TSKara61
24.10.2006, 05:42
Trabzonspor hakkında pek yazmak istemem. Kendi çevremdekilerle konuşurum, didik didik eder, yerden yere vururum ama onlar sonuçta kendi dar çevremizde kalan söz ve düşünceler. Burası farklı tabii. Kamuoyunu yönlendirme gücüne sahip bu platformun merceğini şimdilik Trabzonspor’a (yönetim, saha içi, saha dışı) çevirmek istemiyorum.
Trabzonspor’un yeterince derdi var. Kendi kendine yaptıkları bir yana, hiç durmadan dışardan çomaklanmakta –sadece İstanbul değil, Trabzon dışındaki her yerden. “Kardeş” Karadeniz takımları da dahil.
İkinci ligden çıkmaya uğraşırken, Ordu’nun bize yıllarca çektirdiklerini, Ordu’ya maça gidenlerin başına gelenleri bugün çok az kişi hatırlar. Diğerlerini ve çok yakın tarihteki örneklerini saymak istemiyorum. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Bu sene, daha üçüncü haftada Gaziantep’e 2-1 kaybettiğimiz maçta, Antep seyircisi “Trabzon kümeye” tezahüratı yapıyordu.
Bir de, Trabzonspor camiasının içinden çomaklanır Trabzonspor… Hiç durmadan… Çıkar meselesidir bu. Yeter ki o an iş başındaki düzen yıkılsın, belki sıra bize gelir meselesidir bu… Onun adamı – bizim adamımız meselesidir yani… Yeter ki, bu adamlar gitsin, belki bizim adamlar gelir hesabıdır kısaca… Bunu yaparken, kimsenin umurunda değildir Trabzonspor’a ne olduğu. Önemli olan, o andaki yapıyı aşındırmaktır. Sezon uçmuş gitmiş, fırsatlar kaçmış, varsın olsun, seneye biz taze başlangıç yapar, hem ligi, hem kupayı, hepsini alırız derler... Böyle bir cadı kazanıdır Trabzon... Böyle nadide bir değere küçük hesaplar uğruna kendi içinden bu kadar gaddarca saldırılmasının dünyada başka bir benzeri yoktur. Kazan hafif kalır, eşi zor bulunur bir “gayya kuyusu”dur bu...
Efsane dönem sonrası, takıma bugüne kadar en müthiş futbolu oynattıran Jurgen Sundermann’in gonderilişi bu gaddarlığın, bu yıkıcılığın abidesidir. Üstelik belgesi de vardır bunun. Unutulmaz futbolcularımızdan Güngör Şahinkaya, futbolu bıraktıktan sonra Karadeniz Gazetesi’ne verdiği uzun röportajda anlatmıştır olayın iç yüzünü. İsteyen arşivden arayıp bulsun. Bu sadece tek bir örnek…
Onun için, ben bu konuda yazma hakkımı saklı tutarak, şimdilik Trabzonspor saha içi – dışı yazısı yazmak istemiyorum. Bir kaç noktayı da belirtmeden geçemeyeceğim:
Bu yönetimin transfer politikası, Lazaroni rezaleti vs, bütünüyle, eşi görülmemiş bir fiyaskodur. Baştan beri anlattıklarıma rağmen söylemeliyim bunu. Bu böyle de, bugüne kadarki bütün yönetimlerin transfer politikaları da bundan hiç farklı değildir. Jun? Eller? Daha sayayım mı? Arveladze kardeşlerden (Şota – Arçil) başka adam gibi yabancı transferi olmadı hiç bir yönetimin. Onlar da kazayla geldiler, Gorbaçov sayesinde. Bunlar Tiflis’ten İstanbul’a giderken otobüsün lastiği patlamış. Lastiğin tamir olmasını beklerken, Sanayideki ustaların, esnafın, öğlen yemeği paydosunda dükkanın önünde yaptığı maça katılmış bizim ikizler... Ustalar da beğenmişler almış getirmişleri kulübe... Dahası, açın bakın arşivlerden, onları dahi kenarda oturtturdular çoğu zaman, biz tribünde saç baş yolarken. Ve onları da tutamadık elimizde. Bugün, bu yönetim şöyle, bu yönetim böyle diye yırtınanlar kendi destekledikleri yönetimlerin transferlerde ne halt ettiklerini bir düşünsünler de ondan sonra yırtınsınlar.
