kalabalıktan beterdir… “Ah Trabzon yarim Trabzon, ben senden uzakta bu yerlerde yaşamak istemiyorum, burada her günüm bana işkence Trabzon’um” derim içimden… Aynadaki adam “normal”lerle konuşabilse benim içimden söylediğim bu cümleyi dolmuşun içinde haykırırdı; bunu da bilirim… Dolmuştaki insanlara şöyle bir bakarım; hiç birisinin makyajdan haberi yoktur anlaşılan… Hepsinin suratından buram buram mutsuzluk yayılır etrafa… İçimin sıkkınlığı artar, kafamı dışarı çeviririm hemen ve o an aynada “benimkisi”ni görürüm… “Beni atlatabileceğini mi sandın?” der… Duymazlıktan gelirim… Ama güçlü olan O’dur; bunu ikimiz de biliriz… Devam eder: “Mehmet efendi sen bu sabah da namaz kılmadın, ne olacak böyle?”… Buna kayıtsız kalamam ve cevabım sert olur: “Orada dur işte, haddini bil… Ne seni ne de bir başkasını, Yargılayıcı ve Affedici olan’la aramıza sokmam… Ben biliyorum ki O beni seviyor, gerisi kimseyi ilgilendirmez... Şimdi canın cehenneme” derim… Yol boyu ne aynadaki adam, ne de ben tek kelime etmeyiz… Aslında O’na böyle sert davrandım mı içim rahat etmez ama elimde olmadan agresifleştirir bu tür sorular beni…
Rahatlamanın yolu müzikten geçer ve yine imdadıma “mp3 player”ım yetişir… Şebnem Ferah “sana bilmediğin bir şey söyleyemem” (*) derken, ruhum çoktan (başıboş bir at gibi) gezinmeye başlamıştır farklı alemlerde… Şarkı biter, yol biter, inme vaktidir… Tam inerken omzuma atılan sert bir omuz ve akabinde dilenilmeyen özür, indikten sonra asfaltın üzerinde gördüğüm tükürük, yürürken gazetelerde gözüme çarpan gasp, tecavüz, cinayet haberleri; beni yine o cümleyi kurmaya mecbur kılar: “Bu şehirde ne işim var?”
(devam edecek)
SANA BİLMEDİĞİN BİR ŞEY SÖYLEYEMEM (*)
Suyun derinliği aynıydı
Ama senin beline benimse omuzlarıma geliyordu
Bütün yapraklar sararıp düşecekti
Ama ilk ben düştüm kalanlar arkamdan korkuyla baktı
Bütün aşklar çok büyük olacaktı
Ama en büyük bizimkisi diyecektik
Her bir insan eşsiz olacaktı
Ama hep kendimizi en değerli zannedecektik
Çamur mu sürmek istiyorsun başkasının duygularına
Önce senin ellerin kirlenecek
Suyla mı gidiyorsun bir başkasının yanan yüreğine
O yürekte hep yerin olacak
Sana bilmediğin bir şey söyleyemem
Ben de hiçbir şey bilmiyorum
Ne kadar iyilik varsa hepimiz için
Hepsini dileyip gerisine direniyorum
Çok sonraları fark edecektik
İyilik temizlik bile göreceli olacaktı
O kadar hızlı kirlenecektik ki
Masumiyet fotoğraflarda eskiyip solacaktı
Korkuyor musun senden farklı olan her şeyden
Korktuğun şey kendi içinde büyüyecek
Ortak mı oluyorsun bir başkasının yalnızlığına
Yüreğin yalnızlık nedir bilmeyecek
EMine_61
07.06.2008, 16:10
Çamur mu sürmek istiyorsun başkasının duygularına
Önce senin ellerin kirlenecek
Suyla mı gidiyorsun bir başkasının yanan yüreğine
O yürekte hep yerin olacak
:alkış::alkış::alkış::alkış:
yazılar size mi ait?
sümela61
07.06.2008, 16:29
Çamur mu sürmek istiyorsun başkasının duygularına
Önce senin ellerin kirlenecek
Suyla mı gidiyorsun bir başkasının yanan yüreğine
O yürekte hep yerin olacak
:alkış::alkış::alkış::alkış:
yazılar size mi ait?
yazıda da belirttiğim gibi üstteki (alıntı yapmış olduğunuz) dörtlük Şebnem Ferah'ın "Sana Bilmediğin Bir Şey Söyleyemem" şarkısından bir bölüm...
ama yazılar bana ait...
teşekkürler...
sümela61
07.06.2008, 16:33
BİR DELİNİN GÜNÜ - III
Tam inerken omzuma atılan sert bir omuz ve akabinde dilenilmeyen özür, indikten sonra asfaltın üzerinde gördüğüm tükürük, yürürken gazetelerde gözüme çarpan gasp, tecavüz, cinayet haberleri; beni yine o cümleyi kurmaya mecbur kılar: "Bu şehirde ne işim var?"
Sonrasında iş yerine gelirim ve yapılması gereken rutin işleri yapmaya koyulurum... Şöyle böyle derken günü yarılarım... Aslında zaman o kadar da kolay geçmez ama ben kolay geçmesi için kendimi hayatın akışına bırakmaya çalışırım... Bir otokontrol mekanizması beni sürekli çeker bir yerlerimden geriye doğru... Hayat içinde barındırdığı tüm güzellikleri, çirkinlikleri, acılıkları, tatlılıkları, tutkuları, korkuları, umutları ve daha birçok yönleriyle "beni yaşa" der... "Tamam" derim, "bu sefer sen belirlemeyeceksin kuralları, ben seni yaşayacağım bu kez..." Sonra yine her zamanki gibi bir şeyler beni ayak bileklerimden tutar... Aynadaki adam, "sen aşağılık bir korkaksın" der böyle zamanlarda... Evet sevgili yüreğim, aslına bakarsan ben aşağılık bir korkağım... Hem hayattan birçok beklenti içine girip; hem de bunlar için savaşamayan, savaşacak cesareti gösteremeyen bir korkağım ben... Ve böyle yapmayi sürdürdüğüm sürece, hayatı hiç yaşamayacağımı sadece uzaktan seyredecegimi biliyorum... Bunları düşünürken kulağımda da Şebnem Ferah'ın "korkarak yaşıyorsan" (*) isimli şarkısı yankılanır...
Ya sevgili yüreğim, sana ne demeli?... Bütün bunlara sebep, biraz da sen degil misin?... Her defasinda kıpır kıpır olan, benim kendi kabuğuma çekilmeme bir türlü izin vermeyen sen değil misin?... Neymiş efendim, aşkmış... Bakiniz hele, neler de biliyor... Sonunu bile bile hem kendin acı çektin, hem bana çektirdin defalarca... Uslandın mı peki, ne gezer, hala on sekizinde gibisin... Anla artık, senin gibi seven başka bir yürek yok... Hem olsa ne olur ki, mutlu olabileceğini mi sanıyorsun?... Senden tek ricam var benim sevgili yüregim: lütfen kimseyi derinlerde bir yere sokma bir daha... Ben böyle ite-kaka bir şekilde yaşamayı öğrendim sanırım... Hem sen böyle yaptıkça aynadaki o adam da daha bir cesaret buluyor... Hem artık o kavak yelleri de esmiyor ki başımda... Bir yandan seninle, bir yandan aynadaki o adamla boğuşmaktan yoruldum ben... Yaşlandıkça çocuklaşıyorsunuz, bir durulun artık...
Neyse, sana günümün geri kalanını nasıl geçirdiğimi anlatmaya devam edeyim... Öğlen civari aklımın bir köşesine yine Trabzon düser... Aslında aklımdan hiç çıkmaz ya, o da ayri... Eğer o gün Trabzonspor'un maçı varsa televizyonda, bir nebze olsun dindirir özlemimi... Bu noktada şunu diyebilirim: Trabzonspor benim için bir futbol takımından çok öte bir yerlerdedir... O bir ideoloji, bir karşı duruş, bir başkaldırıştır... Hele bir de yenerse rakibini deymeyin keyfime... Artık hayattan çok büyük beklentilerim yok, bu tür şeylerle de mutlu olabiliyorum... İnsanın beklentisi ufak olunca, mutsuzluk duygusunu da çok sık yaşamıyor... Eskiden benim kadar sevebilecek birisiyle karşılaşmayı beklerdim, umut ederdim hayattan... Çıkmazdı karşıma, çıkmayınca da mutsuz olurdum... Şimdi böyle bir beklentim yok mesela... Hatta şimdi mutlu olmak gibi bir beklentim de yok... Mutlu olmayı ummuyorsan, mutsuz da olmuyorsun... Aynadaki adam bu duruma robotlaşma adını veriyor... Ben yine de mutsuz olmaktansa, robot olmayi tercih eder oldum artık... Dedim ya, ben cesur değilim...
Günün öyle ya da böyle bir şekilde geçmesi lazımdır, aksi takdirde uzayan her an benim için yeni hesaplaşmalar demektir; bunun karşılığı da yeni acımalar, yeni kanamalardır... Ruhum o kadar yaralıdır ki, hesaplaşmayı bırak sevmeye bile takati yoktur artık... Arada sırada arkadaşlarım gelir iş yerime, bana hak ettiğimden fazla değer veren arkadaşlarım... Onlarla havadan sudan ve sonra asla hatırlayamayacağım bir sürü şeyden konuşuruz... Bütün bunlar benim için bir günü daha hoyratça harcamak demektir... Ne hakkında konuştuğumuz çok da önemli degildir, aslolan günü tüketebilmektir... Arkadaşlarım beni mutlu gördükçe, onlar da mutlu olurlar... Hatta sorsan onlara "keşke O’nun yerinde olsaydık" diyenler de çıkacaktır içlerinden... Bu durum beni oldukça üzer ama bir yandan da sergilemiş olduğum oyunculukla gurur duyarım içten içe... Aynadaki adam çok kızar bu duruma... "Anlamıyor musun, geçen şey senin ömrün" der... "Neden bu role devam ediyorsun, çik ortaliga haykir incitilmisligini" diye diye beynimi en ücra köşelerine kadar kemirir durur, ruhumu acıtır... "Bunu yapamam, kendi mutluluğum için (ki o da süpheli), sevdiklerimi mutsuz kılamam" derim... "Bunu senin mutluluğun için istemiyorum ki, böyle olması gerektiği için istiyorum zaten" der... Tek kelime edemem, haklıdır...
İçki de kullanmıyorum ki, her gece içip içip beynimi düsünemez duruma getireyim... O yüzden içki fikri bana uzaktır... Bir dönem deli doktorumun tavsiye ettiği xanax gelir aklıma... Evet bu sihirli haptan içtim mi; ne dert kalır ne tasa, bunu iyi bilirim... Ama ta ki etkisi geçene kadar, etkisi geçtiğinde ruhsal bozukluğun yanına bir de fizyolojik bozukluk ilave edilmiş olur... O yüzden bu fikirden de vazgeçerim... Peki ya bu dünyadan temelli göçmek... "Bak bu şahane olurdu işte" derim...
(devam edecek)
Not: bu yazı 17.06.06 C.Tesi gününün ilk saatlerinde, İstanbul-Trabzon yolunda yazılmıştır...
KORKARAK YAŞIYORSAN (*)
Öyle bir hayat yaşadım ki;
Cenneti de gördüm, cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki;
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden.
Kendime bir sahne buldum, oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki, söz ver kendine:
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin!
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin!
Uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin!
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Seyredersin!
Öyle bir hayat yaşadım ki;
Son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman,
Hep acele etmem bundan anladım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki, söz ver kendine:
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin!
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin!
Uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin!
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Seyredersin!
KaRaNFiL_
07.06.2008, 17:51
ÇİÇEKLE SUYUN HİKÂYESİ
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktaniçi içine sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye... Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur. Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbu ki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." Der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorluklabaşını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye... Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der Doktor: "Hastanın durumuümitsiz artık elimizden bir şey gelmez."Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der. Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...
KaRaNFiL_
07.06.2008, 18:04
BEN KİMSESİZ DEGİLİM SENSİZİM
Viran bir bahçenin solgun gülleri durur karşımda
Hasret kervanıyla yürüyorum adım adım...
Affet beni sevdiğim! Ben seninle olmayı bir türlü başaramadım
Gece karanlık
Ve sen yoksun yanımda.
Sesler duyuyorum,
içim ürperiyor korkulara bürünerek.
Karanlıktan değil inan bu korkularım
Ben şimdi yalnız değil kimsesiz kaldım.
Girdiğim tüm sokaklarda senin çıkmazlarındayım.
Adımlarımın bile saymıyorum artık
Sensizliğe giden tüm yolardan usandım.
Ne sevgine muhtacım artık
Nede gözlerine
Sanma seni özlemediğimden bu muhtaçsızlığım
Her hatırıma düştüğünde yokluğunu hissetmekten bunaldım.
Kaç yıl geçti kaç yol geçti ömrümden
Kaç sebepsiz ayrılık geçirdim
Yüzümü güldürmeyen gülüşlerinden
Sanma, ilk gözyaşımın son sevdasını yaşıyorum
Sen bilemezsin ki
Sevdalı gönlümde neler taşıyorum.
Bir gelsen, bir görsen halimi
Bir bilsen seni nasıl özlediğimi
Anlardın yoğluğunda nasıl da yandım.
Şimdi bir oda dolusu yitirilmiş umutla korkularda kaldım.
Karanlıktan değil inan bu korkularım
Şimdi ben yalnız değil kimsesiz kaldım. ,
Boş versene be sevdiğim yalan söyledim
Kimsesiz değil ben sensizim...
LazAnisT
18.06.2008, 13:03
Be Hey Dürzü
Ne ararsin TANRI ile aramda!...
Sen kimsin ki orucumu sorarsin?
Hakikaten gözün yoksa haramda
Basi açiga niye türban sorarsin?
Raki, sarap içiyorsam sana ne.
Yoksa sana bir zararim, içerim.
Ikimiz de gelsek kildan köprüye,
Ben dürüstsem sarhosken de geçerim
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatip kalkip ATATÜRK'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soguyacak bu millet
Isgaldeki hali sakin unutma.
ATATÜRK'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çikardin amma
Baban kimdi bilemezdin serefsiz.
Neyzen TEVFİK
sümela61
18.06.2008, 13:08
Neyzen'e tek kelimeyle bayılıyorum... Süleyman Abi, paylaşım için teşekkürler...
Süleyman abi Teşekkürler paylaştığın için:)
Uzunoğlu
20.06.2008, 01:51
SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız,
Çekingen tutuk saygılı
Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı;
Bitmeyen işler yüzünden
( Siz böyle olsun istemezdiniz )
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitte bir sevgiyi söylemek
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği,
aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı
Gecelerde ve yalnız
Verneye az buldunuz yahut
Vakit olmadı.
Behçet Necatigil (http://www.edebiyatogretmeni.net/behcet_necatigil.htm)
ÖmerFarukYılmaz
20.06.2008, 09:25
Isgaldeki hali sakin unutma.
ATATÜRK'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çikardin amma
Baban kimdi bilemezdin serefsiz.
Süper bir dörtlük...
Uzunoğlu
20.06.2008, 16:51
Isgaldeki hali sakin unutma.
ATATÜRK'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çikardin amma
Baban kimdi bilemezdin serefsiz.
Süper bir dörtlük...
Onu yazanda süper bir şair. Neyzenden sonra Neyzene ulaşabilecek bir şair çıkmadı hiciv konusunda bu ülkede
Uzunoğlu
20.06.2008, 16:57
İlhan uşağum güzel olmuş son sürat devam et bu amatör çalışmalarına
seni sevmemiş olsam aşkına inanmasam
biran bile durmazdım sana hiç katlanmazdım
böyle durup dururken olur olmaz birşeyden
bir kavga uzar gider bu kadar seviyorken
ne kavgamız biter ne aşkımız biter
bu nasıl bir sevda böyle sürüp gider
seni terk edememkkı bırakıp gidememki
bilirim üzülürsün aşkımız oyun sanki...
Çağatay_
20.06.2008, 17:08
Süleyman abi kızmazsan bir şey belirtmek isterim.
Şiir Neyzen Tevfik imzası ile geçiyor.Tarzı da ona benziyor fakat şiiri bir emniyet müdürünün yazmış olabileceği söyleniyor.Hatta şu anda büyük ölçüde Neyzen Tevfik olmadığı kanısına varıldı.Belirtmek istedim sadece.
Saygılar.
sümela61
20.06.2008, 17:11
@İlhan,
yüreğine sağlık...
@Sacit,
sen her ne kadar bana "Ne Dediler Ne Demeliler?" başlığında biraz kızsan da, şiirin güzelmiş... :)
@İlhan,
yüreğine sağlık...
@Sacit,
sen her ne kadar bana "Ne Dediler Ne Demeliler?" başlığında biraz kızsan da, şiirin güzelmiş... :)
teşekkürler sümela61 :)
Çok güzel çalışmalar var... :alkış:
Ben de gaza geldim. =)
Yalnız ricam, ekleyeceğim linkten, çalışmayı sesli dinlemeniz.
Sesli Dinlemek için tıkla... (http://www.edebiyatdefteri.com/siir/74347/viran-haldeyim)
*******
Viran Haldeyim
Aşk derinliğinde bir yara
Ve sancı, yalnızlık ağırlığında,
Tam
Sol yanımda…
Garip,
Sıkıntılı bir hava…
Ama dur, dur!
Sakın yağma…
Sevmiyorum ıslanmayı artık,
Sensizim yar…
İstemiyorum, istemiyorum
Değmesin yüzüme damlalar!
Şimdi…
…sen,
Solup gittiğin günkü halinle,
Aklımda…
Ve…
…ben,
Elim sol yanımda,
Yağmur altında…
Viran haldeyim…
Uzunoğlu
21.06.2008, 03:06
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN
Her şey sende gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakini gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi;
Sevdiğin kadar sevileceksin
Ay ışındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü his ettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzel
İşte budur hayat, işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün;
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin
Bunu da öğren;
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN
Can YÜCEL (http://www.edebiyatogretmeni.net/can_yucel.htm)
Bir tane daha ekleyeyim. :) Yine sesli dinlemenizi rica ederek...
Sesli Dinlemek İçin Tıklayın! (http://www.edebiyatdefteri.com/siir/74580/denize-veda!)
*****
Denize Veda
Bilmediğim bir denize döküldüm yine
Kendi başıma akarken, öylece…
Ama…
Olmadı işte, karışmadı sular,
Bütünleşmedi…
Birleşmedi…
Tatlı suydum ya ben,
Yandım tuzundan…
Minicikti ya yatağım,
Korktum uçsuz bucaksızlığından!
Yüreğim akınca sana
Kayboldu deryanda…
Sen,
Sen öyle büyüktün ki
Sarhoş oldum dalgalarınla…
Ben,
Kısacık nehir…
Yitip gittim sende…
Yine de…
Olmadı işte…
Ben yine aynı taşlar arasında
İki metrelik bir çukurda
Bekliyorum sessizce.
Ve…
Sen tüm sonsuzluğunla
Yeniler için olduğun yerdesin.
Dalgaların susmuş bu kez…
Sağlıcakla,
Suyla…
Uzunoğlu
22.06.2008, 02:30
Desem ki
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Senden tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Cahit Sıtkı Tarancı
Uzunoğlu
22.06.2008, 20:56
Monna Rosa
Monna Rosa, siyah güller, ak güller
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa siyah güller, ak güller!
Ulur aya karşı kirli çakallar,
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
Monna Rosa, bugün bende bir hal var,
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.
Zeytin ağacının karanlığıdır
Elindeki elma ile başlayan
Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,
Zeytin ağacının karanlığıdır.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçegini eziyor gibi...
Ellerinden belli olur bir kadın.
Denizin dibinde geziyor gibi,
Ellerin, ellerin ve parmakların.
Açma pencereni, perdeleri çek:
Monna Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek;
Anla Monna Rosa, ben öteliyim...
Açma pencereni, perdeleri çek..
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;
Saat on ikidir, söndü lambalar.
Uyu da turnalar gelsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;
Zaman ne de çabuk geçiyor Monna
Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçenin incirlerine;
Kiminin rengi ak, kimisi sarı.
Ah! beni vursalar bir kuş yerine!
Akşamları gelir incir kuşları...
Ki ben, Monna Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar... Su kenarında
Ki ben Monna Rosa bulurum seni.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım sığmaz öyle her saza,
En güzel şarkıyı bir kurşun soyler...
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak:
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.
Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı,
Artik inan bana muhacir kızı.
Altın bilezikler, o korkulu ten,
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;
Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,
Bir tüy ki, kapalı geceye, güne
Altın bilezikler o korkulu ten!
Monna Rosa, siyah güller, ak güller
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa siyah güller, ak güller!
Sezai Karakoç
Barış Mayda
22.06.2008, 21:15
24 ŞUBAT 1918 TRABZON'UN KURTULUŞ GÜNÜ
24 ŞUBAT 1918 TRABZON'UN KURTULUŞ GÜNÜ
Ey Karadeniz'in incisi mavi gözlü güzel kız,
Senin yüce tarihin iffetin kadar temiz!
Sana yabancı eller dokunursa kırarım,
Uğrunda kan dökerim, can veririm,yakarım.
Ey deniz neden yaslı köpüren dalgaların?
Neden suskun duruyor coşan kadırgaların?
Karanlığa sapınca kaderimizle yollar,
Çıktılar önümüze, en kudretli ordular.
Cehennem olsa bile düşmanın her süngüsü,
Olur, şehit kanımız bayrağımızın süsü!
Vatan millet hazırdı topyekûn ihtilale,
Çünkü hasret kalmıştık doğacak bir hilale.
Milletin gözyaşları dinmediği bir anda,
Dalgalanan bayrağım göründü semalarda.
Bir Ergenekon rüzgârı esti Tanrıdağı'ndan,
Maçka'dan Karadağ'dan Santa ormanlarından.
Trabzonlu akıncılar daldı şehrin surundan,
Düşmanı koymak için atasının yurdundan.
Kadın erkek demeden hepsi birer aslandı,
Her biri vatan için can veren kahramandı.
Ellerinde nacaklar, kamalar, mavzerler,
İşte hepsi bunlara yiğit Trabzonlu derler!
Böyle vurduk düşmanı, Trabzon’un mahreminde,
Bir tarih yirmi dört şubat mazisi çok derinde.
O akşam nur içinde yanan minarelerin,
Allah'ım yanık sesler, bu acılar ne derin!
Kazısan bu toprağın herhangi bir yerini,
Göreceksin ecdadın kanlı siperlerini.
Tarih yirmi dört Şubat bin dokuz yüz on sekiz,
Biz kötü talihimizi yenen güçlü milletiz!
Ey Türk genci unutma düşmanı, iyi tanı!
Oku iyice belle tarihini, atanı!
Deme, eski günlerin farkı yok efsaneden,
Tarih tekerrüründe düşman öç alır senden.
Hepimizi ağlatır şu dereler, ırmaklar,
Vatanın her toprağı bir bir şehidi saklar.
Gözler elemle dolu dik durmadı başımız,
İnledi, feryat etti, toprağımız taşımız
Düşman kahpece vurdu, süngüledi naşımız,
O gün yaşlar içinde karalar giydi Trabzon.
EyüpKILIÇ61
23.06.2008, 11:53
Serkan çok güzeldi her kim yazdıysa eline sağlık diyorum :alkış:
benden kurtulmak tek dileğin ise ardıma bakmadan giderim canım
biliyorsun seni hep mutlu görmek tek dileğim oldu biliyor Tanrım
giderim anılar yüreğimde giderim bakmadan gözlerine
giderim hayalin gökyüzünde
ben bu dünyaya boşuna geldim sana bir gün yüzü gösteremedim
çalıştım didindim ömrümü tükettim seni bir gün mutlu görebilseydim
giderim giderim anılar yüreğimden giderim bakmadan gözlerine
Uzunoğlu
23.06.2008, 22:34
benden kurtulmak tek dileğin ise ardıma bakmadan giderim canım
biliyorsun seni hep mutlu görmek tek dileğim oldu biliyor Tanrım
giderim anılar yüreğimde giderim bakmadan gözlerine
giderim hayalin gökyüzünde
ben bu dünyaya boşuna geldim sana bir gün yüzü gösteremedim
çalıştım didindim ömrümü tükettim seni bir gün mutlu görebilseydim
giderim giderim anılar yüreğimden giderim bakmadan gözlerine
bu şiir bir buçuk kıymalı düşünülerek yazılmıştır :)
Uzunoğlu
23.06.2008, 22:35
Sen Ateş Ol Ben Yanayım
Tenin tenimde ben sana haldaş olayım,
bir yaprak gibi dalına sarılayım;
uğruna yanılayım, uğruna yorulayım.
Ahını ahıma kat sevdan olayım.
Sesime bir ilmek at sesine tutunayım...
Sen ateş ol ben yanayım,
sen yaz ol ben ayaz kalayım;
uzasın gölgeleri şu ışıkların,
sen tutukla ben hükümlü kalayım.
H ü k ü m l ü k a l a y ı m…
Yılmaz Odabaşı
Uzunoğlu
24.06.2008, 19:20
Bulut mu Olsam
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
Çok romantik gördüm sizleri yahu...
Beyler, silkinelim kendimize gelelim ama..
Cafer KILIÇSOY
26.06.2008, 20:00
Seni Sana Bıraktım
Benim dertli halimi sorma sakın güzelim
Ben zaten yıllar yılı mutluluğa ıraktım
Benim için kafanı yorma sakın güzelim
Bundan sonra rahat ol, seni sana bıraktım
Saçma sapan sözlerle canını sıkmam artık
Ağlamaklı gözlerle dünyanı yıkmam artık
İkide bir her yerde karşına çıkmam artık
Bundan sonra rahat ol, seni sana bıraktım
Bir ümitle beklerim vereceğin kararı
Ayrılıksa çekerim, olmasa da yararı
Ben mutluluk sayarım senden gelen zararı
Bundan sonra rahat ol, seni sana bıraktım
Dertlerimle yaşarım, kalsam da bir başıma
Nasıl olsa silerim, bakma sen gözyaşıma
Benim için üzülüp bir endişe taşıma
Bundan sonra rahat ol, seni sana bıraktım
Sana aşkı sorarsam, duymazdan gel sorumu
Eğer mecbur kalırsam söndürürüm korumu
Yazdığım bu şiirin sana kalsın yorumu
Bundan sonra rahat ol, seni sana bıraktım
Muammer Baydere
Bir bulut oldum sen yokken
Almanya' daki hüznü toplayip Ankaraya dagittim!
