PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Biz TÜRK'üz !!!



Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 02:06
http://www.el-aziz.net/data/media/683/bayrak_gul.jpg

Doğu’dan-Batı’dan, Ermeni’den-Rum’dan, Yahudi’den-Hristiyan’dan, içeriden-dışarıdan habire dayak yediğimiz bir dönemde “Biz Türküz!..” demenin/diyebilmenin bir anlamı olmalı değil mi?.

Feyzullah Budak, bu ihtiyacı derinden hissetmiş olmalı ki, bu isimde bir kitap yayınladı..İçimizden ve dışımızdan gelen görmezliklere, nankörlüklere, körlüklere “isyan” edercesine!.

Kitapta tarihi “Türk kültür ve medeniyeti”nden-çağdaş “Türklük bilinci”ne kadar, nesillerimizi uyanık tutacak çok şey işlenmiş ama, onları kitaptan bizzat okumanızı dileyerek ben kitabın “Öz”ü diyebileceğim bir konulu şiiri takdim etmekle yetineceğim..

Biz;
Anadolu’da Oğuz’uz
Ortaasya bozkırlarında Kıpçak,
Doğu Türkisan’da Kalmuk..

Kafkasların güneyinde Azeri’yiz,
Kuzeyinde Balkar’ız, Karaçay’ız,
Aynı yerde hem Kumuk, hem Nogay..

Karadeniz’in kuzeyinde Tatar,
Güneyinde Oğuz, batısında Gagauz’uz..
Moskova’nın doğusunda inadına Tatar
Aynı yerde kah Başkurt, kah Çuvaş’ız..

Sibirya’nın güneyinde Altay’ız, Hakas’ız, Tuva’yız,
Sibir steplerinde Saka’yız.

Hazar’ın kuzeyinde Altınordu,
Güneyinde İlhanlı,
Doğusunda Karahanlı,
Batısında Selçukluyuz..

Tarihin derinliklerinde
Avrupa’da Hun’lu
Anadolu’da Selçuklu
Balkanlarda Osmanlıyız..

Bir zamanlar
Kaşgar’da Mahmut idik
Balasagun’da Yusuf Has Hacip,
Yesi’de Hoca Ahmet Yesevi..

Bakü’de Resulzade, Fuzuli...
Taşkent’de Ali Şir Nevai
Semerkant’ta Ali Kuşçu
Aşgabat’ta Muhdumkulu..

Preveze’de Barbaros Hayrettin idik,
Prut’ta Baltacı Mehmet,
Plevne’de Gazi Osman,
İstanbul surlarında Ulubatlı Hasan,
Malazgirt’te Sultan Alpaslan..

Balkanlarda Sadık Ahmet, Karaçoban,
Kırım’da İsmail Gaspıralı
Kıbrıs’ta Fazıl Küçük
Ankara’da, Sakarya’da Dumlupınar’da
Mustafa Kemal Atatürk..

Çaresiz hastalar başında İbni Sina
Semerkant rasathanelerinde Uluğ Beğ
Selimiye’nin minarelerinde Mimar Sinan..

Bugün;
Astana’da Nursultan Nazarbayev’iz
Almaatı’da Olcas Süleyman
Türkistan’da Rahmankul Berdibay’ız
Bişkek’te Cengiz Aytmatov
Taşkent’te Erkin Yusuf’uz
Aşgabat’ta Oraz Yağmur

Bakü’de Bahtiyar Vahapzade’yiz biz
Ankara’da Ali’yiz, Osman’ız, Kemal’iz
Kıbrıs’ta Rauf Denktaş
Balkanlarda İlhami Emin, Fahri Ali,
Nikolay Babaoğlu ve Rahmi Ali’yiz..

Kırım’da Gaspıralı’nın
Bugüne düşen gölgesi gibi
Mustafa Cemil Kırımoğlu’yuz..

Kısacası biz; Oğuz’uz, Kıpçak’ız, Karluk’uz
Tarihin iyi bildiği ad ile biz; TÜRK’üz..

Feyzullah Budak’ın çok kitabı, makalesi, bildirisi var ama, şiirine rastladığımı hatırlamıyorum.. Demek, tarihin bu çağında üzerimize yöneltilen zulüm oklarına karşı Feyzullah Bey “Biz Türküz!..” diye haykırma ihtiyacını duymuş ve kuru bir isyanla kalmasın diye bizi bir de şiirle tarif etmiş..

Anlayan olur mu dersiniz?!.Bu isyana, bu hatırlamaya/ve hatırlatmaya, bu tarif ve müfredata nekadar ihtiyacımız var?.

Kitabı “Işık Eğitim Kültür Hizmetleri” yayınlamış..Kitapta dünden-bugüne Türk kültür ve medeniyetinin ana-temaları milli bir bilinçle işlenmiş..Yoruldukça bölüm-bölüm okuyup-dinlenmek için alınız ve başucunuza koyunuz derim..