Trabzonspor, koca bir Gençlerbirligi maçında kaleye üç şut çekti. Sayıyla (3). Üçü de Kiki Musampa’dan… Kiki faydalı olur. Fakat, bugün Trabzonspor, takımı tek başına maç kurtaracak, maçı 3-0’dan 4-3 yapıp kazandıracak bir Süpermen arıyor. Böyle bir şey yok tabii. Bu beklentiler çok uçuk. Çok uçuk olduğu için, kimse kendini beğendiremiyor.
Trabzon’da seyirci Galatasaray maçına gitmiyor. Sonraki Erciyes maçı da boş tribünlere karşı oynanıyor. Üstelik, o maçta bilet fiyatları eski düzeye indirilmiş. Ramazanmış, gündüzmüş, bir sürü yüksek analiz… Fenerbahçe – Bursa maçında kale-arkası 20 lira. Alelade bir maç, kale-arkası 20 lira. Derbi maçı olsa kim bilir ne kadar olacak. Tribünler tıklım tıklım dolu Kadıköy’de… Tamam, Trabzon halkı fakir, gelir düzeyi çok düşük, geçim çok zor ama beklentiler buna hiç uygun değil Trabzon’da. Bu noktada bir anormallik var. Trabzon başarının en büyüğünü istiyor. Bundan aşağısına hiç tahammülü yok. Bundan aşağısını asla hazmedemiyor. Ama, kendine sormuyor, “Yahu, ben neyimle bu başarıları istiyorum? Takımımın koca canavarlar karşısında başarılı olmasını istiyorum? Ben zar zor geçinen bir adamken, burası zar zor geçinen insanların şehriyken, nasıl oluyor da bizler bu takımın trilyonluk canavarları alt etmesini bekleyebiliyoruz? Beklemek bir yana, nasıl oluyor da bundan aşağısına tahammül edemiyoruz?”
Trabzon ili ekonomik gelişmede Türkiye’de 34’üncü (otuz dört) sırada. Başka bir hesaba göre 22’inci (yirmi iki) sırada. Daha düne kadar “Aman biz de Kalkınmada Öncelikli Yöre olalım” diye bas bas bağırmıyor muyduk? Yani, “Biz de Türkiye’nin en geri kalmış yerlerinden biriyiz, bizi de onların arasına alın” diye kendimiz ilan etmiyor muyduk? Nasıl oluyor da böyle bir yerin takımından birinci sınıf başarı bekleniyor? Potansiyelimiz ancak Murat 124’e yeter, biz tutturmuşuz illa da Mercedes istiyoruz. Mercedes’ten aşağısına razı olmayız. Nedir bu?
Diyeceksiniz ki, “peki ama efsane dönemdeki başarılar nasıl geldi?” Bu soruyu sormak dahi olayın ne kadar dışında olduğunun göstergesidir kişinin. Ben de bunu söylüyorum işte. Trabzon daha olayın farkında bile değil. Neyse, anlatayım:
Trabzonspor’un efsane dönemi, Türkiye’de futbolun sanayi-öncesi dönemidir.