Seni de islatti mi bir damlam bilmem ama;
Ben yagmuru sadece sana biraktim!
Bir rüzgar oldum Karadeniz' de
Daglarin tepesinden Uzungöl' e estim
Bir gece vakti eglence mekaninda
Sen bir rüzgarla dansettin
Bir ari oldum Almanya'da
Açliktan ölmek üzere olan
Hiç bir çiçege konmaz oldum,
Sen Ankara'da dururken!
Eger karanlikta gökyüzüne bakarken,
Biranda aydinlanirsa ortalik
O zaman beni hatirla birtanem;
Senin için yok oldum gökyüzünde!
Cafer KILIÇSOY
27.06.2008, 22:08
Karadeniz Özlemim
Hangimiz çekmiyoruz bir memleket hasreti
Ben hepimiz diyorum yerindeyse gözlemim
Geçim derdi yüzünden mekan tuttuk gurbeti
Giresun’la başladı benim sıla özlemim
Karışık duygularla düştük uzun yollara
Veda ettik toprağa el salladık dallara
Hangi çicek üzülmez toz verdiği ballara
Şu ordu’yla başladı benim sıla özlemim
Kimimiz iş adamı kimi usta amele
Ekmeğini kazan da ister tuğla kümele
Neşemizi yükledik Fadime’yle Temel’e
Trabzon’la başladı benim sıla özlemim
Artvin Rize fark etmez hepsi aynı memleket
Bayburt Sinop Zonguldak Kastamonu bir cennet
Gümüşhane Amasya güzellikten ibaret
Şu Samsun’la başladı benim sıla özlemim
Unutmadım Sakarya Bartın Bolu Karabük
Türkiye’min bir şehri kalmasın boynu bükük
Ankara’da İzmir’de yurt dışında ağır yük
İstanbul’da başladı Karadeniz özlemim
Almanya’da başladı Karadeniz özlemim
Gurbet elde başladı Karadeniz özlemim
Muammer Baydere
Şiirini buraya yazdım. Kızmadın umarım. Ama çok güzeldi ya..Teşekkür ederim, yüreğine sağlık canım benim... :)
Uzunoğlu
29.06.2008, 23:49
Çağrışımlar
Çok küçük bir yalanı
Çok büyük bir orantıda
Dinlediniz mi..
Çok büyük bir yalanı
Çok yalın bir doğrultuda
Söylediniz mi..
Gecikmiş bir gizlemİ,
Birikmiş bir özlemi
Sakladınız mı..
Gelmeyecek bir gideni,
Olmayacak bir nedeni
Beklediniz mi..
Bir gerçeği erken,
Bir açlığı tokken
Anladınız mI..
Hep mi hep ölecekmiş gibi,
Hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi
YaŞadınız mı..
Yalanı sürmeye sürmeye,
Yanlışı görmeye görmeye
Saklandınız mı..
Doğruluğun yönünde,
Doğruların önünde
Aklandınız mı..
Ortamsız bir yaşamda,
Yaşamsız bir ortamda
Harcandınız mı..
Özdemir Asaf
kelkitli29
29.06.2008, 23:56
Rüzgar bir tül gibi
Tenimi dolaşırken…
Uzaklardasın.
Seni hissedebiliyorum,
Sen de beni düşünüyorsun.
Dudaklarında bir gülümsemeyle.
Gözlerin parlıyor.
Hiç görmediğim ama ruhunu sevdiğim
Sen!
Bana öğretiyorsun,
Bir şeye sahip olunmadan da sevilebileceğini….
Yeni bir güne seninle uyanıp
Yokken varlığını hissetmek,
Yüreğimin coşkusunu
Gözlerime taşımak.
Mutluluk benim için,
Yoklukla varlık arasında
Yaşamak seni.
Buymuş.
Tatlı bir rüzgar esintisi gibi huzurluymuş.
LazAnisT
01.07.2008, 01:40
rahmanyildiz.Trabzon
Her kent, her köy, her kasaba şekeri elinde bir çocuk gibidir. Parmakları islidir hafifce. Dumanı vardır filtresiz bacalardan süzülen. . .
Her çocuğun bir sokak aralığı vardır saklandığı, ağladığında. . .
İhtiyar bir kedi ile ufak bir serçe muhakkak göz göze gelirler o çocuğun diz kapaklarında ! Çünkü en çok dizleri kanar çocukların, ağlarsa dizleri ağlar -toprağın, taşın soyduğu !
Sürmene ;
ahh dizleri kanamış,
kanguru cebinde yıllardır saklanan yavrum !
Bir çocuksun hala yılların yaşlandıramadığı,
bir çocuksun hala imitasyon devrinde gerçekliği ağır bir parfümün reveransı !
yaşlanmadın, büyüyorsun içimizde günbegün !
. . .
Sürmene /
Dostunu da kazandın Tekne ile;
İskender YILMAZ
01.07.2008, 13:12
ıÜüBir Aşk Hikayesi..
Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece..O kadar yakındılar..
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi..
Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.."anladım" der gibi bir gülümseyişti bu...
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılışı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "tabi" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."
"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu!.."
Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yanyana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yanyana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken –o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı..Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."
Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, ügüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..
"Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar...
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli.. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok.."
"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni!" dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..
Yıllarca sonra Levent Yüksel'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen Aksu'nun sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk "onurlu" olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiğiydi.. Bir ikinci dörtlük daha vardı orada.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti..Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı: "Yaaa!.."
Cebindeki artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün.." dedi. "Bu da sonu onun..."
Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..
"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp mü gitmişti acaba?
Delikanlı bu soruların cevabını bugün hala bilmiyor.. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, o delikanlı, bendim!...
karatasof
01.07.2008, 13:39
MORALİN NİYE BOZUK?
HZ. ADEM (A.S.)GİBİ 200 SENE TEVBE Mİ ETTİN?
MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.İBRAHİM GİBİ ATEŞE Mİ ATILDIN?
MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.ZEKERİYYA (a.s)GİBİ TESTEREYLE Mİ KESİLDİN?
MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.YUSUF (as) GİBİ KUYUYA MI ATILDIN?
MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.MUHAMMED (sav) GİBİ TAİF'TE TAŞLANDIN MI, BAŞINA İŞKEMBE Mİ KONULDU NAMAZ
KILARKEN, DİŞİN Mİ KIRILDI, YÜZÜNE TÜKÜRÜK MÜ ATILDI, HİCRETE Mİ ZORLANDIN,
SEVDİKLERİNDEN Mİ AYRILDIN?
MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.HAMZA (r.a) GİBİ BURNUN KULAĞIN MI KESİLDİ?
MORALİN NİYE BOZUK?
MUSAB BİN UMEYR GİBİ KOLLARIN MI KESİLDİ?
MORALİN NİYE BOZUK?
CAFER BİN EBU TALİP GİBİ OK, MIZRAK VE KILIÇ DARBELERİYLE YARALANDIN MI?
MORALİN NİYE BOZUK?
AMMAR,SÜMEYYE, YASİR GİBİ İŞKENCE Mİ GÖRDÜN?
MORALİN NİYE BOZUK?
BİLAL GİBİ KIZGIN KUMLARA YATIRILIP, ÜZERİNE TAŞLARMI KONDU?
MORALİN NİYE BOZUK?
YUNUS PEYGAMBER GİBİ DENİZE Mİ ATILDIN?
MORALİN NİYE BOZUK?
EYÜP PEYGAMBER GİBİ VÜCUDUNU YARALAR MI KAPLADI?
MORALİN NİYE BOZUK?
HZ. İSA GİBİ ÇARMIHA MI GERİLMEK İSTENDİN?
MORALİN NİYE BOZUK?
İMAMI AZAM EBU HANİFE GİBİ ZİNDANA MI ATILDIN?
HALA MORALİN Mİ BOZUK?
NE DÜŞÜNÜYORSUN, DÜNYALIK İŞLER Mİ?
SİLKİNELİM, KENDİMİZE GELELİM........?
ÜZÜLECEKSEN, NAMAZINI KAZAYA BIRAKTIĞIN İÇİN, TEHECCÜDE KALKAMADIĞIN İÇİN,
BİRİNİN KALBİNİ KIRDIĞIN, PAZARTESİ PERŞEMBE ORUCUNU TUTAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL
ÜZÜLECEKSEN BUGÜN ALLAH İÇİN BİR ŞEY YAPAMADIĞIN İÇİN, ALLAH VE RESULÜ
(SAV)'NÜ MEMNUN EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL
FİLİSTİN'DE, ÇEÇENİSTAN, BOSNA HERSEK'TE, IRAK'TA VE DÜNYANIN DÖRT BİR
YANINDA ZULÜM GÖREN, İŞKENCE EDİLEN, ÖLDÜRÜLEN DİN KARDEŞLERİN İÇİN ÜZÜL
ÜZÜLÜRSEN, BİR FAKİRE YARDIM EDEMEDİĞİN İÇİN, YETİMİN ELİNDEN TUTAMADIĞIN
İÇİN ÜZÜL
ÜZÜLÜRSEN, AFRİKA'DA VE DİĞER ÜLKELERDE BİR LOKMA EKMEK BULAMAYAN,
HASTALIKLARLA MÜCADELE EDEN İNSANLAR İÇİN ÜZÜL
ÜZÜLÜRSEN,KUR'AN-I YETERİNCE OKUYUP, HAYATINA TATBİK EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL
ÜZÜLÜRSEN, PEYGAMBER EFENDİMİZ'İ, CANINDAN, MALINDAN,AİLE BİREYLERİNDEN,
HERŞEYDEN ÇOK SEVEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL
ÜZÜLÜRSEN, HAKİKİ MANADA KUL, EFENDİMİZ'E ÜMMET OLAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL
ÜZÜLÜRSEN, EFENDİMİZ'İN ŞEFAATİNE NAYİL OLAMAMA KORKUSUYLA ÜZÜL...
ÜZÜLMEMİZ GEREKENLER İÇİN ÜZÜLMEK DİLEĞİ İLE,
SELAM VE DUA İLE
Bir yerden buldum... Yazılar yamuk olabilir...
Beğendiğim bir yazı... :)
İskender YILMAZ
02.07.2008, 14:46
bi bebeğin günlüğü.... ( ağlıyabilirsinz )
( okumanızı tavsiye ederim.. )
5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var
olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.
Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya!
Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve
benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri
seveceğim.
19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil
ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana
geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem
beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.
23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı.
Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler
dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde
cümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek.
Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle
konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim...
Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya... Hem
sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle
değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!
27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir
kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak.
Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde
iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor
musun anne?
2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da
biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım
seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.
12 Kasım: Ah evet... Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.
20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi..
Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış.
Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının
arasında olacağım...
25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun
farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..
10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum,
dudaklarım ve yanağım var... Anneme benziyorum galiba...
13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun.
Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını
görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada
gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim,
babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız.... Mutlu olacağız.
Gülüşeceğiz..
24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin
seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun?
Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı... Hiç duymadığım
bir şey bu... Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım,
yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de
söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka... Beni
koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?
28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor
böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle
niye konuşmuyorsun anne? Anne... Anne... Anneciğim... Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap... Anne... Kolumu çekiyorlar anne... Canım yanıyor anne... Anne... Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne... Anne kalbimi parçalıyorlar... Anneciğim... Anne... Anne... An... Ah!
Kürtajınız tamamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun!
İnsanın eşi olmalı, bakarken yüreğinin kabardığı, gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı...aşık olduğu bir eşi olmalı!
Sabah gözlerini açtığında, yanında olduğunu görüp, şükürler etmeli Yaradana. Koklamalı saçlarını. Uyuyan eşine şefkatle bakıp, usulca dokunmalı yüzüne, varlığını hissedebilmek için. Parmakları titremeli, incitirim korkusuyla. Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü...kramplar girmeli midesine, onsuzluk aklına geldikçe!
Rüzgar onun kokusunu getirmeli, yağmur onun sesini. Elleri yanmalı ellerini tutabilmek için. Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği. Kelebekler gibi olmalı insanın kalbi. Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi. Beklemek asırlar gibi uzun gelmeli. Gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine..
Sabah yolcularken işine, içi acımalı, daha yollarken özlemeye başlamalı. Seni şimdiden özledim!!!
Akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla. Gözleri yollarda kalmalı ve kapıyı çalmadan açmalı...aşkla karşılamalı, hasretle sarılmalı boynuna, özlemle koklayıp, öpmeli, yıllarca uzak kalmışcasına! Her günü bir başka güzel olmalı yaşamın, bir başka özel, bir başka soluklanmalı her anında. Verdiği hiç bir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı, daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli. Mutluluk saçmalı etrafına.
Bir eşi olmalı insanın, cennetten bir ev almışcasına sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı, çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı!!!
Kalbim
Uçuruma inat
Tutunmakta.
Alevim yakmakta,
Değme kahramanları.
Göğe uzanmakta,
Umudum.
Başıboşluğa öfkem,
İtaadim yazdığım yazgıya – kavgama-
Tenkidim hayalet köpeklere
Eziyetimdir gülmem,
Riyakar gülümsemelere.
Vurgunumdur Aslında
Elimin dokunamadıkları.
Karanlığadır,
Uzattığım kinim.
Tekmili birden soysuzlar,
Adım adım yenilgime
Duadalar.
Gözlerim kanlanmakta şişe şişe,
Uğrunda yengilerim şimdi fahişe.
Gemileri yakmaktayım,
İrkilen nöbetler zamanında
Doğmaktayım, her gün yeni bir savaşa
Eziyetime aynı ağır küfürler
Resmimdir bu temaşa
…
Gölge, yine gölge, yeniden gölge
İzmaritlerim babilde kule.
Dalga, yine dalga, yeniden dalga
İçim dışım hep kavga.
Şahit tutuyorum kalemimi
İliklerimse kâtibim.
Mahcubiyetimdir, kaçara benzer bu veda.
Bir tutam daha acı
İncine, incine topal, umutlarım.
Tedariğim yok uykusuzluğuma
İtile, itile çirkin bakışlarım.
Şehvete dolananlarla olamayanlardanım ben.
İşkence işkence yoğrulmaktayım,
Mendil mendil ayrılıklarım
İrinim akmakta içime
Rezaletimdir yalansızlığım.
Buhurdanımdır kelimeler
İlerlemekteler yollarında.
Taştan yoğrulanlaradır ateşim
İnlemekteler yorumlarda –f-
Şirk ile yaşayanlar
İt sürüleri kadar çoklar. Bileler ki.
Müzmin değildir, kırılganlığım.
Dibine geldim yolun
Ortalığım toz duman.
Günahlarını devşiren yavşaklar,
Ululardan meta icatkarları,
Şuh bakışlılar, avare dolananlar
Unutmayın, ölmedim, ölmeyeceğim.
Mutlaka, yeniden döneceğim
…
- Ve ancak mezarların olduğu yerde olur dirilmeler-
aşık olduğu bir eşi olmalı!
Sabah gözlerini açtığında, yanında olduğunu görüp, şükürler etmeli Yaradana. Koklamalı saçlarını. Uyuyan eşine şefkatle bakıp, usulca dokunmalı yüzüne, varlığını hissedebilmek için. Parmakları titremeli, incitirim korkusuyla. Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü...kramplar girmeli midesine, onsuzluk aklına geldikçe!
Elleri yanmalı ellerini tutabilmek için. Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği. Kelebekler gibi olmalı insanın kalbi. Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi. Beklemek asırlar gibi uzun gelmeli. Gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine..Sabah yolcularken işine, içi acımalı, daha yollarken özlemeye başlamalı. Seni şimdiden özledim!!! Akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla. Gözleri yollarda kalmalı ve kapıyı çalmadan açmalı...aşkla karşılamalı, hasretle sarılmalı boynuna, özlemle koklayıp, öpmeli, yıllarca uzak kalmışcasına! Bir eşi olmalı insanın, sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...!
Çok güzel ...
Karadenizim
Yağmuru bol olur, havası ılık
Tarlasında mısır, denizde balık
Görmeye değer yer, tarihten kalık
Bir başka diyardır, Karadenizim
Herkesin sevdası, tarihler boyu
Karadeniz derler, mavidir suyu
Gören hırcın sanar, uysaldır huyu
O herkese yârdır, Karadenizim
Sabah’tan balığa çıkar takalar
Atılır denize ağlar zokalar
Kısmette ne varsa onu yakalar
Bereketi vardır, Karadenizim
Dumanla iç ice, yüce dağları
İnsanı mest eder, yeşil bağları
Eskitti, tüketti nice çağları
Bir koca çınardır Karadenizim
İnsanları hoştur, yakındır cana
Yardımları olur, her el açana
Bir çoğu gurbetçi, kaçan kaçana
Geliri pek dardır, Karadenizim
Laz derler halkına, uydurma bir ad
Onlar kabul etmiş herkese inat
Burada son verdi sözüne Mikdat
Halkı bahtiyârdır,Karadenizim
kelkitli29
11.07.2008, 19:27
Çok güzel ...
Varmdidir acaba böyle bir olay?
Varsada ömü boyu sürecegini tahmin etmiyorum. Hatta olmasin. Bu kadar sevgi insani kötüye götürür. Ayaklari daima yere basmali insanin.
Diye düsünüyorum.
Ömer SEVİNÇ
11.07.2008, 21:23
Varmdidir acaba böyle bir olay?
Varsada ömü boyu sürecegini tahmin etmiyorum. Hatta olmasin. Bu kadar sevgi insani kötüye götürür. Ayaklari daima yere basmali insanin.
Diye düsünüyorum.
Bak dostum ben demiyorum bunu. Kurban diyor:D
Yalan dostum aşk diye bir şey yok.
Aşk dediğin 3 günlük eğlence
Bilemedin 5 gün sürsün
Kapılıp da sürünen çok:D:D
kelkitli29
12.07.2008, 08:31
Ömerim Ask diye bir sey elbette vardir. Ben inanirim Aska. Fakat asik olan insan yoktur. Binde bir vardir Leyla Mecnun hikayesi. Sevgiyi ASK zannedipte o yalan icinde sürünenler coktur.
Ask cok kutsaldir,herkes asik olamaz. Ben dahil.
KaRaNFiL_
13.07.2008, 13:58
NEYİME
GİTTİKÇE YABANCILASIYORUM KENDİME
TANIYAMAZ OLUYORUM KENDİMİ
BEN ÖYLE HER GECE BİRİNİ DÜŞÜNECEK
ONUN İÇİN AGLAYACAK ADAM DEGİLDİM.
AMA DEDİMYA TANIYAMIYORUM KENDİMİ.
İŞTE YİNE BASLIYOR GECE İŞTİMAM
BİR ELİMDE KALEMİM
DİGER ELİMDE RESMİN
VE BASLIYORUM YINE SENLE BASLAYAN
BİLMEM KACINCI SON ŞİİRİME..
BİLİYORMUSUN YÜREGİME DİYEMEDİM GİTTİGİNİ
ARAMIZDAKİ HERSEYIN BITTIGINI
O HALA BİZİ BERABER SANIYOR
O HALA SENİ SEVİYOR.
BENSE İLK KEZ YALAN SÖYLÜYORUM YÜREGİME
NASIL DİYEBİLİRDİMKİ BİTTİGİNİ??
SANA SEVDİGİMİ SÖYLERKENDE BÖYLE ZORLANMISTIM
KAC KEZ CESARETIMI TOPLAYIP
SONRA GÖZLERINE BAKIP VAZGECMİŞTİM.
BECEREMEM BÖYLE ŞEYLERİ BİLİRSİN.
AMA ASIL SUC YÜREGİMİN
SENİ SEVERKEN BANA SORMADIKİ
OYUNCAGINI ARAYAN KÜÇÜK BİR COCUK GİBİ
GİRMEYE CALISTI GÖNÜL BAHCENE.
KOVULDU TABİ,ÜRKTÜ,BEKLEMİYORDU..
AMA CEKTİ TÜM BUNLARI SINEYE
DEVAM EDİYOR UMARSIZCA SENİ SEVMEYE..
ŞİMDİ NEYE YANAYIM,NEYE??
SUDAN CIKMAYA FIRSAT BULAMADAN
TEKRAR SUYA DÜŞEN HAYALLERIME Mİ,
YOKSA HERŞEYDEN HABERSİZ
SENİ HALA SEVEN YÜREGİME Mİ??
DUR SÖYLEME
SEN ZAHMET ETME BEN DİYEYİM
BİLİYORUM SEVMEK,
SEVİLMEYİ BEKLEMEK BENIM NEYİME..
OLSUN BEN DE BU AŞKI CEKTİM İŞTE SİNEYE
HAZIRDA BİTİRMİŞKEN HERŞEYİ
PAYLASALIM SU FILMİN ROLLERİNİ
BİRİMİZ UNUTAN OLALIM DİGERİMİZ UNUTULAN.
DÜŞÜNDÜMDE SANA YAKISMAZ UNUTULAN OLMAK
YAKISIKSIZ OLUR,DURMAZ ÜZERINDE..
SEN UNUTAN OL,BENDE UNUTULAN
BENİ DÜŞÜNME ALIŞKINIM NEDE OLSA
UNUTAMADIKLARIM TARAFINDAN UNUTULMAYA.
EVET İŞTE EN ZOR SAHNEYE GELDİK
HAYDİ SIRA SENDE YÜREGİM
SEN DE UYAN ARTIK BU KÖR UYKUNDAN
SEVMEK,SEVİLMEYİ BEKLEMEK SENİN NEYİNE...:(:(:(
KaRaNFiL_
13.07.2008, 14:08
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
nolur anla beni..!!!:(:(:(
KaRaNFiL_
13.07.2008, 14:13
CANIM SEVDİĞİM YÜREĞİM
Canım, Sevdiğim, Yüreğim...
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
(AŞIK OLMAKZOR....!!)
Emirhan Makul
15.07.2008, 11:36
AŞK?
Aşk aşık oldunuz he çook geçmiş olsun yazık eğer gerçekten tespitiniz doğru gerçekten aşık oldu iseniz haliniz çok kötü tabi ki bu yakalandığınız aşk insana karşı duyulan aşk ise başka bir nesneye aşık olduysanız kolay kolay bişe olmaz. Bu hastalık türü çok kötüdür ister karşılığını alın ister almayın .Tarif etmek gerekirse aşk bir tür hastalık türüdür .Ama ilacı yoktur hastalığın ağırlaşmasında öncülük eden nedenler ayrılık,uzak kalmak ve karşılık alamamaktır .Bu hastalığı iyileştiren ise……..pardon böyle bişe yok,yani tıp bulamadı.Hastalığın belirtilerini anlatmak gerekirse kısaca ayvayı yediniz uzunca hayatınızın bir anlamı olur,işinize dört kolla sarılırsınız,yaşamanın anlamı olur,insan gibi yaşarsınız,kendinize bakarsınız,üç aydır giydiğiniz elbiseyi değiştirir hatta artık her gün farklı elbise giyersiniz,hiç fırçalamak zor gelen dişleriniz bile fırçalanır ,hiç bilmediğiniz kokular üstünüzde püfür püfür kokar .Tabi bunlar iyi yönleri kötü yönleri yemek yerken bile aşkınız aklınıza gelse yemeği bırakırsınız hatta daha hiç yemek bile istemesiniz mideniz bile bulanır .Öyle unutkan ve dalgın olursunuz ki isimizi sorsalar hatırlamasınız .Başkalarını birbirini severken görseniz onu öldürmek gelir içinizden içeriden kendinizi yer bitirisiniz .Hayatınızın en önemlileri olan anne babayı bile yok sayarsın, Bu aşk hastalığı sırasında öyle salakça düşünürsünüz ki aşkınızla hayallerde uzak diyarlar gidip onunla evlenip hatta çocuk bile yaparsınız. Kendinizi onun için her tehlikeye atabilirsiniz o size öl dese ölürsünüz çünkü düşünceniz öbür dünyada yine onunla buluşmaktır hani siz hastasınız ya yaparsınız,gözünüze hiç bir şey korkulu gelmez cesaret gelir.O ne yaparsa yapsın onun kötü yönlerini görmezsiniz.Bu hastalığın ne alçak ne yüksek dozajlarını öneririz.Fakat şunu söyleyebilirim bu hastalık daha ileri gidildiğinde ya sizde ya da başkalarında önemli maddi veye manevi kayıplar hatta can kayıpları bile görülmüştür .Bu yaşın etkilerinden çok yaşıda önemlidir çünkü etkilerini azaltacak veye çoğaltacak olan yaş dır. Eğer insan bu aşk hastalığına 60-65 yaşında yakalandı ise bu normal değil ama kesin bir ihtimal kurtulursunuz tabi yaşlılıktan ölmeseniz,eğer 35-40 yaşlarında yakalanıyorsa kesin kurtulursunuz çünkü insanın en aklı başımda olduğu dönem bu dönemdir.Ancak eğer 15-20 yaşları arasında yakalandı iseniz Allah yardımcınız olsun her şey olabilir korkulacak bir durum.Eğer bu yaşta rastladıysanız bu hastalığın adı aşktan çok deli dana hastalığı olarak da adlandırılır.Dikkatli olun bu hastalıktan kaçış olmadığını bildirir ve unutabilirseniz unutmanızı ve sonra kendinizi Allah aşkına ve ailenize duyduğunuz aşka çevirmeyi deneyin o ilgiyi ona gösterin tabi ne kadar unutabilirseniz hastalığın tek kalıcı etkileribıraktığı izdir ama vücutta değil kalbinizde.Şimdilik geçmiş olsun.AŞKOLOJİ
EMİRHAN MAKUL
Hayatımız bizimdir
Hayat, insana bir defalık verilmiş...
Hayatın yaşanmış olan her ânı bir daha geri gelmemek üzere elimizden uçuyor. Ve şu hayatın her saniyesinin hesabı; bu hayat kime verildi ise, ondan sorulacak...
