PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kıssadan Hisseler



.....
30.07.2010, 01:25
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi birşey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli.nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.

Durumu Hacı Bektaş Veli.ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder.

Adam aynı şeyi Hacı bektaş veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar:

Mevlana şöyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.

Hacı Bektaş da şöyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

Harun-61
30.07.2010, 11:42
Mecnun, fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini
Leyladan başkasına görmeye yasaklı gözleriyle göremez, namaz kılan dervişi..
Namaz biter derviş kızar mecnuna.. özür kuşanmış kelimelerin ardından, paslı vicdanlara bir hançer gibi saplanan sözler dökülüverir leyla kitabı okuyan dudaklarından:
-kusura bakma derviş baba, ben leylanın aşkından seni göremedim. ya sen huzurunda bulunduğun MEVLANIN aşkından beni nasıl gördün?

selam ve dua..

Harun-61
30.07.2010, 11:43
Garip bir firinci vardi.Kendisine sahte para verseler de alir,paranin
sahteligini bildigi halde parayi verene söylemez ve istedigi ekmegi verirdi.

Onun bu haline herkes sasar ve kimse bunu neden yaptigini anlamazdi.Nihayet
ölüm vakti gelip catinca ,firinci ellerini yüce dergaha acti ve söyle
yalvardi:

„ Ey Allahim, biliyorsun ki yillarca insanlar bana sahte dirhem getirdi ve
ben bunu onlarin yüzlerine vurmayip istediklerini verdim.Simdi de ben Senin
huzuruna sahte taátlerle geliyorum,ne olur onlari yüzüme vurma.“


Cennet bir sürprizler diyaridir.

Bizi hangi amelimizin kurtaracagi da belli degildir; o da bir sürprizdir.

Bazen dudagimizda beliren bir tebessüm goncasi karsimizda bütün ümitleri
hazanla sarsilmis birisine öyle bir insirah bahari yasatir ki onun
karsiligini biz ahirette cennet bahceleri olarak görürüz.

Öyleyse iyiliklerden hicbirini ,ama hicbirini kücük görmek dogru degildir.

Velev ki bu iyilik kovadaki suyu bir baskasinin kabina bosaltmak kadar kucuk
bile olsa……

Harun-61
30.07.2010, 11:45
Çok zengin bir adamcagiz,ölümünün yaklastigini hissedince oglunu yanina cagirmis.Evvela vasiyetini bildirmis ve demiski:
_Beni mezara çoraplarimla gömün!
Oglu babasinin bu vasiyetini anlamamakla beraber''tamam''demis.
Adam birde mektup tutusturmus oglunun eline.
_Ölümümden sonra basin ilk sikistiginda bu mektubu açarsin demis.
Emr-i Hak vaki olmus,adam ruhunu teslim etmis.Es dost toplanipagit yakarken,oglani almis bir düsünce:''ben simdi babami çoraplariyla nasil gömerim?..
Bir hoca bulup sormus ama olumlu cevap alamamis.Olmaz!demis hoca:dinimizce uygun degil böyle bir sey!Baska hocaya sormus.o da olmaz diye kestirip atmis.
Evlat çaresiz,mevtayi da artik bekletmek olmaz,gömmek lazim.Aklina birden babasinin''basin ilk sikistiginda aç''diyerek biraktigi mektup gelmis.Hemen mektubu arayip bulmus.
Mektupta sunlar yaziliymis:
"Oglum, gördügün gibi ben bunca zenginligime ragmen yanimda çorap dahi götüremiyorum,gayrisini sen düsün!..."

Herkese sevgi, saygi ve dua ile vesselam...

selametle

Harun-61
27.08.2010, 15:34
Güzel sesli bir hafiz Kur'an okuyordu. Kulagına gelen bu güzel sesten etkilenen Hz. Mevlana da gözyaşıyla dinliyordu. Bu sırada elini ağzına kapayarak esneyen bir adam Mevlana'nın bu gözyaslarına bir mana veremeyerek sordu:

-Efendi Hazretleri niçin ağlıyorsunuz ağlanacak bir sey mi var ortada?

Mevlana esneyen adama anlayacagı dilden cevap verdi:

-Güzel sesli hafizlardan gelen Kuran sesi bana cennet kapısının açılışı sesi gibi geliyor da onun için...

Esnemeyen devam adam da başını sallayarak:

-Bana da cennet kapılarının açılış sesi gibi geliyor dedi. Mevlana küçük bir düzeltme yaptı:

- Aramızda ince bir fark var dedi. Senin duyduğun ses cennet kapısının açılıs sesi degil kapaniş sesi olmalıdır. Çünkü dedi açılış sesi gözyaşı döktürür kapanış sesi ise uyku getirir...

.....
07.02.2011, 22:36
Kulluğa yakışır mı?


Horasan valisi Abdullah bin Tâhir zamanında
Jandarmalar, yanlışlıkla suçsuz bir müslimanı
hırsız diye yakalayıp, sonra vâliye çıkardılar.

