PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Evrim, Jeoloji, Moleküler Biyoloji ve Diğer Bilimsel Gelişmeler..



Muhteva
04.11.2014, 04:37
Diğer başlıkta bir çok konu birbirine girdiği için bu başlığı açtım.

Bu başlığı sadece evrim üzerine bilgi paylaşıp tartışmak için değil aynı zaman da bir çok bilim dalı hakkında paylaşım yapmak için açıyorum..

Evrimi kabul etmemeniz onun hakkında ki gelişmeleri takip etmemenizi gerektirmiyor..

Evrim sayesin de sağlık başta olmak üzere pek çok konu hakkında faydalı bilgiler öğrenebilirsiniz..

Mesela benim alerjik bir rahatsızlığım vardı evrim bakteri,virüs gibi mikro canlılar üzerinde de çok fazla araştırma yaptığı için yoğurt içinde ki organizmaların vücut'ta mantar,alerji gibi hastalıklara neden olan bakterileri yok eden farklı bir bakteri türünü çoğalttığını öğrendim..

Bu sayede daha çok ve düzenli yoğurt yiyerek alerjik rahatsızlığı mı oldukça zayıflattım..

Aslında Türkiye'nin en büyük bilim adamların dan ve Dünya Bilimler Akademisin de ki tek Türk üye olan Celal Şengör'ün dediği gibi "Eczane'den aldığınız antibiyotikler bile evrim incelenerek yapılıyor yani Evrim olmadan içecek antibiyotik bile bulamazsınız"

Bunu söylemesi'nin sebebi vücutta ki bakterilerin yıllar süren zaman dilimlerin de antibiyotiklere karşı direnç kazanarak evrim geçirmesi bunun akabinde de işe yaramayan antibiyotiklerin yerine yenilerin'in piyasaya sürülmesidir :)

Bu başlığı açtım fakat Aralık'ta ve Ocak ayında çok önemli 2 Üniversite sınavına gireceğim bu nedenle 2 ay boyunca fazla aktif olmayabilirim yinede paylaşım yapmaya gayret edeceğim zaten Sadıkoğlu ve bazı arkadaşlar paylaşımlarıyla yokluğu mu hissetirmezler :D

signal
04.11.2014, 09:21
İlk ben yazayım dedim başlığa, çünkü konunun sonuna doğru muhtemelen hepimiz evrim geçireceğiz. Müslümanlar ateist , ateistler Müslüman olabilir. Şu anda ben Müslümanım ama konunun sonunda ne olurum kestiremiyorum şimdiden. En azından şimdilik saffımı belli edeyim.

Evrimin bir ilaç olduğunu da öğrenmiş bulunduk. Evrimi öğrendikçe inşallah bütün hastalıklardan kurtulacağız. Bu başlıktan daha çok faydalanacağımızı düşünüyorum.

"Hak rabbinizdedir. Dileyen inansın dileyen inkar etsin. " (18/29)-Kehf suresi

Faruk BERBER
04.11.2014, 09:34
Jeoloji ile ilgili kafanıza takılan bir şey olursa elimden geldiğince yardımcı olurum lakin evrim konusuna girmeyeceğim :)

Öznur61
04.11.2014, 11:01
Başlık tam Faruk abilik olmuş, özellikle " Jeoloji " konusu :D

Oğuz ZEYTİN
04.11.2014, 12:16
Diğer başlığı keyifle izlemiştim. Buradaki konuların nereye gideceğini kestiremiyorum, ona göre lüzum gördüğüm yerlerde katkı sunmaya çalışırım.


Ortaya karışık gidelim...

* Başlıkta Moleküler Biyoloji'yi okudum. Orta okuldan ÖSS tercihimin son gecesine kadar tek tercih olarak "Boğaziçi Genetik mi, Bilkent Genetik mi" kararsızlığındayken son gün ikisini de yazmadım. Fakat Genetik ilmine ilgim devam etti. Oyalı ve Zarife'yi uzaktan sevdim. :) Genetik, popüler tartışmaların odağında olsa da bilgi kirliliğine açık bir disiplin. İnsan sağlığını bire bir ilgilendirdiğinden, çok net makaleler dışında paylaşımda bulunmak sakıncalı olabilir. O yüzden, Genetik'i geçiyorum.

* John Dewey'i okuyanlarla ayrıca tartışalım. Onun hakkındaki yorumlarınızı merak ediyorum.

* YTÜ'nün efsane bir Fizik hocası vardı: Prof. Dr. İbrahim ŞİMBİL. "Hayatın temeli Fizik derdi". Katılıyor musunuz?

* Teorilerle aranız nasıl? Mesela Oyun Teorisi... Lisans ikinci sınıftayken, merak saldım. Üzerine üzerine gittim. Ukalalık gibi algılanmasın (haddimi de aşmak istemem ama o ki bilim konuşuyoruz, ayıbı yok) hocamın tezini bir soruyla çürüttüm (Detaylarını merak edenlere özelden anlatabilirim). Bu alanda araştıranlar varsa tanışalım, tartışalım.

(Tavsiye: Akıl Oyunları'nı seyrediniz.)

* Kısıtlar Teorisi... Her şey lisans üçüncü sınıfta okuduğum bir kitapla (Amaç, Eliyahu Goldratt) başladı. Teknik detayları üzerinde çalıştım. Türkiye'nin/İstanbul'un en önemli toplumsal meselelerinden birinin çözümü için (abartmıyorum) bu teoriyi uyarladım. Ama akademik destek görmedi projem. Endüstri Mühendisliği veya Fabrika Yöneticileri'ne yakın bir konudur.

* Viral reklam gibi olmasın... Ama hakkını vermek lazım, Skoda'nın bir sloganı vardı: Sevgi + Akıl= SKODA (Love+IQ=Skoda) gibi bir şeydi...

Bunun bir benzeri Türk Einstein'ı olarak bilinen Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU'nun kitaplarında denk gelmiştim: "Bilim + Gönül"... (Sonrasında yayınevine isim olarak verildi.)

Bence de öyle. Bunların ikisini birbirine karışmaz iki kutup olarak görmemek lazım. Akla yoğunlaşıp gönlü unutmamak, hisse kapılıp mantığı yitirmemek gerek. İkisinin dengesini kurabilecek yeteneklere sahibiz.


* Bunlar girizgah olsun. "Bir deli taş atar, kırk akıllı çıkarmaya çalışır" derler ya... Birkaç taş atayım kuyuya:

1) Bilim "kesinlik" gerektirir mi?
2) Olasılık (veya aynı kavram olmasa da İstatistik) bilim midir?
3) Bilim denilince akla neden Doğa ve Teknik Bilimler gelir? Sizce de 21. yüzyılın bilimi EKONOMİ/FİNANS değil midir?

Başlık hayırlı olsun...

Selim Turan
04.11.2014, 12:40
Olayı buraya taşıyalım o zaman. :)


@Selim Turan

Sevgili pampacığım senin ima ettiğin türde bir ara geçiş formu olduğunu evrim hiç bir zaman iddia etmemiştir. Bu ara geçiş formları'nın olması gerektiğine yönelik iddialar evrim karşıtı sitelerden yayılan asparagas iddialardır..

Çünkü Dünya'ya gelen her canlı bir ara formdur yani öyle bir noktaya gelip lap diye yarısı timsah,yarısı ördek bir canlı ortaya çıkmaz bu zaten çok saçma bir şey ve ancak evrim karşıtları tarafın dan üretilebilirdi onları tebrik etmek gerekiyor :)

Evrim de bahsedilen ara geçiş türleri Sürüngenler den kuşlara geçiş,Sürüngenler den memelilere geçiş vs olarak ayrılır bu geçiş sürecin de ortaya hiç bir zaman yarısı kuş,yarısı sürüngen bir canlı çıkmaz Evrim böyle bir şeyin olduğunu hiç bir zaman iddia etmemiştir bu geçiş milyonlarca yıl sürer ve çok yavaş ilerler canlıların hangi nokta da sürüngen den kuşa geçtiğini ayırmak mümkün değildir.

Ara geçiş formlarına dair binlerce kanıt olması gerekir demişsin yukarı da Dünya'ya gelen her canlı'nın ara geçiş formu olduğunu söyledim o halde bu güne kadar bulunmuş olan tüm fosiller zaten ara geçiş örnekleridir umarım açıklayıcı olmuştur :)

Yani aşağıda ki resim gibi bir ara geçiş formu hiç bir zaman yaşamamıştır;

https://encrypted-tbn3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRMr18Om9qymy043_4JQL4CMeU84pyIj oU4RiCTzftm3Zsxwt6B

Bununla beraber yakın zamanlar da bulunan bir fosil sudan karaya geçiş hakkında net şekilde bilgi vermektedir. Tiktaalik roseae ismi verilen bu canlı türü yüzgeçlere ve solungaçlara sahip ama kafa ve kemik yapısı balığı andırmıyor aynı şekilde yüzgeçleri ile vücudunu taşıyarak karada kısa sürelerle dolaşabiliyor..

Bu bilim adamları'nın fosil üzerin de çalışarak canlandırmasını yaptıkları resim;

http://i.imgur.com/CnYJ1Tx.jpg

Bunlar da fosile ait orjinal resimler;

http://i.imgur.com/PCiEZ7h.jpg

http://i.imgur.com/TnL1ayn.jpg



Son olarak bu gece evrim ve diğer bilimsel gelişmeler hakkın da ayrı bir başlık açıyorum çünkü burada hem din,hem uzay,hem evrim üzerin den tartıştığımız için vereceğim bilgilerin sayfa araların da kaybolmasını istemiyorum o yüzden sadece evrim değil bütün bilimsel gelişmeler hakkın da bir başlık açmaya karar verdim bundan sonra evrim konusu oradan tartışırız..


İyide pampa kıllı dinazorlar kuş tüylü sürüngenler istiyorum ben, sürüngenler lap diye birden kuş olmadıya? Yavaşça kuşa dönüştülerse bunun örnekleri olmalı o attığın resimdeki gibi (Yarı aslan yarı sürünen birşey vardı :D) bir geçiş olması lazım. Sürüngen yumurtasından bir anda kuş mu çıktı yani bunu mu diyon. :)

Mesela ara geçiş formu olduğu iddia edilen ve görsel olarak güzelce derisinin bile nasıl olduğu biliniyormuş gibi düzenlenmiş canlı kalıntısının devamı yok mu? (Şu karaya çıkan balık hakkında diyorum. Bu canlı nın bir kaç milyon yıl sonra yumurtasından bir anda timsah mı çıkmış veya komodo ejderi mi çıkmış ortaya ben anlayamıyorum kafam basmıyor izah et :)

Ha es geçmeyelim bu balığın bu gün hala yaşayan karada biraz tur atıp tekrar suya giren bir akrabası var. Acaba onun bir akrabası olmasın?

http://www.izlesene.com/video/karada-yasayan-balik/4861749

Bunu şuna örnek vermek için koyuyorum. Mesela eskiden Anadolu Parsı soyu tükendi/veya çok az kaldı yani puma'nın Türkiye'deki akrabası. Bu fosildeki canlı da bunun bir akrabası olmasın. ??

signal
04.11.2014, 13:55
http://i.hizliresim.com/NbRJrO.jpg




Öyle görünüyorki maymundan bu iş olmadı. Bir yerde hata yaptık. Belki de evrim tür konusunda yanılmış olabilir.

Başka bir türden gelmiş olamaz mıyız!

signal
04.11.2014, 16:11
Düşündükçe aklıma yeni sorular geliyor. Bu evrim çok karışık hakkatten. Geri dönmek mümkün değil mi? Niye geri dönemiyoruz? Maymun bir zaman sonra insan oluyor da, insan neden maymuna dönemiyor. Yani bu evrim niye hep olumlu yönde ilerliyor? Önce zekamız kıttı zamanla hem zekamız yerine oturdu hem de güzelleştik ya da yakışıklı olduk. Neydik ne olduk.

Ben geriye dönmek istiyorum. Geriye dönüp tekrar gelmek istiyorum. Başka bir tür deneyeceğim. Bu mümkün değil mi? Evrimci arkadaşlar yardımcı olsun please.

Selim Turan
04.11.2014, 19:50
signal kardeş dalga geçmiyorsan felsefeye balıklama dalış yaptın sanırım. :)

Faruk BERBER
04.11.2014, 19:54
Başlık açılmalı mıydı gerçekten ? :D

signal
04.11.2014, 20:35
signal kardeş dalga geçmiyorsan felsefeye balıklama dalış yaptın sanırım. :)

Yok kardeş ben dalga geçmem bir şeyle ama ironi yaparım. Herkesin aklı fikri var sonuçta arayan araştıran doğruyu bulur.

Geri dönüş konusu önemli ama:)

Diyorlar ya hala evrim geçirmeye devam ediyoruz. Ben de diyorum ki o yoğun kıllı homininilerden (insansılar) şu anki halimizi aldık. Vucüdumuz düzgün bir şekil aldı. Üstüne bir zeki varlıklar olarak ortaya çıktık. Bunun tersi de mümkün olmalı. Evrim geriye doğru da gidebilmeli. Zamanla zekamız azalmalı tekrar kıllanıp kamburlaşıp tekrar maymuna dönmeliyiz. Evrim geçirerek niye hep güzelleşiyoruz. Evrimin kötüsü yok mudur.

Gerçi güzellik kavramı görecelidir. Kimine göre güzel veya çirkin. Misal mesala örnekteki resme bakarsanız ilk adam günümüz koşullarına göre bayağı çirkin duruyor. Şimdi gönümüzde hangi kiz gider o adamla evlenir. Ama görecelilik kavramına göre konuyu ele alırsak o dönemdeki adamda belki bu zamandaki kizları çirkin bulurdu . Belki o redderdi. Bunu kim bilebilir.

Geriye dönüşte bir diğer ihtimal ise gönümüzde yaşayan maymunlar belki önceden insandılar. Belki de geriye dönmüşlerdir. Kim bilir belki biz burda tartışırken hep beraber geriye dönüyoruz..

oflubektas
05.11.2014, 11:05
O değil de şu BAL PORSUĞU nereden evrilmiş bilen var mı? Köroğlu'ndan mı Dadaloğlu'ndan mı?