Tüfek icat olmamıştı o zaman. Yürekle, ruhla, zekayla, inatla, yırtınmayla olabiliyordu. O şekilde oldu ve fakat o dönem bitti. Yeni bir dönem başladı. Türkiye’de futbol sanayileşme sürecine girdi Jupp Derwall ile. Trabzon bu sürecin dışında kaldı uzun yıllar, farkına dahi varamadı. Sonradan uyandı ama, bu yeni süreç ruhla, yürekle olmuyor sadece… Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu hesabı. Bu süreci yürütebilmek için, yürekten, ruhtan başka çok farklı niteliklerin var olması lazim, sistemler kurmak ve sistemleri işletmek lazim. Sanayi futbolunun gerektirdiği, olmazsa olmaz özellikler yok Trabzon’da. Veya ancak bu kadar var. Bu kadar olabiliyor ancak. Otuz dördüncü kadar, yirmi ikinci kadar, geri kalmış bir yerde olacağı kadar. Yönetimleri de, transferi de, medyası da, seyircisi de bu kadar ancak. Bunun bilincinde olarak yaklaşsak olaya, hem daha az üzüleceğiz, hem daha çok sevineceğiz, daha çok zevk alacağız. En önemlisi, neredeyiz, neyiz, ne yapmalıyız onu bileceğiz. Belki, o zaman, yavaş yavaş o yapıları oluşturmaya başlayacağız. Ama, önce “mevzuya” uyanmak lazım işte….
Bir söz de Trabzonspor’un tezahüratları hakkında…
Başka takımların (özellikle 3 İstanbul’un) tezahüratlarının Trabzon seyircisi tarafından kullanılması hiç hoşuma gitmiyor. İçime sinmiyor. Hiç güzel durmuyor. Yok mudur iki tane basit tezahürat yaratacak ekibimiz? Yahu illa çok güzel olması da lazım değil. Basit olsun, bizim olsun. Eğer yoksa, yapamıyorsak, bulamıyorsak, bulana kadar Trabzon tezahüratından başkasını yapmayalım bari… “Trabzon…şak.şak.şak… Trabzon…şak.şak.şak... Trabzon. şak.şak.şak…” Hiç olmazsa bizimdir.
Efendim, her takım ayni tezahüratları kullanıyormuş. Olsun... Biz kendi yarattığımızdan başkasını kullanmayalım. Biz farklı değil miyiz? Biz “başka” değil miyiz? Biz “Trabzon” değil miyiz? Haydi gençler, iş başına…
Medya ve özellikle spor medyası hakkında yazıyorum sürekli… Sağolsunlar, onlar da hiç durmaz, coşa coşa üretirler:
En beğendiğim futbolculardan olan, bir başka unutulmaz Trabzonspor’lu Serdar Bali, maç sonu yorumunda takımın belli maçlar sonrasında tribünlere gitmesi ile başarılı olup olmaması arasında ilişki olduğu seklinde bir “teori” hediye etti modern “fitbol” literatürüne. Yerinde olsam, Mourinho veya Rijkaard’a tebliğ eder, telif hakkı da isterim…
Ali Savaş, “Vestel şampiyon olmasın” diye bir yazı yazdı. Gözü aydın olsun, keyfi yerine gelmiştir şimdi… Bir kere, kimse Trabzon şampiyon olmasın da Vestel olsun demiyor. Eğer Trabzon olamazsa bari Vestel olsun diyor. Vestel şart değil, Trabzon olamıyorsa başka biri olsun da, 3 İstanbul olmasın diyor. Savaş bunu biliyor. Biliyor da, buna rağmen gene de Vestel olmasın diyor. Nedenmiş? Efendim, üç büyük dışında sadece Trabzon olsunmuş. Yani, Savaş’a göre, Trabzon şampiyon olmazsa Fener olsun, GS olsun, Besiktaş olsun. (ver coşkuyu!... ver coşkuyu!) “Fenerli misin yar yar, Cimbomlu musun yar yar?.... Kartal gool gool gol….?” Ne iş hocam?..
Bir kere bu; en az, Anteplilerin “Trabzon Kümeye” diye tezahürat yapması kadar kötü…. Aynen o kadar karanlık. Ayrıca, açık açık söylüyorum tekrar, Türk futbolunun selameti için, eğer Trabzon olamazsa, 3 İstanbul olmasın da kim olursa olsun. Budur!.