Aygazete yazarı Hamdi MERT'in bu güzel yazısını çok beğendim. Biz Türk'üz başlığına, Türklerin haritalarını, Patişahların resimlerini, ... gibi güzel eserlerini bu aklımıza güzel gelecek ne varsa bu başlıkta toplayabiliriz arkadaşlar.

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 02:10
http://www.ataturk-resimleri.com/data/media/7/Ataturk_7.jpg

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 02:13
http://www.kaliteliresimler.com/data/media/867/osmangazi.jpg

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 02:14
http://www.kaliteliresimler.com/data/media/867/fatih_sultan.jpg

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 02:19
http://www.kaliteliresimler.com/data/media/867/orhan_gazi.jpg

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 02:23
http://www.hanedan.org/r/R1_106.jpg

Dursun Kaplan
16.03.2010, 09:13
Adil abim muhteşem olmuş. :alkış:

Türk olduğum için şeref duyuyorum.

pazarkapılı
16.03.2010, 09:18
vatan sevgisi bambaska oluyor....

Külünkoğlu
16.03.2010, 09:28
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi ile alakalı resimlerine itirazım var.

Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri İstanbul'u aldığında 21 yaşındaydı resmedildiği gibi 40-45 yaşlarında değil.

Bize servis edilenlere kafa yoralım biraz. ;)

Paylaşım için teşekkürler Adil abi.

Kaya
16.03.2010, 09:39
Paylaşım için teşekkürler Adil abi...

Nefes aldık...

talsuv61
16.03.2010, 09:45
Bu gidişle Türk'lükle övünmekte suç sayılacak.

Great White
16.03.2010, 12:13
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi ile alakalı resimlerine itirazım var.

Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri İstanbul'u aldığında 21 yaşındaydı resmedildiği gibi 40-45 yaşlarında değil.


Fotomontajdır o:D

Yahu o değil de, koca koca gemilerin, kadırgaların kilometrelerce taşınıp Haliç' e indirilmesi muhabbeti sanki çok mu mantıklı be hocam:)

MuratJ
16.03.2010, 17:14
Milli Bilinç inanılmaz zayıfladı. Bu yazılara, bu tarihe layık değiliz! Türk adına yakışır bir millet, Ulu Önder'e yakışır bir millet olabilmek dileğiyle...

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 18:08
TÜRKLERİN ATASI BÜYÜK HAKAN, OĞUZHAN,
http://www.2023bilgitoplumu.com/resimler/turkunatas%C4%B1.bmp

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 18:20
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi ile alakalı resimlerine itirazım var.

Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri İstanbul'u aldığında 21 yaşındaydı resmedildiği gibi 40-45 yaşlarında değil.

Bize servis edilenlere kafa yoralım biraz. ;)

Paylaşım için teşekkürler Adil abi.
Bende teşekkür ederim, maksatım Türk Atalarının yaşadığı çoğrafyı, her yönü ile yaşatmak.


Paylaşım için teşekkürler Adil abi...

Nefes aldık...

Sağol kardeşim.

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 18:24
http://www.reisim.net/images/resim/CENGIZHA.jpg

Muhteşem Cengiz Han;

11.Yüzyılda Anadoluda hüküm süren Selçuklular yaptığı savaşlardan elde ettiği ganimetlerden Ana Yurttaki Cihan İmparatoru Cengiz Han'a hediyeler gönderir, onun gönlünü alır ve bağlılıklarını gösterirlerdi.

Büyük göçten sonra Türklerin gelenek ve görenekleri bu düşünce ile yüzyıllar devam etmişti.

Adil ÖZGÜR
16.03.2010, 18:28
http://www.thebest3d.com/dogwaffle/dotm/AttilaKohl/1AttilaKohl-mongolian-warrior.jpg

BÜYÜK HUN İMPARATORU ATİLLA

http://aygunhoca.com/images/haritalarim/asya%20hunlari.bmp

Kaya
16.03.2010, 22:56
Yetimler babası Kazım Karabekir Paşa'nın çocukları...

http://rs959l33.rapidshare.com/files/364275231/kazim.jpg.html

EMiRHAN61
17.03.2010, 01:50
bXcoSACjDqM

Vural Kuyumcu
17.03.2010, 12:35
Vatan sana canim feda
sagolasin adil abi

bordo61
17.03.2010, 12:39
Biz el ele gönül gönüle
Biz beraberiz
Biz aşığız biz seveniz
Biz hep böyleyiz

Bir güleriz bir ağlarız
Of biz hep böyleyiz
Türküz doğruyuz çalışkanız biz ne mutlu diyeniz

http://www.dailymotion.com/video/x97ms0_t%C3%BCrk%C3%BCz-do%C4%9Fruyuz-%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fkan%C4%B1z-biz-ne-m_music

bordo61
17.03.2010, 12:48
26V3V19YXdM

6mnN-gbKmvE

Ceddin deden, neslin baban
Hep kahraman Türk milleti
Orduların, pekçok zaman
Vermiştiler dünyaya şan.