BAL PORSUĞU denilen bu psikopat yalnız gezer. Yuvası bilmemnesi yoktur. Gördüğü her şeyi yer ve her şeye saldırabilir. Leopar, Aslan, Kaplan dinlemez. Teke tek de kapışır, tek başına sürüsüne de dalar. Atara atar, gidere gider, bal porsuğu alayına gider. Balı çok sever, direk kovana dalar ve isterse binlerce arı soksun, hiçbirini hissetmez. Dünyanın en zehirli yılanını mideye indirir, zehrin etkisiyle 1-2 saat kestirse de daha sonra hiç bir şey olmamış gibi devam eder. Zehirli akrebi çerez diye yutar.

Ahan da şöyle birşeydir kendileri:

http://i59.tinypic.com/28sxc1d.jpg

signal
05.11.2014, 16:07
O değil de şu BAL PORSUĞU nereden evrilmiş bilen var mı? Köroğlu'ndan mı Dadaloğlu'ndan mı?

BAL PORSUĞU denilen bu psikopat yalnız gezer. Yuvası bilmemnesi yoktur. Gördüğü her şeyi yer ve her şeye saldırabilir. Leopar, Aslan, Kaplan dinlemez. Teke tek de kapışır, tek başına sürüsüne de dalar. Atara atar, gidere gider, bal porsuğu alayına gider. Balı çok sever, direk kovana dalar ve isterse binlerce arı soksun, hiçbirini hissetmez. Dünyanın en zehirli yılanını mideye indirir, zehrin etkisiyle 1-2 saat kestirse de daha sonra hiç bir şey olmamış gibi devam eder. Zehirli akrebi çerez diye yutar.

Ahan da şöyle birşeydir kendileri:

http://i59.tinypic.com/28sxc1d.jpg

Dünyayı bir gün ele geçirecek olan hayvandır. Aynı zamanda bir ölüm makinasıdır. Evrimini tamamladıktan sonra bir gün insanlığın da soyunu kurutacaktır.
Şu anda evrimin ara geçiş formlarının verdiği bazı sıkıntıları yaşıyor. Duyguları karışık. O yüzdendir bu davranışları. Bu geçiş sürecini atlattıktan sonra belli bir karakteri olacak, Öyle herşeye saldırmayacaktır. Artık daha seçici olacak.

Deli casaretinin yanında kendisi çok da zekidir. Şu videodan yaptıklarını izleyebilirsiniz. http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/187321/asiri-zeki-hayvan-bal-porsugu

Zeki de olduğuna göre tahminen 700-800 yıl gibi bir süre içinde evrimini tamamlayıp insan olma yolunda büyük bir adım atacağını düşünüyorum.

Derbeder-53
09.11.2014, 05:31
ebRDmAfLuvQ
O kadar!! :cool:

B.Yiğit
09.11.2014, 09:05
Maymundan insan donusmedik. Ama insandan maymuna donusenler var.. demis unlu bi filozof :)

Muhteva
12.11.2014, 00:40
Olayı buraya taşıyalım o zaman.



İyide pampa kıllı dinazorlar kuş tüylü sürüngenler istiyorum ben, sürüngenler lap diye birden kuş olmadıya? Yavaşça kuşa dönüştülerse bunun örnekleri olmalı o attığın resimdeki gibi (Yarı aslan yarı sürünen birşey vardı ) bir geçiş olması lazım. Sürüngen yumurtasından bir anda kuş mu çıktı yani bunu mu diyon.

Mesela ara geçiş formu olduğu iddia edilen ve görsel olarak güzelce derisinin bile nasıl olduğu biliniyormuş gibi düzenlenmiş canlı kalıntısının devamı yok mu? (Şu karaya çıkan balık hakkında diyorum. Bu canlı nın bir kaç milyon yıl sonra yumurtasından bir anda timsah mı çıkmış veya komodo ejderi mi çıkmış ortaya ben anlayamıyorum kafam basmıyor izah et

Ha es geçmeyelim bu balığın bu gün hala yaşayan karada biraz tur atıp tekrar suya giren bir akrabası var. Acaba onun bir akrabası olmasın?

http://www.izlesene.com/video/karada-yasayan-balik/4861749

Bunu şuna örnek vermek için koyuyorum. Mesela eskiden Anadolu Parsı soyu tükendi/veya çok az kaldı yani puma'nın Türkiye'deki akrabası. Bu fosildeki canlı da bunun bir akrabası olmasın. ??

Senimi kırıcaz pampa yeterki iste sen :D

Amerika'nın Pensilvanya eyaletin de Dinozor fosillerinin bulunduğu Dünya'nın en değerli müzelerin den olan Doğa tarihi müzesin de tüylü Dinozor fosilleri sergileniyor.

Aşağıda ki bu müzede sergilenen tüylü bir dinozor fosili;

http://i.hizliresim.com/m8na10.jpg

http://i.hizliresim.com/dqRa3X.jpg

Resimle bağlantılı bir makaleden kesitler paylaşalım;


"Peki tüyler, bu geçişte ne önem arz ediyor? Önemli olan bir sorudur bu, cevabını hemen verelim:



Tüy, yalnızca kuşlarda bulunan ve bir “örtü görevi” gören bir epidermal büyümedir. Yani, memelilerde (ve dolayısıyla bir diğer hayvan türü olan insanda, Homo sapiens) görülen benzer yapıların adı tüy değildir! Bizdekilere (ve diğer memelilerdekine) “kıl” denilmektedir. Bu ayrım, yapısal farklılıklarından ve işlevlerinden kaynaklanmaktadır. Bu bilimsel olguyu ayırt etmekte fayda var. Peki, burada şu can alıcı soruyu soralım: Bir dinozorda tüy oluşumu gözlenmesi, ne anlama gelir?



Tam da tahmin edebileceğiniz gibi, cevap evrimdir. Dinozorlarda tüy oluşumu gözükürse, dinozorlardan kuşlara bir geçiş olduğu gösterilmiş olur. Ve bu tüylü dinozorlardan yavaş yavaş bulunmaya başlanmıştır ve sonuncusu da Çin’de bulunan ve bir dinozor olduğu kesinleşen fosildir.



Sürüngenlerden kuşlara geçiş ile ilgili bulgular burada da kesilmiyor. Devam edelim: Tüyleri olan dinozorlar, kuşlara olan geçişi ispatlamakta çok güçlü bir araçtır; ancak daha güçlü araçlar da bulunabilir. Bildiğiniz gibi kullanılmayan bazı organlar evrim ekonomisi dahilinde yok edilmekte, körelmektedir. Tam tersi şekilde, yeni evrimleşen organ ve yapılar da her zaman tam bir başarı ile kullanılamamaktadır (elbette canlıya öncekinden daha fazla avantaj sağlar; ancak Evrimsel Tarih'e dönüp bakan insanlar olarak, bazı canlıların, organlarını torunları kadar iyi kullanamadıklarını görürüz). İşte bu geçiş ile ilgili bir diğer bulgu şuradan gelir: Uçamayan ama kanatları (en azından kanatsı yapıları) olan dinozorlar!



Bu geçiş de, diğer evrimsel süreçler gibi son derece yavaş olmuştur ve ilk kanatlar sadece genel bir aerodinamizm katmış, kısa mesafe süzülmelere ve uzun sıçramalara yardımcı olmuş ve adım adım gelişmiştir. Biraz daha gelişen kanatlar, dinozorlara (artık dinozor demek çok da doğru olmaz, biyolojik tür adlarını kullanmakta fayda var) hafifçe havalanma şansını vermiştir ancak uçmalarını sağlayamamıştır. Özellikle kara avcıları açısından üzerinde çok yoğun baskı bulunan türler, Doğal Seçilim sonucu hep daha iyi uçucuların hayatta kalması sonucu (bu, pek çok yönden hayatta kalma şansını arttıran bir adaptasyondur) daha başarılı olmaya başlamışlardır. Nesiller ve binlerce yıl sonucunda sonucu, kanatlar uçmaya daha da elverişli olmuştur. Ve sonunda, belki de binlerce jenerasyon sonucu, uçabilmeyi başaran türlere evrimleşmiştir. Bunların da gittikçe fizyolojik olarak değişmesi ve farklı türlere evrilmeleri sonucu günümüzdeki kuşlara kadar evrim süreci takip edilmiştir. Peki, sorumuza dönelim: Uçamayan ama kanatları olan dinozorlar var mıdır?

Evet, vardır. Bunlar, uçamayan, kanatları olan ancak iki ayak üzerinde yürüyen (bipedal) sürüngenlerdir. Örnek olarak zaten yukarıdaki 22 adımlık geçişte de verilen Protarchaeopteryx, Caudipteryx, ve meşhur “BPM 1 3-13” olarak kodlanan ve Çin’de bulunan dinozoru verebiliriz. "

Kaynak: evrimağacı

Sadece bu değil çok fazla fosil ve farklı kanıtlar mevcuttur.

Tüylü,kanadımsı yapılara sahip fakat uçamayan dinozor fosillerine bir kaç tane örnek verelim;

Compsognathus;

http://i.imgur.com/Eg6z0dj.jpg

Sinosauropterix;

http://i.imgur.com/ndKQACg.jpg

Velociraptor;

http://i.imgur.com/VsDmMfO.jpg

Sinovenator;

http://i.imgur.com/rgXQpqc.jpg



Bu arada unutmadan ekleyelim bütün Dinozorlar Sürüngen grubun'un alt türüdür yani hepsi Sürüngendir.

Tıpkı Fare,Gelincik,Sıçan,Patkan türlerin'in hepsinin kemirici türü olması gibi..

Dostum elbette ki devamı var ama söylediğim gibi bir kaç milyon yıl sonra pat diye yumurta'dan timsah falan çıkmıyor :D

Defalarca izah ettim evrim her saniye,her dakika,her saat durmadan sürekli devam ediyor çok yavaş geliştiği için canlıların fiziki olarak değişmeleri milyonlarca yahut yüzbinlerce yıl alıyor fakat hiç bir evrede pat diye bir değişim olmuyor değişim zamana yayılarak devam ediyor.

Bu yüzden canlıların pat diye başka türe geçtikleri dönem hiç bir zaman olmuyor..

Sen sanırım bu canlı'nın devamı olan fosilleri merak edip soruyorsun o halde şunu izah edeyim..

Bir canlının fosilleşebilmesi çok zor kriterlere bağlıdır ya kayaların arasına sıkışıp ölmesi ve o kaya ile bütünleşmesi gerekir,yahut bir yanardağ patlamasıyla lavların içinde kalıp ölmesi gerekir bunun gibi bir kaç zor kriter meydana geldiği zaman fosilleşme oluyor..

Kaldı ki bir canlının fosilleşmesi yetmiyor bizim onu bulup yeryüzüne çıkarmamız gerekiyor yani öyle her fosil elinle koymuş gibi bulunmuyor..

Bilim adamlarının yaptığı istatistiki çalışmaya göre yeryüzünde yaşamış her 1 milyon canlıdan sadece 1 tanesi fosilleşebiliyor..

Şimdi fosil bulmanın ne kadar zor bir iş olduğunu anlamışındır sanırım buna rağmen elimizde oldukça fazla fosil mevcut neredeyse tüm ana geçiş türlerine dair fosiller mevcut..

Senin söylediğin gibi bu yürüyen balık cinsinin devamı niteliğinde fosiller olabilir ve bir gün mutlaka bulunacaktır.Dünya da her gün farklı noktalardan fosiller çıkartılmaya devam ediyor..

Verdiğin video harika tam bulmuşun ara türü fosile gerek kalmamış :D

Yalnız bu balık denizden karaya değil direk havaya geçecek gibi duruyor gözü yüksekler de habire zıplayıp duruyor :D

Bu balık ile benim verdiğim fosilde ki canlı arasında akrabalık olma şansı sıfır diyebilirim çünkü araların da milyonlarca yıl farkı var akrabalar genelde aynı dönemler de yaşar tıpkı Şempanzeler ile İnsanlar gibi..

Son olarak senin alıntında ki imgeleri silmek zorunda kaldım çünkü 10 imgeden fazla diye mesajı yollamadı.

Muhteva
12.11.2014, 01:13
Konuda ironik olarak bahsedilip tiye alınan geriye evrim konusu gerçekten de evrimsel süreçte yaşandı mı..?

Evvela evrim de geriye,ileriye doğru bir işleyiş olmadığı gibi basitten,mükemmele doğru işleyişte yoktur. Doğada ki gelişmeler sadece değişim olarak ifade edilir ileri,geri giden bir şey yok. Bir canlı bugün çok mükemmel gözükürken yarın çok daha ilkel bir yapıya evrimleşebilir bunu kestirmek olanaksızdır..

Tabiki ilkellik algısı da insanların egosu sonucu çok farklı yorumlanıyor. Misal bir bakteri mi yoksa insan mı daha mükemmeldir..?

Bugün doğada ki tüm insanlar aniden yok olup nesli tükense bu gelişmeden doğada ki canlılık hiç bir şekilde kötü etkilenmeyeceği gibi bilakis canlılık için çok hayırlı bir gelişme olur.Hayvanlar ellerinden alınan doğal alanlara yeniden kavuşur, insan yüzünden nesli tükenme tehlikesin de olan hayvanlar çoğalmaya başlar..

Fakat aynı şekilde doğada ki tüm bakterilerin aniden yok olduklarını varsayarsak insan dahil canlıların %95'i yok olacaktır. Çünkü bakteriler neredeyse tüm canlılık için hayati öneme sahip organizmalardır onlarsız bir Dünya düşünülemez.

Bu örnekten yola çıkarsak şimdi düşünün bakalım biz mi daha mükemmeliz yoksa bakteriler mi :)

Bahsedilmek istenen bir balık karaya çıkıp kara hayvanı olduktan sonra tekrar geriye evrilip balık olmuşmudur sorusu ise elbette buna benzer pek çok evrim örneği mevcuttur..

Mesela Balina daha evvel kara hayvanıydı. Bacak ve kalça kemikleri hala üzerin de duruyor. Ondan öncede yine balıktı bilim bu evrimi dediğim gibi geriye,ileriye evrim olarak değil sadece değişim olarak yorumlar ama bu yorumu ifade ederken geriye evrim ifadesini kullanıyorlar bu sadece insanların daha iyi anlaması için kullanılıyor..