Bayram öncesi biraz keyifsiz yazı oldu, farkındayım…
Ramazan bayramınız hayırlı olsun, sevdiklerinizle birlikte daha nice hayırlı bayramlar yaşayın.
Alıntıdır: www.haber61.net
Arkadaşlar yorumlarınız ne bence güzel bir yazı.
Trabzonspor’un yeterince derdi var. Kendi kendine yaptıkları bir yana, hiç durmadan dışardan çomaklanmakta –sadece İstanbul değil, Trabzon dışındaki her yerden. “Kardeş” Karadeniz takımları da dahil.
İkinci ligden çıkmaya uğraşırken, Ordu’nun bize yıllarca çektirdiklerini, Ordu’ya maça gidenlerin başına gelenleri bugün çok az kişi hatırlar. Diğerlerini ve çok yakın tarihteki örneklerini saymak istemiyorum. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Bu sene, daha üçüncü haftada Gaziantep’e 2-1 kaybettiğimiz maçta, Antep seyircisi “Trabzon kümeye” tezahüratı yapıyordu.
Bir de, Trabzonspor camiasının içinden çomaklanır Trabzonspor… Hiç durmadan… Çıkar meselesidir bu. Yeter ki o an iş başındaki düzen yıkılsın, belki sıra bize gelir meselesidir bu… Onun adamı – bizim adamımız meselesidir yani… Yeter ki, bu adamlar gitsin, belki bizim adamlar gelir hesabıdır kısaca… Bunu yaparken, kimsenin umurunda değildir Trabzonspor’a ne olduğu. Önemli olan, o andaki yapıyı aşındırmaktır. Sezon uçmuş gitmiş, fırsatlar kaçmış, varsın olsun, seneye biz taze başlangıç yapar, hem ligi, hem kupayı, hepsini alırız derler... Böyle bir cadı kazanıdır Trabzon... Böyle nadide bir değere küçük hesaplar uğruna kendi içinden bu kadar gaddarca saldırılmasının dünyada başka bir benzeri yoktur. Kazan hafif kalır, eşi zor bulunur bir “gayya kuyusu”dur bu...
Efsane dönem sonrası, takıma bugüne kadar en müthiş futbolu oynattıran Jurgen Sundermann’in gonderilişi bu gaddarlığın, bu yıkıcılığın abidesidir. Üstelik belgesi de vardır bunun. Unutulmaz futbolcularımızdan Güngör Şahinkaya, futbolu bıraktıktan sonra Karadeniz Gazetesi’ne verdiği uzun röportajda anlatmıştır olayın iç yüzünü. İsteyen arşivden arayıp bulsun. Bu sadece tek bir örnek…
Onun için, ben bu konuda yazma hakkımı saklı tutarak, şimdilik Trabzonspor saha içi – dışı yazısı yazmak istemiyorum. Bir kaç noktayı da belirtmeden geçemeyeceğim:
Bu yönetimin transfer politikası, Lazaroni rezaleti vs, bütünüyle, eşi görülmemiş bir fiyaskodur. Baştan beri anlattıklarıma rağmen söylemeliyim bunu. Bu böyle de, bugüne kadarki bütün yönetimlerin transfer politikaları da bundan hiç farklı değildir. Jun? Eller? Daha sayayım mı? Arveladze kardeşlerden (Şota – Arçil) başka adam gibi yabancı transferi olmadı hiç bir yönetimin. Onlar da kazayla geldiler, Gorbaçov sayesinde. Bunlar Tiflis’ten İstanbul’a giderken otobüsün lastiği patlamış. Lastiğin tamir olmasını beklerken, Sanayideki ustaların, esnafın, öğlen yemeği paydosunda dükkanın önünde yaptığı maça katılmış bizim ikizler... Ustalar da beğenmişler almış getirmişleri kulübe... Dahası, açın bakın arşivlerden, onları dahi kenarda oturtturdular çoğu zaman, biz tribünde saç baş yolarken. Ve onları da tutamadık elimizde. Bugün, bu yönetim şöyle, bu yönetim böyle diye yırtınanlar kendi destekledikleri yönetimlerin transferlerde ne halt ettiklerini bir düşünsünler de ondan sonra yırtınsınlar.