Vâli durumu öğrenip;
“Derhal bunu hapsedin!”
dedi.

O müslüman hapishânede namaz kılıp;
“Yâ Rabbî! Suçum olmadığını, ancak
sen biliyorsun ve beni bu zindandan
ancak sen kurtarırsın, beni kurtar!”
diye yalvardı.

Vâli, o gece rüyasında, dört kuvvetli kimse
gelip, tahtını tersine çevireceklerken uyandı.
Abdest alıp namaz kıldı ve tekrar uyudu.

Yine o dört kişinin, tahtını tersine çevirmek
üzere olduklarını görüp, korkuyla uyandı.


Hapishâne müdürünü çağırıp;

Zindanda bir mazlum kalmış mı?”
diye sordu.


Müdür;
“Bunu bilemem. Ama biri, namaz kılıp
çok duâ ediyor, gözyaşları döküyor”
deyince, onu getirtti.

Hâlini sorup anladı ve özür dileyip;
“Ne olur, hakkını helâl et, şu bin gümüş
hediyemi kabul et ve herhangi bir işin

ihtiyacın olursa, doğruca bana gel!”
diye rica etti.


O müslüman;
“Hakkımı helâl ettim, hediyeni de
kabûl ettim. Ama işimi, dileğimi
senden istemeye gelemem”
dedi.

“Neden?”
deyince,

“Çünki benim gibi bir fakir için, senin gibi
bir sultânın tahtını, bir kaç defâ tersine
çeviren Sâhibimi bırakıp da, dileklerimi

başkasına götürmem kulluğa yakışmaz!”
dedi.

.....
07.02.2011, 22:40
Susuzluktan ölecek olsan





Bir gün Allah dostlarından
Şakîk-i Belhî hazretlerine
“rahmetullahi teâlâ aleyh”

halîfe Hârun Reşîd gelerek;
“Ey Şakîk! Bana nasîhat eder misin”
diye ricâ etti.

Büyük Velî;
“Ey Hârun! Düşün ki çölde yalnız kaldın
ve susuzluktan ölmek üzeresin. O anda
birisi gelip serin su sattığını söylese, o
suyu almak için ne kadar mal verirsin?”
diye sordu.

Hârun Reşîd hiç düşünmeden;
“Ne kadar isterse veririm elbette.
O durumda para düşünülür mü?”
dedi.

“Meselâ servetinin yarısını istese,
bir içimlik su için, verir misin?”

“Elbette veririm, ben ölürken,
servetimin ne kıymeti olur?”

“Pekâlâ, suyu içip kandın. Bu sefer de
dışarı atamıyor, acıdan kıvranıyorsun.
O sırada biri gelip; Seni bu sıkıntıdan
kurtarırım, ama karşılığında servetinin
yarısını isterim dese, verir misin?”

“Elbette, seve seve veririm”

Hazret-i Şakîk;
“Öyleyse servetinle övünme ki, bir
içimlik su kadar kıymeti yokmuş!”
buyurdu.

.....
07.02.2011, 22:52
Anadolu Velîlerinden
Zeynullah Kazânî hazretleri,
“rahmetullahi teâlâ aleyh”

bir sohbetinde;
“Çocuklarımızın islâmiyeti öğrenecek
kıymetli zamanları ziyan edilirse
câhil kalır ve böylece dinsiz ve
îmânsız bir gençlik yetişir”
buyurdu.

Ve ekledi:
“Evlâdına islâmiyeti öğretmeyen bir
baba onun en büyük düşmanıdır”

Şaşırdılar:
“Kendi öz evlâdının mı
düşmandır efendim?”

“Evet, çünkü o baba, böyle davranarak
güzelim yavrusunu, hem de kendi eliyle
Cehennem ateşine atmış demektir”

“İslamiyeti öğrenmek, bu
kadar mı mühim efendim?”

“Elbette. Helâli, haramı öğrenmeyen,
öğrendikten sonra da yapmaya önem
vermeyenin îmânı gider, kâfir olur.
Kâfirlerin gideceği yer ise sonsuz
Cehennemdir, anladınız mı?”

“Anladık efendim”




http://a5.sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash1/hs765.ash1/165605_179612915406154_125848047449308_447266_5716 828_n.jpg

.....
08.02.2011, 02:06
Fâtiha-i şerîfenin faydası


Allah dostlarından
Yûsuf Mahdûm hazretlerinin
“rahmetullahi teâlâ aleyh”

hizmetini gören Mehmet Dede vardı ki,
yaşlanmasına rağmen çocuğu olmamıştı.

Hanımıyla birlikte buna üzülüyor;
“Hak teâlâ, bize de bir çocuk verse”
diyorlardı.