Yani, sözün özeti:
Hayatımız bi-zim-dir!
*
Bunu dilimizle hep söylüyoruz, ama anlamak için uzun zaman geçmesi gerekiyor;
Hayatımız bizimdir...
Daha sık duyduğumuz ve daha yüzeysel bir anlamı daha var bu cümlenin: Bencillik...Yani “ben kendi işime bakarım, benim canım ne istiyorsa onun peşinde koşarım, hoşlanmadığım şeylerden kaçar ve arzuladığım her ne varsa almak için herkesin gırtlağına basarım” düşüncesi!..
Bu da aynı kelimelerle ifade edilebiliyor evet, ama bunun rengi, kokusu, şekli şemaili, temeli çatısı, her şeyi, yani ruhu başka diğerinden... Belki bunun manasını da bilmeliyiz, ama diğerinin de. Çünkü hayatımız bizimdir...
*
İnsanlardan yardım alırız ve insanlara yardım ederiz. Bunun adı “insanlık”tır... Ve zaten genellikle; verdiğimiz oranlarda yardım alırız insanlardan...
Burada kastedilen; yardımlaşma, paylaşma, insanlık yapma ve fedakârlık etme değil. Peki ne? Başkalarının nefsine esir olmama; veya hastalığına, yahut inadına, ya da körlüğüne, hatta aptallığına...
Çünkü; hayatımız bizimdir!
*
Misal ki bazıları “Ben de senin gittiğin yöne doğru yürüyorum. Beraber gidelim mi? Hem bilmediklerimizi konuşur, faydalanırız birbirimizden” der... Eğer o bir zehir taciri değilse, bundan bir zarar gelmez. Hatta belki senin gittiğin doğru adreslere o da kavuşmuş olur.
Bazıları, sadece “Benim ayaklarım yürümez ve zaten hasta olduğum için yolculuk yapamam. Senden ricam, şu testimi suyla doldurup yanıma koyar mısın” der... Bu zavallıya da, kimliğine bile bakmadan yardım etmek iyidir. Dikkat edilecek olan; suyun temizinden vermektir.
Bazılarıysa şöyle der:
“Gel buraya! Seni ara sıra okşayacağım. Herkes seni benim yanımda görecek, bizi birbirimize yakın bilecek... Ben seni besleyeceğim ama sen de beni koruyacaksın... Ve asla kapımdan uzağa gitmeyecek, şu süslü tasmadan boynunu çıkarmaya çalışmayacaksın!..
*
İnsan hürdür. Kendi hayatını yaşar... Ve bu hayatın her saniyesinden hesaba çekileceğini bilir...
Hayvani hırslara veya hasta duygulara yahut geçici güzelliklere esir olmak; hürriyeti esarete ve yürüyen kişiyi kötürüme çevirir!
Sağlığımız ve ömrümüz el verdiğince hizmet edeceğiz insanlara elbette. Fakat şunu iyi anlayacağız, asla unutmayacağız ki; hayatımız bizimdir!
Muammer ERKUL
18 Temmuz 2008
bencillerin egoistlerin insani değerlere değer vermeyenlerin çoğunlukta olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünyada kazananların da onlar olduğunu yaşayarak görüyoruz ;)
fazlası ile yoruma açık bir yazı.takmayayım kafayı:) kim hayatını seçiyor yaşıyor ki:confused: yani kim hayat benim diyebilir,lafla demek le hayat senin olmaz yaşantına bakacaksın...
Emirhan Makul
21.07.2008, 01:52
Sen meni sev, men seni sevem
Sen menin için yan.
Men senin için yanim duduşam
Glasik eşk neyse onu yaşayah..
Ya da sevme haberin olmasın
Men sana sevdalanıp dolaşam
Platonik eşk neyse onu yaşayah..
Sevdada oturah, yiyah içah
Elele olah, gan kusah
Tombilik eşk neyse onu yaşayah..
İstersen sevdadan kendimi kesim
Sağımı solumu doğrayım biçim
Psikopatik eşk neyse onu yaşayah..
Eyle sevek ki gara sevda olah.
Araplara benzeyeh gapgara olah
Gara eşk neyse onu yaşayah..
Yalan söylemeyeh hep doğru diyah
Beraber oturah beraber yiyah
Realist eşk neyse onu yaşayah..
Birbirimize türkü söyleyah, mizildiyah
El ele tarlalarda, bostanlarda gezah
Romantik eşk neyse onu yaşayah..
Kediyi, gudigi sen diye sevim
Sen de horozi, guligi men diye sev
Sembolik eşk neyse onu yaşayah..
El ele tutuşip kendimizi elehtriga verah
Zangir zangir titreyah, ölmeyah
Elektronik eşk neyse onu yaşayah..
Ahırlarda, komlarda buluşah
Tezek agalahlarinin dibinde oturah
Otantik eşk neyse onu yaşayah..
gönlüm bir aşkla dolu sevdalıyım sevdalı
bak karşıdan geliyor uçuşuyor saçları
yanakları al gibi dudakları bal gibi
ah bir içim su gibi benim sevgili yarim
bir gülüşünde kalbim sanki yerinden kopar
seneye bugünlerde buyrun düğünümüz var
ben sevdim çok mutluyum sizede nasib olsun
yalnızlık şöyle dursun herkes sevgili bulsun
yanakları al gibi dudakları bal gibi
ah bir içim su gibi benim sevgili yarim
bir gülüşünde kalbim sanki yerinden kopar
seneye bugünlerde buyrun düğünümüz var
http://galeri.islamiyet.gen.tr/data/521/medium/guller1.jpg
oooo sacit hayırlısı olsun inşaallah :) seneye bugünlerde geliriz düğününe :) çok güzelmiş sen mi yazdın?
bi tane de ben yazayım size daha doğrusu uzun zaman önce bir arkadaş vermişti :(
Aşk Duası
Rabbim
Bir insan koy kalbime Ama o insan senin de sevdigin olsun
Ve bana öyle bir insan sevdir ki
O insanin kalbi Seninle sevisen bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla bulustur ki benden önce
Onunla bulusmus olan sen olasin
Onunla el ele tutustugumuzda
Ikimizin uzerinde Senin elin olsun
Bana öyle gözler göster ki
Ben o gözlerden sana bakayim
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler cennete acilan iki pencere olsun
Onunla oyle bir yolda yürüyelim ki
Kilavuzumuz sen olasin ey Rabbim
Oyle bir sevgili verki bana
Ona sarildigimda kainat bize baksin
Birbirine sarilsin
Sevgimiz kurtla kuzulari baristirsin
Bize bakip seytan Adem'e secde etsin
Günah sevap ugruna kendini feda etsin
Olüler birer birer uyansin sevgimizle
Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde Muhammed sevilsin
Oyle sevelimki birbirimizi
Hz. Hatice göklerden bize seslensin
Ve desin ki;
"Bak ya Muhammed bak su sevgililere
onlar bizde... bizde onlardayiz.
Bak Askimiz birkez daha yasaniyor yer yüzünde..
Allah Askimizi öyLe cok seviyorki binlerce insana yasatiyor..
oooo sacit hayırlısı olsun inşaallah :) seneye bugünlerde geliriz düğününe :) çok güzelmiş sen mi yazdın?
düğün müğün yok Nurbanu.. içimden geldi yazayım dedim birazı da alıntıdır :D
maziyi hatırladım biraz :(
Mustafa Kara
21.07.2008, 22:23
Bugun anladim sende beni seviyorsun.
Evet, evet kesin sende beni seviyorsun.
Uyurken ruyamdasin,
Uyanikken aklimdasin.
Nereye gitsem yanimdasin,
Nereye baksam ordasin,
Ne yaparsam yanimdasin.
Demekki sende benim sevgimin farkindasin.
Bugun anladim sende beni seviyorsun.
Evet, evet kesin sende beni seviyorsun.
Uyurken ruyamdasin,
Uyanikken aklimdasin.
Nerede, nasil, ne durumda, olursam olayim hep yanimdasin.
Demekki sende beni seviyorsun.
Cunku sende bikmadan, usanmadan.
Hergun ruyamdasin, yada aklimdasin.
Demekki karsiliksiz degil askim sana.
Yoksa ruyamda demezmiydin, defol diye bana.
Demekki en az benim kadar seviyorsun sende,
Sevmesende fark etmez, senin sevgin yasayacak bende.
Ama dedim ya korkum yok sevmeyeceginden.
Bugun anladim sende beni seviyorsun.
Evet, evet kesin sende beni seviyorsun.
Uyurken ruyamdasin,
Uyanikken aklimdasin.
Sevmeseydin kesin benden bikardin.
teşekkürler paylaşımlar için
mazi dünde kaldı ,yarın bir muamma
bugün ise hediye :) süprizlerle dolu ;)
düğün müğün yok Nurbanu.. içimden geldi yazayım dedim birazı da alıntıdır :D
maziyi hatırladım biraz :(
Ne maziymiş o öyle:)
Çok güzel yazılar sacit;)
Uzunoğlu
22.07.2008, 08:22
oooo sacit hayırlısı olsun inşaallah :) seneye bugünlerde geliriz düğününe :) çok güzelmiş sen mi yazdın?
Yakında olur Sacitin düğünü :)
Bir şey biliyorumda söylüyorum :)
düğün müğün yok Nurbanu.. içimden geldi yazayım dedim birazı da alıntıdır :D
maziyi hatırladım biraz :(
Oy gidi Sacit hazır ol düğüne :)
Faik Yılmaz
22.07.2008, 08:32
düğün müğün yok Nurbanu.. içimden geldi yazayım dedim birazı da alıntıdır :D
maziyi hatırladım biraz :(
banan böyle diyen bütün arkadaşalrım 1 seneye kalmadan evlendiler............. :)
Ne maziymiş o öyle:)
Çok güzel yazılar sacit;)
Teşekkürler Esmer :)
ula engin ve faik baba ne diysınız hee ole bişe yok.. sakın haa daha gencim ben :D
safakkocbıyık
22.07.2008, 10:37
heryeri cafe 61 yapmışssınız :D
Uzunoğlu
22.07.2008, 10:50
heryeri cafe 61 yapmışssınız :D
sıkıntın varsa raporla mesajları maraşlı :)
LazAnisT
25.07.2008, 15:03
SU ÇILGIN TÜRKLER KiTABINDAN ALINTI
Savasin en kanli gunlerinden biriydi.
Asker en iyi arkadasinin az ileride, kanlar icinde yere dustugunu gördü.
insanin basini bir saniye siperden cikaramayacagi gibi bir ates altindaydilar.
Asker tegmenine kostu hemen:
- Komutanim, bir kosu arkadasimi alip geleyim mi?
'Delirdin mi?' der gibi bakti tegmen...
- Gitmege degmez oglum, arkadasin delik desik olmus. Buyuk olasilikla ölmustur bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakin!
Ama asker o kadar israr etti ki, tegmen izin vermek zorunda kaldi.
- Peki, dene bakalim!
Asker yogun ates altinda firladi siperden ve mucize eseri, arkadasinin yanina kadar gitti, yarali arkadasini sirtlandigi gibi tasidi. Birlikte siperin icine yuvarlandilar.
Tegmen kosup yaraliya bir goz atti ve nefes nefese bir kenara yikilmis askere döndu:
- Sana hayatini tehlikeye atmaya degmez, dememis miydim! Bu zaten ölmus...
- Degdi Komutanim, degdi! dedi asker.
- Nasil degdi, arkadasin zaten ölmus, görmuyor musun?
- Gene de degdi komutanim, cunku yanina vardigimda henuz yasiyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dunyalara bedeldi benim icin...
Ve, hickirarak, arkadasinin son sözlerini tekrarladi:
'Gelecegini biliyordum!'
Adem Erdoğan
27.07.2008, 16:11
Koltuğa uzanıp, hiç tanımadığınız Amerikalı dedektiflerle, hiç tanımadığınız Amerikalı haydutları mı kovalıyorsunuz?
Yoksa yerli dizilere kaptırıp hiç bilmediğiniz konaklarda yaşanan hayatları mı seyrediyoruz?
Dört saat televizyon seyretmenin sekiz saat çalışmak kadar beyni yorduğunu biliyor musunuz?
İki türlü hayat var:
1. Yaşanan hayat,
2. Seyredilen hayat,
Akşamlarınız televizyona kilitliyse, bilin ki, hayatı sadece seyrediyorsunuz !
Akşamları evde ne yapıyorsunuz? Akşamlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?
'Pek çoğu gibi biz de çekirdek çıtlatıp saatlerce televizyon izliyoruz'
diyorsanız, durup bir düşünün lütfen; dünyaya birkaç kez daha geleceğinize mi inanıyorsunuz?
Böyle bir şey olsaydı, şimdiki hayatımızın bir bölümünü ziyan etmek şimdiki kadar acı sonuçlar doğurmayabilirdi belki.
Ne çare ki sadece bir hayatımız var.
Bu da maalesef, çok kısa.
Ortalama altmış yılın yirmi yılı uykuda geçiyor.
Kalan kırk yılın yirmi yılı çocukluk, eğitim, vesaire...
Son yirmi yılı da ziyan edersek, bize yaşanacak bir şey kalmaz.
Akşamlarınızı sadece televizyona veriyorsanız, sayılı nefeslerinizden bir bölümünü
çöpe atıyorsunuz demektir!
Çünkü televizyon izleyen kişi hayatta değildir, zira hiçbir şey yapmamakta, hiçbir değer
üretmemektedir; bu da bir anlamda yaşamamak sayılır.
Ne mi yapmalı?
1. Ailece kitap okuyun, sohbet edin:
Nasıl tanıştığınızı, ilk nerede görüştüğünüzü, sıkılıp sıkılmadığınızı, nerede nasıl evlendiğinizi, nikah şahitlerinizi, düğününüzü anlatın çocuklarınıza, onları hem dinleyin, hem de okumaya çalışın.
2. Gezin:
Gezmek için ille de bir maksat olması gerekmez, en büyük maksat hayatı paylaşmaktır.
Yakınsanız deniz kenarına inin, ayaklarınızı denize sokun ve becerebiliyorsanı z taş sektirme
yarışına girin. Sonra da güneşin pembe gülücükler saçarak batmasını seyredin. (İnanın televizyon seyretmekten çok daha keyifli ve dinlendiricidir) Ormanda hep birlikte yürüyün, ağaçlara isim takın, yol boyu açan çiçekleri sevin ve çocuklarınıza bunlarla sevmeyi öğretin. (Ama bilin ki hayat öğrenmek ve öğretmekten ibaret değildir. Dinlenmek, eğlenmek gibi olgular da hayatın bir parçasıdır) Çocuklarınızla ilişkilerinizde asla öğretmen tavrı takınmayın. Onlarla arkadaşlık etmek dünyanın en keyifli işidir.
3. Akraba ve komşularla ilgi bağı kurun:
Onlara ya gidin, ya da onları size davet edin. Sohbetiniz televizyonsuz olsun ki tadı çıksın. Birbirinizi gerçekten tanımaya çalışın.
Bilirsiniz, 'Komşu komşunun külüne muhtaçtır.'
4. Kültürel ve sanatsal etkinliklere katılın.
(Konferans, seminer, sergi, doğru sinema ve tiyatro) Hayatınızı biraz olsun renklendirecek başka şeyler de bulabilirsiniz. Yeter ki isteyin.
Bir şeyi çok isterseniz, Allah sebebini halk eder ve çok istediğiniz şeye ulaşırsınız. 'Olmaz ki' diye düşünüp
taleplerinizi ertelerseniz, hiçbir yere ulaşamazsınız.
Aile bağlarının güçlenmesi, paylaşacak şeylerin çokluğuyla mümkündür. Ne kadar çok şey paylaşırsanız aileniz o kadar güçlenecek, o kadar diri duracak ve mutlu olacaktır.
Hatıra defterine televizyon dizilerini yazamazsınız. Oraya ancak yaşadıklarınızı yazabilirsiniz.
Her gün bir şeyler yaşamalı ve bunları deftere geçirerek geleceğe tarih düşürmelisiniz.
Bugün öyle bir hayat yaşayın ki, yarına da kalsın. Torunlarınıza filan anlatacakları nız olsun.
Ayrıca unutmayın ki;
Hayatı biriktiremezsiniz;
ya her anını yaşayacaksınız, ya da ziyan edeceksiniz.
Artık cevap gelsin:
Akşamları ne yapıyorsunuz?
Yaşıyor musunuz, yoksa seyrediyor musunuz?
CAN DÜNDAR
can dündar
aileden kalan mal varlığı
çalışarak kazandığı yüklü gelir
ingilterede bitirdiği uni
yetiştiği ve şu an da yaşadığı yaşam tarzı
bugüne kadar hayattan ne görmüş ne yaşamış ki bunları genelleyerek yazabiliyor. bunları yazarken bence şöyle de bir not düşmesi gerekir di
not: bu yazdıklarım dertsiz tasasız maddi sıkıntısı olmayan elinde fena denmeyecek bir gelire sahip kültür seviyesi yaşam tarzı ile ....
bunları yapmak istemeyecek varmıdır acaba ha yapan yokmu var ya yapamayan fazlası ile peki neden yapmaz hayatını renklendireceğini bildiği halde...
hee biz hayatı nasıl yaşayacağımızı ya da hayatın nasıl yaşanacağını bilmiyoruz da can bey bize öğretecek :D
her insanın hayat şartları aynı değildir aldığı eğitim ,geliri ,ulaşabildiği kültür şu buu...
madde madde de cevaplarım da uzatmıyalım :D
Adem Erdoğan
27.07.2008, 20:37
can dündar
aileden kalan mal varlığı
çalışarak kazandığı yüklü gelir
ingilterede bitirdiği uni
yetiştiği ve şu an da yaşadığı yaşam tarzı
bugüne kadar hayattan ne görmüş ne yaşamış ki bunları genelleyerek yazabiliyor. bunları yazarken bence şöyle de bir not düşmesi gerekir di
not: bu yazdıklarım dertsiz tasasız maddi sıkıntısı olmayan elinde fena denmeyecek bir gelire sahip kültür seviyesi yaşam tarzı ile ....
bunları yapmak istemeyecek varmıdır acaba ha yapan yokmu var ya yapamayan fazlası ile peki neden yapmaz hayatını renklendireceğini bildiği halde...
hee biz hayatı nasıl yaşayacağımızı ya da hayatın nasıl yaşanacağını bilmiyoruz da can bey bize öğretecek :D
her insanın hayat şartları aynı değildir aldığı eğitim ,geliri ,ulaşabildiği kültür şu buu...
madde madde de cevaplarım da uzatmıyalım :D
Güzel yazı tebrikler.:alkış::D
Bende aynı şeyleri düşündüm ama yazandan ziyade yazılana bakmak lazım.:rolleyes:
tonyalee_61
27.07.2008, 21:14
Yine gidiyorsun yanımdan
Yüzüme bile bakmadan
Gözlerim kayıp gidiyor
Sen giderken ardından .
Hani benim olacaktın
Hani bende kalacaktın seni sevdim diye suçmu .
Beni bırakıp gitmenin bi bedeli yokmu.
Söyle bana
Benim gibi seven çokmu?
Bakıp arkadan ağladım
Beni yıktın insafsız ,seni Allah a bıraktım.
Hani yanımda kalacaktın..
Sevdiğim ,olacaktın.
Bırakıp gitmek kolaymı ?
Severken ayrılmak kolay mı?
Belki beni sevmiyordun.
Belki değer vermiyordun.
Seni ne kadar sevdiğimi
Beklide bilmiyordun..
Sadece sevmek geçti içimden
Sadece sen geçtin gözümün önünden ..
Ama kayarak gittin ellerimden ..
Seni sevmek suç mu olmuş..
Ayrılık bana çok zormuş..
Ayrılık değil ama
Bana sensizlik koymuş..
Birgün bir köşe başında senin için ağlarken.
Gözümden akan yaşlar boşaymış..
Meğer sana koşa koşa gelirken..
Nefes nefese kalmak senin
İçin boşaymış..anlamsızmışş..
Gözümden akan yaşlar
Beni bırakıp giden aşklar..
Yalnızım yine yalnız ..
Yine böyle yalancı dünyada
Aşksız…
Kendi yazımdır..:)
bir gelin gidiyor telli duvaklı
bir gelin ki dostum nasıl havalı
acı dolu mazimin tek kahramanı
bir gelin ki ey dostlar para kurbanı
gideceksen git artık bırak yakamı
şimdi sen evli misin yoksa şaka mı
kesmeyin yolları gitsin bütün bahşişler benden
gözümde değeri yok hayırsız bir kardeşten
''bu aşkın yolunda dertler var ise ben yürürüm ikimizin yerine''
''eğer tek korktuğun ecel ise ben ölürüm ikimizin yerine''
http://gul.resimleri.tv/albums/userpics/10001/Beyaz_gul_4.jpg
Adem Erdoğan
29.07.2008, 02:43
En Uzak Mesafe
En uzak mesafe
ne Afrika'dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe iki kalp arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.....
Ömer Hayyam...
Adem Erdoğan
29.07.2008, 03:33
i hate the way you talk to me,
and the way you cut your hair.
i hate the way you drive my car,
i hate it when you stare.
i hate your big dumb combat boots
and the way you read my mind.
i hate you so much it makes me sick,
it even makes me rhyme.
i hate the way you're always right,
i hate it when you lie.
i hate it when you make me laugh,
even worse when you make me cry.
i hate it when you're not around,
and the fact that you didn't call.
but mostly i hate the way i don't hate you,
not even close,
not even a little bit,
not even at all.
Dursun Kaplan
04.08.2008, 17:38
Bir ŞeyLer KaraLadım..
Hayatı tam anLamıyLa yaşamaya başLadığımda anLadım bu hayatın çok çetin geçeceğini..
Sevgiyi,sevilmeyi,özlemeyi,özlem duymayı öğrenmeye başladık.. Çocuk gibi sevindik,mutlu olduk..
Neydi bizi böyle çocuk gibi sevindiren şeyler.. Sevdiğiniz olması,ondan iki çift güzel laf duymak..
Dünyanın sadece sevdiğin insanın etrafında dönmesi.. Senin dünyanın sevdiğini olması..
Bu karanlık dünyada sevdiğin senin ışığın olacak,mutluluğun,yaşam kaynağın olacak..
Gel gelelim seni sevicek,değer vericek insanı bulmaya.. Bu devirde artık insanLar ! ne yazık ki maddiyata önem veriyorlar..
Artık kalbinin temiz olması önemli değil.. Cebin güzel olsun yeter..
Sevgi , kolay elde edilebilecek bir şey değil.. Zor bulunur, hele ki yürekten sevmek, sevebilmek..
Sevginin anlamı bana göre bu dünyada hiç bir şeyle tarif edilemez.. Herkese göre farklı duyguları farklı tanımları vardır..
Benim için sevdiğim insandan duyabileceğim bir " Seni Seviyorum.." lafı sevginin tanımına değerdir..
Aşk ve Sevgi farklı şeylerdir.. Aşk başka bir dünya, sevgi başka bir dünyadır.. Bu iki dünyayı birleştirene ne mutlu..
Biz bu iki dünyadan da mahrumuz.. Aşk adına çok sevdiğim bi sözü söylemek istiyorum ;
" Aşk sonradan öğrenilmiyor.. Yürekte varsa vardır...! "
Sevmenin değerini bilenlere bu dünya cennettir.. Bilmeyenler zaten hakettiği yere gelirler..
Sevgi için adım atmalısın.. Yeri geldiğinde bu adımların küçük, yeri geldimi büyük olmalı.. Bu adımları temiz atmalısın..
Tüm bunları yaparken mutlaka birine göre hareket etmelisin.. Sen adımlarını atarsın, heveslenirsin..
Ama son an gelir,istenmeyedebilirsin..
İçim,kırık,dökük... Yaşadığınız bazı şeylerden sonra gerçekten kırılıp dökülebiliyorsunuz..
Seven belli eder kendini zaten.. Tabi sevilmekte var.. Sadece sevmekle olmuyor..
Sevgi adına birşeyler karaladım...
Pasif-Agresif Kişilik Bozukluğu
Başlıca özelliği ergenlik ya da ergenlik sonrası (erken erişkinlik) başlayan ve çeşitli koşullarda ortaya çıkan toplumsal ve meslek ortamlarında başarı için beklenen isteklere olumsuz bir tutum ve direnç davranışıdır. Bu insanlar başkaları tarafından beklenen düzeyde iş yapmaları istenildiğinde bu duruma alışkanlık olarak kızar, karşı gelir ve direnirler. Bu karşı gelme en sık olarak iş ortamında ortaya çıkar ama toplumsal yaşamda da ortaya çıkabilir. Direnme özellikle otorite figürleri tarafından verilen görevlere tepki olarak erteleme, unutkanlık, inatçılık, bilinçli olarak etkisizlikle dışa vurulur.
Nedir?
Psikolojide aynı zamanda negatif kişilik bozukluğu olarak da tanımlanır ve kişinin sürekli ‘hayır’ cevabını pasif bir tavır ile belirtmesinde görülür. Genelde çocukken bireyin kızgınlığını, kendi düşüncelerini ve negatif duygularını direk olarak ifade edemeyişinden kaynaklanır. Aynı zamanda bazı bulgular bu rahatsızlığa sahip insanların çocukluklarında ailelerinin kararsız, belirsiz ve hatta ihmalkar davranışlarına maruz kaldıklarını gösteriyor. Ailenin davranışı sebatsız, düzensiz ve sinirleri yıpratıcı olduğu için çocuk kızgınlık ve küskünlük duygularının esiri olur. Nitekim bu duyguları ne ifade edebilir ne de gitmesine izin verebilir.
Eğer siz pasif-agresif kişilik bozukluğuna sahipseniz, çevrenizdekilerin en ufak talepleri karşısında bile kendinizi ağır yük altında gibi hissetme ihtimaliniz yüksektir. Genel olarak çevrenizdeki otorite sahibi kişilere (ne kadar iyi niyetli olursa olsun) hem kızar hemde imrenirsiniz. Çoğu zaman kendinizi taciz edilmiş, bezmiş ve aşırı derecede yorulmuş hissedersiniz. Hem işinizde hem özel ilişkilerinizde hep yanlış anlaşıldığınızı, değerinizin verilmediğini ve limitlerinizin aşırı derecede zorlandığını düşünürsünüz. Çoğu zaman kızgın ve gücenmiş halde olduğunuz için dışarıya otomatik olarak negatif bir insan olarak yansırsınız.