Trabzonspor, koca bir Gençlerbirligi maçında kaleye üç şut çekti. Sayıyla (3). Üçü de Kiki Musampa’dan… Kiki faydalı olur. Fakat, bugün Trabzonspor, takımı tek başına maç kurtaracak, maçı 3-0’dan 4-3 yapıp kazandıracak bir Süpermen arıyor. Böyle bir şey yok tabii. Bu beklentiler çok uçuk. Çok uçuk olduğu için, kimse kendini beğendiremiyor.
Trabzon’da seyirci Galatasaray maçına gitmiyor. Sonraki Erciyes maçı da boş tribünlere karşı oynanıyor. Üstelik, o maçta bilet fiyatları eski düzeye indirilmiş. Ramazanmış, gündüzmüş, bir sürü yüksek analiz… Fenerbahçe – Bursa maçında kale-arkası 20 lira. Alelade bir maç, kale-arkası 20 lira. Derbi maçı olsa kim bilir ne kadar olacak. Tribünler tıklım tıklım dolu Kadıköy’de… Tamam, Trabzon halkı fakir, gelir düzeyi çok düşük, geçim çok zor ama beklentiler buna hiç uygun değil Trabzon’da. Bu noktada bir anormallik var. Trabzon başarının en büyüğünü istiyor. Bundan aşağısına hiç tahammülü yok. Bundan aşağısını asla hazmedemiyor. Ama, kendine sormuyor, “Yahu, ben neyimle bu başarıları istiyorum? Takımımın koca canavarlar karşısında başarılı olmasını istiyorum? Ben zar zor geçinen bir adamken, burası zar zor geçinen insanların şehriyken, nasıl oluyor da bizler bu takımın trilyonluk canavarları alt etmesini bekleyebiliyoruz? Beklemek bir yana, nasıl oluyor da bundan aşağısına tahammül edemiyoruz?”
Trabzon ili ekonomik gelişmede Türkiye’de 34’üncü (otuz dört) sırada. Başka bir hesaba göre 22’inci (yirmi iki) sırada. Daha düne kadar “Aman biz de Kalkınmada Öncelikli Yöre olalım” diye bas bas bağırmıyor muyduk? Yani, “Biz de Türkiye’nin en geri kalmış yerlerinden biriyiz, bizi de onların arasına alın” diye kendimiz ilan etmiyor muyduk? Nasıl oluyor da böyle bir yerin takımından birinci sınıf başarı bekleniyor? Potansiyelimiz ancak Murat 124’e yeter, biz tutturmuşuz illa da Mercedes istiyoruz. Mercedes’ten aşağısına razı olmayız. Nedir bu?
Diyeceksiniz ki, “peki ama efsane dönemdeki başarılar nasıl geldi?” Bu soruyu sormak dahi olayın ne kadar dışında olduğunun göstergesidir kişinin. Ben de bunu söylüyorum işte. Trabzon daha olayın farkında bile değil. Neyse, anlatayım:
Trabzonspor’un efsane dönemi, Türkiye’de futbolun sanayi-öncesi dönemidir.
Tüfek icat olmamıştı o zaman. Yürekle, ruhla, zekayla, inatla, yırtınmayla olabiliyordu. O şekilde oldu ve fakat o dönem bitti. Yeni bir dönem başladı. Türkiye’de futbol sanayileşme sürecine girdi Jupp Derwall ile. Trabzon bu sürecin dışında kaldı uzun yıllar, farkına dahi varamadı. Sonradan uyandı ama, bu yeni süreç ruhla, yürekle olmuyor sadece… Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu hesabı. Bu süreci yürütebilmek için, yürekten, ruhtan başka çok farklı niteliklerin var olması lazim, sistemler kurmak ve sistemleri işletmek lazim. Sanayi futbolunun gerektirdiği, olmazsa olmaz özellikler yok Trabzon’da. Veya ancak bu kadar var. Bu kadar olabiliyor ancak. Otuz dördüncü kadar, yirmi ikinci kadar, geri kalmış bir yerde olacağı kadar. Yönetimleri de, transferi de, medyası da, seyircisi de bu kadar ancak. Bunun bilincinde olarak yaklaşsak olaya, hem daha az üzüleceğiz, hem daha çok sevineceğiz, daha çok zevk alacağız. En önemlisi, neredeyiz, neyiz, ne yapmalıyız onu bileceğiz. Belki, o zaman, yavaş yavaş o yapıları oluşturmaya başlayacağız. Ama, önce “mevzuya” uyanmak lazım işte….