Mehmet Dede, bir gün Hocasına gelip;
“Efendim, mâlumunuz otuz yıldır bu
evde hizmetle şerefleniyorum. Ama
ne yazık ki, çocuğumuz olmuyor”
deyiverdi.

Büyük Velî sordu:
“Buna üzülüyor musunuz?”

“Evet efendim. Hanım da, ben de çok
üzülüyoruz. Duâ etseniz de Rabbimiz
bir oğul verse bize. Ben ölürsem, bu
doğacak oğlum bakar hizmetinize”

O anda yağmur yağıyordu.
“Pekâlâ, şu yağan yağmurdan bir
bardak yağmur suyu getir bana!”
buyurdu.

Getirince o suya Fâtiha okuyup;
“İkiniz de bu sudan üçer yudum için!”
buyurdu.

Çok geçmeden bir oğulları oldu.
Fakat doğuştan a’mâ idi çocuk.

Yûsuf Mahdûm hazretleri;
“Ey Mehmed! Üzülme, sabret. Bu çocuk
büyüyünce büyük âlim olur ve ilmiyle
nice câhil insanları hidâyete getirir”
buyurdu.

Sonra onu kucağına alıp, sağ kulağına
ezân, sol kulağına ise ikâmet okudu.

O anda Mehmet Dede sevinip, yüzünde
güller açtı, zîra bebeğin gözleri açılmıştı.

Hakîkaten bu çocuk büyüdüğünde
büyük bir âlim olup, binlerce
insanın hidâyetine sebep oldu.



http://a5.sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash1/hs766.ash1/165740_176472402386872_125848047449308_426409_2898 635_n.jpg

.....
08.02.2011, 02:08
Hayyâlessalâh! Hayyâlelfelâh!





Anadolu Evliyâsından
Ahmet Âmiş Efendi hazretleri
“rahmetullahi teâlâ aleyh”

sevdiği bir gence;
“Allahü teâlâ biz kullara her gün beş
vakit namaz kılmamızı emretmiş mi?”
diye sordu.

Delikanlı cevapladı:
“Evet efendim, elbette”

“Müezzinler minareden günde beş defa,
Hayyâlessalâh! Hayyâlessalâh! diyerek
insanları namaza çağırıyor, değil mi?”

“Evet efendim”

“İşte bir kimse, Rabbimizin bu dâvetini
duyduğu halde duymazlıktan gelir, hiç
umursamaz ve namazlarını kılmazsa,
bunun mânâsı sence nedir acaba?”

Genç merak etti:
“Nedir efendim?”

“Bunun mânâsı hâşâ “Ben senin dâvetini
kabul etmiyorum! Emrini dinlemiyorum!
Yâni ben seni tanımıyorum! demektir.
üstelik hiç üzülmez, kalbi sızlamazsa,
o müslimanın îmânı tehlikeye girer”

“Ya üzülürse efendim?”

“Böyle kimselerin üzülmesi çok zordur.
Zira artık alışır günahı mubah görür.
Ama zerre kadar bile olsa kalbinde
bir üzüntü duyarsa, îmânı gitmez”


http://a8.sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc4/37388_133475793353200_125848047449308_201788_80808 71_n.jpg

.....
06.05.2011, 19:11
Şu aynada kendine bak!


Büyük VelîBehâeddîn-i Buhârîhazretlerinin, Emîr Hüseyinadındaki bir talebesi anlatıyor:

Ben, önceleri çiftçilik yapıyordum. Müslümanlıkla pek ilgim yoktu. Tam bir cehâlet içinde geçiriyordum ömrümü. Hayatı, yiyip içip yatmaktan ibaret sanıyordum.

Behâeddîn-i Buhârî hazretleri bizim mahallemizde ikamet ediyor, sık sık karşılaşıyorduk yolda kendisiyle. Bana tebessüm ederdi her seferinde.

Bir gece de, rüyâmda gördüm kendisini. Bana bir ayna verip;
- Şu aynada kendine bak! buyurdu.

Baktım. Fakat “çok çirkin” gördüm sûretimi. İğrendim kendimden. Ertesi gün, yolda karşılaştık yine.
Yanıma yaklaşıp sordu:
- Rüyâda, sana aynayı veren kimdi?

- Sizdiniz efendim.

- Peki, kendini neden çirkin gördün acabâ?

- Bilmiyorum efendim.

- Hiç merak etmedin mi?

Önüme baktım.

- Namaz kılmadığın için “Çirkin” gördün. Eğer beş vakit namazını “güzelce” kılsaydın, kendini “Çok güzel” görürdün,buyurdu.

O gün “Namaz”a başladım.

Ve bırakmadım bir daha.

.....
03.07.2011, 01:22
Hz.Ömer şama asker göndermişti.Baktılar ki savaşı yenemiyorlar,halifeye haber yolladılar.
Hz.Ömer dediki korkarım bir sünneti terk ettiniz,düşündüler misvak kullanılmamıştı.Başladılar misvak kullanmaya,düşman bu olayı görünce şaşırdı ve korktu.müslümanlar açlıktan bizleride yiyecek diyerek kaçtılar...