Pasif-agresif kişiliği olan bireyler pesimistik, kuşkucu ve insanların iyi olmadığına inanırlar. Genelde olaylarda imkansızı ve hayal kırıklığına uğramayı beklerler. Kendilerini aldatılmış, değer verilmemiş, kurban edilmiş ve çaresiz hissederler. İşler arzu ettikleri gibi gitmediği zaman daha fazla somurtkan, kızgın, muhalif ve sinirli hale gelirler.
Bu tip kişiler diğer insanlarla yüzleşmekten çekinirler ve fikir ayrılıklarını, kırgınlıklarını yada kızgınlıklarını dolaylı yoldan ifade ederler. Sürüncemede bırakma, inatçılık ve verimsizlik gidi davranışlar bu probleme sahip insanların tipik davranışlarıdır.
İş yerinde pasif-agresif kişiler kendi yeteneklerini aşağı gördüklerinden dolayı kariyerlerinde yükselmek konusunda zorluk yaşayabilirler. Çoğunlukla kendilerine yardımı olabilecek kişileri davranışları ile uzaklaştırırlar.
Bu kişiler başkalarının çabalarını, işlerini paylaşma ihtiyaçlarını başarısız kılarak engellerler. Örneğin bir amir mesai bitimine doğru memurundan ertesi sabah toplantı için bir yazı hazırlamasını istediğinde memur yazının yetişmeyeceğini söylemek yerine ya yazıyı başka türlü yazar ya da yanlış yere dosyalar. Ya da kendisini hiç aramadığı için sevgilisine sitem eden erkek, bu isteği üzerine kendisini arayan kız arkadaşının telefonlarını ya duymaz ya o an telefonu açamayacak kadar meşguldür ya da başka bir ofistedir. Bu bireyler sürekli değerlerinin anlaşılmadığından yakınırlar. Zorlukları çözmek, başa çıkmak yerine, başarısızlıklarını başkalarının davranışlarına bağlarlar. Somurtkan irrite, sabırsız, tartışmacı, kuşkucu, şüpheci ve ters olabilirler. Otorite figürleri (Örneğin üst düzey yönetici, okulda öğretmen, evde ebeveyn rolü oynayan bir eş) çoğu kez hoşnutsuzluk odağıdır. Olumsuzlukları ve suçu dışsallaştırmak eğilimleriyle küçük bir kışkırtma ile otorite figürlerine karşı düşmanca duygularını ifade ederek eleştirirler. Otorite figürleri tarafından başarılı bulunan iş arkadaşlarına karşı kırgın ve kıskanç olurlar. Çoğu kez şansızlıktan yakınırlar. Gelecek hakkında sürekli olumsuz görüşleri vardır.
"İyi olmak ödüllenmez" "İyi şeyler kısa sürer", gibi yorumlar yaparlar. Bu kişiler kendileri için, sorun olduklarını düşündükleri kişilere karşı düşmanca bir karşılık vermekle, özür dileyip daha iyisini yapma sözü verme arasında kararsız kalırlar.
Çoğu kez kararsızdırlar. Bir eylemle onun tam tersini yapma arasında tereddütte kalırlar. Başkalarıyla sonsuz çekişmelere girerler. Başkalarına bağımlılık ve girişkenlik isteği arasındaki yoğun çatışma bu bireylerin özelliğidir. Yüzeysel bir kabadayılık olmasına rağmen, kendilerine güvenleri azdır. İyi bir işte olası en kötü sonları görürler ve kendilerini "gerçekçi" olarak tanımlarlar. Borderline, Histerionik, Paranoid, Bağımlı, Antisosyal ve Çekingen Kişilik Bozukluğu olan bireylerde ortaya çıkar.
Bu kişiler genelde huysuz kişilerdir. Kolaylıkla kızar, alınır yada kışkırtılırlar. Davranışları kolaylıkla saldırganlıktan pişmanlığa dönüşür. Sürekli çevrelerinde hata bulur, işbirliği etmez ve küskün dururlar fakat aynı zamanda aşırı derecede bağımlıdırlar.
Pasif-agresif kişilik bozukluğu olan kişiler derinlerinde güçsüz olduklarını, başka insanların merhametine kaldıklarını, haksızlığa uğradıklarını, yanlış anlaşıldıklarını ve ızdırap içinde olduklarını hissederler.
bana ait olmayan cinayetler işliyorum!
bir kez daha öldürdüm bendeki seni, parmak izimin olmadığı bedenimde.
şimdi bir ceset yatıyor yassı kemiklerimin arasında sendelenmiş kalbimde!
sana koşarak geldim! Hava çok soğuktu! burnun kızarmış,gözlerin nemlenmişti!
Bir kez daha kaybettim seni buğulu sokakta. her taraf çöplerle doluydu.
Kaçmaya başladım! kolumu tuttun kendine çektin önce! çöplükte dolaşan kediler vardı etrafta..
kan emici yarasaların seslerini duyar gibiydik! ruhlarımız terketti bedenlerimizi, sen erken döndün.
ben kaçmaya başladım senden, boğuluyordum serzenişlerinde!
kaçmıştım önce.. arkama bakmaya korktum.. döndüğümde kanlar vardı yerde.. bulamadım seni..
kan emici yarasalar ve kedilerin zafer şarkılarını duyuyordum! yere akan her kan damlasında boğuldum!
birden yağmur başladı.. Tanrı'nın lanetiydi akan gözyaşlarım..
senin için orada değildim, yerde kanların vardı..
Uyandım kırmızı rüyamdan, sabah baktığımda yanımda yoktun..
- irkildim önce -
seslendim derinden cevap vermedin.. sana doğru geldim,
yerde kan izleri vardı..
mutfağa koştum önce orada yoktun ve içini günahlarımızda doldurduğumuz odamızdaydın..
- korktum önce -
kapıyı açtım ve yerde yatan bedenini gördüm! Her yer kan lekesiydi.
Göz bebeklerine dikiş atılmış, dudakların kurumuştu..
Halisünasyon gördüğümü düşünüyordum sabahın ilk ışıklarında,
ve bir not bıraktım meleğim; Nefretle anın beni, lanetleriniz üzerimde olsun..
Sana yemin ediyorum sevgilim,
senden sonra ben de dikiş attım gözbebeklerime..
ve ben de öldüm..
ilhan diye birisi
EMine_61
13.08.2008, 23:27
ilhan ilginç şeyler yazıyorsun ???
Bekleyiş
Nice savaşçı ya da kendilerini savaşçı sananlar girdi hayatıma.Hançerler kılıçlar sallandı,kimi güzel bir dövme işledi vücuduma kimisi de zaman içinde kapanacak yaralar açtı,sonrasın da yalancı rüzgarlara karışan yalancı toz bulutları gibi kayboldular kaybettiler(mi) ? kim bilebilir bazen savaşlarda her iki taraf da kaybeder.Ben yeni savaşlara hazır yine yeni gelecek şeytan mı melek mi savaş sonrası kimliğini açığa çıkaracak olan yaratığı beklemekteyim.Her savaşta güzel anılar heyecanlar sevinçler acılarla yaşanılanlar bir sonraki savaşa daha güçlü girmemi sağlıyor.Savaştıklarım her defasında farklı karakterlerde farklı taktiklerle arenada karşıma çıktığından olsa gerek hazırlıksız yakalandığım zamanlar oluyor ama ilk darbeleri yedikten sonra doğrulup kendime geliyorum ve karşımdakinin ataklarını,karşımdakini anlıyorum tanıyorum.Sormayın ben de bilmiyorum sonraki savaşımı savaşcıyı daha mı zalim olur yok sa son diyebileceğim mert yürekten ölümüne korkusuzca tutku ile savaşacak yılmayacak bir savaşçımı?.Herşeyimi verirdim karşıma çıkacak böyle bir savaşçı için sonu elinden ölümüm olacağını bilsem bile.İstemiyorum arenaya çıktığımda karşımda daha hırçın bakışlarını bile göremeden seyircilerin korkunç çığlıklarından korkan bir savaşçı…
Garip bir savaşçı şeykan:D
EMine_61
15.08.2008, 22:33
.Sormayın ben de bilmiyorum sonraki savaşımı savaşcıyı daha mı zalim olur yok sa son diyebileceğim mert yürekten ölümüne korkusuzca tutku ile savaşacak yılmayacak bir savaşçımı?
uu habunu sen mi yazdun :eek:
:alkış::alkış::alkış::alkış:
ule canım sıkıldı karaladım işte yarım saat uğraştım :D Edebiyatım eyi değildir nokta virgülü tutturamam anca bu kadar:)
Fatih Ersoy
18.08.2008, 01:48
Zulmü Alkışlayamam
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?
Mehmet Akif Ersoy
Cafer KILIÇSOY
18.08.2008, 19:33
EN ZAYIF HALKA;
Sana sevgimi anlattıkça uzak durdun benden.Ben aşk dedikçe sen dur dedin.Oysa ben gerçekten seviyordum seni. Bu yüzden içimdeki aşk fırtınasını durdurmam mümkün değildi. Söylemeden duramazdım ki sevgi sözcüklerini.
ANLAMADIN….
Hayata dair ne varsa paylaşmak istedim seninle. Güleceksek birlikte; ağlayacaksak birlikte olmalıydık. Önümüze aşkımızın ışığını alıp bizim için aydınlattığı yolda, hiçbir engele takılmadan, inatla, cesurca, korkusuzca yürümeliydik. Ancak böyle yaşanırdı bir aşk. YAŞAMDIN……
Herkesin ayrı bir dünyası vardı biliyordum. Ama aşk ayrı dünyaları bir potada toplayıp, yeni bir dünya yaratmak değimliydi? Yaratılan o dünyada kimsenin benliğini kaybetmeden ortak duyguları yaşamsı değimliydi aşk? Her türlü çatışmaya rağmen, bir küçük gülümseyiş, bir sıcacık bakışla unutmak değimiydi bütün kırgınlıkları?
UNUTMADIN….
Ben seni kaybetme korkusu taşırdım içimde. İncineceksin diye korkardım. Yokluğunun verdiği iç huzursuzlukla uykusuz geceler geçirirdim. Sabaha kadar kırpmazdım gözlerimi. Seni gördüğümde de, sanki saatlerdir uyuyormuşum gibi enerji dolardım. Kıpır kıpır olurdu içim. Tarifi imkansız bir heyecan, bir yürek çarpıntısıyla sarılırdım sana.
SEN SARILMADIN….
Bir tohumdun sen yüreğime ektiğim. Kanımın deli akışıyla sulardım seni. Sevdamın ateşiyle ısıtırdım ayazda. Büyüyecek, bir filiz olacak, rengarenk çiçekler açacaktın. Tenlerimizin buluşması bir ayine benzerdi benim için. Sonsuzlukta kayboluştu. Bedenlerimizin aşkımızın içinde erimesiydi. Yaşadığıma; hele seninle yaşadığıma şükredişti. Her seferinde yeniden doğuştu.
DOĞMADIN….
Şimdi yorgun yüreğim.
Bunca çabaya rağmen mutluluk gülüşünü yüzünde göremediğim için yorgun.
Bu yüzden; daha fazla kaldıramayacak seni.
Daha fazla yaşayamayacak bu umutsuz aşkı.
Yüreğim seni bu aşkın en zayıf halkası seçti.
ELVEDA……
MEHMET COŞKUNDENİZ
Fatih Ersoy
19.08.2008, 22:43
Gitme Ey Yolcu
Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım
Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen matemki!
Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi
Nasıl yerlere geçmez insan
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu
Mehmet Akif Ersoy
Fatih Ersoy
19.08.2008, 23:06
Bir sitede okuduğum ve hoşuma giden bir şiiri paylaşmak istiyorum sizle..
*****DİYOR TRABZON*****
Bu şehirden bıktım, şehirde benden,
Dön sırtını çık gel diyor Trabzon.
Can kursakta henüz kopmadan tenden,
Dön sırtını çık gel diyor Trabzon...
Burada hiç bir şey, aşikâr değil,
Nerede çıkar var orada eğil,
İnsanlığa verilmiyor az meyil,
Dön sırtını çık gel diyor Trabzon...
Üst üste yaşanır, adı apartman,
Herkes birbirinden çeker el aman
Köyümüzde durum bundan çok yaman,
Dön sırtını çık gel diyor Trabzon...
Komşunun komşudan, yoktur haberi,
Uyum sağlayamaz desen gel beri,
Ne baharı belli, ne de zemheri,
Dön sırtını çık gel diyor Trabzon...
Altın imiş taşı toprağı diyen,
Hani nerde? sadece bilir yiyen,
Öldüm demez burada kefen giyen,
Dön sırtını çık gel diyor Trabzon...
Ayser Özbakır
ilhan ilginç şeyler yazıyorsun ???
Bunu söyleyen ne ilk ne de son kişisin Emine :)
Bu tip bir çok karalamam var ama paylaşıp insanların okuma zevkini kaçırmak istemiyorum. :)
Ahmet Faruk
19.08.2008, 23:18
Ama beğenenleri de mahrum bırakıyorsun İlhan. Acaib veya değişik yazılar daha dikkat çekici oluyor. Anlamak biraz zor oluyor, hatta bazen benim anlamam birkaç günü buluyor :) Ama anlayınca "Harbiden haa" diyorum :)
Övüleceği Öven Sövüleceğe Söven Cansız Hoca
(İLGİNÇ OLDUĞUNDAN ALINTI YAPILMIŞTIR.)
Mustafa Cansız ismi, eğer Trabzonlu değilseniz size pek bir şey ifade etmeyecektir. Fakat onun yetiştirdiği din profesörü, günümüzün parti lideri Yaşar Nuri Öztürk`ü ise bilmeyen yoktur. Trabzon`da bir efsane gibi anlatılan, dini sorulara nükteyle, küfürle cevap vermesiyle meşhur Cansız Hoca, 1990`larda ses kayıtları ortaya çıkan ama varlığı kanıtlanamayan Oflu Hoca`nın aksine gerçek.
Mustafa Cansız, 1895–1975 yılları arasında yaşadı. Arapça, Farsça, Çağatayca, Rumca bilgisi, koyu CHP`li olması, akademisyenlere taş çıkarır kültürüyle her yönden farklı bir din adamı. Öğrencisi Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk`e göre müstesna bir şahsiyet:
"Sadece ilim ve irfan birikimiyle değil, büyük zekâsı, hayranlık veren esprileri, hâlâ yararlandığımız öngörüleri ve engin insan sevgisiyle müstesnaydı. İslam adına sergilenen saptırma, uydurma ve yanlışların altını çizer, bunları yaparken övülecek olanı cömertçe över, sövülecek olana müstahak olduğu şekilde söverdi.” Bana Kursi derdi ve hep şunu tembihlerdi: Kursi, oğlum layık olandan layık olduğunu, müstahak olandan da müstahak olduğunu esirgemek namussuzluk ve dinsizliktir. Bunu sakın unutma." Bu sıradışı din aliminin hayatı ölümünden yıllar sonra, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi Mehmet Günaydın tarafından kaleme alındı. "Cansız Hoca," Heyamola Yayınları`ndan bu hafta piyasaya çıktı.
EDİSON CENNETE GİRECEK Mİ?
Cansız Hoca`nın bulunduğu bir yerde kimlerin cennete gireceği konusu tartışılıyormuş. Mollalardan biri Cansız Hoca`ya:
- Hocam, Edison bütün dünyayı aydınlatan buluşu gerçekleştirdi ama yine cehenneme gidecek.
— Sen Edison`un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?
— O bizim Peygamber`e inanmadı. Onun için cennete giremez.
Bunun üzerine Cansız Hoca, cevap verir: "Bakara suresinin 62. ayetinde şöyle der: Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah`a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlerlerse onların ecirleri Allah katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de. Yani, bu ayette Allah insanlara Allah`a ve ahiret gününe inanıp hayırlı işler yapmaları şartını getiriyor. Aynı ayet Maide suresinin 69. ayetinde tekrar edilmektedir. Sonra büyük âlimlerin ekseriyeti iman sahibi oldukları bilinen bir husustur. Ayrıca Edison`un son nefesinde nasıl gittiğini ne biliyorsun?"
Ancak adam ikna olmamış. İlla cehenneme gidecek, diye ısrar edince Cansız Hoca sinirlenmiş. Şu cevabı vermiş: "Allah, senin gibi beş milyon eşşekoğlueşşeği cennete koyacağına bir Edison`u koysun daha kârlıdır."
KURAN SAYFALARI
Cansız Hoca`ya yerli yersiz herkes dini sorular soruyormuş.
- Hocam, yeryüzünün her tarafına Kuran sayfaları serilse ve büyük abdest ihtiyacın gelse bu ihtiyacı nerede gidereceksin?
Cansız Hoca çok sinirlenerek şu cevabı vermiş:
- İhtiyaç giderecek yer kalmadığına göre, senin ağzına sıçmaktan başka çare yok.
HOCA ÇIKTI, MANDALAR YESİN
Cansız Hoca, vali ve üst düzey bürokratlarla bir yemeğe katılır. Hocaların çok yemek yemesiyle ilgili bir fıkra anlatılır: "Hoca ile manda bostana düşmüş. Görenler, hangisini çıkaralım demişler. Kimileri mandayı çıkarın o çok yer demiş, kimileri de yok hoca daha fazla yer onu çıkarın demiş."
Fıkrayı dinleyen Cansız Hoca masadan kalkmış, bir kenara oturup sigarasını yakmış. Masadakilerden biri Cansız Hoca`ya, "Hocam niçin kalktınız" diye sormuş. Cansız Hoca şu cevabı vermiş: "Hoca çıktı mandalar yesin."
OKUNAN DUA ÖLÜ RUHUNA GİDER Mİ?
İzmirli avukat dava için Trabzon`a gelmiş. Sohbet esnasında, okunan duaların ölünün ruhuna gidip gitmeyeceği tartışılmış. Avukat, okunan duaların ölülerin ruhuna gideceğine inanmıyormuş. "Seni ancak Cansız Hoca ikna edebilir" demişler. Hocanın tavla oynadığı kahveye gidilmiş. Adam sorusunu yineleyince, aralarında şu diyalog geçmiş.
- Elbette gider.
- Peki nasıl gider?
- Senin anan, hanımın, kızın var mı?
- Var.
- Nerede oturuyorlar?
- İzmir`de.
- Senin ananı, avradını, kızını s...
- (Adam sinirlenerek hocanın üzerine yürümüş) Ne biçim konuşuyorsun sen?
- Niye sinirleniyorsun? Duaların buradan ahirete gittiğine inanmıyorsun da, küfürlerin buradan İzmir`e gittiğine niye inanıyorsun?
*******
Cansız Hoca eskiden Trabzonda meşhur bir hocaymış dini konularda herkes ona danışırmış kitabını aldım gülmekten yarıldım :D güldüğüme bakmayın Cansız Hoca gerçekten büyük işler yapmış bir hoca kitabı bulun ve okuyun tavsiye ederim ;)
Cafer KILIÇSOY
19.08.2008, 23:30
Bir sitede okuduğum ve hoşuma giden bir şiiri paylaşmak istiyorum sizle..
*****DİYOR TRABZON*****
......................
Lato bayıldım buna yaa. Beni anlatıyor sanki.
Paylaşımın için teşekkür ederim:alkış:
Dursun Kaplan
25.08.2008, 22:27
Edit. :)
.
Ey Gönül… Ölmedinse Uyan!
KAPALI… Şuur kapalı, akıl kapalı, hayâl kapalı… Gözler, kulaklar kapalı. Duygular kapalı ve en önemlisi ruh kapalı. Kalbin kapıları kapalı. Ne vardı bu kadar içine kapanacak? Bir de perdeler kapalı oralarda… Neleri kaçırdığının farkında mı oturduğu mekânlarda, yaşadığı bedende insan? Duyuyor musun, dinliyor musun beni? Hayat çağırıyor seni. Gönlünü dinle, kalbini dinle yürü, aklını dinle dur. Aç perdeleri tek tek. Önce ışığını, çok ama çok erkenden kapattığın o loş odaların, uykusuz gecelerin karanlığından çık kurtul ey ruhum. Mutluluk aradığın yerde değil, kaçmak kapanmak asla çıkar yol değil. Bir dene istersen, bir defacık olsun bir dene lütfen. Nelerin değiştiğini gör ve gül. Gül de, güller açılsın güller koksun her yanın.
Biliyorum ezan vakitleri dışında duymadığın, duymak istemediğin, kendine yabancı kıldığın bütün seslerin, kalbine açılan yoldan içeriye girmesine izin ver. Uzaklardan gelen bir kırlangıç sesi, bir rüzgâr uğultusu… Eğer yeşermeye uygun bir tek duygun kalmışsa binlercesinin arasında, dirileceksin. Bir nefes alıp vereceksin, hayat kadar. Hayatının tamamı kadar bir nefes.
Seni, yanına hayat çağırırken ölümün karanlık gecesine gömülmen neden? Göz ağlamak için, göz görüp de duygulanmak için, kalp yaşamanın çok ötesinde hissetmek için. Sen bütün duygularını boşuna kapamışsın. Kaç bakalım, kaç kendinden ve Rabbinden kaç Ama nereye kadar? Nereye gidersen git, o sonsuz rahmetin kucağındasın hep. Ve ondan başkada hiçbir yere kaçamayacaksın.
Bir dene, aç şu perdeyi, aç şu gözlerinin önündeki o incecik perdeyi. Fırla yatağından, hayatının yanlış akan ırmağından. Yoksa denizlere kavuşmaz bu ırmak, bu hayat. Çevir yönünü ummanlara. Çöllerde kuruyup gitme. Pencerenden içeriye sızan ilk ışık, güneşten ve güneşin Sahibi’nden sana bir merhabadır, görüyorsun. Gülüyorsun şimdi değil mi?
Başkaları nasıl yaşıyorsa, sen öyle yaşayamazsın. Sen ki en sıradan idealin bile bir düşeni kaldırmak idi. Şimdi, kendi girdabında boğulmak üzeresin. Eğer bir kapı varsa, bir pencere varsa önünde, aç artık. Işık dolacak içeriye, baştan aşağıya nurlar içinde kalacaksın, yıkanacaksın. Başka bir seçim yok senin için. Açacaksın, açacaksın ne varsa. Görmeni engelleyen her şeyi, aşacaksın. Perdeleri tek tek aralayacaksın. Hem senin için ne dualar edildiğini bir bilseydin, asla ümitsizlenmezdin. Bu yoldan niceleri geçtiler. Gidenlerin bir çoğu dönmediler. Sen, gayesiz yollarda yürüyenlerin yolcusu değilsin. Sen, uykusuz geceleri bıçak gibi bölen, paramparça edensin. Rabbin kapını ışıkla çaldı, gönlünü ilhamla kalbini sevgisiyle. Direnme artık boşuna, boş yere. İnadın sırası değil. Kapılar bile yok önünde, belki perdeler bile yok. Gözlerin hafif hafif bir aralansa, ilk defa ama ilk defa dünyaya gelen bir bebeğin tertemiz bir ruhun gözü ile bakabilsen, ah bir bakabilsen… Hayatı değiştirmek, yeniden bir sayfa açmak bu kadar kolayken bunca zorlara düşmek neden? Şimdi kalbinle değil nefsinle hesaplaşma vakti. Tut yakasından, vur yere şeytanın uşağını.
Allah’ım, güzel Allah’ım. Sana gelmek ve koşmak isteyen bütün ruhların önündeki kapıları aç, ardına kadar aç lütfen… Her an yeniden yarattığın kâinata, her an yeniden bakabilen bir göz, onu, her an yeniden anlayabilen bir akıl ve her an yeniden hissedebilen bir kalp lûtfeyle.
Niye korkak, niye kaçak, niye yalnız, niye uzak Sen’in rahmetinden bunca insan Allah’ım? Neden? Sen’den neden kaçıyorlar? Belki de kaçtıkça yakınlaşıyorlar. Evet, Sen ki, kaçtıkça yakınlaştığımızsın. Göklerin ve yerin nurusun, ışığımızsın. Dört bir yanımızsın. Bütün sınırlar senin, sınırları belirleyen çizgiler de senin. Kalbimde çoktandır unuttuğum, öldüğünü sandığım sevgin, bugün gözyaşımla dirilsin, izin ver. Mahşere bırakma bu dileği… Dirildiler işte. İçime attığım yeter artık sıkıntıları, kederleri. Uçurumlara, çiçekler ekmem yakışır mıydı? Ve boşluklarda ne aradım bilmem yıllar boyu. Ey yaşlı suç ortağı nefsim, ey zavallı kalbim. Ey sesi kısılmış duygularım. Yeter artık bir perde açın, bağışlayıcı ve affedici bir sesin sahibinin davetine doğru yürüyün, koşun artık.
Kalbime düşen kurtlar, delik deşik ettiler o güzelim dünyamı, mahvettiler. Tam da hayatın bu anında yeniden yaşamak istesem, adeta bir çocuk gibi yeniden doğsam çok mudur istediğim Rabbim? Bahtına düştüm, kapına geldim. Lekelenen melek vaktim, pembe beyaz baharlarım, ağlayan dakikalarım, hüzünlü günlerim adına beni affet. Ben gibi olanları, o durumda bulunanları da affet. Yolumdan beni ayartmaya çalışanları da affet, bilmiyorlar. Ve onlara öyle bir lûtfet ki, hepsi ama hepsi Sen’in sonsuz rahmetinin kucağında bulsunlar bir gün kendilerini. Ve öyle şaşırsınlar, öyle bir çığlık koparsınlar ki, bir çığ olup üzerlerine düşsün rahmetin bembeyaz. Kefen gibi örtsün tüm günahlarını, yıkanmış, arınmış gibi. Kabul edilmiş katındaki ak pak tövbelerinle çıksınlar bu yığının, bu enkazın altından.