Türk milleti Türk milleti
Aşk ile sev milliyeti
Kahret vatan düşmanını
Çeksin o mel’un zilleti

tuncay1984
17.03.2010, 13:06
eger türksen cocuguna türk ismi koy ne arab ismi koyuyun
bu arablasmayi durdurun önce sonra türklüge geliriz

Sinan SARI
17.03.2010, 13:29
Baştaki şiirde çok güzelmiş, bu konuda özellikle günümüzde çok bilinçlenmemiz gerekiyor.

Keramettin
17.03.2010, 13:53
Ne Mutlu Türk'üm Diyene !

Adil ÖZGÜR
17.03.2010, 14:19
DEDE KORKUT

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f5/SV100887.jpg (http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f5/SV100887.jpg)

http://images.gittigidiyor.com/662/eyk-DEDEM-KORKUT-HIKAYELERI__6622678_0.jpg

Dedem Korkut; Bu günü yaşasaydı, yazarımız Hamdi MERT'in yazısını okuduktan sonra kuşkusuz yorumlarını, görüşlerini belirteler, olayı kati bir kanaata bağlardı.

Mesela ne söyleyebilirdi; Duha oğlu, Koca Deli Dumrul'dan haberinden habersiz kafir illerin yöneticileri, Dirse oğlum Boğaç Han'dan (Kendini BOĞA hiddelerin boyunlarını kırarak ün yapanlardır) türeyip İllerinizi yurt edinen zürriyetimin marifeti Orta Asyada sır perdesinde henüz azat edilmedi. Azat benim yetkimde, benden sonraki zamanlarda türemiş oğullarım sizin zamanınıza kadar sır perdesini aralamadım. O perdeden sizlere birçok hikayeler bıraktım, tembel çıktınız okumadınız, okuyunuz, dönem Dumrul dönemi, o kapıyı söküp götüren, düşmanı olduğu yerde bitiren, sonra kulakçığazını çekip gezdiren, bütün alem-i cihana rezil ettiren, Kahramanın kahramanı, çok iyi tanır düşmanını,
Toy'la (eğelence) gider savaşmaya,
Boy'la gelir anlaşmaya.
Boy'larımdan habersiz kafir iller, Sağımda sağ oklar, solumda sol oklarımla,

Kırımda Tatarlarım, Kafkasyada Şamilleri okuyun anlayın.

Adriyatik Denizinden Cin Seddine kadar konuşulan dil Türkçe,
Kudurdunuzmu saldırgan oluyorsunuz, sanki azgın Köpekçe,

Boylarımdan niceleri var, bir tanesi Gagavuz,
En şanlı Boy'um, yiğitliği, mertliği meşhur OĞUZ...!

hatice_61
17.03.2010, 17:39
çok güzel şeyler bunlar tarihimiz iyiki Türk üm

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:05
Oktan Keleş (http://www.aygazete.com/aygazete?KAPI=&Paket=Yazar&Komut=YazarTumHaberGoster&YazarId=335)
http://www.aygazete.com/i/yazarlar/ok.jpg Beyaz Piramitlerde Saklanan Gerçekler