*
*
*

İnternetten araştırdım lakin bu kadar kısmını bulabildim.

Müslümanlar bir savaşı kazanamıyorlarmış. 40 gün uğraşmışlar olmamış. En son Hz. Ömer(ra) herkes baksın neyimiz eksik ne yapmıyoruz diye sonra misvak kullanmadıklarını anlamışlar.

Suyun başında dişlerini misvaklarlarken düşmanlar Müslüman orduyu böyle görünce dişlerini biliyorlar bizleri yiyecekler diye düşünmüşler.

Hepsi birden kaçmaya başlamış. Savaşı Müslümanlar kazanmış...

.....
05.07.2011, 01:32
Veysel Karani r.a anne babaya itaati Peygamber Sav. hiç gormedi


yemenden bir bucuk ay yol yurudu medineye,
peygamber aski kalbinde hasta annesini geride biraktida helallik aldi.....
"gidipte bulamazsan bekleme geri don beni daha fazla bekletme" tamam annecim dedi.
soz verdimi bir kere ne pahasina tutardi o.
nuru oyle parlaktiki medineye kendinden once girdi...
Alemlerin efendisinin kapisa geldi... tik tik tik....
kapida haz Fatma r.a müminlerin annesi resullulahin kizi...
o an kafasini yere egdi hemen esselamunaleykum ve rahmetullah
heyecanli ama utangaç bir sekile sordu
"resullullah nerededir?" aldigi yanit "namaza gitti"
o an hayal kirikligiyle "ne zman doner "
"daha yeni gitti" yanitini alir.....
ve o nurki annesini sozu geldi "oglum bulamazsan hemen dön arama"
ve yemene yola koyulur gozunde yaslarla.....
Resullulah efendimiz namazi bitirmis tabliGden yorgun bir sekilde belkide eve donerken kapi ya gelir bakarki kapida bir nur duruyor.
hemen kapiyi calar sorar"ya Fatma buraya bi nur gelmis kimdir o"
aldigi yanit "yemenden veysel karani isminde bir zat geldi seni ziyarete babacim bulamayinca geri dondu"..
olan resullullah efendimiz"gozleri dolarak zati yasarken goremedim ama onu goren gozleri gordugum elhemduillah"
vefat ederken veysel karani r.a a cubbesini hediye gonderdi hz omere ve hz.ali r.a
la beraber....
ve soyle dedi"ey omer ey ali gidin bu cubbeyi goturun resullullah gonderdi diyin ve onun duasini alinki Allah size maGfiret etsin"
yemene gelirler Veysel Karani r.a namazdadir namazini bitirir kafasini kaldirir ve hz omer r.a"bizede dua et ey Allah in dostu der ve eline sarilir"..........
bu ornek biz peygamber s.a.v efendimizi hayati boyunc goremeyenler için cok buyuk ornektir veysel karani r.a efendimizi hiç gormedi ama annesine verdiGi sozden dolayi onu razi etmek ugruna geri dondu bizde anne ve babamiza sorumluklarimizi bilelim ve bunu hayatimiza uyguluyalim

.....
05.07.2011, 01:50
Alma Mazlumun Ahını Çıkar Aheste Aheste...





Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu. Yanına sokularak: — Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var? Sıcak bir tebessümle: — Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum. — Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm. Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu. — Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim. Saatime baktıktan sonra: — 20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor. Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm. içeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara: — İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı? Ön koltukta oturanı: — Hak istiyorsan Hakkâri'ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş. Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu. Sakinleşmeye çalışarak: — Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor. Bu defa şoför lâfa karışıp: — Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir. Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu. 5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı Şoför: — Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak. Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde: — Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış. Heyecanla: — Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı? — Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar. Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu. Şoför, koltuğuna yavaşça otururken: — Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla.

.....
21.07.2011, 18:10
NASİP (Başka Nasıl Anlatılabilirdi ki?)-->Süperr Bir Hikaye

Gencin birisi Kâbe' de hep,
"Ey dogrularin yardimcisi olan Allahım, ey haramdan sakinanlarin yardimcisi olan Allahım, sana hamdü sena ederim" diye dua eder
Bu durum herkesin dikkatini çeker
Birisi, (Neden hep ayni duayi yapiyorsun, baska bir sey bilmiyor musun?) der
O da anlatir:

7-8 sene önce yine Kâbe' de iken içi altin dolu bir torba buldum Tam 1000 altin vardi Içimden bir ses (Bu altinlarla, sunlari sunlari yaparsin) diyordu Hayir dedim kendi kendime, bu benim degil, baskasinin mali,kullanmam haram olur dedim
Bu sirada birisi, "söyle bir torba bulan var mi?" diye bagiriyordu Çagirdim onu, nasil bir torbaydi, içinde ne vardi diye sordum Torbayi tarif etti ve içinde 1000 altin vardi dedi Al öyleyse torbani diyerek verdim Adam torbayi açip içinden bana 30 altin verdi Pazara gittim Temiz yüzlü genç bir esiri överek satiyorlardi Gencin temizligi dikkatimi çekti Yanlarina gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim 30 altin dediler Adamdan aldigim 30 altini verip genci satin aldimBir iki yil geçtiGenç çok çaliskan, çok edepli idi Onu aldigima çok memnun olmustum Bir gün onunla giderken karsidan iki üç kisi geliyordu

Genç bana dedi ki, Efendim, ben Fas emirinin ogluyum Bu gelenler babamin adamlari Beni buldular Senden beni satin almak isterler Sen iyi bir insansin, onlara 30 bin altindan asagiya satma) dedi

O kisiler y anima geldi, bu esiri bize satar misin dediler Satarim dedim 60 altin verelim dediler Olmaz dedim Iyi ama sen bunu 30 altina almadin mi? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler Öyleyse gidin pazardan alin dedim Artira artira 20 bin altina kadar çiktilar 30 binden asagi olmaz dedim Çaresiz kabul ettiler Altinlari erip, genci alip gittiler Ben o 30 bin altinla isyerleri açtim, ticaret yaptim, daha çok zengin oldum

Bir gün bana arkadaslar, "çok zengin bir ailenin iyi bir kizi varBabasi yeni vefat etti Onunla seni evlendirelim" dediler Ben de "olur" dedim Nikah kiyildi Deve yükleri çeyizini getirdiler Çeyiz arasinda bir torba dikkatimi çekti Kiza, "bu nedir" dedim" "ben evlilik çağıda geldiğimide, babam çeyizime koymak için 1000 altın verecekti, ama altınları bana getireceği zaman Kâbe' de kaybetmis, bulan gence 30 unu vermis Ancak kalanini da bana getirebildi, işte bu altınlar onlar" dedi

Demek ki buldugum altinlar benim rizkim imis, vermese idim haram yoldan gelecekti, simdi helal yoldan yine bana geldiBana yardim edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamd ederim

Aci da olsa, dogrulari söyleyiniz (hadis i serif)

Harun-61
21.07.2011, 18:14
Abdulhalik Gücdevânî (K.S.) Hz.lerine bir derviş sordu:
“Nefsimin istediğini mi yapayım, yoksa istemediğini mi?”

Hazret cevap verdi:
“Bunu tayinde insanın aklı yanılabilir. Cenab-ı Hakk’ın emrettiği yapılır, nehyettiği yapılmaz. Kulluk da budur, dervişlik de budur.”

.

Mucahid Erdogan
29.07.2011, 10:04
Allah dostlarından "Hacı Bayrâm Velî" hazretlerinin yaşadığı devirde, temiz kalbli “bir genç” askere çağrılmıştı.



Yetîm ve öksüzdü. Kimi kimsesi yoktu.



Biraz mîrâs kalmıştı babasından.

Hani birkaç "Bilezik", birkaç da "Altın".



Bir kutu içine koydu onları.



İyi de kime teslim edecekti?



O anda "Hacı Bayrâm Velî" hazretlerini hatırlayıp, koştu türbesine.



Ruhuna bir “Fâtiha” okuyup;

- Efendim! Vatanî vazîfemi îfâ için askere gidiyorum.

“Şu kutu”yu emanet edecek kimsem yok. Çâresizim. Sizde emanet kalsın. Asker dönüşü alırım inşallah!

dedi.

Ve askere gitti.



Askerden dönünce, “Emanet kutu”yu hatırlayıp, koştu türbeye.



Gördü ki, bıraktığı yerde duruyor.



Seslendi yaşlı türbedara:

- Efendi baba! Şu kutuyu yıllar önce buraya koymuştum. Şimdi izninizle alıyorum.



Türbedar, başını olumsuzca salladı:

- Al alabilirsen!



- Niçin böyle söylüyorsunuz amca?



- Çünkü ben, o "Kutu"yu birkaç defâ almak istedimse de alamadım. Hattâ bir milim oynatamadım yerinden.



- Sonra amca?



- Sonra "Bu işte bir hikmet var" deyip, bir daha da sürmedim elimi.



Genç, tereddütsüz uzattı elini.

Ve koyduğu yerden aldı "Emâneti"ni.



Sevinçle döndü memleketine.

.....
31.07.2011, 01:01
Peygamberimiz’in mûcizesi ile, simsiyah yüzü beyaz olan kölenin yaşadığı köyden bir kadın, kucağındaki iki aylık bebeği ile birlikte Peygamber Efendimiz’in yanına geldi. İki aylık bebek, Peygamberimiz’in yanına gelir gelmez dile geldi.