Ah Ömer, Faruk Ömer, senin o mahzun içler yakan hatıranın hürmetine, duanın arasına bizimkini de alsan ne olur? Hani bir gündü ; “Hz Peygamber’i memnun ettin, Hz Ebubekir’i memnun ettin, sayısız insanı memnun ettin yaşadığın sürece. ‘Sen ki Cennetin Firdevs’lerinde gezeceksin, ne mutlu sana’ dediklerinde baştan aşağıya buz kesmiş, acı bir tebessümle bakmış ve demiştin ki; ‘Keşke annemden doğduğum günkü gibi saf temiz bir çocuk olarak kalaydım. Bu dünyadan öyle gideydim. Başka hiçbir şey bu kadar memnun etmezdi beni’ demiştin.” Duana katılıyorum bütün zerrelerimle. Ne güzel bir arzuda bulunmuşsun. Tam sırası o duana, arzuna âmin demenin. Sen ki ey Ömer, bir bakışta tutuşup yanmıştın. O Sevgilinin bakışıydı seni tutuşturan, yakan. Olan oldu işte, bir anda sen mutluluk ağacının başında asırlar sonrasına gülümseyen bir meyve oluverdin. Şu an senin ağacının, uğruna yaşadığın hayatının meyvesini yiyoruz. Ey ruhum sahabe bunlar, yıldız insanlar. Takıl peşlerine onların, bul şaşırtmayan gerçeğin aydınlık yolunu. Arama, yok başka çıkar yol, başka kılavuz. Onlar ki ışığını kainatın sevgilisinden ve canlı güneşinden aldıkları için ebediyen parlayacaklardır. Yolunu kaybedenlere hep birer ümit ışığı olacaklardır.
Ey kenar, kuytu köşelerde, karanlıklarda, yataklarda, oralarda, buralarda kıvranan ruhlar. Acziyetinizin, hiçliğinizin ve günahlarınızın gücüne inanın. Çünkü karadan aka geçmek bir adım bile değil.
Dirilişi öldükten sonraya bırakmayalım. Ezdirmeyelim bu kadar ruhlarımızı. Kalbimiz dayanmaz böylesi ağır yüklere. Ben ki, yaşadığımı ve inandığımı yazmak istiyorum. Konum bütün insanlığın dramı. Bir doğum anında, içimizi dışımıza dökmek zamanında söylediklerimizi duyar da söyleyemediklerimizi bilmez mi Rabbim?
Ah lekelenen melek vaktim, pembe beyaz baharım, ey kalbimin hazin sesleri. Adını, adın’ın yanındaki, o güzel adla yüceltmek istiyorum Rabbim. Kâinatın yaratıldığı andan beri ne varsa, aldığı nefes ve yaratılan bütün zerreler adedince sonsuza dek Sana hamdü senalar, o sevgili Resulüne selamlar, salavatlar olsun. Susan diller, dudaklar adına da… Kâinattaki gezegenler ve içlerindeki moleküller sayısınca, adının anılmadığı anlar adedince, her mekana şâmil, bir dua olsun Rabbim bu. Rahmetinin temsilcisi olan O zatın ve O’nun en büyük mucizesi Kur’an’ın ve O’nun dava ettiği davanın adına ve hürmetine, meleklerin onu taşıdığı, indirdiği anlardan sindirdiği yerlere kadar Resulüne salat-u selam olsun Allah’ım….
Ya Rabbi Sana hamdetmek, şükretmek ve o şükürler için de şükretmek ne güzel… Biliyorum kabul ediyorsun dualarımı. İnanıyorum ki varsın, beni duyuyorsun.
Şu an da, adını anan müezzinin okuduğu ezanda da varsın, haksın. Bütün kâinata cennetten bir kapı aralıyorsun. Sadece davetine değil, rahmetine çağırıyorsun bütün insanları. Büyüklüğünü ilân ettiriyorsun küçücük dillerle.. Her yer kulak kesilmiş yeri göğü inletiyor o güzel sâdâlar. Bütün kalpler dalga dalga titriyor şu an. Rahatlayan ruhlarımız bir ümidi yakalar gibi. Kapımıza bu kadar yaklaşmışken rahmetin, bize de açmak kalıyor sadece. Allah’ım bu gücü de lûtfeyle. Kapında inleyen şu kulunun ruhunu da doğruların ruhunun yanında dinlendir. Rahmetin yar olunca her şey kolay.
Yolculuk saati gelip çatmadan ruhumuzu temizleyecek olanları yakın et bize. İzbe köşelerde, karanlık odalarda kıvranan ruhlar adına güneşi görmeden, nurundan, rahmetinden habersiz şaşkın, kararsız tüm ruhlar adına, sevdir bize sevdiklerini… Sevginin ebedi mahkûmu olalım. Ebedi Cennetinde sonsuza dek sevdiklerimizle beraber bizi mutlu et, bizi bırakma. Ey Rabbim vakt erişince, toprağa katsan da bedenimizi, biz o karanlık sanılan alemde de söyleyeceğiz bu şarkıyı…Korkumuz yok karanlıklardan adınla, nurunla aydınlanınca her yanımız. Yaşasın bizim için yaşattığın ve varettiğin ümit. Yaşasın ebediyet, yaşasın bitmez tükenmez sevinç günlerimiz… Ey ruhum, söyle bu duayı, seviyorum Allah’ı. Yok Sen’den başka gidecek, yok Sen’den başka varılacak. Affet bu dünya sürgününde nefsine yenik düşenleri, bizleri affet. Dertli Yunus gibi, dudağımızda o sevgilinin adını anarak bizleri affet.
“Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü”
Hangi günahı işlerse işlesin, hangi ağırlığın altında kalırsa kalsın nihayet bir kalp taşıyor herkes. Yeniden de bir başka insan yaratılmayacağına göre bu dünyanın imtihanında, yine ümit bizde. Yüz binlerce insanın hepsinin suçu, günahı sanki üzerimizde gibi bir ah çekip yansak. Bir ah ki yüz binlerce insanın yeniden affının ve dirilişinin sâdâsı olsa. Affet, binlerin, yüz binlerin uyanışı adına bizi affet. Söz veriyoruz, telafi edeceğiz bunca ziyanı. Elveda boş yıllar, elveda aldanış diyeceğiz.
Allah’ım toprağın altına da girsem, yıldızlara da çıksam, bu dünyada milyon sene de yaşasam, Sen yoksan ben ne yapabilirim, nasıl yaşayabilirim ki? Senin olmadığın dünyalar yok olsun. Senden istemeyen dillerim kurusun sana açılmayan ellerim kurusun. Yıkılsın gitsin bedenim. Dağılsın toz olsun zerrelerim. Allah’ım öyle bir iman lûtfet ki Sana yok diyenler bile Sen’de varolsun. Seviyorum seni Allah’ım. Kalbimi, kalbimin sevdiklerini ve sevdiklerimle ebediyen beraber olmayı vaat ettiğin için seviyorum Sen’i. Seviniyorum. İnanıyorum Sana, güveniyorum hiç kimseye güvenmediğim kadar. Biz istemeden bizim için her şeyi yaratan Rabbim. Sen’den ayrı günlerim, anlarım azap oluyor.
Neler neler yazmaktı niyetim ama yine rahmetine doğru çark etti kalemim. Alev alev yanan ruhumun, kızıl renginde tutuşan yüreğimin, kanlarından rengini almış gül gibi kızaran kalbimin senden tek bir duası var bugün. Kabul eder misin söyleyiversem izninle? Aşkınla yanan dudağımla fısıldıyorum ruhum ürpererek… Aç ki şu gözlerin önündeki perdeleri, göremeyenler görsünler bu güzellikleri.
Hangi işte senin adın varsa işlediklerimiz güzelleşiyor. Sevgilinin, Peygamberimin adını anınca bilirim ki, dualarım yerde kalmaz sana yükselirler kat kat. Kabul et, lûtfet ne olur.
Kulakların, kalplerin önündeki bütün kapıları, perdeleri ardına kadar aç. Dudaklar seni söylesin, şarkılar seni ansın, kalemler seni yazsın, ayaklar sana koşsun. Kalmasın bir kişi ki kıytı kuyularda Sana sevgisini, özlemini söyleyememiş. Bütün kırık kalpler, ümidini kesmişler adına, şeytanın ve nefsin tuzaklarına batmışlar adına, tövbe sularında yıka hepimizi, kalbimizi. Kalbimiz Sana emanet. Pişmanlığın ve tövbenin ve bütün bunların sonunda geçirdiğimiz ağır ameliyatın o ağır yaralarına rağmen tüm hastalıklarımızdan, kirlerimizden kurtar, arındır bizi. Rahmetinin ruha derman ilâcıyla.
Allah’ım günahları işleyen bizleriz, dönmemizi bekleyen sensin, cennetini istiyoruz. Çok mu? Yüzümüz yok mu? Madem Cennetini onu isteyene vereceksin aç kapısını ardına kadar, aç. Bozduğumuz tövbeler, yaptığımız tüm yanlışlar için bir kere daha Sana, yalnızca Sana tövbeler olsun. Tövbelerimizin affını ve kabulünü vaat ettiğin için de hamdüsenalar olsun. Biz ki, bu dünya çölünün garip yolcularıyız. Bu günah dolu, ağır yükle bu vadiler, bu yollar aşılır mı hiç? Sonsuz yolculuğa aşkına güvenerek, bir gönüle girerek, seni seven gönüllere girerek, güçlenip hep beraber kanat çırpmak istiyoruz katına. Dikenlerin bile gülün yanında kıymet kazandığı bir dünyada o Sevgilinden başka sığınacak gülümüz, Sen’den başka Rabbimiz yok. Sana ibadeti, Sana duayı terk etmiyoruz ama bunlara da asla güvenmiyoruz. Nedeni belli. Şeytan da çok ileri gitmişti ibadette ama ona bir faydası olmamıştı.
Dostluğunu yar eyle, sevdiklerinin yolundan ayırma bizi.
Çok şükür dualarımız kabul edildi gibi… Kalbim sükun ve huzur dolu… Bütün bunları yaşamak için gelinseydi bile bu dünyaya değerdi Allah’ım.
Ey kapalı kapıların ardındaki duygular, gözler, kulaklar, kalpler, ayaklar…Aralanın, ayaklanın… Haydi ey insanlar, kalkın artık. Hoş günler geliyor; kış geçti, bahar bitti, şimdi yaz başladı. Şaşkın ruhumuzu nefsin şehvet rüzgârları kollarına almadan ve sarmadan, kalbimizi onun sahibine emanet edelim. Kalkın ey ruhlar, kalkın. Öyle bir kalkın ki yataklarınızdan, öylesine açın ki kapıları ümidiniz coşsun. Sevginiz başka yürekleri de tutuştursun. Evet, bu karanlıklardan aydınlıkları çıkarmak için kalkın, uyanın. “Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez” diyor Mevlana.
Ey gönül ölmedinse uyan, yeter artık. Sana kapalı görünen kapıları aç artık. Göğün mavilerine, Cennetin baharlarına uç artık.
kaynak: Zafer dergisi Yazar: Selim Gündüzalp
Yanağına düşen kar tanesi eriyip dudaklarına indiğinde ve o bir damla serinliği biriyle paylaşmak istediğinde yüzünü rüzgara dön, ordayım! Bir gün Yağmura yakalanırsan benden kaçtığın gibi Yağmurdan'da kaç. çünkü bulutların arkasında kaybolan Aşkı için ağlayan benim. hadi gökyüzünden senin için tuttuğum, üzerine tüm duygularımı yüklediğim, yıldızı al, yüreğimden yüreğine yollar var, hadi benim için uzaklardan bir tebessüm yolla...
http://www.gulum.net/gul/kirmizi/images/3.jpg (http://www.gulum.net/gul/kirmizi/images/3.jpg)
champions
05.09.2008, 14:37
HÜR OLMAK
Sorgulamak benliği kılıflarını soymak red edilmişlerin ve korkuların
suyun yüzüne eğilebilmek,soyu bulandıran rüzgarın sessiz lisanına kulak vermek,
sessizligin dili vicdandır mümkünmüdür sessiz kalabilmek.Canlı,cansız ne kadarda haberdar herşey ve herşey nasıl fısıldamamakta sakin,sakin.
Rüzgarda gülüşen yapraklar hangi akıbete bu kadar neşeli,yolumu kesen şu böcek benimi bekledi şu vakte kadar? Yada ben mi onu?
Ve zaman nasıl bir ayarda?
Tesadüfün tevavfuktaki benliğine ermişlik edebilmek içindir tekrarlayıştaki her değişim.
marifet düşünülmeyeni düşünmek,arıtılmış sorgulardan bir benlik oluşturabilmek,marıfet bir dava sahibi olabilmek(ey kişilik)somut olanı icat maksadında kullanabilmek,
maddeye ram olmuş otoriter nefsin köleliğinden azad edebılmek,inancın manevi hazzında düşünce ateşiyle karanlıkda yansımalaşabılmektr.
İnsan çağı kadarmı özgürdür?
Teknoloji çocuğu sözde tanrı;gerçeği sembolizm tapınağında putlaştırmış olmakmıdır özgürlük? Çağdaş cennetin vahşi tanrısı! Hep daha ıyı bır yaşam için bır ömür çalışıp,okul üstüne okul bitirdiğin hayat bu kadar uzunmudur?
unutmak adına verdığin çabada huzurlu olabılmen mümkünmüdür?
tıka basa doymuş insancıkların salyalı geğirmelerinde kirlenmişliklerine bir bak!
çabadan davadan uzak ,16 saat yıyen bır asalak.
Koca göbegını marıfet amacıyla önüne katmışlığına,afrikalı bır çocuğun burnuna dayarcasına,homurdanışını gör.suç kendisinin tıklım,tıklım tok olması değil senin nefes verecek kadar aç olmandr.bu yüzden sevmez seni..
o kelıme ahengine dalıp kafıyeli cümlelerde düşünür pozları verır,senın ondan zeki, kirli başına dokunurken gözleriyle etrafı yoklar ve sevılen gözükmek nıyetıyle iğrentisini yutkunur.senı sıstemleştıren ideolojık düşüncenin çağdaş yaşam şehvetinde kamçılanmasına izin verdiğin için esirsin,
1-Temel ihtiyaçlarından fazlasını mecburileştıp ve bunları karşılamak adına bır ömrü heba ettiğin için esirsin,
2-Göbekli insancıklara sosyal statünü denk getirmek maksadıyla önlerinde susuyorsan esirsin,
hor gorülmek korkusuyla farklılığını red edıyorsan esirsin,
3-Düşünceden korktuğun için esirsin,
4-Rahat bir yaşamda o rahatlığı yitirme korkusu güdüyorsan esirsin,
Hürriyeti olanın bır davası görüş ve amacı vardır.
Kendini oyalamak adına icat ettiğin oyuncaklarında sürdürdüğün evcilik ebediyen sürecekmi sanıyorsun?
5-Bir an gelipte düşünce seni sarmaya başladığında ışığa,tv'ye bilgisayara koşturuyorsan sen esirsin.
Kendi hilafetini gerçekleştir hürriyette sende başlar mahkümıyette
İlkelerini bil. Kişilik ilkeler,inançlar üzerine inşa edilendir
Hürriyet hüviyet ten doğmadır.
BİTER
Kalkılır bir yerde, kalır oyuncak,
Kurgular biter.
Ölüm... O geldi mi ne var korkacak?
Korkular biter.
Fikir, açmaz artık beyinde kuyu;
Burgular biter.
Unuturuz hayat adlı uykuyu,
Uykular biter.
Biter, her şey biter; ses, şekil ve renk,
Kokular biter.
Kabir sualiyle kapanır kepenk,
Sorgular biter.
Necip Fazıl Kısakürek.
Ahmet Kuru
11.09.2008, 01:07
Arkadaşımın benimle paylaşmış olduğu yazıyı sizinle paylaşmak istedim...
Amatörce ama ben haddinden fazla beğendim...
Aklima gelmiyorsun artik oynadigim oyunlarda..
senin yerine hic bi figür kullanmiyorum..
önceki senaryodan da hicbir kesit calmiyorum..
Yeni yeni yaziyorum senaryoyu, oyunlari, oyunculari..
Günden güne gercekleri anlatan olay yasiyorum senin yalan oldugunu biraz daha anliyorum..
Ara sira yoksun aklimda diye kizma bana bu benim yazdigin senden sonraki filimde seni unutmak da var senaryomda..
filmin basligi bile hazir hafizamda.
Baslikta senden kalan kirintilari siliyorum bak okusana koca harflerle yaziyorum “ ayrilanlarin mutlu sonu” adinda..
Fragmani hazir filimim yakinda sinemalarda...
Ya bir çift güzel bakıştı, ya da sarfedilen, bikaç cümle...
ya saflığındı beni tutan yanında,
yada haykırışıma ses vermemen.
tutsak olma arzumun hat safhada olduğu bir anda
karşıma çıkışındı belki...
belkide sadece yorgun yüreğiminin kontrol edilemediği idi o gün,
aslında geçmişin bıraktığı yaraların izlerinden kurtulmak için son hamlemdi
neydi, kimdi, nasıldı ve neredeydi...
sadece küçük bir rüya idin sen benim için...
tadına doyulamamış bi rüya idin..
Yasak(lı) hayallerin girdabında çoğalıyorum. İçimde çığ gibi büyüyen bir haykırış var: neredesin filizlenmiş gülüm? Bahar geldi, en çok sevdiğin mevsim… Açmayacak mısın?
Yalnız savaşların ortasında kaldım. Ölmüyorum ama sürünüyorum. Daha yardım etmeyecek misin?
“ İçimde seni yaşatıyorum… Savaşlarda kazanan yine sen ”
Ayrılıklar uyandırıyor sevginin yatağından değil mi? Kısa bir şaşkınlık partisi ısmarlıyorsun mutluluğuna, sonrası bilindik işte uzun süren bir hüzün yolculuğu… Ne kadar tuhaf hem de bu kadar severken. Gülüşün bende bilesin hatta ağlayışın bile.
…yürek sesi içten geliyor sevgilim! Anlatmam çok zor, anlatsam da benim tarifim felçli bir çocuk gibi yolda kalır. Masum yüzlü cennet bekçileriydi aslında ya… Neyse artık!
Bilirsin işte! Bazen aşkta kekemeleşiyor… Konuşamıyor; anlayacağın sadece susuyor. Her acıda biraz daha yakınlaştığım içindir ki- Allahıma sığınıyorum. Her an her yerde yanımda, yüreğimde… Yoksa bu kadar düşünmezdim yokluğunda yaşamayı; öldürürdüm kendimi, hangi uçurum da inan hiç fark etmez. Aykırı anlamlarda daralır/ yıkılırım/ kirpiklerimde aşkı ararım… Sevgilim, sen aşk değil miydin?
“ Yürek sesi her şeyi biliyor da… Çaresizliğinden susuyor”
Yüreğimde ne mahcupluklar eskittim, ne sensiz günlere isyan ettim ne de kadere kızdım. Yüreğim oyalanmışsa kime suçlusun diyebilirdim ki… Yapamazdım, zaten yine aynı yolun yolcusu olarak kalmayacak mıydım? Yalnızlığımı bırakmadım hiç! Kızsam da en çok yine ona, beni hiç yalnız bırakmadı ki… Yatağımın başucunda gözyaşlarımı silen yokluğundu! Başkası olamazdı; içimde sayısız hayalinle yaşarken; dinamitler patlasa ne olur ki- yüreğim oyalanmışken sen bilirsin beni Allahım çok mu geldim bu hayata, bir benim sevmem mi fazla geldi.
“ Gözlerinden mutluluk akıyordu da; sen bana bakmıyordun ki- sevgili!”
Haberin var mı, seni sevmiştim… Ve ben ilk defa cenneti gözlerinde karşılamıştım. Huzur, cennet demekmiş de cennettekiler hep bu yüzden huzuru ertelemişler. İçim acıyor desem, inanır mısın? Bedenim hayati faaliyetleri reddediyor desem, yüreğim senliğine biçare desem, gecelerce ağladım desem, çok mu yalancı olurdum. Sen söyle sevgili! Ben cenneti sende gördüğüm için huzuru sevdim. Yanılmadım inan hiç yorulmadım, sadece çok sevdim…
“ Dermanı yok bu aşkın… Çaresiz yine günbatımı hüzünleriyle, ağlayacağım…”
…daha neler neler ve kim bilir nerelerden gelecek hayatımın zindan gözyaşları… Bu sefer yüreğim dualarda: bir tek o mutlu olsun, herkesten daha fazla…
Sadullah KAPICIOĞLU
12.09.2008, 01:09
BİTER
Kalkılır bir yerde, kalır oyuncak,
Kurgular biter.
Ölüm... O geldi mi ne var korkacak?
Korkular biter.
Fikir, açmaz artık beyinde kuyu;
Burgular biter.
Unuturuz hayat adlı uykuyu,
Uykular biter.
Biter, her şey biter; ses, şekil ve renk,
Kokular biter.
Kabir sualiyle kapanır kepenk,
Sorgular biter.
Necip Fazıl Kısakürek.
herşeyi anlatıyor. Kelimelerin sihirli dünyası mı? Yoksa Üstadın mükemmel yüreği mi, hayatı okuyuşu, inceden inceye sezişi mi?
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler." (Hucurat; 10)
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Mü’minler birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa , diğer âzâları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.” (Buhari, Müslim)
Mü’min bir vücut gibi olmalıdır.Vücudun herhangi bir yeri rahatsız olduğu zaman, bu, bütün vücudu rahatsız edecektir. Bu hadis-i şeriflerden anlaşıldığı gibi mü’min kardeşlerimize yardım etmeli, birbirimize destek olmalıyız ve nasıl vücudun bir yeri ağrıdığı zaman bütün vücut huzursuz oluyorsa bir mü'min sıkıntıda, dertde olduğu zaman da bütün müminler onun derdiyle dertlenmelidirler.
Küçük bir çocuğun gözlerindeki korku dolu adamdım adı yazılmamış romanlarda, günler geçtikçe eskimeye başlayan sayfalara terkedildim. Kendi sonumu hazırlamadım ve sadece kitabın sonunu bekledim. Uzun ve kısa ömürlü otobüs yolculuklarında vazgeçtim kötü biri olmaktan, anlamıyordum kendimi. Sağı solu gözükmeyen bir yolun ortasında kalmıştım kalabalık arabaların arasından geçmek isterken. Kanatları kopmuş bir kelebek düştü yere, kanatları kanamıştı. Kimbilir ne kadar umut taşımıştı son ana dek, kimbilir kaç sevgi, kaç nefret uçurmuştu gittiği yerlere. Kalkamadı ve öldü. Ben uçmak istedim onun yerine, kaçmak, gitmek ve bir daha hiç gelmemek..
Gece yarıları ayışığının eşsiz senfonisini izlerdik. Arada kayan yıldızlar olurdu ama hiç dilek tutmazdık. Hafif esen rüzgarın bizden götürdüklerine baktık.. Şiddeti arttıkça bizi de götürecekti rüzgar, biz kopamazdık birbirimizden. Derken günışığını gördük ve rüzgarın piyanosunu dinlemeye başladık, yeni doğan güneş bize keman çalıyordu.. Sokaklarda okula giden çocuklar ve işine yetişmeye çalışan insanlar vardı ve yüzlerinde tatlı bir telaş..
Adı film listelerinin kötü adam rolünde geçen piyonlardık, sen bir şeytan ben bir melek. Amacımız kötülük ve içimizden gelmiyordu rolümüzü iyi yapmak! Biz kötü olmak istemiyorduk artık filmin sonu yaklaşırken.. Derken yine bir müzik sesi alıp götürüyor bizi, ya kopacaktık ya da..
Sen intihar ettin önce ben arkandan baktım, yerlerde kanların ve benim sana aldığım alyans kolyen vardı. Sen gittin ve sen öldün.. Seni yaşatacak bir ben ve bir ruhum var.. ama ben ölmedim meleğim!
olduğumdan daha melek ve olduğumdan daha insanca yaşıyorum şimdi, sen şeytanlarımla gittin.
ilhan diye birisi
Dursun Kaplan
25.10.2008, 15:16
Sen intihar ettin önce ben arkandan baktım, yerlerde kanların ve benim sana aldığım alyans kolyen vardı. Sen gittin ve sen öldün.. Seni yaşatacak bir ben ve bir ruhum var.. ama ben ölmedim meleğim!
Yüreğine sağlık..:alkış:
Cafer KILIÇSOY
14.11.2008, 08:35
Kararlı mısın..?
'En kötü durumda benim' diyorsun
Gerçekten bu kadar zararlı mısın
Bu aşka zulmedip suç işliyorsun
Adımı silmeye kararlı mısın
Tatlı bir tebessüm bize vuslattı
Bu gülen gözleri hasret ıslattı
Bakışın gülüşün en güzel tattı
Sen bensiz gülmeye kararlı mısın
'Sevdamız kadermiş' diyorduk hani
Sana belki ama kalbe kim mani
Severken el olmak mümkün mü yani
Yabancı bilmeye kararlı mısın
Bu nasıl bir dünya aşk nasıl şeyse
Sevdiğin bir köle sevişen beyse
Yaralı bıraktın öldürsen neyse
Kalbimi delmeye kararlı mısın
Bu aşkın başına bir çorap örüp
Arzuyla hayalle bir hayat sürüp
Her gece düşünüp düşünde görüp
Yaşarken ölmeye kararlı mısın
Muammer Baydere
innocence
14.11.2008, 11:24
....
Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim…
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim;
Allah Türke acısın, yalnız bunu dilerim.
NECİP FAZIL KISAKÜREK
musty3461
14.11.2008, 11:32
AYRILAMAZSIN !
Aşk bazen bir özgürlük çağrısı gelir başkalarına, bu durum hep hüzün doludur. Bir yanın bittiğini kabul etse de diğer yanın “Belki yapılacak bir şey daha vardır” der durur. Kıpırdayamazsın, bir tek adım bile atamazsın, öylece durur gözlerinin içine bakarsın. Sana yine de “Gel” demesini beklersin. “Ben de senden ayrılamam” demesini beklersin. Ama o iki kelime hiç çıkmaz ağzından, duyamazsın. Gururlusundur, istenmediğin yerde duramazsın. “Evet, bence de bitmeliydi bu aşk” diye sözcükler çıkar ağzından. Ama buna sen bile inanamazsız. Gururun oyun oynamaya başlar sana önce “Belki biraz zaman vermeliyiz birbirimize” diyerek gururunu ucundan köşesinden yemeye başlarsın.