BEYAZ PİRAMİTLERDE SAKLANAN GERÇEKLER
On dört aylık, uzun ve meşakkatli uğraşlarımız sonucu elde ettiğimiz aşağıdaki bilgileri; Türk ve Dünya kamuoyunun ilgisine sunuyoruz.
Çin zulmünde hayatını kaybeden, Uygur Sincan Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi rahmetle anıyor ve bu çalışmamızı onlara ithaf ediyoruz...
Bugüne kadar pek çok spekülasyona sebep olan 'beyaz piramitler' çok tartışıldı. Kimisi gerçek dedi, kimisi yok dedi. Bazı araştırmacılar ise, Çin'in bu piramitlerdeki çok önemli bilgilerin açığa çıkmaması için büyük bir çaba gösterdiğini ve bunun için bu piramitleri ve içindeki bilgileri gizlediğini söyledi.
Ama bir gerçek var ki, Çin'in Xian'daki yasaklanmış bölgede, uydudan tespit edilmiş piramitler var.
Şimdi, bu konuda bilinen birkaç kısa bilgiyi tekrar gözden geçirelim:
Bu konuda anlatıla gelen bilgiler şöyle; (burada anlatılan bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığı konusunda şimdiye kadar elimizde kesin bilgiler yoktu.) Çinin Xian bölgesinde, 300 metre olduğu söylenen dev bir piramit ve etrafında çeşitli boyutlarda pek çok piramitler olduğu ifade edilmektedir. Bu piramitler Orta Amerika'daki piramitler gibi düz bir tepeye sahiptir. Bu piramitlerin 5000-6000 yıllık oldukları tahmin edilmektedir.
Beyaz piramitleri, 2. Dünya savaşı sırasında Amerikalı pilot James Gaussan, Hindistan'dan Chungking'e erzak taşırken gördüğünü rapor etti. Kireçtaşından yapıldıklarını tahmin ettiğini söyledi. Böylece bu bölgedeki dev piramitleri tartışmaya açmış oldu. Alman araştırmacı yazar, Hartwig Hausdorf bölgeyi bizzat ziyaret etti. Birçok materyal ve bilgi topladı hatta birkaç fotoğraf elde etti. Ancak bu fotoğraflar birkaç tane ve uzaktan çekilmiş idi. Daha sonra, Çin yönetimi, bu bölgede araştırma yapmayı, hem yabancı araştırmacılara hem de kendi araştırmacılarına ve arkeologlarına yasakladı.
1954 yılında C-54 uçağından çekilen ilk fotoğraf Life Dergisi'nde yayınlandı. Hausdof bu piramitlerde, ön Türklere ait yazıtlar ve çok değişik mumyalar olduğunu söylese de delillendiremediği için bu bilgileri kuşkuyla karşılanmıştır.
Bir tv programına katılan eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın, "1984 yılında Çin'i ziyaret ettiğini, orada eski Mısır medeniyetinden daha ileri tekniklerle yapılmış mumyalar gördüğünü" ifade etmiştir.
Bu konuda araştırma yapmak isteyen bir çok araştırmacı ve arkeolog Çin hükümetine başvurmuş ama başvuruları geri çevrilmiştir. Zaman zaman buraya turist olarak giden araştırmacılar, piramitleri uzaktan gördüklerini ve etrafta yöresel kıyafetler içinde Çinli köylüleri gördüklerini ifade etmişlerdir.
Çin'in, bu piramitler gizlemek için üzerlerine toprak döküp ağaçlandırdığı da söylenmektedir.
ŞİMDİ MANA AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME YAPALIM:
'İlim Çin'de olsa bile gidiniz alınız!'
Bu kutlu sözün, bugün hadis olmadığını söyleyenler var. Kim bu söyleyenler? Araştırın bakalım altından kimler çıkacak?
Teberani, Beyhaki, İbni Adiy, Abdiler gibi alimler bu hadisi, sahih hadis diyerek seçmiş ve eserlerine koymuşlardır.
Hadis olmadığını söyleyenler -bazı cahil ve konunun arka planındaki emelleri bilmeyen kişiler- masonik kararlarla organize edilen, İngiliz gizli teşkilatçılarının, hadisleri ayıklama planına yem olmuşlardır.
Hz. Peygamberin (S.A.V) her sözü, hikmetli mesajlar taşır. Art niyetli kişiler, bazı hadisler için, 'bu sahih değil' diyerek bu hikmetli mesajları perdelemek isterler. Bu konuda yine örnek verecek olursak; 'Vatan sevgisi imandandır' hadisi de aynı güruh tarafından hadis olarak kabul görmez. Neden acaba? Mesajımızı anlayan anladı.... Bu konu oldukça teferruatlı olup, başlı başına ayrı bir yazının konusudur. Biz şimdi yine konumuza dönelim:
İyice düşünülürse, 'İlim Çin'de bile olsa gidiniz alınız' hadisi ne manaya geliyor? Bu konuda bir çok yorum yapılabilir uzaklığın ilim öğrenmek için engel olmadığı, ilim öğrenmenin bazı zorlukları olduğu vs...
Ama bu hadis, acaba "ariflere göre ne anlam ifade ediyor?" Dünya tarihini ilgilendiren bir ilimin orada olduğuna işaret olabilir mi?
Yüce Kur'an'ın şu Ayeti, bir çok ibret dolu manaya geldiği gibi, arkeoloji ve tarih ilmine dair bir yönlendirme yapmıyor mu?
Muhammed Suresi 10 Ayet: "Yeryüzünü dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları yere batırmıştır…. " Yüce Kur'an'da bir çok kavim ve kavim kalıntısından söz edilir. Bu Ayet, yeryüzü diye başlar ve teşvik eder; gezin, araştırın, bakın diye. Neye bakacaklar? Kavimlerden geriye kalan kalıntılara vs.
'İlim Çin'de bile olsa gidiniz alınız' hadisi de bir yönlendirmedir. - Ola ki hadis olmasa bile- Yine de yüzyıllardır söylene gelen boş bir söz değildir.
Birileri bazı gerçeklerin açığa çıkmasını engellemek istiyor ki, bu sahih hadise bile, sahih değildir, diyebiliyorlar.
Bunun için; bu gerçeklerin muhatabı olan Türk kavminin, ilgisinin, kendi tarihine yönelmemesi için elden gelen engellemeler yapılıyor. Hatta bu gerçeğin sahibi Türk kavminin, bu hadisin muhatabı olduğunu söylemek bile ırkçı manada değerlendiriliyor.Bu nedenle, ortaya çıkan bulgular dikkate alınmıyor, önemsiz muamelesi yapılıyor. Acaba bu çaba neden, neden engellenmek isteniliyor? Bunu iyice düşünmek gerekir...
'İlim Çin'de bile olsa gidiniz alınız' emri, Peygamberimizin (S.A.V) emri ise; peygamberi bir yönlendirme ile bir mesaj taşımıyor mu? Sadece bu yüzden art niyetlikişiler tarafından, bu hadisi şerif, inkâr ediliyor olabilir mi?
Peygamberimiz (S.A.V) döneminde de Çin medeniyeti bilinmekteydi. Neden bir başka ülkenin ismi değil de, Çin'in ismi zikredilmiştir? Müslüman Türk milletinin bunu bir kez daha düşünmesi gerekmektedir.
Şimdi neden bunları anlattık. Türk tarihi ile ilgili Çin'de, ilmi olarak ne gizlenmiş olabilir?
Dünya tarihinde ilk defa, Çin'deki eski Türk topraklarında bulunan piramitlerden birinin yakınına sokulduk. Yakınına sokulmakla kalmadık, içine de girdik. Çin'de bir çok piramit bulunmakta ve