Bu konu hakkında şu makale gayet açıklayıcı bilgiler sunuyor;

"Şunu anlamak çok önemlidir: Evrim'in bir yönü yoktur, olmamıştır ve olmayacaktır. Bu, Richard Dawkins'in Ataların Hikayesi isimli kitabında da sıklıkla vurguladığı ve okuyucunun adeta "kafasına vurarak öğrettiği" bir gerçektir. Bizler, insan türü olarak, "tarih yazıcılarız" ve geçmişe, kendi gözlerimizden bakarak, her şeyi "insan merkezli" (antropocentric) olarak tanımlıyoruz. Bazı bilim adamları da bu yanlışa düşerek, sanki bütün Evrim'in bizi var etmek amacıyla işlediğini düşünme gafletinde bulunuyorlar. Ancak bizler, pek çok mekanizmasıyla Evrim'in, tıpkı diğer canlılar gibi doğal bir sonucuyuz. Evrim, bizim var olmamız "amacıyla" işlemediği gibi, başka herhangi bir canlıyı da var etmek amacıyla çalışmamaktadır. Evrim, bir "yöntem" olarak tanımlamak hatalıdır. Evrim bir "mekanizmadır". Evrim, "Doğa Ana" dediğimiz kavramın kendisidir. Dolayısıyla onu bir "yönetici dış güç" olarak tanımlamak doğru değildir. Evrim, çoğunlukla rastgele olan çevresel değişimlerle kısıtlıdır ve bunların ötesine geçemez. Dolayısıyla, çevresel değişimler (ve bazı cinsel değişimler) neyi dikte ederse ve ne yönde gerçekleşirse, Evrim de o "yöne" gider. Ancak bu durumda bile bilinçsizdir ve her tesadüfi değişime göre, değişiklik gösterecektir. Bu, doğanın yasasıdır.

Benzer şekilde, Evrim "mükemmel"e ulaşmayı da hedeflemez! Evrim Kuramı'na yeni giriş yapmış ya da tam anlamamış insanlar ile, Evren'in belirli bir "bilinç" dahilinde çalıştığını sanan, fizik eğitimi almamış ve bilimsel makalelerden çok "Kuantum Başarı", "Kuarklarla Öğrenme", "Atomdaki Bilinç" vs. gibi sahtebilim alanlarına hayatını heba etmiş şahıslardan bir grubu, Evrim Kuramı'nı kabul ederler; ancak evrimin, canlıların "mükemmelliğe ulaşmasını" hedeflediğini ileri sürerler. Bu, net bir şekilde gülünç bir saçmalıktır. Zira evrimin işleyişinin özüne baktığımızda, türlerin kaotik olarak değişen bir çevreye adapte olma mücadelesi verdikleri görülür. Bu durumda, eğer ki çevre kaotik olarak değişiyorsa ve dalgalanarak, kimi zaman eskisinden daha iyi, kimi zaman daha kötü yönlere gidiyorsa, canlıların buna bağlı değişimlerine neden olan Evrim Mekanizmaları'nın "mükemmele ulaşmak" gibi bir amacı olduğunu iddia etmek bilgisizlik olacaktır. Bu, Evren içerisinde süregelen yasaların, süreç içerisinde, herhangi bir bilince (ne madde içi ne de madde üstü) ihtiyaç duymaksızın bazı yapılar var edebilmesini kendine yediremeyen, bilimden ve bilmekten korkan zihniyetin bir ürünüdür.

Dolayısıyla, söz konusu evrim olduğunda, hiçbir "yön" kavramından bahsedilemez. Richard Dawkins de, bu hataya düşmemek adına, "ileri kronoloji" yerine "geri kronoloji" taktiği ile kitabını kaleme almıştır. Çünkü tüm canlıların ortak atası olan koaservatlardan yola çıkarak günümüze gelinirse, sanki Evrim'in insanı yaratmak gibi bir amacı varmış yanılgısına düşülebilir. Fakat geriye doğru gidilirse, hangi canlıdan yola çıkılırsa çıkılsın, varılacak yer aynı koaservatlar, yani ilk canlılardır. Böylece, Evrim'in bir yönü olduğunu düşünmememiz sağlanacaktır. Gerçekten de, geriye doğru giden bir kitabı okuduğumuzda, nereden başlarsak başlayalım aynı ortak ataya varacağımız bilinci (yani Evrim Ağacı kavramı), insanı ister istemez Evrim Kuramı'nın gerçeklerini görmeye, yani bir yönü olmadığını anlamaya itmektedir.

İşte bu sebeple, Evrim'in bir yönünün var olmaması, ikinci sorumuza da cevap olmaktadır: Evrim'in bir yönü bulunmadığı için, hayır, bütün canlılar için aynı değildir. Zaten Doğal Seçilim kavramı da bunu ortaya koymaktadır: Seçilim, bir türün ortama adapte olabilmesine bağlı olarak değişmektedir. Ancak sadece Dünya üzerinde, sonsuz sayıda ortam ve çevre koşulu tanımlanabilir. Bu durumda da, sayısız ihtimalden bahsetmek mümkündür. Her canlının kendine ait bir yaşam ortamı mevcuttur ve "bu" canlı için Doğal Seçilim, "o" şartlar altında çevrenin Evrim'e dikte ettiği sözde "yönde" olmaktadır. Tekrar altını çizelim, bu yönü önceden tayin edebilmek olanaksız olduğu için (değişken sayısının sonsuzluğundan ötürü), bir "yönden" bahsedebilmek ancak geriye dönüp tarihe baktığımız zaman anlamlı olmaktadır ve buradan, Evrim'in bir yönü olduğu anlaşılmamalıdır. Her canlı için Doğal Seçilim ve Evrim'in diğer mekanizmaları farklı işlemektedir ve tekrar edelim: Evrim'in bir yönü yoktur!

Umarız açıklayıcı olabilmiştir. Daha fazlası için Richard Dawkins'in "Ataların Hikayesi" isimli kitabını şiddetle tavsiye ediyoruz.

Saygılarımızla. "

Kaynak: evrimağacı

Muhteva
12.11.2014, 01:34
Diğer başlıkta Tür konusun da yanılıp eksik bilgiye sahip olanları gördük o halde bu başlıkta ilk olarak Tür konusunda ki bilimsel makaleler ile başlayalım.

Not: Kaynakları tüm Tür konularını paylaştıktan sonra toplu olarak vericem hepsini bu gece paylaşamıyorum çok yoğunum sanırım bir hafta kadar sonra tekrardan aktif olup paylaşımlara devam edicem.



Türler Hangi Özelliklerine Göre Tanımlanırlar?



Türlerin tanımını yapabilmek için türlerin neyi barındırdığını anlamak gerekir. Bu konu, Biyoloji dünyasında oldukça fazla tartışılmaktadır. Journal of Psychology'de geçmişte, aynı anda yayınlanan üç farklı görüş bu tartışmaların boyutunu bize göstermektedir (Castenholz 1992, Manhart ve McCourt 1992, Wood ve Leatham 1992). Biyologlar tarafından kullanılmakta olan çeşitli tür tanımları vardır. Bunlar; ırksal, tipolojik, biyolojik/izolasyon, biyolojik/üreyici, tanıyıcı, morfolojik, ekolojik, mikrotür, kohezyon, genetik, paleontolojik, evrimsel, filogenetik ve biyosistematik tür tanımları olarak isimlendirilebilirler. Bunların her biri, farklı sistemleri kullanarak türleri sınıflandırmayı hedefler.



Burada şu noktayı anlamak hayati önem taşır: Aslında bu yöntemler her ne kadar bu şekilde çok farklı isimlerde gözükseler de, aslında birbirlerine oldukça yakın yöntemlerdir. Sadece, "tür" kavramını ele alışları farklıdır. Çoğu, hemen hemen her zaman benzer sonuçlar verirler. Sadece bazıları, kimi zaman bir türü tanımlamak için, diğerlerine göre daha kullanışlı olabilmektedir.


Biz burada, aslında diğerlerinin bazılarını da içerisine katan ve gruplandırmayı kolaylaştıran dört tanesini inceleyeceğiz: ırksal tür tanımı, biyolojik tür tanımı, morfolojik tür tanımı ve filogenetik tür tanımı. Bunlarla ilgili daha ayrıntılı tanımlar için 1985 yılında Stuessy tarafından yazılan Kladistik Teori ve Metodoloji (Cladistic Theory and Methdology) isimli kitaba (ve benzerlerine) ve yazının sonuna eklediğim güncel kaynaklara bakabilirsiniz. Türlerin tanımlarını incelemeye geçmeden önce, türlerin bilimsel isimlendirilmelerine bakmakta fayda vardır.


Türlerin bilimsel isimlendirilmesi nasıl yapılır?



Biyolojik olarak türler, çoğumuzun bir şekilde aşina olabileceği üzere, genellikle iki kelime ile isimlendirilirler. Bu sisteme, ikili isimlendirme (binomial nomenclature) denir. Bu yöntemin bazı önemli kuralları vardır. Bunlara kısaca değinmemiz gerekirse:



Kullanılan dil Latince olmak zorundadır.

Her tür, iki kelime ile tanımlanır.

Bu kelimelerden ilki cins adını belirtir.

İkinci kelimeye “belirleyici isim” adı verilir.

İki kelime, birlikte “tür ismi”ni oluşturur.

Yazılı kaynaklarda mutlaka eğik veya altı çizili olarak yazılırlar.

Cins adının ilk harfi mutlaka büyük harfle yazılır. Sonraki isimlerin hepsi küçük harflidir.

Kimi zaman, az sonra tanımlayacağımız “alt tür”leri belirtmek için üçüncü bir isim kullanılır. Bu kelime için de kurallar, “belirleyici isim” için uyulması gereken kurallarla aynıdır.

Üç örnekle üzerinden geçecek olursak:



Panthera: Aslan, kaplan, jaguar ve leoparları kapsayan cinsi tanımlar. Türkçede “panterler” olarak bilinir. Bu cinsten bahsederken, eğer ki türlere işaret edilmek isteniyorsa, ancak belirli bir tür ifade edilmeyecekse, “herhangi bir panter türü” anlamında Panthera sp. kalıbı kullanılır. Sondaki “sp.” eki, "tür" (İngilizce: “species”) anlamına gelir.

Panthera tigris: Kaplan türünü tanımlar.

Panthera tigris altaica: Siberya Kaplanı’nı tanımlar.


Üç yazım da ikili isimlendirme kurallarına uygun olarak yazılmıştır. Cins adları, belirleyici adlar ve tür adları mutlaka eğik veya altı çizili yazılırlar. Ancak daha üst taksonomik gruplar bu şekilde yazılmak zorunda değildirler. Örneğin "İnsansı Maymunlar" süperfamilyasını tanımlayan Hominoidea kelimesi, normal bir şekilde yazılır. Dolayısıyla bu eğik ya da altı çizili yazım cins, belirleyici ve tür adlarında geçerlidir.



Burada altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da, Latince haricindeki bu tanımlamaların bilimsel anlamı olmamasıdır. Yani “kaplan” (ya da İngilizce “tiger”) resmi bir tür adı değildir; ancak Panthera tigris resmi bir tür adıdır. Artık tür tanımlarına girmeye hazırız, başlayalım:




Irksal Tür Tanımı nedir?

Irk, günlük dilde ve yakın geçmişte değişerek dilimize tamamen farklı olarak yerleşen anlamı aksine Biyoloji’de, bir tür dâhilinde genetik olarak pek fazla birbirine karışmayan, birbirlerinden çeşitli şekillerde izole olmuş, genetik ve morfolojik açıdan birbirine göreceli olarak benzeyen canlı gruplarına verilen isimdir. Biyolojik anlamıyla ırklar genellikle ekolojik olarak (yerel yaşam alanlarının farklılığından kaynaklanıyorsa) veya coğrafi olarak (aralarında büyük coğrafi bariyerler varsa) birbirinden ayrılırlar. Bu şekilde ayrılan ve bulundukları ortama göre evrim geçirmeye başlayan canlı grupları, eğer birbirlerinden temel benzerliklerini yitirmeden, çok fazla uzaklaşırlarsa, bu yeni ve farklı iki gruba “alt tür" denir. Alt türlerin farklı türler olmadığını kesinlikle belirtmekte fayda vardır. Örneğin Batı Bal Arısı, pek çok farklı alt türe ayrılır; ancak bunların hepsi aynı türe Apis mellifera'ya aittir. Kimi zaman bilim insanları ırk ile alt tür arasındaki ayrımın çok bulanık olmasından ötürü bu ikisini eş anlamlı olarak kullanırlar. Dolayısıyla belli bir coğrafyaya hapsolmuş, kendi türünün diğer bireylerinden tamamen izole olarak yaşayan ve dolayısıyla diğer popülasyonlardan farklı bir evrimsel sürecin içerisinde bulunan canlı gruplarına ırk denmektedir.



Bu bağlamda incelediğimizde, insan popülasyonlarının neredeyse hiçbirinin ırk olma özelliğini taşımadığı görülmektedir. Çünkü günümüzde neredeyse hiçbir insan popülasyonu, diğerlerinden tamamen izole değildir (bazı kabileler haricinde). Dolayısıyla siyasi nedenlerle veya belli coğrafyalarda daha yoğun bulunmalarından ötürü insanları “ırklara” bölme çabası ayrımcı fikirlerden ileri gelmektedir. Elbette belli bir coğrafyaya hitap etmek adına, kolaylaştırıcı terimler geliştirilebilir; ancak bunların biyolojik anlamlarının bulunmadığına dikkat edilmelidir. İnsanların hepsi tek bir türe (Homo sapiens) aittir ve bu tür altında tek bir alt tür (ya da ırk) dahi bulunmaz! Çünkü izole yaşayan insan popülasyonları bile onları ayrı bir ırk sayabileceğimiz kadar bağımsız bir evrimsel değişim geçirmemişlerdir ve geçirmemektedirler. Ancak uzun vadede bu izolasyonun sonuçları neler olabilir, bunu zaman gösterecek.



Burada bir itiraz, insan toplumları arasında bazı fiziksel farklılıklar bulunması gerçeği üzerinden ileri sürülebilir. Bu da günümüzde ırkların var olduğunu savunmak için tamamen geçersiz bir iddiadır. Çünkü günümüzdeki insanların farklılıkları, günümüzdeki evrimsel patika farklılıklarından değil, o coğrafyalarda yaşayan insanların atalarının ırklarının farklı evrimsel patikalarından kaynaklanmaktadır. Yani evet, insan soyları günümüzden 125.000 yıl öncesiyle 10.000 yıl öncesi arasında birçok ırka bölünmüştü, çünkü Afrika’dan çıkarak Dünya’nın dört bir yanına yayılmaktaydılar ve bu süreçte, teknolojinin ve günümüzdeki olanakların bulunmamasından ötürü birçok izolasyon meydana geldi. Bu süreçte ırklar, bulundukları coğrafyalara adapte olarak farklı evrimsel patikalara girdiler. Ne var ki bu patikalar türleşmeye neden olamadan sonlandı. Çünkü günümüze yaklaştıkça insan popülasyonlarının sayısı arttı, teknolojik olanaklar arttı ve eski izolasyonlar ortadan kalkarak popülasyonlar birbirleriyle karışmaya başladılar. Dolayısıyla evrimsel ayrışma sona erdi ve ırk kavramı da yok olmuş oldu. Ancak bu 100.000 yıllık süreçte edinilen özellikler günümüze kadar taşındı (siyah-beyaz deri renkleri, çekik gözlülük, sarı saç rengi, vs.). Yani anlaşılması gereken ırk kavramının statik değil, dinamik bir kavram olduğudur. Var olan ortam koşullarına göre tanımlanmalıdır ve aceleci genellemelerden uzak durulmalıdır.