Öyle bir an gelir ki “Ne olur ayrılmayalım” diye karara varırsın. Bu sözleri nasıl söylediğine inanamazsın. Alışmışsındır O’nun sıcaklığına, hiç kimsede bulamayacağını bilirsin. Kimse O’nun gibi gülemez, kimse O’nun gibi dokunamaz, kimseyi O’nun kadar sevemeyeceğini düşünmeye başlarsın. Bunlar içini sıkar, nefes alamazsın. Ne uykular uyku, ne de geceler gece. Birkaç dakika huzurlu uykuya hasretsindir artık.
Uyuyamazsın, O’ndan gelecek haberi, küçücük bir ışığı umutsuzca beklersin. Telefon yanında kaç gece sabahladığını hatırlayamazsın. Yoktur tek haber bile, beklemek ölüm gibi gelir insana. Aslında ölüm fikri de pek garip değildir artık. Öylesine umutsuz kalırsın ki ölümle ilgili planlar yaparken bile O’nun tekrar geri dönme olasılığını hiç çıkarmazsın aklından, o yüzden ölemezsin.
Hayat devam ediyordur. Ama bir şeyler hep yarımdır, hep eksiktir. Yüreğin asla eskisi gibi atmayacaktır. Başka aşklar seni kandıramayacaktır. Kiminle beraber olursan ol, O’nu her zaman hatırlayacaksındır. Yıllar sonra bile olsa bir gün sana “Gel” derse nerede ve kiminle olursan ol arkana bakmadan O’na koşacaksındır. Kahredici gerçektir bu. Bu gerçeği bilmek çok daha acı vericidir. Katlanırsın çünkü acı senin kardeşindir. O kim bilir kiminle hangi mutlu hayatın içinde, yeni aşkının tadını çıkartmaktadır. Bunu da bilirsin bilirsin ama…
AYRILAMAZSIZ !
mehmet_35
14.11.2008, 13:22
ADALET
yaşlı kadın yatağından kalktı. sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. penceresinden gözüken kurtuluş parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. abdestini aldı, sabah namazını kıldı. mutfağa yöneldi. çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. oturma odasına yöneldi. eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. masanın üstü çerçeveler ile doluydu. bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. çerçevenin içindeki fotoğrafta istiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. yaşlı kadın 'günaydın anne, günaydın baba' dedi. usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. 'günaydın kocacığım' dedi. kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. artık gözlerinden yaş damlıyordu. fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp 'günaydın evlatlarım' dedi. tüm çerçevelere kısaca göz atıp 'sizleri, hepinizi çok özledim' dedi.
gözlerinde biriken yaşları sildi. artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. ağır ağır numaraları çevirdi. karşısına çıkan adama 'bir taksi istiyorum' dedi ve adresi verdi. kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu. sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. 'patlama be adam' dedi. nihayet taksiye binebildi. 'teyze hoş geldin' dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. 'nereye gidiyoruz?' kadın kısa bir sessizliğin sonunda 'tüm bir gün beni taşırmısın?' diye sordu. 'sana 500 lira veririm.' adam küçümser bir gülümseme ile, 'mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze' dedi.
kadın gülümsedi
'o zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?'
'kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. ilk önce nereye gideceğiz?'
'anıtkabir'e'
'anıtkabir'e mi?
'evet'
'tamam teyzeciğim'
'yaş kaç teyzeciğim?'
'seksen sekiz'
'maşallah allah uzun ömür versin teyzeciğim'
'allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum'
'haklısın teyzecim'
taksi anıtkabir'in kapısına gelmişti. şoför 'teyzeciğim geldik' dedi. dalgın görünen kadın 'evladım burada yardımına ihtiyacım var' dedi. 'benimle gel' adam şaşırmıştı. 'tabii teyze' dedi. kuşkulu gözlerle 'bizi buraya alırlar mı?' diye sordu.
o ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. gözlerinden ateş fışkırarak 'ne demek almamak? sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi
'hayır'
'kaç yıldır ankara'da yaşıyorsun?'
'ben ankaralıyım teyze. doğma büyüme'
'ee o zaman'
'ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben'
kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.
şoför utanmıştı. mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. merdivenlere geldiklerinde şoför kuşkulu bir şekilde
'nasıl çıkacaksın teyze?' diye sordu.
'her ay nasıl çıkıyorsam öyle'
'her ay geliyormusun?'
'evet'
uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. içerisi çok serindi. şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. kadının nefes alışları sıklaşmıştı. nihayet mozolenin önüne geldiler. kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. çantasını açtı. tek bir karanfil çıkardı. mozoleye doğru ilerledi. çiçeği mozoleye koydu. şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. 'hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım' ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp fatiha okumaya başladı. şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. kadın bir anlık suskunluktan sonra 'hadi gidelim' dedi.
geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı. 'yoruldun mu teyze' dedi.
kadın sustu. bir süre suskunluktan sonra 'evet hem de çok yoruldum' diye cevapladı.
'nereye gidiyoruz?'
'bankaya'
şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. bu yaşlı kadının atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? en sonunda dayanamadı.
'teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?'
'sor bakalım evladım'
'anıtkabir'de atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. o söz nedir?'
'uzun hikaye evladım'
'olsun be teyze anlat ne olur'
'ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti atatürk. beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. bende 'adalet' dedim. bunun üzerine 'ne güzel ismin varmış' dedi. 'okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. hemşire dedim. oda 'güzel meslek ama bence sen hakim ol ismine çok yakışır' dedi. ben kadından hakim olmaz ki dedim. kaşlarını çattı, 'sen istedikten sonra olur. senden söz istiyorum hakim olacaksın' dedi .'
'sen ne dedin peki?'
'mustafa kemal emretmiş ne denir? söz verdim.'
'peki olabildin mi adalet teyze?'
'evet ben cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.'
'vay be. sende ne hikaye varmış adalet teyze'
'herkesin bir hikayesi vardır evladım. herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin'
'haklısın adalet teyze. bu bankamı gelmek istediğin'
'evet'
'yardım edeyim mi? bende geleyim mi?'
'hayır. sen burada bekle lütfen.bu arada adın neydi evladım'
'osman teyzeciğim'
'tamam osman. beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?'
'tamam teyzeciğim'
adalet hanım bankadan içeri girdi. osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. yemek boyunca adalet hanımı düşündü. 'kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür' diye düşündü. tam vaktinde bankanın önündeydi. adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.
'hoş geldin hakim teyze'
'çok uzun zamandır bana hakim denmemişti.'
'hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?'
'yok aksine hoşuma gitti. sağol'
'nereye gidiyoruz?'
'seyranbağlarına'
'tabii'
'hakim teyze çok yer gezmişsindir sen'
'tüm anadolu'yu karış karış gezdik rahmetli kocamla'
'ne iş yapardı amca?'
'subaydı.'
'ne zaman vefat etti?'
'1952′de'
'çok olmuş.gençmiş'
'kore savaşında şehit oldu.'
'allah rahmet eylesin hakim teyze'
' sağol'
'seyranbağları'na geldik nereye gideceğiz?'
'sağa sap. ikinci binanın önünde dur.'
'tamam.buyur hakim teyze.geleyim mi ben'
'yok bekle burada'
osman beklemeye başladı. bir ara merak etti. binanın uzaktan görünen levhasına baktı. 'seyranbağları kız yetiştirme yurdu' yazısını okudu. anlam veremedi. 'bu kadın burada ne yapar ki?' diye düşündü.
yarım saat sonra adalet hanım göründü. yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. kadın 'adalet hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. her zaman yanımızdasınız. kızlarda sizi çok seviyor. ne olur arayı çok uzatmayın. yine gelin' dedi.
adalet hanım, buğulu gözlerle 'inşallah. kızlara selamımı söyleyin. bende onları çok seviyorum. onlara iyi bakın' dedi.
araba hareket etti.
'nereye hakim teyze?'
'hemen iki sokak öteye'
osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. bu binada da 'ankara seyranbağları huzurevi' yazıyordu.
'bekle beni'
'tabii hakim teyze'
yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi adalet hanım. sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. osman dikiz aynasından adalet hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
'iyi misin hakim teyze'
'iyiyim osman. eski dostları görünce insan bir hoş oluyor'
'nereye gidiyoruz?'
'cebeci asri mezarlığına'
'tamam'
'teyze nerelisin sen?'
'aydın sökeliyim. babam orada pamuk ekerdi. annem ev hanımıydı. sonra kurtuluş savaşı oldu. babam savaşa gitti. söke işgal oldu. biz dağlara kaçtık annemle. saklandık dağ köylerinde. savaş bitince söke'ye döndük. allah'a şükür babam'da sağ salim döndü savaştan.'
'sonra ne oldu?'
'liseye aydın'a gönderdi babam. orada atatürk'le karşılaştım. sözümü tutmak için istanbul'a gittim. hukuk fakültesine girdim. orada rahmetli eşimle karşılaştım. o harbiye'de okuyordu o zaman. mezun olunca evlendik..'
'çocuğunuz var mı?'
'bir kızım bir oğlum vardı.'
'neredeler şimdi?'
'oğlum dışişlerinde çalışıyordu.'
'ne güzel'
'1978′de fransa'da ermeniler öldürdüler.'
'üzüldüm hakim teyze. başın sağ olsun. o da babası gibi şehit oldu yani'
'evet. şehit babanın şehit oğlu. allah kimseye evlat acısı vermesin.'
'amin. ya kızın?'
'o eşi ve çocukları ile izmit'te yaşıyordu. öğretmendi. 1999′da depremde hepsi vefat ettiler.'
'allah rahmet eylesin.boş boğazlığımla üzdüm seni hakim teyze kusura bakma'
'sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.sen üzülme sağol'
'geldik teyze'
'tamam evladım. al işte paran artık gidebilirsin.'
'hakim teyze buradan nasıl döneceksin? ben seni bekleyeyim eve bırakayım.'
'yok beni alacaklar buradan'
'hakim teyze bu para fazla. kusura bakma ben sana yalan söyledim. taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. affet beni. 350 'yi ona veririm. gerisi kalsın. bende para istemem. bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.'
'çocukların var mı?'
'iki tane ellerinden öperler.' taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
'adları nedir?'
'kemal ve ayşe'
'oğlumun adı da kemaldi.'
sessizliğin ardından osman'ın elindeki parayı ittirdi adalet hanım..
'onlara bir şeyler al benim için. onları okut. ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. atatürk'ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'
osman adalet hanımın ellerine sarılıp öptü. ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. bu gün daha fazla çalışamazdı.
ertesi gün ankara'da garip bir yağmur yağıyordu. sanki gök delinmişti. osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. ilk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. siyaset doluydu gazete. hiç anlamazdı. sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.
'dün gece geç saatlerde cebeci asri mezarlığında bulunan cesedin cumhuriyet tarihinin ilk kadın hakimlerinden adalet yılmaz'a ait olduğu belirlendi. adalet yılmaz'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. yılmaz vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. polis, adalet yılmaz'ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.'
osman bir anda sarsıldı. gözyaşlarına engel olamıyordu. taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. bir daha da hiç anlatmadı osman bu yaşadıklarını. herkesin tek bildiği osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında 'gökler bile sana ağlıyor' diyerek ağladığı…
Cafer KILIÇSOY
23.11.2008, 09:30
AYRILIKLAR VE ASKA DAIR (http://guzelyer.blogcu.com/AYRILIKLAR+VE+ASKA+DAIR/)
http://img376.imageshack.us/img376/4461/sevmednac4.jpg
Sen beni hiç sevmedin ki, lanetlenmiş bir hastalığı saklar gibi seni içimde saklamamı, gözlerinin benim için büyülü bir hapishane olmasını, göz kapaklarımın içine resmini çizmemi, sevdin. Sen beni hiç sevmedin ki, hiç bitmeyen bir kitap gibi sürekli seni okumamı, duygu yüklü bir bulut olarak içimde dolaşmayı, seni her şeyinle sevmemi, sevdin. Yaptığım her şeyi bırakıp kirpiklerini seyretmemi, gördüğüm her şeyi herkesi sana benzetmemi, cennetten gelmiş olmayı ve sürekli bir ay parçasına benzetilmeyi, sevdin.
Sen beni hiç sevmedin ki, bir bakış bir simge bir duruş olmayı, güzelliğini anlatırken sözlerin yetersiz kalmasını, İstanbul gibi kadın olmayı, sevdin. İlk okunduğunda su gibi ezberlenen ve bir daha asla akıldan çıkmayan şiir olmayı, hayallerini yüksek sesle kurmayı ve onların anında gerçekleşmesini, sevdin. Seni sevmek için gözlerinin büyülü sessizliğinde seni beklememi, hayatta tanıdığın bütün kadınların toplamı olmayı, yeryüzünde daha önce hiç kurulmamış cümlelerle sana aşkımı anlatmamı, sevdin. Sen beni hiç sevmedin ki, bir sabah kulağına şiirler fısıldayarak seni uyandırmak istememi, seni ilk gördüğüm andan beri kendimi bir ölü gibi hissetmemi sevdin.
Hayal dünyamın hayal kahramanı olmayı, üç kişilik cehennem bir masada, üç kişilik bir aşk yaşamayı, her fal öncesi tuttuğum dilek olmayı, sevdin. Hayatımın tek gülümseyen yüzü olmayı, sana sanat eseri gibi özenle yaklaşmamı, ufak bir gülüşüne kalbimi ipotek vermemi, sevdim. Sen beni hiç sevmedin ki, sen gidince İstanbul'un yalnızlaşmasını, yokluğunda büyümemi, yokluğuna alışamamayı, zamanları mesafeleri aşan bir sevgiyle sana bağlanmamı, içimi titretmeyi, sevdin. Kaç kere terk etsek de birbirimizi, aradığımız her şeyi yine birbirimizde bulmayı, güzelliğinden gözümü alamamayı anlatamamayı, giderken bıraktığın gölgene aşık olmamı sevdim.
Sen beni hiç sevmedin ki, uzun hasretin, bitmeyen eksilmeyen bir sevdanın mektubunu yazmamı, çengelli bir iğne gibi seni kalbimde taşımayı, sen yokken sana çiçekler almamı sevdin. Sen yokken sensizliği sevmemi, bana bıraktığın aşk gibi her şeyi yarım yaşamamı, acı çektikçe yazı yazmamı ve olmayan bir aşkın bitmeyen acısını çekmemi sevdin.
Sen beni hiç sevmedin ki, hasretini sahiplenmemi, sensizken yalan dolan şeyler yaşamamı, hayatta en çok seni sevmemi, seni özlememi, her baktığım yuzde seni aramamı, seninle aynı uykuyu uyumak istememi sevdin. Ezberimi bozmayı, herkesin yanmak istediği bir cehennem olmayı, bir sabah "kalbimin bir parçasını koparıp gittiğinden beri" devam eden anlamsız, rahatsız, hasret ve özlem dolu uykumdan uyandırmayı, sevdin.
Sen yokken içimde bitmeyen bir hasreti yaşatmamı, sana olan aşkımdan sayfalarca yazılar yazmamı, sana beyaz bir melek gibi davranmamı sevdin. Sen beni hiç sevmedin ki, her gittiğinde seni sevmeye devam etmemi ve her döndüğünde beni yine aynı aşkla bulmayı sevdin. SEN BENİ HİÇ SEVMEDİN,SENİ SEVMEMİ SEVDİN ....
Cafer KILIÇSOY
19.01.2009, 19:58
Ayrılmak mı Yakışır?
Sevgisiz bir yüreği neye yarar taşımak
Sevmek eğer suç ise gözler neden bakışır
Madem bize yakışmaz böyle bir aşk yaşamak
Bağrımıza taş basıp ayrılmak mı yakışır
Avunmaya çalışma “göze yasak yok” diye
Sakın beni suçlama “sözlerin bir ok” diye
Talihsiz aşkımızın sakıncası çok diye
Bağrımıza taş basıp ayrılmak mı yakışır
Kendin yarat şansını, sitem etme durmadan
Geçip gider mutluluk kapımızı vurmadan
Bir gün baş başa kalıp, hayal bile kurmadan
Bağrımıza taş basıp ayrılmak mı yakışır
Bundan böyle sevgiyle dönmesin mi çarkımız
Kesilsin mi dansımız, çalmasın mı şarkımız
Yaşayan bir ölüden kalmasın mı farkımız
Bağrımıza taş basıp ayrılmak mı yakışır
Sevmeyene hayat boş her sevene bir cefa
Aşka değer verip de süren yok mu bir sefa
“Seviyorum” deyip de sarılmadan bir defa
Bağrımıza taş basıp ayrılmak mı yakışır
Saçlarını koklatma, gonca güller der bana
Her şeyim sana ait, sende var mı yer bana
Son defa soruyorum, cevabını ver bana
Bağrımıza taş basıp ayrılmak mı yakışır
Muammer Baydere
Dursun Kaplan
29.01.2009, 10:22
Bir Hint masalına göre, Kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür.
Ve der ki,
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var.
O yüzden ben sana yardım edemem."
Shakespeare, bu konuda söyle diyor :
"İnsanların çoğu
Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."
TAHSİN 61
29.01.2009, 12:11
"Rabbin sana küsmedi..."
O'nunlasın herzaman…
bütün internet bağlantılarından daha hızlı, tüm kısa mesajlardan daha doğrudan, tüm plastik kahramanlardan daha gerçek, tüm tv dizilerinden daha dostça...
O varken "yalnızlık" sadece bir kelimedir. O'na yakın olduğun oranda yalnız değilsin. O'ndan uzaklığın oranında yalnızsın..
Sana şefkat eden bir rabbin var : sahipsiz değilsin.
O seni ve diğerlerini şefkatle terbiye ediyor.
Herkesi merhametinin kucağında ağırlıyor.
O seni sevdiği için var eyledi.
Seni severek var eyledi.
Senin varlığından hoşnut.
Senin varlığın O'na yük değil.
Büyük bir ateşten küçük bir çıra tutuşturulsa ateşten ne eksilir ?
Yaşaman O'na ağır gelmez.
Seni beslemek ve büyütmek O'na zor değildir.
Senden sadece verdiklerine teşekkür etmeni istiyor.
Hem böylece sana sonsuzca vereceğini de müjdeliyor.
Sen ona nankörlük etsen de, üzerinden kudret elini çekmiyor.
Sen onu unutsan da, sana küsmüyor.
Sadece hatırlamanı istiyor.
Bekliyor ; sabırla bekliyor..
Doğum gününü hatırla...
doğduğun gün dünyadakiler için sıradan bir gündü. o günün en fazla bir yıl öncesinde, dünyaya geleceğin konusunda kimsenin fikri yoktu.
Sen yoktun, yok olduğunu sen bile bilmiyordun. Hiç gelmeseydin dünyaya, kimse yokluğunu fark etmeyecekti.
Ne özleyen olacaktı seni , nede yolunu gözleyen..
Annen baban bile senin eksikliğinden yakınmayacaktı.
Sen olmadın diye kimse mutsuz olmayacaktı..
İstersen , dünya tarihini doğduğun günden önce ve sonra diye ikiye ayır.
Doğumundan önce seni hiç kimse anmıyorken, yaratıcın andı.
Seni varlığından önce O sevdi.
Sen yokluğunun farkında değilken, senin var edilmeni diledi.
Hatta sen varlığının bile farkında olmadığın halde, sana kimseye vermediği bir yüz verdi.
Başkaları seni doğduğun günden sonra hesaba kattı.
Yoksa kimsenin umurunda değildin.
Seni O umursadı.
En çok unutulmak yaralar kalbini. Öyle zaman olur ki "hiç olsam ama unutmasam dersin" değil mi? Unutulmak hiçlikten ağır gelir sana.
Yani ki onca yükü çeken gönül, unutulmanın yüküne tahammül edemez. İçine böyle bir duygunun konuluşunu göz ardı edip unutuşun zindanına kapatamıyorsun bilmem farkında mısın?
İçinden bir ses, sana böyle bir duygu verildiyse bunun bir karşılığı olarak, senin bu dünyada var olmana sebep olan kuvvet unutmaktan uzaktır, demiyor mu ?
Ruhun yaralarına merhem olma iddiasındaki çağdaş yöntemler, çoğu kez dertlerini, sıkıntılarını unutmanı, üzerini örtmeni söylüyor sana.
Ne kadar uğraşsan da, antidepresanlara, uyku haplarına ne kadar baş vursan da yetmiyor unutmana.
Halbuki rabbin senden unuttuğun şeyleri hatırlayarak yaralarını iyileştirmeni istiyor.
O'nun yolu hatırlamanın yoludur.
Bu nedenle daima O'nun hatırındasın...
TAHSİN 61
29.01.2009, 12:15
Bir derviş bir kucak elmayla bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş.
Derviş: nereye gidersin o kucağına doldurduğun da nedir? diye sormuş
Uzak bir tarlayı işaret ederek sevdiğim orda çalışıyor ona elma götürüyorum demiş kız.
Derviş kaç tane ? diye sormuş birden
Kız gayet sakin bir halde demiş ki :
- İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç...
............ ..Usulca koparmış derviş zikir çektiği elindeki tesbihini... ....
TAHSİN 61
29.01.2009, 12:37
DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum." Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."
Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.
Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.
Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..
"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."
"Kim bu adam?" diye sordum.
"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.
"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.
"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."
Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"
TAHSİN 61
29.01.2009, 12:41
Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı... “Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.
Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...
O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.
İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...
İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..
Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi... :(
Cafer KILIÇSOY
09.02.2009, 20:22
Neydi seni böyle vazgecilmez yapanhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Böylesine degerli kilan?
Var olupta dokunamamakmiydi?
Benim olmamanmiydi?
Belkide özlemindi...kimbilir...
Ama insan yanibasindakini nasil olurda özler?
Bir nefes kadar yakindi bedenin banahttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Ama duygularin okyanuslar kadar uzak...
Seni gördügümde sana dokunamamakhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Yüzüne bakip seni seviyorum diye haykiramamakhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Sarilip gözyaslarimi omzuna damlatamamakhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Beni en cok acitanhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif bunlari yanlizca rüyalarima sigdirmak...
Belkide bunlardi seni böyle vazgecilmez yapanhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Böylesine degerli kilan...
Ben seni karsiliksiz sevdimhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Belkide seni degil seni karsiliksiz sevmeyi sevdimhttp://www.uslanmam.com/images/smilies/smiliv.gif
Ama sunu biliyorumki sevmekten hic vazgecmedim...
Vede gecmeyecegim...
vurgun_kiz_61
09.02.2009, 20:30
Tesekkurler Cafer abi bu yazi icin...Yahu sanki hissetiklerimi yazmissin...:)
Sümeyye Şahin
09.02.2009, 20:33
darağacında asılı bedenimden
acıyla kıvranan ruhumun çıkışını izliyorum bir köşeden...
Bir yandan adı:'yalanlar'dan kurtuldum diye sevinirken
Bir yandan da geride seni bırakıyorum diye canım acıyor o an...
Geride bıraktım herşeyi,seni bile...
Vazgeçtim yaşamaktan senden bile...
Ölmekle yaşamak arasında gelip giderken..
Darağacında buldum kendimi birden...
Orada bir yerlerde olduğunu bile bile
Yokluğun canımı acıtıyordu işte...
Acılarıma son vermekse,
Darağacında sallanan bir ipe bakıyor belki de..
Veda ediyorum geçmişime,
Çıktığım taburenin üstünden..
Boynuma ipi dolarken,
Tek bir gözyaşı dökülüyo gözlerimden
Yüreğimdeki seni alıp götürüyo benden
Tabureyi deviriyorum işte o an..
Nefes alamak zorlaşırken,
Son veriyorum hayatıma
Bir darağacının gölgesinden
Amatörce benim yazdığım bi şiir...
Cafer KILIÇSOY
09.02.2009, 20:35
Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için. Geceleri sen yatağında meleklerin kanatlarıyla uçarken ben penceremin önünde senin rüyana girmek için dua ederdim. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sererdim.
Şiirler, şarkılar, sevgiler içimde tutuşan bir ateş, onun yangınında senin için kül kesildim. Ağır hastalar geceyi zor geçirir. Sabahı bekler kırgın yürekler, hasta umutlar, yalnız ruhlar. Yalnızdı gecelerim. Hastaydı gecelerim. Kan kaybından giden bir yaralı gibi umarsızdı gecelerim. Bir uçurumun kenarına beni taşıyan karabasandı gecelerim. Adına yalnızlık dedim. Sensizlik dedim.. Sen beni bilmedin, beni tanımadın, beni sevmedin.. Bu bir ölümdü, bu bir fermandı .. Bıçak kesmez artık beni, ip asmaz, çeküller yüreğimi taşımaz. Yaşamak mümkün değil, yalnızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı. Amansız acılar içindeyim.
Ey Sevdiğim.. Ben seni ne çok sevdim. Dünya bildi, bir sen bilmedin. Yalnızlığın diğer adı aşka karşılık almamaktır. Kaçılamayacak kadar yakın, tutulamayacak kadar uzak bir yerdesin.. Benim aşkıma yalnızlık kucak açtı. Senin yokluğuna dokundum, içim yandı. Odamın çıldırtan sessizliğinde sana seslendim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymayacaksın.
Sana sitem edemem. Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden, son bir tek isteğim. O da MUTLU OLMAN.
MUTLU OL SEVDİĞİM.. BİRİCİĞİM.
Cafer KILIÇSOY
09.02.2009, 22:19
Seni sevdigimi hic bir zaman bilmeyeceksin, adim gectiginde eski bir dosttu diyeceksin; bir gün benim seni sevdigim gibi sende birisini seveceksin...
Aglayacaksin günlerce onun icin, daha önce bir damla yas dökmeyen inatci gözlerine söz geciremeyeceksin. Kahrolacaksin onu gördükce, konustukca, karsisina gecip saatlerce sustukca...