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:06
bunların bir çoğu irili ufaklı çeşitli büyüklüktedirler. Gerçeği söylemek gerekirse, toplam kaç tane olduklarını ve büyüklüklerini tam olarak bilmemekteyiz.Fakat bildiğimiz bir şey var; uzun uğraşlar sonucunda bunlardan bir tanesi hakkında önemli bazı bilgi ve kanıtlara ulaştık.
Takdir edersiniz ki, bu piramide ulaşmak burada anlattığımız kadar kolay olmamıştır. Şimdi bu piramide nasıl ulaştığımızı ve neleri elde ettiğimizi, başta Türk Milleti olmak üzere bütün dünyanın ilgisine ve bilgisine sunuyoruz:
MACERANIN SEYİR DEFTERİNDEN KISA NOTLAR:
Çin'in oldukça karmaşık (kozmopolit) bir yapısı var. Yönetimde, demokrasi kurallarının geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Çin, nüfusu kalabalık olduğu için, çeşitli yöntemlerle, bu aşırı nüfusu baskı ile kontrol etmektedir. Yasaların yapılması ve uygulanması demokratik ülkelerdeki gibi değildir. Çin'de en ufak suçlara dahi idam cezası uygulandığı bilinmektedir.Çin, Uluslararası hukuk normlarına da uymayı reddetmektedir. Bizde büyük zorluklarla karşılaştık…. Oraya giden herkes bu zorluklarla karşılaşmaktadır. Oraya ayak basar basmaz bu zorluklar başlar ve dönene kadar devam eder.
Bu nedenle, bu zorluklar karşısında elde ettiğimiz; bilgi ve resimlerin bizim için çok büyük önemi vardır. Belki de bu çalışma, yeni bir dönemin ilk kilometre taşı olacaktır. Tarihin yeniden yazılması konusunda araştırmacılara önemli ip uçları sunacaktır. Ve araştırmacılar bu elde ettiğimiz bilgi ve kanıtların devamını talep ederek, belki de Çin'in bu piramitlerle ilgili yasağını kaldırmasını sağlayacaklardır. Çünkü bizim burada elde ettiğimiz bilgiler, gördüklerimizin yanında çok daha başka kaynakların varlığından haberdar olmamıza neden olmuştur. Deyim yerindeyse,biz buzdağının görünen kısmını sizlere sunuyoruz. Ya görünmeyen kısımlarda neler var? Artık orasını da sizlerin taktirlerinize bırakıyoruz…
Sincan Uygur Bölgesi'nde buluştuğumuz kişi, özbeöz bir Türk. Bölgede bizim rehberliğimizi yapacak. Gideceğimiz yasak bölgede, bizi o bölgenin yerlisi olan biri ile tanıştırarak, yapacağımız çalışmalarda bize yardımcı olacak. Uygurlu rehberimizle beraber uzun uğraşlar sonunda ve sıkı denetimlerden geçerek; 2 gün sonra Çin'in yasak bölgesindeyiz.Haritada dahi ismi olmayan, Çin köylülerinin yaşadığı ve kendi aralarında Kehengi veya Cahangı dedikleri bir köy burası.Tahminen yerleşik ve dağınık olarak, 1500 civarı insanın yaşadığı bir köy. Buraya geliş amacımız olan piramit, yasakbölgenin 12-13 km kadar güneyinde kalıyor. Nihayet meşakkatli yolculuklardan sonra bu köydeyiz. Köy safkan Çinli olmasına rağmen, misafir olduğumuz hanede, 83 yaşında olduğunu -bunu da tahminen söylüyor- söyleyen Çinli ihtiyar, "annesinin bir Uygur Türk'ü olduğunu, akrabalarından da bir-iki kişinin Uygur Türk erkekleri ile evli olduğunu" söylüyor.Uygurlu rehberimiz vasıtasıyla, bu yaşlı Çinli ile konuşmaya başlıyoruz. Ancak anlaşmakta zorlandığımızı belirtmeliyim.Sıkça soru soruyoruz, sorduğumuz sorulara da, kısa cümlelerle bazen alakasız cevaplar alıyoruz. Aslında bizim maksadımız belli; uzun çalışmalar sonucunda istihbaratını elde ettiğimiz piramide gidip, yakından görüp, bilgiler elde etmek.