İşte doğa bilimciler, çevrelerinde gördükleri bitki ve hayvanları, bireysel olarak basitçe, birbirleriyle olan benzerliklerine göre gruplayabileceklerini düşünmüşlerdir. Doğada bulunan gruplara (bilimsel ismiyle taksonlara) bu benzerliklere göre isimler vermişlerdir. İnsanların aksine, ellerinde bizim teknolojilerimiz bulunmayan canlı gruplarının neredeyse tamamında ırklar görülür, çünkü ciddi anlamda izolasyon bulunmaktadır. Bu sınıflandırma yaklaşımının temelde iki noktası vardır: Bunlardan ilki, üreme açısından (eşeysel) uyumluluk ve bireylerin devamlılığıdır. Basitçe: Köpekler köpeklerle çiftleşirler ve asla kedilerle çiftleşmezler! Bu, ırk tanımının temelini oluşturur (ayrıca bu durum “izolasyon” açısından da düşünülebilir). İkinci olaraksa, türler arasında çeşitlilik açısından bir süreklilik olmadığıdır. Yani türlere basitçe bakarak onları ayırt edebilirsiniz (Cronquist 1988).




Biyolojik Tür Tanımı Nedir?


Son birkaç on yıldır, Biyoloji dünyasında genel geçer olarak kabul edilen tür tanımı, Biyolojik Tür Tanımı'dır (BTT). Günümüzde, liselerde okutulan ve birçoğumuzun ezbere bildiği tür tanımı da budur. Bu tanım, türleri cinsel olarak üretken bir komünite olarak görür. BTT, belki de en çok sayıda bilim insanı tarafından geliştirilen ve kullanılan tanımdır.



BTT, yıllar içerisinde oldukça fazla değişim geçirmiştir. İlk olarak, 1930 yılında Du Rietz tarafından ortaya atılmıştır. Du Rietz, türleri, "...farklı ve sürekli olmayan biyotip kesintileriyle birbirinden ayrılan en küçük doğal popülasyonlar" olarak tanımlamıştır. Bu tanımda, çiftleşmeye karşı doğal bariyerlere üstü kapalı bir biçimde değinilmektedir.



Ondan birkaç sene sonra, 1937'de ünlü Evrimsel Biyolog Dobzhansky, türleşmeyi "... bir zamanlar gerçekten veya potansiyel olarak çiftleşen bireylerin, fiziksel olarak birbirleriyle çiftleşemeyecek hale gelmelerine sebep olan ve iki ayrı grup oluşturan evrimsel süreç" olarak tanımlamıştır. Bu, son derece sınırlandırıcı bir tanımlamadır. Daha sonraları, Dobzhansky de Mayr'ın geliştirdiği tanımı kabul etmiştir. Mayr, 1942'de türleri şöyle tanımlar:



"...birbirleriyle gerçekten ya da potansiyel olarak çiftleşebilen ve bu tip diğer popülasyonlardan eşeysel olarak izole olmuş, doğada bir göreve (nişe) sahip olan doğal popülasyonlardır."



Omurgalıları inceleyen zoologlar ve entomologlar (böcek bilimciler) için BTT en çok kabul gören tür açıklamasıdır. Botanikçiler ise bu tanımı kullanmakta zorlanırlar çünkü kara bitkileri, hayvanlara göre çok daha çeşitli üreme yöntemleri izlerler. Bitkilerde farklı türlerden olduğu bilinen canlılar çok daha kolay çiftleşip verimli döller verebilirler. Bu da botanikte BTT’nin kullanışsız bir tanım olmasına neden olmaktadır.



Biyoloji'de sıklıkla karşılaşıldığı üzere, BTT için de pek çok istisna doğada bulunabilir. Bunlar için BTT ile uyumlu; ancak BTT ile sınıflandırılamayacak türleri de içerisine alan daha geniş tanımlar geliştirilmiştir. Bunlara birazdan değineceğiz.



BTT'nin uygulanabilirliği ve geçerliliği hakkında olduça sık eleştirilerde bulunulmuştur (Cracraft 1989, Donoghue 1985, Levin 1979, Mishler and Donoghue 1985, Sokal and Crovello 1970).



BTT'nin birkaç canlı grubuna uygulanması özellikle problemli görülmüştür. Bunların başında da, aralarındaki hibritleşme (farklı tür olarak görülen canlıların çiftleşmesi, at ve eşek gibi) miktarının fazlalığından ötürü, bitkiler gelir (McCourt and Hoshaw 1990, Mishler 1985).



Ayrıca Dünya'da pek çok cinsiyetsiz (aseksüel) popülasyon da vardır ve bunlar üzerinde BTT uygulanamaz (Budd and Mishler 1990). Bunlara birkaç örnek olarak; zorunlu aseksüel olan rotiferleri, öglenoid flagellalıları, Oocystaceae'ye (coccoid yeşil algler) ait birkaç üyeyi, kloromonad flagellalıları ve bazı diatomları gösterebiliriz.



Ayrıca, bilinen bazı cinsiyetli canlıların, cinsiyetsiz biçimleri de bilinmektedir. Örneğin, bazı arktik göllerde Daphnia'nın cinsiyetsiz popülasyonları bulunmaktadır.



BTT, bu türleri sınıflandırmada kullanılamaz. Aynı durum, prokaryotlar için de geçerlidir. Genler, prokaryotlarda bazı yollarla birbirlerine aktarılabilirler; ancak ökaryotlardaki gibi bir çiftleşme prokaryotlarda tanımlanamamaktadır. Önemli bir mikrobiyoloji ders kitabı, BTT'den bahsetmez bile (Brock and Madigan 1988).



BTT'nin uygulanabilirliği, kendi kendini dölleyen (self-pollinate) kara bitkileri açısından da şüphelidir (Cronquist 1988). Ancak kara bitkilerini tanıma dahil edecek bazı açıklamalar getirilebilmiştir.



Bu gibi sebeplerden ötürü, Biyolojik Tür Tanımı günümüzde birçok bilim insanı tarafından eleştirilmektedir. Buna rağmen, az sonra değineceğim diğer yöntemlerle birleştirilerek kullanıldığında, Biyolojik Tür Tanımı en çok canlıyı bir seferde birbirinden ayırabilen açıklama olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna, diğer iki tanımımıza da değindikten sonra döneceğiz."

Muhteva
12.11.2014, 01:34
........................ edit tekrar

DEEP BLUE
12.11.2014, 10:55
Ben evrimi seviyorum. Çünkü bir gün Zeki Yavru'nun Cafu olabileceği hayali heyecan veriyor bana...

Not: Gençler muhabbetinizi böldüm... Yazılarınızı dikkatle ve severek takip ediyorum. Özellikle Muhteva kardeşimi...

oflubektas
12.11.2014, 16:48
Tüy, yalnızca kuşlarda bulunan ve bir “örtü görevi” gören bir epidermal büyümedir. Yani, memelilerde (ve dolayısıyla bir diğer hayvan türü olan insanda, Homo sapiens) görülen benzer yapıların adı tüy değildir! Bizdekilere (ve diğer memelilerdekine) “kıl” denilmektedir. Bu ayrım, yapısal farklılıklarından ve işlevlerinden kaynaklanmaktadır. Bu bilimsel olguyu ayırt etmekte fayda var. Peki, burada şu can alıcı soruyu soralım: Bir dinozorda tüy oluşumu gözlenmesi, ne anlama gelir?



Tam da tahmin edebileceğiniz gibi, cevap evrimdir. Dinozorlarda tüy oluşumu gözükürse, dinozorlardan kuşlara bir geçiş olduğu gösterilmiş olur. Ve bu tüylü dinozorlardan yavaş yavaş bulunmaya başlanmıştır ve sonuncusu da Çin’de bulunan ve bir dinozor olduğu kesinleşen fosildir.





Muhteva kardeş, gerçekten anlamadığım için soruyorum, bu köpeklerin üstündeki şeyler de "tüy" değil midir? Yani köpeğin burnundaki "kıl" ile gövdesindeki "tüy"ün yapısı aynı mı? Şöyle bir google emiceye de sordum, bilimsel makalelerde de "tüy" olarak geçiyor. Hatta insanlarda epidermal büyüme ile diyabetten kaynaklı deri bozukluklarının giderileceğine dair tedavilere de yer verilmiş.

Sadece fosilden yapılan inceleme ile hayvanın deri yapısının ve gen değişiminin tespit edilebileceğine eyvallah, ancak halihazırda var olmayan bir canlının geçiş formu ile "kuşlar dinozorlardan evrilmiştir" demek ne derece doğru. Bu bağlamda tek uçan memeli olan (ki "tüyü" de var) yarasayı evrim teorisyenleri nereye koyuyor ?

Bir de cehaletimi evrim teorisine "iman etmiş" internet sitelerinden değil de, doğrudan bu konuda yazılmış bir kitaptan giderirseniz daha çok sevinirim.

KazazogLu
16.11.2014, 21:30
Muhteva kardeş, gerçekten anlamadığım için soruyorum, bu köpeklerin üstündeki şeyler de "tüy" değil midir? Yani köpeğin burnundaki "kıl" ile gövdesindeki "tüy"ün yapısı aynı mı? Şöyle bir google emiceye de sordum, bilimsel makalelerde de "tüy" olarak geçiyor. Hatta insanlarda epidermal büyüme ile diyabetten kaynaklı deri bozukluklarının giderileceğine dair tedavilere de yer verilmiş.

Sadece fosilden yapılan inceleme ile hayvanın deri yapısının ve gen değişiminin tespit edilebileceğine eyvallah, ancak halihazırda var olmayan bir canlının geçiş formu ile "kuşlar dinozorlardan evrilmiştir" demek ne derece doğru. Bu bağlamda tek uçan memeli olan (ki "tüyü" de var) yarasayı evrim teorisyenleri nereye koyuyor ?

Bir de cehaletimi evrim teorisine "iman etmiş" internet sitelerinden değil de, doğrudan bu konuda yazılmış bir kitaptan giderirseniz daha çok sevinirim.

Kuşlardaki tüy, memelilerdeki kıl.Yani saçımız da kıl bu genellemeye göre , dildeki kullanımının aksine. Morfolojik yapıları tamamen farklı.
Köpeğin burnundaki de belindeki de ayağındaki de aynı yapıda ve terminolojide ismi kıldır. Yarasaların tüyü yoktur.

Muhteva
25.11.2014, 01:35
Tür konusun'un devamı;

Morfolojik (Fenetik) Tür Tanımı Nedir?

1988 yılında Cronquist, Biyolojik Tür Tanımı'na alternatif olarak bir tanımlama geliştirdi ve türleri şu şekilde tanımladı:

"... sıradan yöntemlerle birbirlerinden ayırt edilebilen ve ayrı olan en küçük canlı grupları."

Bu tanım oldukça (belki de biraz fazla) pratiktir; ancak bazı çok kritik ve temel hataları beraberinde getirdiği için Biyolojik Tür Tanımı'ndan daha kötü; ancak onu destekleyen bir tanım olarak görülmelidir. Pratikliği, Cronquist'in "sıradan yöntem" olarak belirttiği tanımlama yöntemlerinin ucuzluğu ve hızından kaynaklanmaktadır. Örneğin bir botanist için bir kapalı tohumluyu incelemek için gereken "basit yöntem" bir büyüteçten ibarettir. Bir entomolojist için ise ayrıştırıcı (dissecting) mikroskop yeterli olacaktır. Diatomlar üzerinde çalışan bir fikolojist içinse elektron mikroskobu "sıradan yöntem" olacaktır.

Bu tanımın bir diğer kolaylaştırıcı tarafı, cinsel ilişkileri hesaba çok fazla katmamasıdır. Ancak bu nokta, belki de tanımı güvenilirlikten tamamen çıkaran noktadır. Buna az sonra geleceğiz.

Son olarak, morfolojiyi gözlemek oldukça kolaydır. Bu da, onu yine pratik ama güvenilmez yapan bir diğer noktadır.

Morfolojik Tür Tanımı'na göre bir örnek olarak şu verilebilir: Bir bakışta bir tavuk ile bir ördeği birbirinden ayırabiliriz. Bu sebeple, bunlar farklı türlerdir.

Aslında morfolojik sınıflandırma Cronquist'ten çok önce, Carl Linneus (Carl von Linné) isimli ve "sınıflandırmanın babası" olarak tanınan bilim insanına kadar gider. 1700'lerin başında yaşamış olan Linneus, ilk defa canlıları dindar kesimin yaptığı gibi Tanrılara olan yakınlıktan (Tanrı -> Melekler -> Şeytanlar -> Erkekler -> Kadınlar -> Hayvanlar -> Bitkiler -> Cansızlar gibi) çıkararak, biyolojik olarak yapılması gerektiğini ileri sürmüştür ("Büyük Varlık Zinciri" olarak bilinen ve artık terkedilen bu hatalı sınıflandırma aşağıda gösterilmektedir). Bu amaçla kolları sıvayan Linne, çok kapsamlı bir sınıflandırma yapmıştır. Sınıflandırmasında en çok morfolojik özelliklere önem verdiği için, Linne, Morfolojik Tür Tanımı'nın mucidi olarak düşünülebilir.