Lanet edeceksin ona bu kadar yakin olduguna, her seyini bileceksin bir dost olarak, asklarini dinleyeceksin saatlerce ve birer birer öldürmek isteyeceksin onlari. Sira sana geldiginde hicbir askini anlatamayacaksin ona, tekrar tekrar kahrolacaksin...
Cünkü tek ve en büyük askinin karsisinda olacaksin...
Ona ondan bahsedemeyecek, icine atacaksin büyük askini...
Ve bu büyük ask öyle bir hal alacak ki icinde, artik icinden atmak isteyeceksin. Eline kalemi alip aklina gelen her seyi dökeceksin kagida...
Askinin büyüklügü karsisinda sende sasiracaksin. Onun yaninda olmaktan, onun pesinde kosmaktan belki de hayatinin en büyük firsatlarini kaciracaksin. Arkana bakip bir sans daha istediginde cok gec olacak...
Ona ne kadar yakin olmak istersen, o senden o kadar uzak duracak...
Bir nefes kadar yakininda sandigin insanin aslinda baska diyarlarda oldugunu, baska baharlara adim attigini anlayinca kahrolacaksin...
Icindeki bu ask bir tutkuya dönüsecek artik. Her gün onu görmek, sesini duymak, hic olmazsa adini isitmek isteyeceksin...
En güzel fotograflarina bile bakmak yetmeyecek sana. Hediyeler alacaksin ona, kücük ama anlamli. Onun sana biraktigi her hatirayi, aldigi her hediyeyi sanki paha bicilmez bir eser gibi koruyacaksin herkesten...
En yakin arkadasindan bile kiskanacaksin onu. Onun yaninda gördügün herkesten nefret edeceksin. Ona kendinden yakin gördügün herkes en büyük düsmanin, en ezeli rakibin olacak...
Her üc kelimendn biri onu düsündürecek sana, bütün sarkilar aklina onu getirecek en anlamsiz saatlerde. Iki saatlik uykularla sürüdereceksin hayatini aylarca...
Gözlerin her kapandiginda onun silüeti belirecek karanlikta...
Sevgi adina her seyi yapsan da ona ulasamayacaksin...
Yavas yavas senden SIKILMAYA baslayacak. Fark edeceksin senden kactigini. Günlerce onu göremeyeceksin. Aklin hep onda olacak, merak edeceksin. Sende uzaklasmak isteyeceksin ondan, belki uzak olursam unuturum diyerek görmezlikten geleceksin yolda, ya da bir selam yeterli olacak senin icin. Ama dayanamayacaksin sonuna kadar...
Ona yakin olmak sana sonsuz huzur verdigi icin yine yaklasacaksin ona...
Bütün gururunu ayaklar altina alip gideceksin yanina. Her seyinden vazgececeksin onun icin, onun sevmedigi hicbir seyi sevmeyecek, onun istemediklerini yapmayacaksin...
Bütün zevklerin birer birer elinden alinacak ama ona olan sevgin daima agir basacak. Tamamiyle sen olmaktan ciktigini anladiginda cok gec olacak. Kacis yolu bulamayacaksin hicbir zaman...
Ve birgün; ugruna her seyini yitirdigin, dünyadaki her seyden degerli saydigin o güzel insani bir baskasiyla gördügünde, benim sana yaptigim gibi beddualar yagdiracaksin...
Ama EN SÜREKLI ASK KARSILIKSIZ ASK oldugu icin onu hicbir zaman unutamayacaksin
Derya.
TAHSİN 61
10.02.2009, 14:29
Sanki öykü değil, Türkiye'nin son 50 yılı.
Ya bu öyküyü yazan Türkiye'den esinlendi, ya da Türkiyeyi 'Kırmızı ibikli Tavuk'a çevirenler bu öyküden esinlendiler.
KIRMIZI İBİKLİ KÜÇÜK TAVUK
Zamanın birinde bir çiftlikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış. Tavuk kendi yiyeceğini kendisi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:
'- Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek ?'
Ördek cevaplamış:
'- Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim. Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday alırsın.'
Domuz oradan seslenmiş:
'- Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım.'
Fare hemen atlamış:
'- Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı sana borç verebilirim, sonra ödersin.'
Ticaretten ve tarımdan anlamayan kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler sonrasında kahve ekmeye karar vermiş ve buğdaydan vazgeçmiş.
Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım istemiş: '- Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?'
Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi sana satabilirim' demiş.
Domuz:
'- Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı böceklerden korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım' demiş.
Fare de:
'- Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm ' demiş.
Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış, çalışmıııııış çalışmış.
Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve ilaç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş:
'- Kahveleri satmama kim yardım edecek?'
Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim fabrikama getirmelisin. '
Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez.'
Fare:
'- Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen lazım.'
Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış ve buğday yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış, çünkü borç içinde imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açlıktan ölmemek için yine yardım
istemiş:
'- Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?'
Ördek:
- Ben yardım edemem, senin hiç paran yok.'
Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de kalmadı, yiyecek yok.'
Fare:
'- Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada
boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim.
Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor.
Kaynak : İngiltere de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan 'The Little Red Hen' kitabı.__._,_.___
Cafer KILIÇSOY
10.02.2009, 19:25
NE ZORUMA GİDİYOR BİLİYORMUSUN?
Senden Ayrılmak Degilde Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun ...
Benden Sonra Lanet oLası eLini Kim tutacak Kim Sevecek Kim Saracak Seni...
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun ..
Senden Ayrılmak Degilde O öPüp Koklayamadığım Kıyamadıgım Saclarını Kim eLLiyecek ..Benim Zoruma Ne Gidiyor BiLiyormusun..
Senden Ayrılmak DeğiLde .Sana Doya Doya Seni SEviyorum Diyemedim ya. Sana Kim Seviyorum Diyecek Benim Zoruma Bu Gidiyor..
Kim Tuta BiLir Senin eLini Kim Sara BiLir Senin boşlukta oLan Yerini. Aklıma Geliyor İlk Tanıştığımız Gün Geliyor..
HatırLıyormusun iLk Seni Seviyorum Dediğimi..iLk Sen Deniz GözLümsün Dediğimi Hatırlıyormusun..
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun
Zamanı Geçmişe Döndüremiyorum ya..Zamanı Geri Çeviremiyorum ya.
Yanıyor Yüreğim ..
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun ..DünyaLArı Verdim DünyaLarı Yıktım..
Sana Varya Ömrümü Verdim..
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun..
Anlamadın AnLayamadınya Beni...
Ne ALLaha Ne KeDere İsyan eTTim Şimdiye Kadar..
Ne Sana Ne Sana oLan Sevgime Söz Gecirdim..
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun..
AğLarken Beni GörmeLiydin Senin iÇin Defalarca Kendimi Yıprattıgımı Senin İçin Varya Canımı...
Tek Kalemde Vereceğimi aNLamadınya..
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun..
SeninLe Bir Yatakta Sana SarıLıp Doya doya öPmeyi.
Sana Seni Seviyorum Demeyi Sana Canımsın Diye İnLemeyi Söyleyemedim ya..
Laan Bir Kez Ya Birkezz Gururunu AyakLArının ALtına aLsaydın .BikezCik Bana İnansaydın.
Ben Aşkta Gururu BiLmezdim Sen Severdin Sen Bana Kıyamazdın .
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun..
Bana Canım Demeni öZLedim.. Bana Senin İçin öLürüm Demeni Özledim.
Bana Varya Kızarken O BakışLArını öZLedim ..
Bana O NinniLer Anlatmanı Bana Ninni Smylemeni Özledim...
Zoruma Gidiyor Sen BiliyorMusun..
Hatırlıyormusun Bigün Bana Ne Demiştin..
DünyaLArı Yıkarım Senin iÇin .Senin İçin DağLArı Delerim. Sen iSte Annemi Babamı Saymaz Yine Gelirim Demiştin..
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun....
Sen GeLemedinya Sen Benim OLamadınya..
Sen Canını Canana Veremedinya.Zoruma Gidiyor. Deniz Gözlüm.Sen Benim oLamadınya..
Bak Zaman Ne Çabuk Geçiyor Ne Sen varsın Ne Ben.. Zaman Varya ÖyLe Bir GeÇiyorki.
Zoruma Gidiyor Sen Biliyormsun..
Seni uNutamadığım. Sen Allahadamı İnanmıyorsun..
Ne Zoruma Gidiyor Biliyormsun..
Seni Cok öZLedim. Seni Seviyorum Diyemedimya Yanıyorum..Zoruma Gidiyor Yanıyorum.. Deniz GözLüm Yanıyorum....
Cafer KILIÇSOY
13.03.2009, 17:56
''Neden''leri, ''Niye''leri Merak Etmedim Hiç...
Anlamalıydım ben üzüldüğümde kılını kıpırdatmamandan, sadece işin düştüğünde aramandan, naber nasılsın lafının arkasına, “bir görüşelim mi?” ekleyememenden, anlamalıydım sevgisizliğini..... Ben seni görmek için sınırlarımı zorlarken, senin umursamamandan, alaycı konuşmalarından, yada senden vazgeçerim diye korkup, önüme bir parça yem atmandan anlamalıydım....
Ben hayatta hiç kimseye bu kadar sabırlı bu kadar uysal davranmamıştım oysaki, severdim özgürlüğümü, asi olmayı, bir bardak suda fırtınalar koparmayı, kimseye hesap vermemeyi..... bir bunları severdim birde seni sevdim.... Sevgilin değil sevdiğin olmayı istedim.... İlk defa biri benden hesap sorsun istedim, bir açıklama beklesin .... “bu biraz açık değil mi?” yada “hayır biryere gitmiyorsun evde oturuyorsun..1” dan başka bir şeydi bu.... beni sorgula, duygularımı sorgula istedim, olmadı..... Ne kadar da kolaydım senin için, ne kadar da zahmetsiz.... Tabii ki bocalardın, emindin düzgün insan olduğumdan, hayatında hiç karşına çıkmamış kadar düzgün, emindin seni çok sevdiğimden ve düşündüğümden; öyle olmasaydı her probleminde ilk beni ararmıydın.....
Nedenleri, niyeleri merak etmedim hiç inan etmedim.... Bu kadar sevgisizliğinde seni nasıl bu kadar sevdim onu merak ettim..... Benim için ne düşündüğünü, beni nasıl gördüğünü, sendeki beni merak ettim.... Artık hayal kurmuyorum, geçmişe bu kadar bağlı olmamın sebebi o zaman çok mutlu olmam bunu biliyorum.... Şimdi tekrar başlasakta, yalnızlığı paylaşsakta sana gönlümü açabilir, gözüm kapalı güvenebilirmiyim sanıyorsun..... Şimdi artık tek başımayım..... hiç değilse hakkını veriyorum yalnızlığın.... iki kişilik kocaman bir boşluktansa kendimi ve yalnızlığını yeğlerim....
Artık kendimi görmemek için aynalara bakmıyorum, üşürüm diye kazağını giymiyorum, ağlarım diye türkü dinlemiyorum, Belki de sen haklısın artık ben bile kendimi sevmiyorum........
Engin Türkyılmaz
13.03.2009, 18:26
karadenİzlİ olmak cokta zor degil aslinda....
karadeniz kadar sakin sonra birden hircin...
bİraz coskulu birazda deli dolu olcaksin...
bİraz sakaci olcaksin gulmeden guludrebileceksin...
gÜnlerce yagmur yagsada , gÜnesin yÜzÜnÜ gÖrmeye umdun , gÜneŞİn doĞmasi İÇİn sabirli olmali...
gÜclu olcaksin karadeniz kadini kadar caliskan ama vakur...
karadeniz erkeĞİ kadar gÖzÜ pek cesur olacaksin...
elİn sİlah tutacak belki ama savasmak icin deĞİl
bakislarin keskin olamli bikere,bildircin kadar cok,atmaca kadar cevik...
ve sevdİĞnİn elİnİ tutmaya korkak olcak kadar narin olmali yureĞİn....
denİzİ yar yaylayi diyar bilceksin...
burnun belki uzun olabilir tamam, ama asla burnun havada olmayacak...
yoldan geceni tanri misafiri yolda kalani can yoldasi bilceksin...
findik bahcesinin yolunu cay toplamanin usulunu bileceksin...
aĞaca cikmam odun kesmem misir da yemem demiyeceksin...
pancarin tadina sahİl ruzgarina yaylanin sisine doymayacaksin...
kemenceyle horon tepmeden ,tulumla aklin basindan gİtmeden...
sevdİĞİne turku yapmadan ben sevdİm arkadas demeyeceksin...
hemŞİnde gÖrelde fatsada yayla duzunde takanin basinda...
cee buraya bakayum az gel daa!!!
karadenzili olamk cok zor deĞİl aslinda
bİraz can... bİraz İnsan...
Cafer KILIÇSOY
27.04.2009, 20:15
Sana uzaktan bakıyorum. Sana bakmak inanılmaz mutlu ediyor beni. Sen gidince aklım da senin peşinden sürüklenip gidiyor, yüreğim de.. Yanında biri mi var, ona bir şey mi söylüyorsun, onunla gülüyor musun.. içim yanıyor. Ama senden sonra gördüğüm o insan birden senden biri oluyor. Senin baktığın her yer artık güzel, senin konuştuğun her insan, özel oluyor. Sen evine şu yollardan gidiyorsun. Ardından yürüyorum. Beni fark etmiyorsun. Önünden geçtiğin evlere, gölgesinde yürüdüğün ağaçlara, her gün bindiğin otobüse bakıyorum. Senin gözünle bakıyorum. Sen yokken de o yollardan defalarca geçiyorum. Senin kokun, senin havan, senin auran sinmiş havaya.. Sanki seni soluyorum. Akşamları ne yaparsın acaba? Sofraya oturduğun zaman yanında kimler var? Hangi yemeği severek yersin, neyi sevmezsin? Kitap okur musun? Hangi kitapları seversin? Ne tür filmlerden hoşlanırsın? Televizyon izler misin? Gece sokağa çıkar mısın? Arkadaşlarınla en çok neye gülersin? En çok kim kızdırır seni..Hangi futbol takımını tutarsın? Bilmeliyim. Senin hakkındaki bütün ayrıntıları öğrenmeliyim. Çünkü ben de o filmlere gideceğim, ben de o dizileri izleyeceğim, ben de o yemekleri seveceğim ya da nefret edeceğim. Bilmeliyim. Baştan kuruyorum dünyamı. Seninle yaşamaya başlıyorum. Onca kalabalığın içinde, karmaşık yaşamın ortasında eğer sen varsan daha seni görmeden bir kuş gibi çırpınmaya başlıyor yüreğim. Bir ışık çarpıyor yüzüme, bir sıcaklık yürüyor göğsümde. Anlıyorum ki sen varsın. Sen ordasın. Sen gelmişsin. Bakmadan, başımı çevirip seni görmeden varlığının farkındayım. Ey uzak uzak baktığım.. göz göze gelmeden, saçını okşamadan, değil bir rüyayı bir cümleyi paylaşmadan sevdiğim sevgilim. Bir aşk filiz verdi, fidan verdi, kök saldı içimde. Onu sana göstermek için ömrümü veririm.
Erdem Keser
19.05.2009, 18:03
SEVDAN
Ucube sevdalara harcanmış ;
Bir hiç gibi yıllar, başucumda.
Ve sözler değersiz,
Katre deryada...
Apansızca beliren acılarımla,
Yalnızlığın koynunda.
Geceler ;
Belirsiz bir düş gibi aklımda.
Ve sevdan ;
Kahpe, ucube ve yalanmış bir o kadar da !
Sevmek ucuz bir oyun,
Maskelerin ardında
Artık yalana gebe öptüğün dudaklar da..!
Tek vücutta bir kaç yüz,
Bakışlarsa kahpelik tadında.
Aldatan bir söz...
Ümitvari bir bakışın ardında.
Yalnızlığın dayanılmaz acısı
Issız bir gecenin, dikenli koynunda
Ve sen ;
Kahpe, ucube ve yalanmışsın bir o kadar da !
( HUTAME/Bmn ) - Enes Değirmenci
champions
16.10.2009, 19:45
http://2.bp.blogspot.com/_3QrOwE4CUu8/Sth8ISPaUiI/AAAAAAAAEEk/XfnJGiF18EQ/s1600/zambia.jpg
Zambiya Milli Takımı oyuncusu Kalusha Bwalya o dönem birlikte oynadığı takım arkadaşlarını ziyarette. Peki neden bir araya geldikleri yer yeşil saha değil de mezarlar ? Nedeni çok basit ve bilindik bir sebep, çoğu Afrika ülkesinin bir numaralı problemi olan fakirlik, parasızlık... Ekonomisi genellikle pek gün yüzü göremeyen Afrika ülkelerinden birinde futbol oynamaya çalışmanın bedelini ödemiş durumdalar. Hem de Dünya Kupası'nda oynamaları neredeyse garantilenmişken...
1994 Dünya Kupası Elemeleri'nde Senegal'e rakip olmak için Dakar'a hareket ediyorlar, takım halinde uçağa biniyorlar ama son kez bir arada olduklarından haberleri yok. 28 Nisan 1993 tarihi Zambiya ve Afrika futbolu için kapkara bir güne dönüşüyor. Lusaka'dan kalkıp Dakar'a doğru giden uçak Gabon açıklarında Atlas Okyanusu'nun sularına gömülüyor. 19'u Zambiyalı milli futbolcular olmak üzere tam 30 kişiyi taşıyan uçaktan kurtulan olmuyor. Fotoğraftaki Bwalya federasyonla anlaşmazlığa düştüğü için kadroya alınmıyor ve bu cezayla hayatı kurtulmuş oluyor farkında olamadan. Olaydaki parasızlık nerede diyenler için devamını getirelim. Binilen uçak 3.000 millik mesafeyi katetmeye yarayacak bir yolcu uçağı değil, kısa mesafede çalışan bir askeri kargo uçağı. Yani değil 3.000, 300 mil civarı ancak gidebilen bir uçağa biniyorlar. Belirli noktalarda benzin alaraktan Dakar'a ulaşmaya çalışıyorlar. Yolculuğun Mauritius-Gabon ayağı sorunsuzca bitiyor. Gabon'dan tekrar kalktıkları sırada motorlardan biri alev alıyor ve uçağı Mauritius-Gabon arasında başarıyla götüren pilot yaşadığı panikle yanlış motoru kapatıyor ve Atlas'ın sularına gömülüyorlar.
Olayın devamında devlet yetkilileri başkanın özel uçağı ile gidiyorlar Gabon'a, bu uçak tarihte ses hızını geçebilen ilk yolcu uçağı olan McDonnell Douglas'ın DC-8 modeli. Halk nakliye uçağı skandalından sonra bir de bu yüzsüzlüğe isyan ediyor. Zambiya Futbol Federasyonu takımı normal yolcu uçağıyla Dakar'a gönderecek parayı bulamamışken devlet başkanının böyle bir uçağa sahip olması ve kabinesindeki üyelerle diğer yetkililerin bu uçakla cenazeleri almaya gitmeleri ülkeyi karıştırmaya yetiyor. Kalusha Bwalya dönemin federasyonunu asla affetmeyeceğini söylese de tarihinin en büyük başarılarından birini yakalayan takıma o zor dönemde kendi uçağını tahsis edemeyen devlet başkanı bu olaylarda herkesten daha suçlu olmalı.
http://artemiofranchi.blogspot.com/2009/10/zambiyal-bwalya-ve-arkadaslar.html
LazAnisT
29.10.2009, 11:02
Dünyaya hükmettim ordulara hükmettim ama bir kadına hükmedemedim K. Atatürk.....
Evli arkadaşlar bu sözden anlaşılacağı üzere boşuna uğraşmayalım:)
Cafer KILIÇSOY
19.11.2009, 23:27
Senden geriye kocaman bir yürek yarası kaldı.ne aşkın var artık ne de yüzün.hepsi silinip gitti hayatımdan.bundan böyle adın bile geçmeyecek hiçbir sohbette.kimse seni konuşmayacak,kimse sana dair bir şey anlatmayacak.''yok''hükmünde olacaksın,yaşamamış sayılacaksın.hele hele aşkla beraber hiç anılmayacaksın...
bugünden itibaren kendimi yeni bir hayata başlamış olarak görüyorum.ve gerçeği görmemi sağlayan tüm tesadüflere TEŞEKKÜR EDİYORUM.onlar olmasaydı hala senin için acı çekiyor olurdum.içim içimi yerdi,beynim kilitlenirdi,yüreğim delinirdi.ve aşka küskünlüğüm devam ederdi...
beni hayata döndüren mucize-ki her kötü olay bile bir mucize yaratabilir insana.evde kendimi acının koynuna bırakmış bir vaziyette,hiçbir şey yapmadan ,hiçbir şeye elimi sürmeden öylece zamanın geçmesini beklerken buldu beni.kapı çaldığında istemeyerek açtım ama iyiki açyım.''o'' karşımdaydı.hani istemiyorum dediğin,benimse sırf sen üzülmeyesin diye bunca yıllık dostluğumu kesip kalbini kırdığım CAN ARKADAŞIM...
''anlatacağım şeylere inanmayabilirsin ama ben anlatmak zorundayım''diyerek söze başladı ve sana aşıkken gözümü kapayan o perde aralandı.sahi ne kadar sürmüştü seninle ilişkimiz ?sen bunun ne kadarında sevdin beni?ah,yanlış sordum soruyu,sahi sen hiç sevdin mi beni?hiç aşık oldun mu bana?hayır,kendimi kandırılmış gibi hisstemiyorum,aksine rahatladım,çünkü seni çıkardım yüreğimden...
aldatma işi beraberine bin tane yalanı da getirir.ne kadar çok yalan söylersen, yakalanma riskini o kadar azaltırsın.sen...hiç kimsenin olmadığı kadar dürüst sandığım sen...doğru söylediğin tek bir sözcük var mıydı gerçekten?hay allah, kendi kendime gülüyorum,deli sanacaklar beni.nasıl da inanmışım...
seni suçlamıyorum aslında,ALDATANIN HER ZAMAN BİR BAHANESİ VARDIR.sen kim bilir hangi bahaneyle aldattın beni.ve kim bilir ne yaptım da buna olanak sağladım...herkes kendi tercihini yaşar ya, benimki de öyle işte.insan her zaman DOĞRU KİŞİYİ SEÇEMİYOR!ben aşkı yaşamayı seçtim,ne yazık ki aşkımı bir yalnışa,sana yöneltmişim...
beni bırakıp giderken ''aşk sana benden daha çok yakışıyor'' demiştin ya...sanırım tüm ilişkimiz boyunca söylediğin tek doğru cümle buydu.aşk bana yakışmaya ve benimle yaşamaya devam edecek bundan sonra da...
Mehmet Coşkundeniz
Faik Yılmaz
09.12.2009, 10:41
MEĞER
Ceylan gözlerine yandığım dilber ,
Bir gün benim olacak sandığım güzel,
Tam ilanı aşkı edecek iken.
Duydum başkasında gönlü var imiş.
Tatlı sözlerine kandığım dilber,
Aşk pınarı başka göle akarmış,
Tam vuslata erdim diyecek iken,
Duydum başkasında gönlü var imiş.
Çiçekler takardım saçın teline,
Tarayıp inecek ince beline,
Sözcükler gelmişken tamda dilime,
Duydum başkasında gönlü var imiş.
Dünyalar oldu bana bir mezar ,
Yarin yokluk hasreti kuyumu kazar,
İnsanın kaderi alnında yazar,
Meğer defterimde ayrılık varmış.
Faik Yılmaz
2009
ooo Faikcan ne desekki..meğer! :)
acı ve güzel.
Faik Yılmaz
10.12.2009, 09:18
YANARSIN
İnci gibi dişi olsa,
Meleğin bir eşi olsa,
Dünyanın güneşi olsa
Sevme sakın yanarsın
Saçına bir şeyler takar,
Bir de kaş altından bakar,
Güzelliği çok can yakar,
Bakma sakın yanarsın
Eserken aşkın yelleri,
Dağılır saçın telleri,
Uzanırsa da elleri ,
Tutma sakın yanarsın.
Kapılıp gitme sakın bu nare ( ateşe)
Bulunmaz o zaman derdine çare,
Bir gün kavuşmak ümidiyle yare,
Bekleme sakın yanarsın.
Faik Yılmaz
Karanlık şiirler gibi gölgesizdir ölüm.
Ah, “Budur benim amacım, bu!”
Ölmek tek perdelik acılar yaratılırken;
Ve bölmek arafı en orta yerinden.
Bir_Bilen
12.12.2009, 23:35
SAVCILARA NEDEN CUMHURİYET SAVCISI DENİYOR?
"Lozan'da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından "Hukuk Reformu yapmakla" görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için "Cumhuriyet Savcısı"ünvanının isim babasıdır. Ata'nın huzurunda "Hukuk Reformu" için fikir fırtınası yapılırken, Bozkurt çok tepki alır ve sıkıştırılır:
"Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı denilir?
Cumhuriyet Başbakanı,
Cumhuriyet Bakanı,
Cumhuriyet Müsteşarı,
Cumhuriyet Valisi,
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da,
Neden Cumhuriyet Savcısı?
Savcılara neden bu imtiyaz?
Atatürk, Bozkurt'a "Ne diyorsun?" diye sorar.
Bozkurt'un cevabı çok net olur:
"Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı'dır."
Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. "Devam et Bozkurt" der.
LazAnisT
14.12.2009, 09:47
kaçağım, eşkıya aşklar yaşarım durmadan,
kaşla göz, dağla uçurum arası.
konar göçerim, sürgünlüğümü yurtlanmaz yerleşik sevdalar.
sığsın isterler defnelerim küçücük saksılarına.
yetmez dağ başlarımın teslimiyeti istenir.
ya katlim ya ihanetim.
bilmezler bir başka yol olduğunu.
yani ben eşkıya, her yanı pusu.
gözlerimdeki dumanlı dağlara sevdam,
zülfümde gölgeye sığınmam bundandır.
o zaman keyif çatarım silah diye sevdanın doruğuna.
buzullar erir, nehirler yatak değiştirir, sevdalarını ışıklarında yıkarlar,
sonrada yürekleri seslerinde gürül gürül akarlar.