Zamanımız az olduğu için bu kısa sürede elde edebildiğimiz kadar bilgi edinmek istiyoruz. Bu köy, haritada olmamasına rağmen, Çin'in diğer bölgelerinde olduğu gibi bir çok turisti ağırlamış. Buraya daha çok; 'gezi ve keşif amaçlı' ziyaretlerin gerçekleştirildiğini öğreniyoruz. Bize göre en ilginç ziyaretçiler ise, ABD'li, İngiliz ve İsrailliler…Yaşlı Çinli'ye rehberimiz aracılığı ile soruyoruz: "Neden bu köye ilgi var?" "Nedeni çok basit, piramitler," diyor yaşlı Çinli. Bu bölgenin tam tersi istikametinde ve piramitlere yakın bölgenin civarındaki başka köylere de, yukarıda anılan ülkelerden turistlerin geldiklerini öğreniyoruz. Bu kişiler, köyde çok para harcayıp, birkaç gün kaldıktan sonra, lafı döndürüp dolaştırıp, "piramitlere gitmek istediklerine" getiriyorlarmış…
Senaryo hep aynı, filmin sonundaysa; köydeki Çin devletine çalışan muhbir köylüler, turistlerin bu zaaflarından yararlanarak,onların paralarını alıyor, sonra da bu turistleri Çin emniyet güçlerine ihbar ederek, o bölgeden uzaklaştırılmalarını sağlıyorlarmış.Yaşlı Çinli bu olayları gülerek bizlere anlatıyor. Bizler, bunları dinledikten sonra olacaklara daha da hazırlıklıyız. Gerçeği ifade etmek gerekirse; ne birkaç gün kalacak zamanımız var ne de onlara verecek bol paramız. Lafı döndürüp dolaştırmıyoruz. Daha önce Uygurlu rehberimiz, ihtiyar Çinli'ye konuyu biraz açmıştı. Sadece bilgi amaçlı piramitlerle ilgili sohbet edileceğini söylemişti. Uygurlu rehberimiz,ihtiyar Çinli'yi, uzaktan akrabalıkları kullanarak ikna etmişti. Yoksa başka türlü konuşması imkânsızdı.
Uygurlu rehberimiz aracığı ile yaşlı Çinli'ye; " köyün 12-13 km güneyinde bulunan piramit hakkında neler bildiğini," anlatmasını istiyoruz. Biz piramit diyoruz, enteresandır, yaşlı ihtiyar Kabba diyor. Türkçedeki kubbe gibi. Ya da biz öyle anlıyoruz…
İhtiyar Çinli'den ayrıca şunları dinledik:
Kendisi bu köyde doğmuş büyümüş. Bütün ömrü burada geçmiş. Köyün geçim kaynağı tarımmış. Köyün gençleri, iş imkânlarının az olmasındandolayı köyü terk etmişler. Küçükken yani yaklaşık 75 yıl önce, bugün yasak olan piramitler bölgesi, o günlerde yasak değilmiş. Hatta yaşlı Çinli'nin, bu piramitlerin yakınlarında tarlaları bile bulunmaktaymış ayrıca hayvanlarının otlak alanları da o bölgedeymiş.
Bu arada çok enteresan bir bilgi daha verdi bize. Biz ihtiyar Çinli'nin verdiği bu bilgiyi, kuşkuyla karşılasak da, yine de sizlerle paylaşalım: "Özellikle güneydeki piramitlerin yanında bulunan otlaklarda yiyen hayvanlar daha besili oluyorlarmış ve eğer hayvanlar hasta ise o bölgede otladıktan sonra iyileşiyorlarmış. Yine o bölgede otlayan hayvanların daha çok süt verdiklerini"ısrarla söylüyor.Telaffuzunu tam anlayamadığımız bir ot veya bitkiden veya ona benzer bir şeyden bahsediyor.Bu da sadece o bölgeye hasmış.
Bu durum sadece hayvanlar için değil, insanlar içinde geçerliymiş. Oradan topladıkları o madde bir çok hastalığa iyi geliyormuş.Köylüler o maddeden toplar ve bunu kutsal sayarlarmış.
Bu ihtiyarın çocukluğu bu bölgede geçmiş. Kendisi küçükken köyün yakınındaki Kabba'ya yani piramide, girdiğini söylüyor. Sadece kendisinin değil, o dönemlerde bütün köylülerin piramidin içine girdiklerinden bahsediyor.