Ancak, Linne ve diğer morfolojiye göre sınıflandırma yapanları tuzağa düşüren çok önemli bir biyolojik olgu vardır: Cinsel iki-biçimlilik (sexual dimorphism). Bazı canlıların erkekleri ile dişileri birbirinden tamamen farklıdır ve sadece morfolojiye bakarak sınıflandırma yapan bir bilim insanı, ciddi bir biçimde hataya düşecektir. Linne ve diğerleri de bu hataya düşmüşlerdir. Linne, Agelaius phoenicus isimli bir türün erkeği ve dişisini yanlışlıkla farklı türler olarak tanımlamıştır. Halbuki bu canlıların tek özelliği, erkek ile dişisinin birbirinden tamamen farklı olmasıdır. Aşağıda bu türün erkeği ve dişisi bir arada görülmektedir, aradaki ciddi farklılık bu görselden anlaşılabilir:

http://i.imgur.com/gBPd6i8.jpg

Günümüzde bu tip kargaşalara sebebiyet vermemek açısından, Morfolojik Tür Tanımı oldukça geliştirilmiş ve diğer tanımlarla birleştirilmiştir. Örneğin günümüzde bu tür tanımını kullanan bilim insanları, canlıları farklı türler olarak değerlendirmeden önce, kromozom sayılarına, kromozom morfolojilerine, hücre yapılarına, ikincil metabolitlerine, yaşam ortamlarına ve bazı diğer özelliklere de bakmaktadırlar. Bu açılardan güçlendirilen Morfolojik Tür Tanımı sayesinde, çok daha ayrıntılı tanımlar yapılabilmektedir.


Filogenetik (Kladistik) Tür Tanımı Nedir?


Sonuncu ve diğer tüm tanımları tek bir çatı altında başarıyla toplayan tür tanımı, Filogenetik Tür Tanımı'dır ve Evrimsel Biyoloji'nin gelişmesi ve Evrim Kuramı'nın anlaşılmasıyla birlikte gelişmiştir. Bu noktada, evrimin bilimi geliştirmedeki önemini bir kere daha görebilmekteyiz.



Filogenetik Tür Tanımı da oldukça eskiye, 19. yüzyılın büyük biyologu Ernst Haeckel'a dayanır. Günümüzdeki teknikleri kullarak tanımı ayrıntılı bir hale getiren isim ise 1992 yılında konuyla ilgili makalesini yayınlayan Baum'dur. Baum, tür tanımını aşağıdaki iki temel noktada toplar:


Bir tür, belirli bir ayırt edici özellik açısından fark taşıyan en küçük canlı grubudur. Bu karakter; morfolojik, biyokimyasal veya moleküler olabilir; ancak mutlaka üreyici (reproductive) kaynaşık birimler içerisinde sabit olmalıdır. Üreyici süreklilik, Biyolojik Tür Tanımı'nda olduğundan farklıdır. Filogenetik Tür Tanımı'na göre farklı türler birbirleriyle çiftleşebilirler. Üreme açısından birbiriyle uyumlu olmayan bireyler farklı türler sayılmak zorunda değildirler. Ancak farklı türler; genel olarak birbirlerinden çok farklı oldukları için, üreme özellikleri de bu farklılaşma sürecinde değişmiş ve birbirleriyle üreyemez hale gelmişlerdir.

Bir tür, monofiletik olmak (bir türden farklılaşarak meydana gelen tüm türlerle birlikte, bu ata türü de içerisine alan biyolojik sınıflandırma birimi, de Queiroz and Donoghue 1988, Nelson 1989); yani atadan en az bir özellik almış olmak ve kendisine ait, sonradan kazanılmış (derived) bir veya daha fazla özelliğe sahip olmak zorundadır.


Çok nadir görülen bazı durumlarda Filogenetik Tür Tanımı da işe yaramayabilir; fakat günümüze kadar tanımlanmış ve en çok canlıyı birbirinden ayırmak için kullanılabilecek en etkili yöntem Filogenetik Tür Tanımı'dır. Çünkü evrimsel biyolojinin ortaya koyduğu “türleşme” kavramını içeriğine en başarılı şekilde katabilen tür tanımıdır. Dolayısıyla doğadaki türleşmeyi tanımlayabilmemiz çok daha kolay ve gerçekçi bir şekilde yapılabilmektedir.


Günümüzde türler nasıl birbirinden ayırt edilmekte ve tanımlanmaktadır?

Günümüzde bilim insanları oldukça titiz çalışmaktadırlar ve teknolojiden sonuna kadar faydalanmaktadırlar. Bu sayede, yeni bulunan bir canlı veya bilinen canlılar üzerinde çok ayrıntılı analizler yapılabilmektedir.

Genetik ve moleküler biyoloji alanında yapılan hızlı gelişmeler, çok etkili bir şekilde canlıların genetik haritalarının çıkarılmasını ve modern yöntemlerle farklı genetik haritaların kıyaslanabilmesini sağlamaktadır. Biyolojik Tür Tanımı'nın belirlediği sınırlar ile Filogenetik Tür Tanımı'nın kattığı esneklik, genetik ve moleküler çalışmalarla birleştirildiğinde, çok doğru ve ayrıntılı tür tanımları yapabilmemize olanak sağlamaktadır. Yani bilim insanları, bir türü belirlemek için, günümüzde tek bir yönteme değil pek çok yönteme başvurmaktalardır. Buna rağmen günümüzde, genellikle bir türün sınıflandırılmasında son sözü söyleyen genetik çalışmalar olmaktadır. Çünkü genler ve genlerde meydana gelen değişimler, evrimin nihai göstergeleri ve ispatlarıdır. Bu değişimleri takip etmek ve tanımlamak kolaylaştıkça, türleri de tanımlamak kolaylaşmakta, evrimlerini anlamamız mümkün olmaktadır. Bunda teknolojimizin gelişmesinin de çok ciddi bir rolü vardır:

Örneğin sadece 5386 baz çiftine sahip olan Phage Φ-X174 isimli bir virüsün DNA'sını kodlamak 2 sene sürmüştür. Bazı engeller de göz önüne alındığında, 3.200.000.000 (3 milyar 200 milyon) baz çiftine sahip olan Homo sapiens türünün genomu 15 seneden uzun bir sürede çözülebilmiştir. İnsan, sanıldığının aksine en büyük genoma sahip canlı değildir. Pieris japonica isimli bir bitkinin 150 milyar, Polychaos dubium isimli bir amibin (protista türü) ise 670 milyar baz çifti bulunur. Bunların genomları da uzun yıllarda çözülebilmiştir. Günümüzde, bu canlıların genetik haritaları birkaç hafta ile birkaç ay arasında çözülebilmektedir. Şu anda üzerinde çalışılmakta olan bir teknoloji sayesinde, genomun çözülmesinin 8-10 dakikaya kadar indirilmesi beklenmektedir.

İşte bu ayrıntılı yöntemler sayesinde, genetik haritalar yoluyla canlıların birbirlerinden farklılıkları ortaya konulmakta ve türler tanımlanmaktadır. Bu tanımlar, çoğu zaman Biyolojik Tür Tanımı'na uygun bir biçimde birbiriyle üreyemeyecek kadar farklı canlıları farklı türler olarak ortaya koymakla birlikte, bu güncel olmayan tanımın karşılaştığı zorlukları da yenebilmektedir. Bugün lisede halen öğretilmekte olmasına rağmen biliyoruz ki, BTT’nin iddia ettiğinin aksine, birbiriyle çiftleşebilen türler aynı türden olmak zorunda değildirler! Birbiriyle çiftleşemeyen türler de, illa ki ayrı türler olmak zorunda değildirler; ancak genellikle gördüğümüz budur. Yani modern tür tanımının pratik bir özetini yapmamız gerekirse: Birbiriyle çiftleşemeyen türler çok büyük bir ihtimalle farklı türlerdir; ancak birbiriyle çiftleşebilen türler birbiriyle aynı tür olmak zorunda değildir!

Yani günümüzde bir türü tanımlamak için üreme uyumu haricinde birçok özelliğe bakılmalıdır. Örneğin bir canlının morfolojik özellikleri ve fenotipik karakterleri de türün tanımlanması çalışmalarında hesaba katılır. Bunun ötesinde ekolojik durumu, nişi, organlarının yapısı gibi özellikler de önem taşımaktadır. Tüm bu araştırmalar, genetik özelliklerle birleştirilerek türler tanımlanır.

İşte bu çalışmalar sonucunda, türler birbirinden ayrılabilmekte ve Filogenetik Ağaçlar (bizim tanımımızla Evrim Ağacı) inşa edilebilmektedir.

Sonuç olarak, türlerin tanımlanmasının hiç de basit bir iş olmadığı anlaşılmalıdır. Günümüzde sadece tek bir türün tanımlanabilmesi için bile çok sayıda makale çıkarılmakta ve farklı araştırmalar yürütülmektedir. Dolayısıyla köprü altlarında ve metro karanlıklarında gizlenen sahte sergilerde, üçüncü sınıf internet sitelerinde ve bilimsel açıdan hiçbir değeri olmayan çeşitli kaynaklarda sadece dış hatlarına bakarak fosilleri ve türleri tanıyabileceğinizi, günümüzdeki türlerle bir bakışta kıyaslayabileceğinizi iddia edebilecek bilim düşmanlarına itibar etmeyiniz. Zira muhtemelen bu yazının okurları olarak bu kadar yetkin bir konumda olmadığınız gibi, sizi bu şekilde bilimin zorla çarpıtılmasına alet eden hiçbir şahsın da bu konuda sizden daha fazla donanıma sahip olmadığını aklınızdan çıkarmayınız

Umarız açıklayıcı olabilmiştir.

Bir sonraki notumuzda, türleşmenin nasıl olduğunu ve canlıların birbirinden nasıl farklılaştığını inceleyeceğiz.


Saygılarımızla.

Muhteva
25.11.2014, 02:09
@oflubektaş

Yukarıda Tür konusuyla alakalı vermiş olduğum bütün yazıların toplamı olan makaleyi hazırlayan arkadaşlar hangi kaynakları kullandıklarını bildirmişler onları paylaşıyorum ki "evrime iman eden siteler" tanımı ne kadar muallakta kalıyor birlikte görmüş oluruz :)

Benim makalelerini paylaştığım bu sitede yaklaşık 20 civarı Evrim biyolojisi,Moleküler biyoloji,Jeoloji vs bilim dalların da üniversite bitirmiş hatta mastır yapmış yurt içi ve yurt dışından çok değerli bilim insanları topluluğu bulunuyor..

Bu insanlar daha bir kaç ay önce ilk kitaplarını yazarak halka sundular ve sitelerinden de paylaştılar yani kitap yazacak kadar bilgi ve donanıma vakıflar öyle liseli ergen tipler gibi evrim savunuculuğu yapan sitelerle karıştırmamak lazım :)

Bir diğer konu eğer bu mantıkla bakarsak ben burada bir kitaptan örnek versem dahi siz o kitabın yazarını da evrime iman etmiş diye damgalarsınız zaten.Bilişim çağında yaşıyoruz, artık her bilgi internet üzerinden paylaşılıyor en ünlü bilim adamları dahi çoğu işini bilgisayar vasıtasıyla gideriyor makalelerini,bilimsel görüşlerini internet üzerinden yayımlıyor.

Dolayısıyla kitaplar çok önemli olsada eski cazibesini yitiriyor belkide bu yüzyıl sonuna kadar tamamen tarih olacaklar ve tüm yazılar sanal ortamdan paylaşılacak yahut satılacak.Doğrusu da bu olur zaten kağıt yapımı için kesilen ağaçları kurtarmış oluruz.

Ben sizin için tüy ile kılın ayrımını bilimsel olarak işlemiş olan bir kitap bulamam çünkü malumunuz olduğu üzere ülkemiz bilim adamı yoksunu benim yabancı dilim zayıf bu tür kitaplar genellikle İngilizce oluyor ve çok azı Türkçeye tercüme ediliyor.Siz illaki kitap diye tutturursanız sanal ansiklopedi olan wikipedia'ya girip tüyün ne olduğunu hangi hayvanlar da bulunduğunu bilimsel ayrımını,anlamını ve kıl ile arasında ki farkı öğrenebilirsiniz.

---------------------------

Tür hakkında paylaştığım makaleleri hazırlayanların kullandığı kaynaklar bu kaynaklar bundan sonra paylaşacağım Tür makaleleri içinde geçerlidir;