çıplak suretleri dağ başları resmeder o dem, iklim değişir, hüzün olur.
yüreğimden gayrisine sır vermediğim doğrudur,kaçaklık bu.
hadi gel şahrudum dağlara gövde verelim.
göğüsün tahtasının altı ol, yoksa vuracak beni hasretin bir tenhada.
yakışır mı bir kaçağa ecel eliyle ölmek
Başlık açılmaz nerede paylaşmalıyım diye düşünürken bu başlığı gördüm ve en uygun yer burası diye düşündüm. :)
***
Of’ta uçan hoca hikayesi
http://karadenizgazete.net/images/yazar/22.jpg
MUSA ALİOĞLU
musaalioglu@gmail.com
Havacılık mesleğine hepimizin biraz ilgi, biraz yakınlık duyduğu çağda yaşıyoruz. Yani 25 saat otobüsle yolculuk yapmayı hiç kimse istemediği için parası olanların birçoğu uçakla yolculuk yapmayı tercih eder. Uçmak güzel şey olsa gerek. Ama ben o uçakla uçmayı değil, bir insanın kanatlar takıp uçmasından bahsediyorum. Tanrı, insanlara böyle bir yetenek vermemiş. Ama doğaya bir bakın, hayvanların çoğu uçabiliyor. Tanrı’nın verdiği kanatlarla uçan bu hayvanlara gıpta edenler var.
İnsanoğlunun kanatlanıp uçması kuşlara ve bilumum kanatlı hayvanata heves etmesinden olsa gerek. Tarihte uçmayı kafasına koyan insanlar çok fazla değil. Türkistan’ın Farab kentinde yaşayan İsmail Cevheri kanat takarak minareden uçmayı başardı, ancak sert bir rüzgar onu yere çaktı ve öldü. Doğulu Siracettin ise Atmeydanı’ndaki kuleden atladı ve o da öldü. Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'nden Üsküdar’a kadar uçtu. Ama Cezayir’e sürgüne gönderildi ve orada öldü. Lagari Hasan Çelebi ise sırtına bir füze bağlayıp kendini gökyüzüne fırlattı, eceliyle öldü.
Bunlar tarihin yazdığı ve hep bilinen gerçekler. Şimdi size ilginç bir uçma hikayesi anlatacağım. Hem de bizim bölgemizden. Hani bize derler ya, "Kaz uçar da Laz uçmaz mı?" İşte böyle hikaye. Elimde birkaç kile ağırlığında iyi bir kitap var. Kitabın yazarı Amerikalı Stuart Kline. Stuart, benim yakın dostum. Kendisi bizim yapamadığımızı yaparak Türkiye’nin sivil havacılık tarihini 2002 yılında Havaş’ın desteğiyle yazıvermiş. Adı "A Chronicle of Turkish Aviation." Yani Türk Havacılık Kronolojisi olan bu kitaptan aldım üstteki örnekleri. Fakat orada bir örnek daha var ki, okuyunca da hem şaşırdım hem gururlandım hem de üzüldüm.
"19. yüzyılın başlarında: Of ilçesinin Arşala köyünden Veli Direko adlı Hoca (Molla Uzun Hasan) kösele, tahta ve yaylardan oluşan bir kanatla kendisini 400 m. yüksekten bırakmış, Akburun Mahallesi’ne doğru yaklaşık 200 m. uçtuktan sonra yere inmiştir. Ancak bu başarıyı hoş karşılamayan Of Medresesi’ndeki öğrenciler 'Bu adam bir şeytan, öldürün onu!' diye saldırarak kafasını kestiler. Hoca’nın torunları Of’ta yaşamaktadır."
Ne dersiniz Oflular?
http://karadenizgazete.net/haber_ayrinti.php?h_id=60374
:)
Faik Yılmaz
14.12.2009, 12:31
VEFASIZ
Uzundu saçların , güzel gözlerin ,
Pek çoğu yalanmış , tatlı sözlerin ,
Kalbime işleyen derin izlerin ,
Meğer hiç anlamı yokmuş , vefasız.
Sevdamı aradım tenha yollarda,
O ise beklide yaban kollarda,
Onunla birlikte geçen yıllarda,
İstedim hep mutlu olsun vefasız.
Nasılda sahte sözlere kandım,
Aşkımın koruyla her gece yandım,
Onuda ben gibi sevecek sandım,
Oysa vurupta gitti vefasız.
Hıçkırıp ağladım her gece yine ,
Muhtaç iken bıraktın beni sevgine,
Davul bile çalar dengi dengine,
Ayrılıp giderken dedi vefasız .
Faik Yılmaz
2002
musty3461
16.12.2009, 02:52
Yalnızlık Şiiri
Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım
Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
Nerdesin?
Attila İLHAN
Adem Erdoğan
17.12.2009, 09:31
Rivayet olunur ki..
Sultan Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplayıp, bana bir yüzük yaptırın ve üzerine öyle birşey yazdırın ki ona her baktığımda, hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim diye buyurmuş...
Vezirler toplanmışlar dört bir yana haber salmışlar. Sonunda bir gün bir yüzükle sultanın karşısına çıkmışlar, yüzüğü vermişler.
Sultan Mahmut tamam işte bu demiş...
Yüzüğün üzerinde ;
"Bu da geçer ya hu" yazıyormuş...
Hattatlar bu lafı çok sevmişler ve eserlerinde sıkça kullanmışlar..
Günümüzde bile latin harfleriyle yazılıp, duvarlara asılmıştır.
Örnek yazı ise bir Ambigram'dır. Yani 180 derece cevrildigi zaman bile degismeyen yazidir.
Ahmet Turan.
http://farm1.static.flickr.com/236/521569711_9ea949e194.jpg
Faik Yılmaz
15.01.2010, 10:02
SEBEBİ SENSİN
Hani uzanıversen tutacakmış gibi olursun ama tutamazsın ,
Koşuversen yakayacakmışsın gelir sana yürüyecek derman olmaz dizlerinde .
Bakıversen sevdiğini kül edeceksin sanırsın ama gözlerini kaldıramazsın bir türlü.
Varlığından sevinecek kahkahalar atacak sanırsın ama ufak bir tebessümü bile çok görür.
Kimbilir belkide haklıdır kendince ;
Nereden bilecekki uykusuz gecelerde onun hayaliyle sabahladığını ,
Belki onun için değersiz bir saç teliyle içini ısıttığını ,
Sen ızıraplar içinde kıvranırken onun derdiyle ,
Muhtemelen sıcacık döşeğinde kıvrılıp yatmıştır.
Yüzündede o gün yaptıklarına dair ufak bir tebessüm vardır.
Sana acı çekmekten aldığı zevkleri tartıyordur , KİMBİLİR ?
Oysa sen saçlarında elini gezdirmek ,
Bakışlarınla ruhunu okşamak isterdin bir tek....
ÜZÜLME !
Mutlaka ama mutlaka bir gün yanına gelicek..
Islak saçlarının yerine mezarının üstündeki ,
Sabahın soğuğundan çiğlenmiş çimenleri okşayacak,
Gözlerinin yerine mezar taşına bakacak.
Ve o iki kelimeyi okuyacak...
SEBEBİ SENSİN !
Faik Yılmaz
Dr. Senai Demirci'den çok harika bir yazı gerçekten herkesin okumasını tavsiye ederim. Kendini kendinle topla
Herkes biliyor ki:
Herkes için her şey olamazsın
Her şeyi bir anda yapamazsın.
Her şeyi mükemmel yapamazsın.
Her şeyi herkesten iyi yapamazsın.
Sen de herkes gibi bir insansın.
Öyleyse:
En azından, birisi için önemli bir şey ol.
Bir anda sadece bir şey yap.
Bir şeyleri hep eksik bırakacağını hatırla.
Bir şeyi herkesten iyi yapmaya bak.
Böylece hiç kimsenin “senin gibi” olamadığını gör.
Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı yerde,
sen “sen” ol, böylece herkesten daha iyi ol.
Kendini kendinden çıkar
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yaşın kaç ise, bir o kadar rakamı yaşından çıkar ki geriye sıfır kalsın. Hayata başladığın güne git. Doğduğun gün ağzından çıkan ilk çığlığı hatırla. Şu anda yaşadığın şehirde bir günde yüzlerce, binlerce bebek doğuyor. Hepsi de bir çığlıkla karışıyorlar hayata. Kendine bir sor; onların doğması ne kadar umurunda? Ne kadar önemsiyorsun uğramadığın bir yerde, tanımadığın bir kadının tanımadığın/tanımayacağın bir bebeği doğurmasını? Doğduğu gün işte sen de böylesine umursanmaz biriydin. Şükür ki yanı başında annen baban vardı da, dünyaya ilk acemi bakışlarına şefkatli bakışlarıyla karşılık verdiler. Elinden tuttular, ninni söylediler, büyüttüler, beslediler seni.
Seni önemli kılan onların sevgisiydi. O sıralar seni ne Nike tanıyordu, ne Coca-Cola önemsiyordu, ne de LCW düşünüyordu. Seni önemeyenler, üstünde hiçbir şey olmadığı halde önemsiyordu seni. Seni sadece sen olduğun için seviyorlardı.
İstersen doğduğun günden biraz daha geriye gidelim. Birkaç ay daha geriye.. O zamanlar annenin karnında karanlıklar içindeydin. Sadece onun fark ettiği, onun hissettiği biriydin. Oracıkta kala kalsaydın ya da hiç çıkamasaydın, kimse önemsemeyecekti seni. Bildiğin bütün markalar seni hesaba katmadan satmaya devam edecekti, sevdiğin bütün reklamlar seni düşünmeden oynayıp duracaktı.
Bir de şöyle düşün: Sen “içerideyken” henüz gözlerin tamamlanmamıştı; gözlerinin olmadığını gören, gözlerinin olması gerektiğini düşünen, gözlerini olması gerektiği gibi olması gereken yere koyan ne annendi, ne babandı, ne de kendindin. Sana sorulmuş olsaydı, henüz ışığı bile tanımadığın için gözlerine ihtiyacın olmadığını söylerdin. Sana sorulmuş olsaydı, henüz yolları, bahçeleri, kaldırımları, vitrinleri görmediğin için ayaklarıma gerek yok derdin. Belki ellerini bile istemeyecektin. Belki yüzünü bile gereksiz görecektin. Şimdi bir düşün seni önemli kılan, gözlerinin önüne taktığın gözlük mü, ayaklarına geçirdiğin ayakkabı mı, ellerine taktığın eldiven mi, boynuna doladığın atkı mı?
Birkaç ay daha geriye gidelim. Henüz iki hücreden ibaretsin. Annen bile farkında değil varlığının. İki hücre hâlâ daha nasıl olduğunu anlayamadığımız bir hızla, olağanüstü bir düzenle çoğalıp ayrışmasaydı da, anne rahminden düşüverseydin kimse fark etmeyecekti seni, kimsenin fark ettiği biri olmayacaktın. Hatta, bir adın bile olmayacaktı.
Hiç doğmasaydın, şu an aramızdan eksik olacaktın. Ama eksikliğini bile fark etmeyecektik. “Caner şimdi burada olsaydı!” bile diyemeyecekti annen baban ve sınıf arkadaşların. Çünkü olmayacaktın ve olmadığın için de olmadığın fark edilmeyecekti. Örneğin “Sümeyye seni ne kadar özledim!” diyen bir arkadaşın olmayacaktı. Çünkü hepten eksik olduğun için arkadaşın eksikliğini çekmeyecekti.
Senin anlayacağın hiç var olmamak ölmekten beterdir. Öldüğünde hiç olmazsa, ardın sıra ağlayanların olur, eksikliğini çekenler olur, özleyenlerin olur. Ama hiç yaşamadığında, hesaba katılmazsın, sözün bile edilmez.
İşte şimdi hesabını yeniden yap; kendini kendinden çıkar. Geriye sıfır kaldığında, yani sen adı bile olmayan bir hücre topluluğu olduğunda seni önemseyen kim olabilir? Tanıdıkların içinde öyle biri var mı? Sevdiklerin arasında seni hiç yokken seven biri var mı? Örneğin, yüzün ortada bile değilken yüzünü özleyen biri var mı?
Nasıl olabilir ki? Seni en çok sevenler bile seni sen varolduğun için sevdi. Şimdi sen, seni sen yokken bile seven birini düşünmek istemez misin? Seni sen var olduğun içen sevenleri hatırladığın kadar, seni sevdiği için var edeni hatırlamak istemez misin?
Kendini kendinle çarp
Bu sabah aynaya bir bak. Bakalım kimi göreceksin. Elbette yeryüzündeki bütün insanlara benzeyen bir insan yüzü. Kaşları, gözleri, yüzü, burnu, kulakları, saçları ile sen de herkes gibi bir insansın. Ama aynada herhangi bir insanı görüyor değilsin. Kendini görüyorsun. Tümüyle sana özel, sadece senin için yaratılmış bir yüz görüyorsun. Yani senin yüzün gibi başka bir yüz yok. Onun için yüzüne bakanlar seni, sadece seni görüyorlar. Seni tanıyanlar yüzünden tanır, sevenler yüzünü sever. Herkese benzeyen birini değil. Bütün zamanlarda, senin yüzün gibi bir yüz olmadı, senin yüzün gibi bir yüz olmayacak.
Şimdi tekrar düşün. Sen, en azından yüzüne bakarak anlayabileceğin gibi, seni yaratan için bir tanesin, biriciksin, çok özelsin. Aynaya bakıp yüzünü gördüğünde, hep bunu hatırla. Sen hayran olduğun birilerine benzediğin için önemli değilsin. Sen şarkılarını severek dinlediğin şarkıcı gibi konuştuğun için özel değilsin. Sen giydiğin ayakkabı sayesinde, tuttuğun takımın başarıları yüzünden, tişörtünün üzerinde yazan marka için biricik değilsin. Sen, sadece “Sen” olduğun için önemlisin. Seni biricik, bi’tanecik ve özel olarak yaratan, yaşatan bir Yaratıcı seni önemsediği için önemlisin.
Kendini kendine böl
Etrafına bir bak. Ne kadar çok insan ne kadar çok şey peşinde koşuyor. Çok para, çok mal, çok yer, çok iş, çok yemek, çok araba, çok tatil, çok çok… Ne kadar telaşla yaşıyorlar. Herkesin çok acelesi var, çok telaş içindeler, çok koşturuyorlar, hep bir yerlere yetişmek istiyorlar. Durup kalsalar kaybedecekler sanki.. Koşturmasalar ellerindekileri düşürecekler gibi.
Şimdi bir de kendine bak. En çok ne mutlu ediyor seni? Kimler sana gerçek dostluk yüzü gösteriyor? Kaç sahici arkadaşın var? Kaç sırdaşın var? Çok az şey mutlu ediyor seni. Dostların pek az. Arkadaşlarının ve sırdaşlarının sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Bazen sadece nefes almak seni mutlu etmeye yetiyor. Özlediğin bir dostunu görmek, özlediğin bir sahilde yürümek, sevdiğin bir yiyeceği yemek, sevdiğinin iki gözünün içine içine bakmak mutlu ediyor seni. Hepsi az şeyler.. Çok az şeyler…
Şimdi geri dön. Dur ve yeniden bak. Meydanlarda koşturan insanların aradıklarını bir düşün. Merdivenleri telaş içinde tırmanan, otoyolları son hızla tüketen kalabalıkların neyin peşinde olduğunu düşünmeye çalış. Aslında onların çoğu senin çoktan bulduğun çok az şeyin peşinde. Ama çok koşturdukları için bir türlü durup kendilerine soramıyorlar. Yazık ki aradıklarını sandıkları şeyi bulduklarında da tanımayacaklar.
Sen senin için önemlisin. Biricik olduğun için önemlisin. Kendini başkalarıyla kıyaslamayı bırak. Kendini kendinle kıyasla. Kendini başkalarının yaşadıkları ile tanımlamak yerine kendi yaşamınla tanımla. İçinde başkasının plağı çalmasın. Kendi sesinle konuş. Kendi yüzünle bak hayata. Kendini önemli bilerek yürü sokaklarda.
Nefes alıp verebildiğin için, güneşe çıplak gözle bakabildiğin için, rüzgârı hissedebildiğin için mühimsin. Yaratıldığın için önemlisin. Kendini kendine bölersen, eline tam tamına bir 1 geçecek. Ne yarımsın, ne eksiksin, ne de kimselerin seni tamamlamasına ihtiyacın var. Sen mühimsin.
Hayallerini Yak Evi Isıt
Bir tek seni sevdiğim doğruydu... Ve bu doğru yüzünden hayatım yalana battı... Sen beni dışladığından beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin...
Tepeden tırnağa aşka, tepeden tırnağa özleme batmış bir hayalet...
Bu hayaletin çinde beni değil seni gördüler hep. Çoğu bu hayalete dayanamayıp çekip gitti...
Kimisi senin beklettiğin kapıda, beni bekledi. Seni beklemekten yorulur, onunla birlikte çekip giderim diye buralardan...
Ve ben en çok onların sevgisine inandım. En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep mrak ettim, karşılıksız ve onca yıl bir hayaleti nasıl böylesine sevebildiler diye...
Dünyanın iyi bir yer olduğuna ve yaşamak için çok sebep bulunduğuna, bu insanların bir hayalete duydukları o akıl almaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandım...
Seni unutmak için başladığı her aşkı, yine seninle aldatan bir hayalete...
Seninle kendini, bütün hayatını, düşlerini, çocukluğunu, yaşadığı bütün acıları aldatan bir hayalete...
Bir tek sana duyduğu sevgisi doğru olan, bu yüzden bütün hayatı bir yalan olan hayalete...
CEZMİ ERSÖZ
Kader KORELİ
10.02.2010, 00:14
Benim deminki yazi üzerine paylasmak istedigim iki siir var.
Birincisi Nazim Hikmet'in Saman Sarisi siirinden bir bölüm:
(...)
kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
çıktılar önüme ansızın
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
bir mangaydılar
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
kolları kollarında gamalı haç işaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardı
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
yürüdük
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
gözlerinden belli diyemem
başları yok ki gözleri olsun
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
belli çizmelerinden
korku belli mi olur çizmelerden
oluyordu onlarınki
korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
her sese her kımıltıya ateş ediyorlar
hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim
ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak
bir fırancala gibi
vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
(...)
Kader KORELİ
10.02.2010, 00:17
Ikincisi Paul Celan'a ayit Ölüm Fügü adli siir:
Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri
hiç durmaksızın içmekteyiz
bir mezar kazıyoruz havada rahat yatılıyor
Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan
hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete
bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve yıldızlar parlıyor
köpeklerini çağırıyor ıslıkla
sonra Yahudilerini çağırıyor ıslıkla toprakta bir mezar kazdırıyor
bize buyruk veriyor haydi bakalım şimdi dansa
Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
hiç durmaksızın içmekteyiz
Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan
hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete
senin kül olmuş saçlarını Sulamith bir mezar kazıyoruz
havada rahat yatılıyor
Adam bağırıyor daha derin kazın toprağı siz ötekiler
şarkılar söyleyip dans edin
tutup palaskasındaki demiri savuruyor havada gözlerinin
rengi mavi
sizler daha derine sokun kürekleri ötekiler devam edin
çalmaya ve dansa
Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
hiç durmaksızın içmekteyiz
bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
senin kül saçların Sulamith adam yılanlarla oynuyor
Sesleniyor daha tatlı çalın ölümü çünkü o Almanya'dan
gelen bir ustadır
sesleniyor daha boğuk çalın kemanları sonra sizler
duman olup yükseliyorsunuz göğe
sonra bir mezarınız oluyor bulutlarda rahat yatılıyor
Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
sonra öğlen vakitlerinde ölüm Almanya'dan gelen bir ustadır
akşamları ve sabahları içmekteyiz hiç durmadan
ölüm bir ustadır Almanya'dan gelen gözleri mavi
bir kurşunla geliyor sana tam göğsünden vurarak
bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
köpeklerini salıyor üstümüze havada bir mezar
armağan ediyor
yılanlarla oynuyor ve dalın düşlere ölüm Almanya'dan
gelen bir ustadır
senin altın saçların Margarete
senin kül olmuş saçların Sulamith
Çeviri: Sevil Eryaşar
ferhat çınar
13.05.2010, 21:07
Aslinda Çok gÜzelde bilinen Şİİrlerden deĞİlde,olaylardan deĞİl kendİn yazsan daha iyi olrdu serap.saygilarimla
ferhat çınar
13.05.2010, 21:10
Ben bir Ayten'dir tutturmuşum
Oh ne iyi
Ayten'li içkiler içip
Sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum
Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten'e beş var
Ya da Ayten'i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz
Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten'i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li İki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten'i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var Ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun
http://www.siirperisi.net/images/sair.gif ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN (http://www.siirperisi.net/sair.asp?sair=92)
html .fb_share_link { padding:2px 0 0 20px; height:16px; background:url(http://static.ak.fbcdn.net/images/share/facebook_share_icon.gif?2:26981) no-repeat top left; }
ferhat çınar
13.05.2010, 21:12
artık şiiri paylaştım,bu şiiri herkes kendı sevdiğinin ama gercekten sevdiğinin ismini ekleyıpda okuyabulur da
ferhat çınar
13.05.2010, 21:20
Yeni bir gün, yeni bir başlangıç...
Yeni bir ümit...
Ve...
Soğuk ve yağışlı bir bayram sabahı.
Heyecanlıyım,
Ve suskun,
Ve daha cesaretli...
Uzaklardan gelen,
İçimde bir yerlere gizlenmiş,
Sadece sesini duyabildiğim bir yabancı.
Karşımda...
Yabancı değil artık bana ve duygularıma.
Zaman akıp gidiyor...
Duyulması istenenler duyuluyor...
Bazen sessizlik alıyor sözü.
Bazen de bakışlar anlatıyor söylenemeyenleri...
Neydi istenen?
Yaşadığımızın, paylaştığımızın adı neydi?
Herşey söylenmiş miydi?
Derken...
Zamanı gelmişti ayrılığın...
Bir yabancıydın beklediğim...
Ve şimdi sevdiğim adamsın, özlediğim...
Seviyorum seni
ferhat çınar
15.05.2010, 10:25
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor...
Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için...
Konuşmaktan korkuyor eleştirilmekten korktuğu için...
Yaşlanmaktan korkuyor gençliğin kıymetini bilmediği için...
Unutulmaktan korkuyor dünyaya iyi bir şey vermediği için...
Ve ölmekten korkuyor...Aslında yaşamayı bilmediği için...
ferhat çınar
15.05.2010, 10:27
Şiirin duyarlıklarından soylu tatlar alabilen kişi, gerçek bir şairdir; ömrü boyunca bir tek dize yazmamış olsa da.
ferhat çınar
15.05.2010, 10:35
"sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geriye dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir
ferhat çınar
15.05.2010, 10:37
Eğer herkes,dost sandığı kimselerin kendi arkasından söylemiş olduklarını duymuş olsaydı, dünyada dost kalmazdı.
Ne kadar yükselirsen, uçmayı bilmeyenlere o kadar küçük görünürsün
Kişi kalbinde düşündüğü gibidir...
Cafer KILIÇSOY
23.05.2010, 23:33
Karşılıksız Aşk
Sana uzaktan bakıyorum. Sana bakmak inanılmaz mutlu ediyor beni. Sen gidince aklım da senin peşinden sürüklenip gidiyor, yüreğim de.. Yanında biri mi var, ona bir şey mi söylüyorsun, onunla gülüyor musun.. içim yanıyor. Ama senden sonra gördüğüm o insan birden senden biri oluyor. Senin baktığın her yer artık güzel, senin konuştuğun her insan, özel oluyor.
Sen evine şu yollardan gidiyorsun. Ardından yürüyorum. Beni fark etmiyorsun. Önünden geçtiğin evlere, gölgesinde yürüdüğün ağaçlara, her gün bindiğin otobüse bakıyorum. Senin gözünle bakıyorum. Sen yokken de o yollardan defalarca geçiyorum. Senin kokun, senin havan, senin auran sinmiş havaya.. Sanki seni soluyorum.
Akşamları ne yaparsın acaba? Sofraya oturduğun zaman yanında kimler var? Hangi yemeği severek yersin, neyi sevmezsin? Kitap okur musun? Hangi kitapları seversin? Ne tür filmlerden hoşlanırsın? Televizyon izler misin? Gece sokağa çıkar mısın? Arkadaşlarınla en çok neye gülersin? En çok kim kızdırır seni..Hangi futbol takımını tutarsın?
Bilmeliyim. Senin hakkındaki bütün ayrıntıları öğrenmeliyim. Çünkü ben de o filmlere gideceğim, ben de o dizileri izleyeceğim, ben de o yemekleri seveceğim ya da nefret edeceğim. Bilmeliyim. Baştan kuruyorum dünyamı. Seninle yaşamaya başlıyorum.
Onca kalabalığın içinde, karmaşık yaşamın ortasında eğer sen varsan daha seni görmeden bir kuş gibi çırpınmaya başlıyor yüreğim. Bir ışık çarpıyor yüzüme, bir sıcaklık yürüyor göğsümde. Anlıyorum ki sen varsın. Sen ordasın. Sen gelmişsin. Bakmadan, başımı çevirip seni görmeden varlığının farkındayım.
Ey uzak uzak baktığım.. göz göze gelmeden, saçını okşamadan, değil bir rüyayı bir cümleyi paylaşmadan sevdiğim sevgilim. Bir aşk filiz verdi, fidan verdi, kök saldı içimde. Onu sana göstermek için ömrümü veririm.
Emirhan Makul
24.05.2010, 00:25
Cafer Abi İnat'la , İstekle , Hışımla Senin yazılarını ve düşüncelerini Aşk başlığında okumak isteriz.
Halit Akyüz
29.05.2010, 19:02
Bizim kudretimizin ulaştığı yerlere, onların hayalleri bile ulaşamaz...! [Fatih Sultan Mehmet]
Cafer KILIÇSOY
23.12.2011, 23:50
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...
Can YÜCEL
Cafer KILIÇSOY
05.02.2025, 12:43
OOffff Offf. Ne günlerimiz geçmiş bu başlıkta:o
vBulletin v4.2.5, Copyright ©2000-, Jelsoft Enterprises Ltd.