”Ey Allah’ın elçisi! Allah sana selâm söyledi” dedi. Kâfir olan anne çocuğunu azarlayarak, ”Sus, sana kim öğretti bunu?” diye öfkeyle bağırdı. Bebek yeniden dile gelerek, ”Önce Allah, sonra da Cebrâil” dedi. Annesi çocuğa, ”Sen Cebrâil’i görüyor musun?” dedi. Çocuk, ”Evet, şu anda senin başının üzerinde ayın on dördü gibi parlıyor” dedi. Allah’ın Resûlü bunun üzerine çocuğa, ”Ey süt emen körpe yavru! Senin adın nedir?” dedi. Bebek, ”Hakk’ın yanında adım Abdülaziz, fakat insanlar beni Abdüluzza diye çağırıyorlar” dedi. İki aylık çocuğun kemal sahibi bir insan gibi konuşması annenin imana gelmesine vesile oldu.

***
Konuşma yaşına gelmemiş çocuk gibi, kıyamet günü bütün âzalarımız, elimiz, ayağımız, gözümüz dile gelerek yaptıklarımızı bize söyleyecekler. İnsan bunu bile bile nasıl günah işler?


Mesnevi'de Geçen Hikayeler

Harun-61
04.08.2011, 14:22
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“...Hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir...” (Sebe, 39)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Cömertlik, dalları dünyâya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür…” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VII, 435)

Hazret-i Âişe vâlidemizin oruçlu olduğu bir gün, yoksulun biri gelerek kendisinden yiyecek bir şeyler istemişti. Âişe vâlidemizin evinde, akşam iftar edeceği bir somundan başka bir şey yoktu. Hizmetkârına, o ekmeği vermesini söyledi. Hizmetkârı îtiraz edecek olduysa da Âişe vâlidemiz ısrar edip o ekmeği verdirdi. Akşam olunca birisi Âişe vâlidemizin evine bir parça pişmiş koyun eti gönderdi. Âişe vâlidemiz hizmetkârını çağırarak:

“–Buyur ye, bu, senin (vermeye kıyamadığın) ekmeğinden daha lezzetlidir!” buyurdu. (Muvatta, Sadaka, 5)

İki Gün Bir Değil

EMiRHAN61
04.08.2011, 20:23
Tebe-i Tâbiîn neslinden Abdullah ibn Mübarek hazretleri anlatıyor: Hacca gidiyordum. Irak-Suriye topraklarından geçerken yalnız bir kadına rastladım. Selâm verdim; selâmımı "Söz olarak Rahîm bir Rabden selâm sözüdür onların duyacağı" (Yâ-Sîn: 58) âyetiyle aldı. "Buralarda ne yapıyorsun?" diye sordum. "Allah kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur" (A'râf: 186) âyetini okudu. Anladım ki, yolunu kaybetmiş. Nereye gittiği soruma "Bir gece kulunu Mescid-i Haram'dan alıp Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ı tesbih ederim" (İsrâ: 1) âyetiyle karşılık verdi. Anladım ki, geçtiğimiz hacc mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs'e gidiyor.

"Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?" dedim. "Tam üç gece (yani üç gündür)" (Meryem: 10) dedi. Yiyecek verme teklifinde bulundum. "Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın" (Bakara: 187) âyetini okudu. "İyi de Ramazan'da değiliz" dedim. "Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa, Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir" (Bakara: 158) âyetiyle cevap verdi. "Yolculukta oruç açılabilir" dedim. "Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır" (Bakara: 184) âyetini okudu.

Niye benim gibi konuşmadığını sordum. "Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun" (Qâf: 18) dedi. "Kimlerdensin?" diye sordum. "Bu konuda bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra göz de, kalb de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur" (İsrâ: 36) âyetiyle cevap verdi. "Hata ettim, hakkını helâl et!" dedim. "Bugün size kınama yok. Allah, sizi bağışlasın" (Yusuf: 92) dedi. Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum. "Hayır adına ne işlerseniz Allah onu bilir" (Bakara: 215) âyetiyle mukabele etti. Devemi yanına getirdim. Binecekken, "Mü'min erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar" (Nûr: 30) âyetini okudu. Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı. "Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir" (Şûrâ: 30) âyetini mırıldandı. "Sabret, deveyi bağlayayım!" dedim. "Bu hususta Süleyman'ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık" (Enbiyâ: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kasdetti. Deveye bindi ve "Bunu bize baş eğdiren Allah'ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!" (Zuhruf: 13-14) âyetlerini okudu. "Haydi!" diye deveyi hızlandırdım. "Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!" (Lokman: 19) mukabelesinde bulundu. Yürürken şiir okumaya başladım. "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun!" (Müzzemmil: 20) dedi. "Şiir okumak haram değil ki!" dedim. "Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret sahipleri düşünüp anlar!" (Bakara: 269) cevabını verdi.

Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum. "Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!" (Mâide: 101) âyetini okudu. Derken kafilesine ulaştık ve "Kafile içinde kimsen var mı?" dedim. "Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür!" (Kehf: 46) dedi. Anladım ki, evlâdı var. İsimlerini sordum. "Allah İbrahim'i dost edindi; Allah Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitab'a kuvvetle tutun!" (Nisâ: 125, 164; Meryem: 12) âyetlerini okudu. "Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa!" diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç "Buyur!" diye çıkageldi. Onlara para verip, "Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli davransın!" (Kehf: 19) dedi. Yiyecek gelince bana, "Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!" (Hâqqa: 24) dedi. Çocuklara, "Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!" dedim. "Annemiz" dediler, "Ağzından Cenab-ı Allah'ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur'an'la konuşur."

İbn Mübarek, bu hadiseyi Kur'an'da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.

.....
08.01.2012, 17:41
4. Murad Han'ın Rüyası



Sultan Murad Han o gün bir hoş"tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?-- Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayırdır inşallah?.. -- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.- Nasıl yani?-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar; -- Kimdir bu? Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhusun biri işte!.. -- Nerden biliyorsunuz? - Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer; - Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir. - isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu : -- Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden. -- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha. - Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından. - Aman efendim, nasıl kaldırırız?-- Basbayağı kaldırırız işte. - Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini... -- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız. - Şurada bir mahalle mescidi var ama... -- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba... -- Nasıl yani?..- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?.. -- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. - Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!.. -- Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye... -- Hayret... - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Hucceti islam okurdum...-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki... - Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...-- Doğru, öyle ya?.. - Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın? -- Peki o ne dedi? - Önce uzun uzun güldü, sonra;- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
http://photos-e.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash2/148281_10150099694226095_215144386094_7387664_6300 981_a.jpg

Harun-61
22.02.2012, 12:59
EY TÂLİHSİZ KİŞİ!

Konya'da Tâceddîn adında evliyâyı ve hâllerini inkâr eden biri vardı. Mevlânâ hazretlerinin de aleyhinde bulunurdu. Bu kişi bir gece kendisini nasılsa Cehennem kapısında durmuş gördü. Cehennemliklerin durumunu olduğu gibi seyretti. Orada bir adamı eli ayağı bağlı olduğu hâlde bir Cehennem'den çıkarıp, öteki Cehennem'e sokuyorlardı. Dört kişi de orada durmuş; "Ey tâlihsiz kişi! Bu aman vermeyen ağır ve acıklı yükün altından kurtulman için velîlerin sözlerini oku." diyorlardı. Tâceddîn bu heybetten orada donup kalmıştı. O zavallı kişi; "Bana Allahü teâlânın rızâsı için birkaç kelime öğretiniz." diye ricâ ediyordu. Bu sırada kendisine Mevlânâ hazretlerinin Mesnevî'sinden birkaç beyit öğrettiler. O da bu beyitleri okudu. Okur okumaz bütün zincirleri ve bağları üzerinden çözüldü. Sonra da Cennet tarafına yönelip gitti. Tâceddîn uykudan uyanır uyanmaz Mevlânâ'nın medresesine koştu. Yolda Mevlânâ ile karşılaştı. Mevlânâ ona; "Ey Tâceddîn! Bir yerde sâdece velîlerin sözleri insanın böyle imdâdına yetişir ve yardım isteyenlere yardım ederse, artık onların sohbetinin neler yapacağını ve onlara karşı beslenen sevginin bereketinin insanı nerelere ulaştıracağını düşün." buyurdu. Gördüğü rüyâya Mevlânâ hazretlerinin vâkıf olduğunu anlayan Tâceddîn, ellerini öpüp sâdık talebelerinden biri oldu.

.

TAHSİN 61
22.03.2012, 12:57
İbrahim Peygamber doğa olaylarına yağmurlara rüzgarlara hükmederdi. Günün birinde adamın biri korkarak yanına gelir ve Ey İbrahim beni rüzgarınla Hindistan'ın en ucra köşesine gönder dedi .. Neden böyle bir şey istiyorsun diye sorduğunda Azrail'i görüyorum ondan kaçmak için dedi adam.

Adamı Rüzgarıyla gönderdikten sonra Azrail as. mı görür İbrahim Peygamber ;

Ey Azrail neden böyle şaşırmış bakarsın bana diye sorar
Azrail; Az önce rüzgarınla gönderdiğin adam için Allah bana bu kulumun canını Hindistan'da al dedi. Ona şaşırdım der.

Benim çok hoşuma giden bir kıssadan hissedir.

Harun-61
06.05.2014, 11:22
Namuslu Kazanmanın Tek Yolu

İki rakip aday, kasaba meydanında söz düellosu yapıyorlarmış.
Biri rakibine şöyle demiş;
- Para kazanmanın bir çok yolu vardır. Ama namusuyla para kazanmanın yolu tektir.

Rakibi;
- Nedir o? deyince:
- "Bilmediğinizi biliyordum", demiş.