Bu bizi daha da heyecanlandırıyor. "İçeri nasıl girdiklerini ve piramidin içinde neler olduğunu" soruyoruz. Yaşlı Çinli anlatıyor; "piramidin içine, piramidin yakınındaki bir mağaradan doğal bir geçit yoluyla 600 metre kadar gittikten sonra ulaştıklarını" anlatıyor.Ancak verdiği rakamı tam olarak anlayamadık. Yaşlı Çinli'nin söylediği mesafe, doğru mu yanlış mı tereddütte düşürdü bizi.Bu bölge kayalık bir bölge ve etrafta daha birçok irili ufaklı mağaralar bulunuyor."Piramidin bu doğal kayalıkların üzerine inşa edildiğini anlatıyor." Soruyoruz; " piramidin içinde neler var? "
Yaşlı Çinli sorumuza karşılık şunları anlattı:
"Orası aslında Türklerin atalarına ait mezarlık. İçeride mumyalar var, piramidin içi çok soğuk, orada ayrıca, Türklerin atalarına ait resim ve yazıların olduğunu" söylüyor. Bahsettiği "yazıların ve mumyaların, sadece bir bölümde olduğunu, diğer bölümlerin kapalı olduğunu" söylüyor. Ayrıca şu bilgileri veriyor; "küçükken, köyde hastalanan çocukları bu piramidin içine götürüp, mumyaların yanında bir müddet beklettikten sonra, hasta çocukların iyileştiklerini" anlatıyor. "Kendilerinin de küçükken abisini götürdüklerini" söylüyor. "Piramidin içinde bir çok yazı ve erimiş tabletlerin birbirlerine yapıştıklarını" belirtiyor. Ve ihtiyar çok ilginçbir şey daha anlatıyor:
Bu yaşlı Çinli'nin dedesi, 120 yaşında ölmüş.Yaşlı Çinli, dedesinden şunları dinlemiş: "Bu yapıların (piramitlerin), Türklerin atalarına ait dünyada kurulan ilk kütüphane olduğunu" söylermiş. İhtiyarın dedesi, çok bilge bir adammış. Ayrıca Türklerin atalarına çok saygı duyan bir kişiymiş. Bu bilge adam, öldüğünde piramide 3 km yakınlıktaki bir mezarlığa defnedilmiş. Hangi inanca mensup olduğunu soruyoruz: Çünkü Budistse yakılması gerek. Çok ilginç bir şey anlatıyor: " Dedesinin Gök Tanrı inancına sahip olduğunu ve buralarda yakılma hadisesinin olmadığını, Budistlikle uzaktan yakından ilgisi olmadığını" söylüyor. Çin'de marjinal yaklaşık 20 milyon bu inanca sahip insan olduğunu tahmin ediliyor. Konu farklı bir alana kayıyor: "Dini ritüellerinin olup olmadığını" soruyoruz. Çok fazla açıklamamakla beraber, belli zamanlarda yakınma, yakarış ayinleri olduğunu söylüyor. Sanırız bu durum, Gök Tanrıya dua etme anlamına gelmektedir. Bu da bir başka bir araştırmanın konusu. Bizi asıl ilgilendiren ve heyecanlandıran konulardan birisi de piramide, 3 km metre mesafedeki dedesinin de olduğu mezarlık. "Mezarlığı ziyaret edip edemeyeceğimizi" soruyoruz. Yaşlı Çinli hafifçe gülümseyerek, "sizin derdiniz mezarlık değil, piramit," diyor. Uygurlu rehberimiz, aracılığı ile yaşlı Çinli'ye; "mezarlığı ve piramidi görmek istediğimizi" söylüyoruz. İhtiyar kesin bir tavırla ve suratını sertleştirerek; " kesinlikle olmaz!" diyor."Mezarlığı ziyarete sene de bir gün izin verildiğini, o günle dışında gitmenin yasak olduğunu" söylüyor." Orada askerle mi var?"diye soruyoruz. "Hayır hiçbir alanda askerler yok ama köyde muhbir çok. Para karşılığında, bazı köylülerin ihbar yaptıklarını" anlatıyor. "Daha önce, Çin yetkililerin köyün reisine tebligatta bulunduğunu, köye gelen yabancıların rapor edilmesi istendiğini,
piramit bölgesine bir turisti götürmenin bedelinin idam olabileceğini" belirtiyor. "Peki o bölgeye hiç giden olmuyor mu?" diye sorduk.Yaşlı Çinli'nin, verdiği cevap bizi bir kez daha umutlandırıyor.