1-Talk Origins
2-Premier Biosoft
3-Life: The Science of Biology (Sadava, et. al), 2011
4-Wikipedia "Species" Makalesi
5-Ahearn, J. N. 1980. Evolution of behavioral reproductive isolation in a laboratory stock of Drosophila silvestris. Experientia. 36:63-64.
6-Barton, N. H., J. S. Jones and J. Mallet. 1988. No barriers to speciation. Nature. 336:13-14.
7-Baum, D. 1992. Phylogenetic species concepts. Trends in Ecology and Evolution. 7:1-3.
8-Boraas, M. E. 1983. Predator induced evolution in chemostat culture. EOS. Transactions of the American Geophysical Union. 64:1102.
9-Breeuwer, J. A. J. and J. H. Werren. 1990. Microorganisms associated with chromosome destruction and reproductive isolation between two insect species. Nature. 346:558-560.
10-Budd, A. F. and B. D. Mishler. 1990. Species and evolution in clonal organisms -- a summary and discussion. Systematic Botany 15:166-171.
11-Bullini, L. and G. Nascetti. 1990. Speciation by hybridization in phasmids and other insects. Canadian Journal of Zoology. 68:1747-1760.
12-Butters, F. K. 1941. Hybrid Woodsias in Minnesota. Amer. Fern. J. 31:15-21.
13-Butters, F. K. and R. M. Tryon, jr. 1948. A fertile mutant of a Woodsia hybrid. American Journal of Botany. 35:138.
14-Brock, T. D. and M. T. Madigan. 1988. Biology of Microorganisms (5th edition). Prentice Hall, Englewood, NJ.
15-Callaghan, C. A. 1987. Instances of observed speciation. The American Biology Teacher. 49:3436.
16-, R. W. 1992. Species usage, concept, and evolution in the cyanobacteria (blue-green algae). Journal of Phycology 28:737-745.
17-Clausen, J., D. D. Keck and W. M. Hiesey. 1945. Experimental studies on the nature of species. II. Plant evolution through amphiploidy and autoploidy, with examples from the Madiinae. Carnegie Institute Washington Publication, 564:1-174.
18-Cracraft, J. 1989. Speciation and its ontology: the empirical consequences of alternative species concepts for understanding patterns and processes of differentiation. In Otte, E. and J. A. Endler [eds.]
19-Speciation and its consequences. Sinauer Associates, Sunderland, MA. pp. 28-59.
20-Craig, T. P., J. K. Itami, W. G. Abrahamson and J. D. Horner. 1993. Behavioral evidence for host-race fromation in Eurosta solidaginis. Evolution. 47:1696-1710.
21-Cronquist, A. 1978. Once again, what is a species? Biosystematics in agriculture. Beltsville Symposia in Agricultural Research 2:3-20.
22-Cronquist, A. 1988. The evolution and classification of flowering plants (2nd edition). The New York Botanical Garden, Bronx, NY.
23-Crossley, S. A. 1974. Changes in mating behavior produced by selection for ethological isolation between ebony and vestigial mutants of Drosophilia melanogaster. Evolution. 28:631-647.
24-de Oliveira, A. K. and A. R. Cordeiro. 1980. Adaptation of Drosophila willistoni experimental populations to extreme pH medium. II. Development of incipient reproductive isolation. Heredity. 44:123-130.
25-de Queiroz, K. and M. Donoghue. 1988. Phylogenetic systematics and the species problem. Cladistics. 4:317-338.
26-de Queiroz, K. and M. Donoghue. 1990. Phylogenetic systematics and species revisited. Cladistics. 6:83-90.
27-de Vries, H. 1905. Species and varieties, their origin by mutation.
28-de Wet, J. M. J. 1971. Polyploidy and evolution in plants. Taxon. 20:29-35.
29-del Solar, E. 1966. Sexual isolation caused by selection for positive and negative phototaxis and geotaxis in Drosophila pseudoobscura. Proceedings of the National Academy of Sciences (US). 56:484-487.
30-Digby, L. 1912. The cytology of Primula kewensis and of other related Primula hybrids. Ann. Bot. 26:357-388.
31-Dobzhansky, T. 1937. Genetics and the origin of species. Columbia University Press, New York.
32-Dobzhansky, T. 1951. Genetics and the origin of species (3rd edition). Columbia University Press, New York.
33-Dobzhansky, T. and O. Pavlovsky. 1971. Experimentally created incipient species of Drosophila. Nature. 230:289-292.
34-Dobzhansky, T. 1972. Species of Drosophila: new excitement in an old field. Science. 177:664-669.
35-Dodd, D. M. B. 1989. Reproductive isolation as a consequence of adaptive divergence in Drosophila melanogaster. Evolution 43:1308-1311.
36-Dodd, D. M. B. and J. R. Powell. 1985. Founder-flush speciation: an update of experimental results with Drosophila. Evolution 39:1388-1392.
37-Donoghue, M. J. 1985. A critique of the biological species concept and recommendations for a phylogenetic alternative. Bryologist 88:172-181.
38-Du Rietz, G. E. 1930. The fundamental units of biological taxonomy. Svensk. Bot. Tidskr. 24:333-428.
39-Ehrman, E. 1971. Natural selection for the origin of reproductive isolation. The American Naturalist. 105:479-483.
40-Ehrman, E. 1973. More on natural selection for the origin of reproductive isolation. The American Naturalist. 107:318-319.
41-Feder, J. L., C. A. Chilcote and G. L. Bush. 1988. Genetic differentiation between sympatric host races of the apple maggot fly, Rhagoletis pomonella. Nature. 336:61-64.
42-Feder, J. L. and G. L. Bush. 1989. A field test of differential host-plant usage between two sibling species of Rhagoletis pomonella fruit flies (Diptera:Tephritidae) and its consequences for sympatric models of speciation. Evolution 43:1813-1819.
43-Frandsen, K. J. 1943. The experimental formation of Brassica juncea Czern. et Coss. Dansk. Bot. Arkiv., No. 4, 11:1-17.
44-Frandsen, K. J. 1947. The experimental formation of Brassica napus L. var. oleifera DC and Brassica carinata Braun. Dansk. Bot. Arkiv., No. 7, 12:1-16.
45-Galiana, A., A. Moya and F. J. Alaya. 1993. Founder-flush speciation in Drosophila pseudoobscura: a large scale experiment. Evolution. 47432-444.
46-Gottleib, L. D. 1973. Genetic differentiation, sympatric speciation, and the origin of a diploid species of Stephanomeira. American Journal of Botany. 60: 545-553.
47-Halliburton, R. and G. A. E. Gall. 1981. Disruptive selection and assortative mating in Tribolium castaneum. Evolution. 35:829-843.
48-Hurd, L. E., and R. M. Eisenberg. 1975. Divergent selection for geotactic response and evolution of reproductive isolation in sympatric and allopatric populations of houseflies. The American Naturalist. 109:353-358.
49-Karpchenko, G. D. 1927. Polyploid hybrids of Raphanus sativus L. X Brassica oleraceae L. Bull. Appl. Botany. 17:305-408.
50-Karpchenko, G. D. 1928. Polyploid hybrids of Raphanus sativus L. X Brassica oleraceae L. Z. Indukt. Abstami-a Verenbungsi. 48:1-85.
51-Kilias, G., S. N. Alahiotis and M. Delecanos. 1980. A multifactorial investigation of speciation theory using Drosophila melanogaster. Evolution. 34:730-737.
52-Knight, G. R., A. Robertson and C. H. Waddington. 1956. Selection for sexual isolation within a species. Evolution. 10:14-22.
53-Koopman, K. F. 1950. Natural selection for reproductive isolation between Drosophila pseudoobscura and Drosophila persimilis. Evolution. 4:135-148.
54-Lee, R. E. 1989. Phycology (2nd edition) Cambridge University Press, Cambridge, UK
55-Levin, D. A. 1979. The nature of plant species. Science 204:381-384.
56-Lokki, J. and A. Saura. 1980. Polyploidy in insect evolution. In: W. H. Lewis (ed.) Polyploidy: Biological Relevance. Plenum Press, New York.
57-Macnair, M. R. 1981. Tolerance of higher plants to toxic materials. In: J. A. Bishop and L. M. Cook (eds.). Genetic consequences of man made change. Pp.177-297. Academic Press, New York.
58-Macnair, M. R. and P. Christie. 1983. Reproductive isolation as a pleiotropic effect of copper tolerance in Mimulus guttatus. Heredity. 50:295-302.
59-Manhart, J. R. and R. M. McCourt. 1992. Molecular data and species concepts in the algae. Journal of Phycology. 28:730-737.
60-Mayr, E. 1942. Systematics and the origin of species from the viewpoint of a zoologist. Columbia University Press, New York.
61-Mayr, E. 1982. The growth of biological thought: diversity, evolution and inheritance. Harvard University Press, Cambridge, MA. McCourt, R. M. and R. W. Hoshaw. 1990. Noncorrespondence of breeding groups, morphology and monophyletic groups in Spirogyra (Zygnemataceae; Chlorophyta) and the application of species concepts. Systematic Botany. 15:69-78.
62-McPheron, B. A., D. C. Smith and S. H. Berlocher. 1988. Genetic differentiation between host races of Rhagoletis pomonella. Nature. 336:64-66.
63-Meffert, L. M. and E. H. Bryant. 1991. Mating propensity and courtship behavior in serially bottlenecked lines of the housefly. Evolution 45:293-306.
64-Mishler, B. D. 1985. The morphological, developmental and phylogenetic basis of species concepts in the bryophytes. Bryologist. 88:207-214.
65-Mishler, B. D. and M. J. Donoghue. 1982. Species concepts: a case for pluralism. Systematic Zoology. 31:491-503.
66-Muntzing, A. 1932. Cytogenetic investigations on the synthetic Galeopsis tetrahit. Hereditas. 16:105-154.
67-Nelson, G. 1989. Cladistics and evolutionary models. Cladistics. 5:275-289.
68-Newton, W. C. F. and C. Pellew. 1929. Primula kewensis and its derivatives. J. Genetics. 20:405-467.
69-Otte, E. and J. A. Endler (eds.). 1989. Speciation and its consequences. Sinauer Associates. Sunderland, MA.
70-Owenby, M. 1950. Natural hybridization and amphiploidy in the genus Tragopogon. Am. J. Bot. 37:487-499.
71-Pasterniani, E. 1969. Selection for reproductive isolation between two populations of maize, Zea mays L. Evolution. 23:534-547.
72-Powell, J. R. 1978. The founder-flush speciation theory: an experimental approach. Evolution. 32:465-474.
73-Prokopy, R. J., S. R. Diehl, and S. H. Cooley. 1988. Oecologia. 76:138.
74-Rabe, E. W. and C. H. Haufler. 1992. Incipient polyploid speciation in the maidenhair fern (Adiantum pedatum, adiantaceae)? American Journal of Botany. 79:701-707.
75-Rice, W. R. 1985. Disruptive selection on habitat preference and the evolution of reproductive isolation: an exploratory experiment. Evolution. 39:645-646.
76-Rice, W. R. and E. E. Hostert. 1993. Laboratory experiments on speciation: What have we learned in forty years? Evolution. 47:1637-1653.
77-Rice, W. R. and G. W. Salt. 1988. Speciation via disruptive selection on habitat preference: experimental evidence. The American Naturalist. 131:911-917.
78-, W. R. and G. W. Salt. 1990. The evolution of reproductive isolation as a correlated character under sympatric conditions: experimental evidence. Evolution. 44:1140-1152.
79-Ringo, J., D. Wood, R. Rockwell, and H. Dowse. 1989. An experiment testing two hypotheses of speciation. The American Naturalist. 126:642-661.
80-Schluter, D. and L. M. Nagel. 1995. Parallel speciation by natural selection. American Naturalist. 146:292-301.
81-Shikano, S., L. S. Luckinbill and Y. Kurihara. 1990. Changes of traits in a bacterial population associated with protozoal predation. Microbial Ecology. 20:75-84.
82-Smith, D. C. 1988. Heritable divergence of Rhagoletis pomonella host races by seasonal asynchrony. Nature. 336:66-67.
83-Soans, A. B., D. Pimentel and J. S. Soans. 1974. Evolution of reproductive isolation in allopatric and sympatric populations. The American Naturalist. 108:117-124.
84-Sokal, R. R. and T. J. Crovello. 1970. The biological species concept: a critical evaluation. The American Naturalist. 104:127-153.
85-Soltis, D. E. and P. S. Soltis. 1989. Allopolyploid speciation in Tragopogon: Insights from chloroplast DNA. American Journal of Botany. 76:1119-1124.
86-Stuessy, T. F. 1990. Plant taxonomy. Columbia University Press, New York.
87-Thoday, J. M. and J. B. Gibson. 1962. Isolation by disruptive selection. Nature. 193:1164-1166.
88-Thoday, J. M. and J. B. Gibson. 1970. The probability of isolation by disruptive selection. The American Naturalist. 104:219-230.
89-Thompson, J. N. 1987. Symbiont-induced speciation. Biological Journal of the Linnean Society. 32:385-393.
90-Vrijenhoek, R. C. 1994. Unisexual fish: Model systems for studying ecology and evolution. Annual Review of Ecology and Systematics. 25:71-96.
91-Waring, G. L., W. G. Abrahamson and D. J. Howard. 1990. Genetic differentiation in the gall former Eurosta solidaginis (Diptera:Tephritidae) along host plant lines. Evolution. 44:1648-1655.
92-Weinberg, J. R., V. R. Starczak and P. Jora. 1992. Evidence for rapid speciation following a founder event in the laboratory. Evolution. 46:1214-1220.
93-Wood, A. M. and T. Leatham. 1992. The species concept in phytoplankton ecology. Journal of Phycology. 28:723-729.
94-Yen, J. H. and A. R. Barr. 1971. New hypotheses of the cause of cytoplasmic incompatability in Culex pipiens L.

Muhteva
25.11.2014, 02:09
Allopatrik Türleşme Ne Demektir


Yazı dizimizin ilk kısmında tür tanımlarından bahsetmiştik. Bu yazımızda ise, daha da önemli bir kavram olan, türleşme kavramından ve türleşme biçimlerinden bahsetmeye başlayacağız. Günümüze kadar doğada gözlenen farklı türleşme tiplerini öğrenerek, bir türün bir diğerine nasıl dönüştüğünü çok net bir şekilde anlayabileceğinizi düşünüyoruz. Hemen başlayalım:


İlk olarak, genel kanıyı akıldan silerek başlamakta fayda görüyoruz: Türleşme, bir farenin bir file birkaç nesil içerisinde ya da kısa sürede veya bir anda değişmesi DEĞİLDİR! Daha yakın ve halk arasında yaygın olarak düşülen, hatalı bir örnek verecek olursak türleşme, bir şempanzenin ertesi gün ya da birkaç yıl sonra ve hatta birkaç nesilde bir insana dönüşüvermesi demek değildir. Veya denizel bir canlının bir anda karaya çıkıp koşmaya başlaması, bir yılanın kanatlanıp uçmaya başlaması demek değildir. Benzer şekilde türleşme, günümüzde halihazırda var olan iki türün birbirine dönüşmesi (bir ördeğin bir timsaha dönüşmesi) demek de değildir! Ne yazık ki bilimsel olmayan kaynaklar, insanların aklında evrime dair bu şekilde bir imge yaratmaya çalışarak, akabininde söyleyecekleri "Ne kadar da saçma değil mi?" gibi sözlerine zemin hazırlamaayı hedeflerler. Elbette ki saçma; zaten evrimde bu tip değişim ve dönüşümler bulunmamaktadır. Tabii ki bilimde bu tip asılsız iddiaların, laf ebeliklerinin ve bilim düşmanlığının yeri yoktur. Bu yüzden üzerinde çok durmaya da gerek yok. Önemli olan konunun aslını öğrenebilmenizdir.



Türleşme Nedir?

Türleşme, Biyolojik Tür Tanımı dahilinde, sonradan insanlar tarafından "ortak ata" olarak isimlendirilecek olan bir grup canlıdan, burada izah edilecek çeşitli mekanizmalar dahilinde birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar farklılaşmaları sonucu, kendi içlerinde çiftleşebilen ancak diğer canlı gruplarıyla verimli döller veremeyen, iki veya daha fazla yeni canlı grubunun oluşması demektir. Daha basit bir tanımla, var olan bir türe ait bir popülasyonun (grubun), daha sonra göreceğimiz çeşitli nedenlerle birden fazla alt gruba ayrılması ve bu grupların zaman içerisinde, farklı koşullara göre, farklı özellikler evrimleştirmeleri sebebiyle birbirlerinden farklılaşmaları demektir. Daha yaygın olarak kabul gören Filogenetik (Evrimsel) Tür Tanımı, bu farklılaşmaya ekolojik, niş açısından, morfolojik, vb. bazı değişimleri de katar. Burada unutulmaması gereken nokta, türleşmenin var olabilmesi için üreme açısından verimli olamayacak kadar farklılaşmak genelde yeterliyken, diğer açılardan (fiziksel, yapısal, ekolojik, vs.) farklılaşmanın yeterli olmayabileceğidir. Dolayısıyla türleşme iyi ve kapsamlı analiz edilmelidir.