.

cakalkerem
06.05.2014, 11:25
Sahih-i Müslim ile Sahih-i Buhârî’nin ittifakla Ebu Said el Hudrî’den rivayet ettikleri bir hadiste Allah’ın Resûlü buyuruyor:

“Sizden evvel, geçmiş milletlerin içinde bir kişi vardı. Bu kişi doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Bu katil yer yüzünün en alim kişisini sordu. Kendisine bir abid gösterildi. Katil, abidin yanına vardı. Ve dedi ki:

- Ben doksan dokuz nefis öldürmüşüm! Acaba tevbe edersem kabul olunur mu?
Abid:

- Hayır! Kabul olunmaz! dedi.

Katil, bunun üzerine abidi de öldürdü ve böylece öldürülenler yüze çıktı. Sonra yeryüzünün en âlimini sordu. Âlim bir kişiye gönderildi. O âlim kişiye dedi ki:

- Ben yüz kişi öldürmüşüm. Acaba tevbe edebilir miyim?

Âlim kişi:

- Evet! (Tevbe edebilirsin). Seninle tevbe arasına kim girebilir? Falanca memlekete git. O memlekette Allahü Teâlâ’ya ibadet eden bir takım insanlar vardır. Onlarla beraber, Allah’a ibadet et! Sakın memleketine dönme. Çünkü memleketin kötülük memleketidir, dedi.

Bu söz üzerine, katil, âlimin yanından ayrıldı. Yolun ortasına gelinceye kadar ölüm meleği yakasına yapıştı ve öldü. Bu manzara karşısında rahmet ile azab melekleri bunun hakkında muhasame ve mücadele ettiler. Rahmet melekleri, “Tevbe ettiği ve kalbiyle Allah’a yöneldiği halde geldi”, dediler. Azab melekleri, “O hayatında hiçbir defa hayır işlememiştir”, dediler. Bunun üzerine Benî Âdem suretinde bir melek onların yanına vardı ve o meleği aralarında hakem yaptılar. O hakem dedi ki:

- İki memleketin arasını ölçünüz! Hangisi daha yakın ise, o memleketin malıdır!

Bunun üzerine melekler, esas memleketi ile ibadet yapmak üzere gittiği memleketi ölçtüler. Gördüler ki, kasdettiği memlekete daha yakındır. Bunun üzerine rahmet melekleri onu alıp götürdüler.

Hadisin başka bir rivayetinde, “Salih memlekete, öbür memleketten bir karış daha yakın idi. Binaenaleyh salih memleketin ehlinden oldu, şeklinde varid olmuştur

cakalkerem
06.05.2014, 11:27
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Çocuk babasına, “Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun” diye sordu… Zaten yorgun gelen adam, “Bu senin işin değil” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk “Babacım lütfen, bilmek
istiyorum” diye üsteledi. Adam “İllâ da bilmekistiyorsan 20 milyon” diye cevap verdi. Bunun
üzerine çocuk “Peki bana 10 milyon borç verir misin” diye sordu.

Adam iyice sinirlenip,
“Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat” dedi. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Adam sinirli sinirli “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.” diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, “Belki de gerçekten azımdı”…

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı… Yatağında olan çocuğa, “Uyuyor musun” diye
sordu. Çocuk “Hayır” diye cevap verdi… “Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sanaaz önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” dedi… Çocuk sevinçle haykırdı, “Teşekkürler babacığım”… Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı. Bunu gören adam iyice sinirlenerek, “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?… Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracakvaktim yok” diye kızdı…
Çocuk “Param vardı ama yeterince yoktu ” dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları
babasına uzattı; “İşte 20 milyon… Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?…”

İlker Yazıcıoğlu
06.05.2014, 13:37
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Çocuk babasına, “Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun” diye sordu… Zaten yorgun gelen adam, “Bu senin işin değil” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk “Babacım lütfen, bilmek
istiyorum” diye üsteledi. Adam “İllâ da bilmekistiyorsan 20 milyon” diye cevap verdi. Bunun
üzerine çocuk “Peki bana 10 milyon borç verir misin” diye sordu.

Adam iyice sinirlenip,
“Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat” dedi. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Adam sinirli sinirli “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.” diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, “Belki de gerçekten azımdı”…

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı… Yatağında olan çocuğa, “Uyuyor musun” diye
sordu. Çocuk “Hayır” diye cevap verdi… “Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sanaaz önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” dedi… Çocuk sevinçle haykırdı, “Teşekkürler babacığım”… Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı. Bunu gören adam iyice sinirlenerek, “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?… Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracakvaktim yok” diye kızdı…
Çocuk “Param vardı ama yeterince yoktu ” dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları
babasına uzattı; “İşte 20 milyon… Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?…”


Of ya,tüylerim diken diken oldu,nasıl bir hikayedir bu....

Teşekkürler abi...

Harun-61
25.03.2015, 12:54
Asıl Zenginlik ...... Bir Kıssa Bin Hisse

https://www.youtube.com/watch?v=3ah_oLMDt1o



.