Bir söz de Trabzonspor’un tezahüratları hakkında…
Başka takımların (özellikle 3 İstanbul’un) tezahüratlarının Trabzon seyircisi tarafından kullanılması hiç hoşuma gitmiyor. İçime sinmiyor. Hiç güzel durmuyor. Yok mudur iki tane basit tezahürat yaratacak ekibimiz? Yahu illa çok güzel olması da lazım değil. Basit olsun, bizim olsun. Eğer yoksa, yapamıyorsak, bulamıyorsak, bulana kadar Trabzon tezahüratından başkasını yapmayalım bari… “Trabzon…şak.şak.şak… Trabzon…şak.şak.şak... Trabzon. şak.şak.şak…” Hiç olmazsa bizimdir.
Efendim, her takım ayni tezahüratları kullanıyormuş. Olsun... Biz kendi yarattığımızdan başkasını kullanmayalım. Biz farklı değil miyiz? Biz “başka” değil miyiz? Biz “Trabzon” değil miyiz? Haydi gençler, iş başına…
Medya ve özellikle spor medyası hakkında yazıyorum sürekli… Sağolsunlar, onlar da hiç durmaz, coşa coşa üretirler:
En beğendiğim futbolculardan olan, bir başka unutulmaz Trabzonspor’lu Serdar Bali, maç sonu yorumunda takımın belli maçlar sonrasında tribünlere gitmesi ile başarılı olup olmaması arasında ilişki olduğu seklinde bir “teori” hediye etti modern “fitbol” literatürüne. Yerinde olsam, Mourinho veya Rijkaard’a tebliğ eder, telif hakkı da isterim…
Ali Savaş, “Vestel şampiyon olmasın” diye bir yazı yazdı. Gözü aydın olsun, keyfi yerine gelmiştir şimdi… Bir kere, kimse Trabzon şampiyon olmasın da Vestel olsun demiyor. Eğer Trabzon olamazsa bari Vestel olsun diyor. Vestel şart değil, Trabzon olamıyorsa başka biri olsun da, 3 İstanbul olmasın diyor. Savaş bunu biliyor. Biliyor da, buna rağmen gene de Vestel olmasın diyor. Nedenmiş? Efendim, üç büyük dışında sadece Trabzon olsunmuş. Yani, Savaş’a göre, Trabzon şampiyon olmazsa Fener olsun, GS olsun, Besiktaş olsun. (ver coşkuyu!... ver coşkuyu!) “Fenerli misin yar yar, Cimbomlu musun yar yar?.... Kartal gool gool gol….?” Ne iş hocam?..
Bir kere bu; en az, Anteplilerin “Trabzon Kümeye” diye tezahürat yapması kadar kötü…. Aynen o kadar karanlık. Ayrıca, açık açık söylüyorum tekrar, Türk futbolunun selameti için, eğer Trabzon olamazsa, 3 İstanbul olmasın da kim olursa olsun. Budur!.
Bayram öncesi biraz keyifsiz yazı oldu, farkındayım…
Ramazan bayramınız hayırlı olsun, sevdiklerinizle birlikte daha nice hayırlı bayramlar yaşayın.
Alıntıdır: www.haber61.net
Arkadaşlar yorumlarınız ne bence güzel bir yazı.