Türleşme Mekanizmaları Nelerdir?



Türleşme olgusuna iki açıdan yaklaşabiliriz:



1) Fiziksel Bariyerlerin Varlığında Meydana Gelen Türleşme (Allopatrik Türleşme):



Daha önce de değindiğimiz gibi, türlerin birbiriyle üreyemeyecek kadar veya verimli döller veremeyecek kadar farklılaşmalarının en temel yolu, aralarına girecek veya dış etmenlerce sokulacak olan fiziksel engellerdir (bariyerlerdir). Bunu biraz açıklayalım:


Doğa, sürekli olarak değişir. Kıtalar hareket eder, mevsimler değişir, rüzgar ve akıntılar yön değiştirir, kuraklık gözlenir ve daha binlerce değişken, etrafımızda sürekli olarak değişir. Bu değişimler sırasında, belirli bölgelerde yaşayan canlılar birbirlerinden ayrı düşebilirler veya bir tür içerisindeki canlılardan bazıları başka bölgelere göç etmek zorunda kalırken, bir kısmı halihazırda var oldukları bölgede kalabilirler. Senaryoları sonsuz sayıda çeşitlendirebiliriz. Bir tanesini ele alalım:


A türünden bir fare popülasyonu düşünelim. Bu fareler, normalde bol ağaçlık ve seyrek güneş alan, avcılardan kolayca saklanabilecekleri çalıların bulunduğu, toprağın yumuşak olduğu ve dolayısıyla toprağı delerek çukur açmanın basit olduğu, ortalama olarak 15 derece sıcaklığa sahip olan, kolayca besin bulunabilen bir bölgede yaşıyor olsunlar. Yaşadıkları bölgede bir de nehir bulunsun. Bu nehrin diğer yakası ise, daha zıt özellikler göstersin: Göreceli olarak kısa boylu ve az ağaçların bulunduğu, çok güneş alan ve dolayısıyla ortalama sıcaklığı 23 derece civarında olan, toprağın kurak ve sert olduğu dolayısıyla da delmenin zor olduğu, besin bulmanın göreceli olarak zor olduğu ve avcıların çok daha aktif olarak bulunduğu ve avlandığı bir alan olsun. Burada yaşamak zor olduğundan A türüne ait bireylerin o yakada yaşamadığını düşünelim.


A türüne ait fareler, bulundukları verimli ortama adapte olmuş şekilde yüzlerce yıldır yaşarlarken, bölgede çok şiddetli, örneğin 9.0 şiddetinde bir deprem meydana geldiğini varsayalım. Bu depremin, nehrin akışını saptırdığını ve eskiden A türünden farelerin bulunduğu bölgenin tam ortasından geçmeye başladığını ve değişim sırasında açılan yeni su yataklarından ötürü fare popülasyonunu tam ortadan ikiye ayırdığını, farelerin bir kısmını (yarısı diyelim) kurak tarafa hapsettiğini varsayalım - ki bunlar doğa tarihinde sıkça görülen doğa olaylarıdır. Şimdi, farelerimizin bir kısmı halen alışageldikleri ortamdayken, geri kalan kısmı (yarısı) tamamen farklı bir ortamdadırlar ve burada hayatta kalma savaşı vereceklerdir. Ne tip seçilimlerden geçtiğini burada ele almayacağız, uzatmamak adına, ancak kuru toprağa daha iyi adapte olanların, daha güçlü kazıcı uzuvlara sahip olanların, avcılardan daha aktif olarak kaçabilenlerin, yüksek sıcaklıklara ve şiddetli güneş ışınlarına daha çok dayanabilenlerin hayatta kalacağını kolaylıkla fark edebileceksinizdir. Aşağıda, bu izolasyon sonucu oluşacak farklılaşma görselleştirilmektedir:


http://i.imgur.com/y31I6dd.gif

İşte bu şekilde, eskiden birbiriyle rahatça çiftleşebilen fareler, artık nehir sebebiyle birbirleriyle çiftleşemeyeceklerdir. Nehrin araya girmesiyle popülasyonun bireylerini birbirinden ayırmasına coğrafi izolasyon; türlerin birbiriyle çiftleşmelerine engel olacak şekilde olan coğrafi izolasyona ise eşeysel (cinsel) izolasyon denir (örneğin bu nehir, bir kuş popülasyonunu coğrafi olarak bölebilir; ancak cinsel olarak bölemez, çünkü kuşlar nehrin üzerinden uçabilir ve birbirleriyle çiftleşebilirler).


Birbirinden ayrılan bu popülasyonlar, farklı seçilim baskıları etkisinde, nesiller boyu kendi içlerinde ama birbirleriyle çiftleşemeyecek şekilde ürerler ve yaşamlarını sürdürürler. İlk ortamdan, yeni ve kurak ortama geçen canlılar üzerinde yukarıda bahsettiğimiz gibi yoğun bir seçilim baskısı oluşur ve sürekli olarak popülasyonda belirli bireyler avantajlı konumda olur ve seçilirler. Diğerleri ise elenirler. Nesiller boyu bu seçilim devam eder ve yeni ortamdaki fareler, yavaş yavaş o ortama daha fazla adapte olacak şekilde (daha doğrusu daha fazla adapte olanların seçilmesi sonucu) farklılaşırlar. İşte bu, evrimdir.


Türleşme Hangi Noktada Devreye Girer?


Yeni ortama geçen popülasyon, sadece morfolojik özellikler açısından farklılaşmazlar. Bir diğer hatalı algılanan nokta da budur. Daha önceki yazılarımızda da paylaşmıştık, bir ayının daha güçlü pençeler geliştirmesi (daha doğrusu daha güçlü pençeli olan ayıların seçilerek hayatta kalması) sadece pençe yapısını morfolojik olarak ilgilendiren bir değişim değildir. Bu değişim dahilinde, kemikler, kaslar ve tendonlar yeniden düzenlenmesi gerekir (daha doğrusu en uygun düzenlemelere sahip olan bireyler avantajlı olurlar ve seçilirler), bu pençeyi besleyen damarlar ve sinirler değişir ve gelişir, hatta gerekirse beynin bu yeni pençeyi kontrol edebilmek için daha da gelişmesi gerekir. Hatta bu gelişimler dahilinde (başka organları ele alırsak) bazı organların yerlerinin değişmesi veya daha farklı biçimlere bürünmesi gerekebilir. Yani bir değişim, zincirleme olarak pek çok değişimi beraberinde getirir. İşte bu da, evrimdir.



Bu değişimler genellikle çok küçük adımlar halinde olur ve asla ama asla tek bir bireyde meydana gelmezler! Bu da yanlış anlaşılan diğer bir noktadır: Evrim, asla bireyler üzerinde gerçekleşmez! Yani bir insan bireyi, asla evrimleşmez! Evrimleşen, popülasyonlardır! Yani insan popülasyonları evrimleşir. Çünkü evrimleşmek için, hayatta kalmak ve üremek gerekir. Üreme olmadan, evrimleşmekten bahsedilemez. Üreme sonucu doğan farklı çeşitlilikteki bireyler doğa karşısında teste tabi tutulurlar. Ebeveynlerinden aldıkları genetik özellikler ve bunlardan doğan fiziksel yapılar gereği, yaşadıkları ortama en uyumlu olanlar hayatta kalır ve ürerler; bunun sonucunda da kendilerini göreceli olarak üstün kılan genleri yavrularına aktarırlar. Böylece nesiller boyunca evrim gerçekleşir; hiçbir zaman tekil bireyler evrimleşmezler.



Fare örneğimize dönecek olursak; yeni ortama zorla geçirilen bireyler nesiller boyunca farklılaşırlar ve bulundukları tamamen zıt ortama adapte olacak şekilde evrimleşirler. Yukarıdaki ayı örneğinde de açıkladığımız gibi, tek bir değişim bile onlarca değişimi beraberinde getirecektir. Ki bu örneğimizde pek çok değişken değişmiştir. Bunun sonucunda zincirleme olarak pek çok özellik değişecektir: Kas yapıları, kıl rengi, boyutlar, bacak tipleri, vb. kökten değişecektir. Bu sinir sistemini, iskelet sistemini, dolaşım sistemini ve diğer pek çok sistemi ve organı etkileyecektir. Ve en nihayetinde, üreme sistemi de bundan etkilenecektir. Genellikle üreme sisteminin etkilenmesi, dolaylı yollarla olur. Diğer sistemler, organlar ve yapılar değişirken, değişen aslında fizyolojik görüntüleri değildir. Değişenler, genlerdir. Daha doğru bir ifadeyle, sürekli olarak daha avantajlı özelliklere sahip yapı, organ ve sistemleri kodlayan gen yapıları, popülasyon içi çeşitlilik dahilinde seçilir. Bu seçilim sonucunda türler farklılaşır ve farklı canlılar doğa koşullarına tabi tutulurlar. En başarılıları hayatta kalır ve ürer. Bunun sonucunda yine genler seçilir. Bu böyle devam eder. İşte bu genetik birikim ve değişim, eninde sonunda üreme mekanizmalarını ve üreme sırasında kullanılan sperm ve yumurtanın genetik yapısını değiştirir.



Ayrıca bu değişim illa bu şekilde zincirleme olmak zorunda da değildir. Evrim Mekanizmaları yazı dizimizden okuyabileceğiniz gibi, bir üreme öncesinde üretilen sperm ve yumurtaların yapısı, birbirinden tamamen farklıdır. Ayrıca doğada genel bir kural olarak, yaşayabilecekten (var olan kaynakların izin verdiğinden) fazla yavru doğrulduğu için, genetik özellikler bakımından ortama en uygun olanlar hayatta kalacak ve diğerleri elenecektir. Dolayısıyla evrimsel süreçte toptan bir değişim de sürekli olarak görülmektedir.



Bunun sonucunda, sayısız nesil sonra, yeni ortama gitmeye zorlanan bireyler o kadar farklılaşırlar ki, eski ortamlarında kalmış olan farelerle çiftleşemeyecek hale gelirler. İşte buna biz allopatrik türleşme diyoruz. Yani fiziksel bariyerler sebebiyle meydana gelen coğrafi ve cinsel izolasyon sonucu oluşan türleşme.





İki Tür Arasındaki Farklılık Ne Kadardır?



İşte bu çok önemli bir noktadır: Yine burada, "ehil göz" olayı işin içerisine girmektedir. Sizin hayata bakış açınız ve biyolojiden ne kadar anladığınız çok önem kazanmaktadır. Siz, bütün farelere "fare işte" diyip geçen biri misiniz? Yoksa gerçek bir bilim insanı gözüyle, aradaki en ufak farkı bile görecek şekilde uzmanlaşmış mısınız? Bu, sorumuzun cevabını verecektir.



Esasında -çoğu zaman Evrim Karşıtlarının ısrarla iddia ettiği ve pratik olarak haklı, teknik olarak haksız oldukları gibi- "fare, hala faredir". Yani değişim, öyle beklenildiği gibi bir farenin bir file değişmesi gibi değildir. Renk değişir, yapı değişir, özellikler değişir ama "fare, faredir". Tabii ki Biyoloji'den anlayamayan biri için...



Fare, belki hala fare gibi görünür; ancak artık eski fare değildir! Ve şu anda, sadece birkaç on ya da yüz nesil içerisinde meydana gelen değişimlerden bahsettik. Daha farklı senaryolar dahilinde, daha farklı evrimleri işin içine katabilirdik: Örneğin ya büyüklük inanılmaz avantaj sağlasaydı yeni ortamda? Bizim eskiden o "fare" dediğimiz şey, günümüzün göreceli olarak küçük kedileri boyutuna kadar büyüselerdi (tabii yapılarında ve görünüşlerinde yüzlerce, binlerce değişiklik meydana gelerek ve dikkat! Fare, kediye dönüşseydi demiyoruz, sadece boyut olarak kıyaslıyoruz)? O zaman da onlara "fare" diyecek miydik?



Her neyse, bu noktayı artık geçiyorum, kısaca evet, ortada ciddi bir değişim vardır ve bu sadece birkaç on ya da yüz nesil içerisinde meydana gelmiştir. Artık bu yeni "fareler", tamamen ayrı bir Evrim patikasına girmişlerdir. Bilimsel isimleri, belki yine Mus cinsi içerisindedir; ancak -atıyorum- eski ortamda kalan farelerin adı Mus caroli ise, yeni ortamdaki farelerin adı Mus cervicolor olabilir. Yani farklı bir tür meydana gelmiştir. Üstelik unutmayın: günümüzde yaşayan toplamda 125 farklı fare ve sıçan türü vardır. Yani sizin "fare işte" deyip geçtiğiniz canlı, bu 125 türden birine ait olabilir!



Eğer ki türler arasında farklılaşma meydana gelseydi; ancak hala birbirleriyle üreyebiliyor olsalardı, o zaman yeni ortamda evrimleşen gruba bir alt tür diyecektik ve eski ortamda kalmış grubun adı -örneğin- Mus caroli caroli olacakken, yeni grubun (alt türün) adı Mus caroli cervicolor olacaktı. Fakat süreç devam ettikçe, bu giderek farklılaşan alt türler sonunda birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar farklılaşacak ve genetik olarak o kadar uzaklaşacaklardır ki, onları ayrı türler olarak isimlendiririz. Görünümleri yine "fare standartlarında" olacaktır; ancak yine de aynı türler olmaktan çıkacak ve yepyeni türler olarak evrimleşecektirler.



Bu farklılaşma çok uzun süreler sürdüğünde ve farklı değişkenler işin içine girdiğinde, bir süre sonra dallanmalar ve izolasyonlar o kadar artabilecektir ki, yeni cinsler (tür toplulukları) oluşabilecektir. İşte Evrim Ağacı bu şekilde dallanmalar sonucu oluşur. Bu ağaç üzerinde birbirinden uzak türlere, yukarıda yaptığımız gibi, kademeli olarak gittiğinizde, farklılıklar birikerek artar ve sonunda tamamen farklı canlılara ulaşmanız mümkün olur. İşte evrim de budur.



Bu yazımızda, size ayrıntılı bir örnekle türleşmeyi anlatmayı hedefledik. İkinci tip türleşmeyi, bir sonraki notumuzda ele alacağız.

Umarız faydalı olabilmiştir.

En içten saygılarımızla.

evrimağacı

Muhteva
25.11.2014, 02:59
Tür ve Türleşme hakkında ki konuya daha sonra devam ederim bu konu hakkında daha epey makale paylaşıcam zaten Evrim hakkında yapacağım paylaşımlar herhalde bi 2-3 sene sürecek belki daha fazla o kadar geniş bir konu :)

Şimdi sayfanın adına yakışır şekilde yakın zaman önce gerçekleşen Bilimsel bir buluşa değinelim üstelik bu buluşu gerçekleştiren içimizden çıkan bir dahi :)


Google Bilim Fuarı'nın Oy Birincisi Elif Bilgin Oldu!


http://i.imgur.com/tWga40b.png

27 Haziran 2013'te, Google Bilim Fuarı tarafından desteklenen İkinci Geleneksel Scientific American Bilim Eylem Halinde (Science In Action) Ödülü'nün kazananı olarak ilan edilen Elif Bilgin (16, Türkiye), 4 Eylül 2013 tarihinde Dünya'nın dört bir yanından verilen oylarla Google Bilim Fuarı'nın da birincisi olarak ilan edildi.


Bilgin, Muzları Kullanmak! Muz Kabuklarını Kullanarak, Geleneksel Petrol-Temelli Plastiklerin Yerine Biyoplastiklerin Üretimi (Going Bananas! Using Banana Peels in the Production of Bio-Plastic as a Replacement for Traditional Petroleum-Based Plastic) başlıklı projesiyle kazandı. 50.000 dolarlık para ödülünün haricinde Bilgin, 1 yıllık bilimsel danışmanlık alma fırsatı, Galapagos Adaları gezisi, LEGO, CERN ve Google Ana Üssü ziyaretleri gibi bilimin ve teknolojinin önemli yapıtaşları olan birçok noktaya ziyaret imkanı kazandı.

"Benim projem neredeyse her gün bir atık olarak çöpe fırlatılan muz kabuklarının, kabloların elektrik yalıtımını sağlayan plastik yerine kullanılmasını mümkün kılıyor. Bu, hem aşırı doğa-dostu, hem de çok ucuz bir süreç. Bu sayede petrol türevi olan plastiklerin kullanımını ciddi anlamda azaltmamız ve çevre kirliliğinin önüne geçmemiz mümkün." diye tanımlıyor projesini Elif.

http://i.imgur.com/kgMsR2B.jpg

Scientific American dergisinin bağımsız jürisi, geçtiğimiz aylar içerisinde Elif'in de içinde olduğu 15 kişilik finalist listesini, toplamda 120'den fazla ülkeden başvuru ve proje alan Google Bilim Fuarı içerisinden seçmiş ve sonunda Elif'i birinci olarak ilan etmişti. Şimdiyse, Google Bilim Fuarı'nın da değerlendirmeleri, hem internet üzerinden alınan oylarla, hem de fuar jürisi aracılığıyla belirlendi ve Elif yine birinci olarak belirlendi.

Ancak yarışma henüz tamamlanmış değil! Sona çok yaklaşılmış olsa da, henüz bittiği söylenemez. Çünkü Elif, Dünya'nın dört bir yanından gelen oylarla birinci seçilmiş olsa da, asıl kararı Google Bilim Fuarı jürisi verecek. Fakat bu birincilik ve Scientific American Science In Action ödülünü kazanmış olması, jürinin Elif'i seçmek konusundaki kararını etkileyecektir. Çünkü bu iki birincilik, Elif'in Google'ın aradığı kriterler dahilinde, hem bilim camiasında, hem de halk üzerinde etki yaratacak bir projeye imza attığını tasdikliyor. Tabii yine de karar jürinin olacaktır.


Google Elif için tanıtım videosu hazırladı;

BMR-oMpCbjo

oflubektas
28.11.2014, 11:32
@oflubektaş

Yukarıda Tür konusuyla alakalı vermiş olduğum bütün yazıların toplamı olan makaleyi hazırlayan arkadaşlar hangi kaynakları kullandıklarını bildirmişler onları paylaşıyorum ki "evrime iman eden siteler" tanımı ne kadar muallakta kalıyor birlikte görmüş oluruz :)

Benim makalelerini paylaştığım bu sitede yaklaşık 20 civarı Evrim biyolojisi,Moleküler biyoloji,Jeoloji vs bilim dalların da üniversite bitirmiş hatta mastır yapmış yurt içi ve yurt dışından çok değerli bilim insanları topluluğu bulunuyor..

Bu insanlar daha bir kaç ay önce ilk kitaplarını yazarak halka sundular ve sitelerinden de paylaştılar yani kitap yazacak kadar bilgi ve donanıma vakıflar öyle liseli ergen tipler gibi evrim savunuculuğu yapan sitelerle karıştırmamak lazım :)

Bir diğer konu eğer bu mantıkla bakarsak ben burada bir kitaptan örnek versem dahi siz o kitabın yazarını da evrime iman etmiş diye damgalarsınız zaten.Bilişim çağında yaşıyoruz, artık her bilgi internet üzerinden paylaşılıyor en ünlü bilim adamları dahi çoğu işini bilgisayar vasıtasıyla gideriyor makalelerini,bilimsel görüşlerini internet üzerinden yayımlıyor.

Dolayısıyla kitaplar çok önemli olsada eski cazibesini yitiriyor belkide bu yüzyıl sonuna kadar tamamen tarih olacaklar ve tüm yazılar sanal ortamdan paylaşılacak yahut satılacak.Doğrusu da bu olur zaten kağıt yapımı için kesilen ağaçları kurtarmış oluruz.

Ben sizin için tüy ile kılın ayrımını bilimsel olarak işlemiş olan bir kitap bulamam çünkü malumunuz olduğu üzere ülkemiz bilim adamı yoksunu benim yabancı dilim zayıf bu tür kitaplar genellikle İngilizce oluyor ve çok azı Türkçeye tercüme ediliyor.Siz illaki kitap diye tutturursanız sanal ansiklopedi olan wikipedia'ya girip tüyün ne olduğunu hangi hayvanlar da bulunduğunu bilimsel ayrımını,anlamını ve kıl ile arasında ki farkı öğrenebilirsiniz.



Öncelikle tabi ki teknolojiden istifade edilecek, neticede ben de bu mesajımı güvercinin kanadına bağlayıp yazmıyorum. (Keşke becerebilseydim ama o kadar manyetik alanda yolunu bulamazdı yavrucak :)) Belki bir 50 sene sonra kitap da aynı bugünkü pikap gibi "nostaljik bir nesne" olabilir, şaşırmamak lazım.

Ancak benim anlatmak istediğim, gözlemlerime göre içinde bulunduğumuz 2014 Yılı itibariyle internetin doğru kullanılamadığı, tam bir yarı cahiller sürüsü yetiştirdiğidir. Her kitap kutsal değildir, kitap yazan adam da zırvalıyabilir, piyasada binlerce,onbinlerce zırva kitap vardır ama, bugün internetin yarattığı bilgi kirliliği yanında bunlar devede kulak kalıyor. "Bilgi" dediğimiz kavram, bence atfedildiğinden çok daha önemlidir, "veri" ile asla karıştırılmaması gereken, "bilgelik" süzgecinden geçen, haysiyetli bir kavramdır. Bugün internetten "veri"ye, "enformasyon"a ulaşmak çok daha kolay ama bilgiye ulaşmak hala çok zor. İnternet sayesinde vapur tarifesine ulaşmak çok kolaylaştı, ancak vapurun ne olduğunu, ne olmadığını dahi bilen internet ehli azınlıkta kalıyor. Bundan yaklaşık 1000 yıl önce Yusuf Has Hacip, dönemin Karahan hükümdarına sunduğu "Kutadgu Bilig" (Mutluluk veren bilgi) adlı eseriyle bu kavramı çok güzel açıklamıştır.

Ben de "kıldan tüyden mevzular" :) hakkında cehaletimi giderecek bir kitap tavsiyesi rica etmiştim. Keşke cevap verme konusunda nezaket gösterirken, "ille kitap diye tutturursanız" biçiminde ifadeler kullanmasaydınız. Hele bilgi kaynağı olarak, -bence- tam bir çöplük olan Wikipedia önerinizi de kabul edemiyorum maalesef.

Belli ki sizin de bu konularda okuduğunuz ve tavsiye edeceğiniz bir kitap yokmuş (aksi de olabilir tabi) , ben de bu konularda cahil olduğum için ne "evrime iman etmiş" internet sitelerine , ne de karşıt fikir olarak Harun Yahya saçmalıklarına bağlanırım.

Emre.
07.12.2014, 22:26
Bitkilerin ve mantarların evrimsel süreci nasıldı peki?

Muhteva
09.12.2014, 03:34
Bitkilerin ve mantarların evrimsel süreci nasıldı peki?

Bitkiler bizim soy ağacımızın ilk evrelerini oluşturur bu sorunun cevabı oldukça uzun olur ileride bunlara değinicem şimdilik insanın biyolojik soy ağacını veriyorum;

_Bitkiler
├─ Mantarlar
├─ Protistler
├─ Bakteriler
└─ Hayvanlar

├─ Omurgasızlar
└─ Omurgalılar
├─ Kuşlar
├─ Sürüngenler
├─ Balıklar
├─ Amfibiler

└─ Memeliler
├─ Etçiller
├─ Deniz memelileri
├─ Kemirgenler
├─ Yarasalar
├─ Böcekçiller
├─ Keseliler
└─ Primatlar
├─ Önmaymunlar
├─ Maymunlar
└─ İnsansılar
├─ Gibon
├─ Şempanze
├─ Goril
├─ Orangutan
└─ İnsan

Emre.
09.12.2014, 18:55
Teşekkür ederim.

Muhteva
22.04.2015, 16:25
Dış İskelet İle Çalışan Güney Koreli Tershane İşçisi

http://i.imgur.com/2mziFGd.jpg


Burada gördüğümüz, Güney Kore'deki bir tersanede çalışan bir işçi... İlk etapta bir tuhaflık göremeyebilirsiniz; ancak iyi bakın. Bu işçi, bir "dış iskelet" (exoskeleton) giyiyor. Yani bir makina... İşçinin vücudunu saran ve onunla birlikte çalışan bir makina. Bu makina sayesinde işçinin uygulayabildiği kuvvet onlarca kat arttırılabiliyor. Böylece normalde bir insanın kaldırmayacağı kadar ağır yükleri kolaylıkla kaldırılabiliyor. Dahası, makinanın güçlü yapısı sayesinde işçi çok daha az enerji sarfederek çalışabiliyor. Böylece hem daha az yoruluyor, hem de sakatlanmalara karşı korunmuş oluyor.

Bilim ve teknoloji nefes kesici değilse, nedir?

Muhteva
06.06.2015, 02:36
http://www.fizikist.com/20-yasindaki-mucit-gelmis-gecmis-en-buyuk-okyanus-temizligini-yapacak/

Tunç Tosun
06.06.2015, 03:11
Güzel paylaşımlar.

OĞUZHAN061
07.06.2015, 00:33
http://www.fizikist.com/dunyanin-ilk-sicakkanli-baligi-bulundu/ ilk sıcak kanlı balık bulunmuş,çok ilginç..

Sadık Bıyık
07.06.2015, 13:08
evrim konusunda mesafeli bir yaklaşımım vardır. zira her ne kadar evrimi savunan bilim adamları doğmalara karşı olduklarını söyleselerde; evrim konusuna bilimsel olarak değil imani olarak yaklaşmışlardır. burada önemli olan bilim ile iman arasındaki ince nuansı görmek lazım. bilim asla kesinlik içermez. kesinlik içermediğinin birçok kanıtı vardır ama 300 yıl sir newton gibi bir dahinin teorisi kabul edilirken 300 yıl sonra bu teori çürütülerek tarih olmuştur. dolayısıyla bilim asla kesinlik içermez ama iman kesinlik içerir. neye inanırsan inan kesin doğru olarak kabul edersin. eğer doğru olarak kabul etmiyorsan zaten inanmazsın.

dolayısyla buradan bilimle iman arasındaki fark kesinlikdir diyebiliriz. buradan şu itiraz yapılabilir "ama bilim ile doğruluğu kanıtlanan bilgi kesin olmuyor mu" . işte bu bilimin ruhuna terstir. zira bilgi her zaman göreceli olmalıdır ki o bilgi üzerinde bilim yapmaya devam edilinebilinsin. eğer ulaşılan en son bilgi kesin bilgi olarak kabul edilirse anti tezler bölücü yıkıcı muhalefet olarak görülür ki bu tamamen bilmin dezormorfasyonuna neden olur. yada hiçbir bilim adamı "bu çalışmam genel kabule ters o yüzden vazgeçeyim" demez. genel olarak doğru kabul edilen görüşe zıt bir çalışmada olsa onu sonuçlandırıncaya kadar çalışmasına devam eder. bu da olması gereken bilimdir.

Ve malesef tüm dünyada ve özellikle Türkiye de evrim konusunda çalışma yapan herkes konuya bilimsel olarak yaklaşmak yerine karşısındakini inandırmaya yönelik bilgi sunmaya çalışır. eğer evrim bilimsel bir gerçekse bunu bilim kullanarak kanıtlamak anlatmak doğru olan değil mi. bilimin iki mottosu olan deney ve test durumlarını evrim konusuna uyarlayarak evrimin anlatılması gerekmiyor mu? resimli videolu anlatım yapmak yerine, deneysel gözlemlenebilir anlatım yapmak gerekmiyor mu? Ve her şeyden önemlisi evrim konusunu bir iman konusu haline getirip "sen nasıl inanmazsın evrime yoksa bilime karşımısın" gibi saçma sapan ifadeler kullanmamak gerekmiyor mu?

eğer evrim ağacı gibi siteleri takip ederseniz göreceksiniz ki, karşıt görüştekilerin yaptığı gibi işi tartışma boyutuna çekip "dünyada tüm saygın insanlar buna inanıyor sizi yobazlar" tarzında çalışmaları var. iyi ama karşıt görüştekiler inançları gereği konuşuyorlar ya siz? evrimi inandığınız için mi yoksa bilimsel olarak doğru olarak gördüğünüz için mi savunuyorsunuz. eğer bilim yapıyorsanız bilin ki bulduğunuz bilgi asla kesin bilgi değildir. öyleyse evrime de aksi ispatlanıncaya kadar doğru bilgi diyebilirsiniz. peki ama aksini ispat için yapılan çalışmalara sırtınız dönerseniz galileo' yu yargılayan kiliseden ne farkınız olur.