"Buradaki köylülerin, o bölgeye gittiklerini, oradaki bu bir nevi şifalı bildikleri otları (maddeyi) topladıklarını, hatta çok az da olsa gizlice bazı köylülerin, hastalanan çocuklarını piramidin içindeki mumyanın yanına götürdüklerini" söylüyor. Merakla tekrar soruyoruz; "bu nasıl oluyor,bu kadar sıkı yasağa ve cezaya karşı, köylüler bunu nasıl yapıyorlar?" Yaşlı Çinli'nin verdiği cevap bizi tam manasıyla tatmin etmemesine rağmen,mantıklı geliyor. Bize bu işin yolunun şu şekilde olduğunu anlattı: "Piramidin olduğu bölgeye gitmek isteyen köylülerin, köydeki reise ve bir nevi kolluk kuvveti görevi üstlenen az sayıdaki kişilere rüşvet verdiklerini, bunu da ancak köylüler için yaptıklarını, kesinlikle yabancılar için yapmadıklarını" ifade etti.
Yemek faslından sonra, yanımızda getirdiğimiz hediyeleri, yaşlı Çinli'ye takdim ediyoruz. Bizim deyimimizle, çam sakızı çoban armağanı türünden şeyler. Gözlerinin feri gitmiş olan ihtiyar, verdiğimiz hediyelere çok memnun oluyor. Bizde bunu fırsat bilip tekrar soruyoruz," piramide gidebilir miyiz?" diye. Ancak Uygurlu rehberimiz bize; "daha fazla ısrar etmememizi, yoksa, yaşlı Çinli'nin ters tepki gösterebileceğini" söylüyor. Bizler, konuyu değiştirerek, farklı konulardan bahsediyoruz. Aradan yaklaşık bir saat kadar zaman geçti... Vaktimiz daralıyor. Uygurlu rehberimize," ne yapacağımızı?" soruyoruz. Uygurlu rehberimiz, "onun dilinden ben anlarım" diyor. "Bu nasıl olacak? Şu yaşlı Çinli'nin dilini, çözse de, emelimiz ulaşsak" diye söyleniyoruz. Uygurlu rehberimizin bir çok akrabasını, Çinliler, zulümle öldürmüşler.Uygurlu rehberimiz, bu işi başarmamızı çok istiyor. Çünkü biz başarılı olursak, O'da, Çin'den kendi çapında intikam almış olacak.
Uygurlu rehberimiz, çantasından kağıda sarılı bir şey çıkarıp, yaşlı Çinli'ye veriyor. Tütün mü, ot mu, o tür bir şey. Yaşlı Çinli'nin gözlerinin içi gülüyor. Kalkıp bir çubuk alıyor ve rehberimizden aldığı o maddeyi tüttürmeye başlıyor. Yarım saat kadar; yaşlı Çinli ile
Uygurlu rehberimiz hararetli bir şeklide bir şeyler tartışıyorlar. Biz doğal olarak konuşmalarından hiçbir şey anlamıyoruz. Yaşlı Çinli,bazen kızıyor, bazen gülüyor. Nihayet Uygurlu rehberimiz, bize beklediğimiz müjdeyi veriyor: "Kalkın gidiyoruz!" Hepimiz çok heyecanlıyız,kalbimiz duracak gibi. Hem sevinçliyiz, hem de endişeli. İçimizde bir tedirginlik de yok değil. Çünkü bu yaşlı ihtiyara tam güvenemiyoruz."Acaba bizi ihbar eder mi?" diye. O yakalatmasa bile, başka köylüler görüp de onlar ihbar eder mi? Rehberimize bu konuları soruyoruz Kendi aralarında konuştuktan sonra; yaşlı Çinli; "fotoğraf makinesi ve kamera yanınıza almayın, eğer yakalanırsak, hafifletici sebep olur," diyor. Biz de,"tamam" diyoruz, ama fotoğraf makinesini yine de gizlice yanımıza alıyoruz. "Dijital fotoğraf makinemizi yanımıza almadan gitmenin bir anlamı yok" diye düşünüyoruz. İhtiyar Çinli, eline bastona benzer bir çubuk alarak," kendisini takip etmemizi" istiyor.Bir elinde tüttürdüğü çubuk, bir elinde değnek, arkasında Uygurlu rehber ve arkasında biz yola koyulduk. Köyün dik yokuşundan aşağı doğru indik. İhtiyar, yaşına rağmen çok çevik hareket ediyor. Biraz yürüdükten sonra, köyün dışına çıktık. Heyecan ve endişe doluyuz. "Acaba gören oldu mu?" diye.
Yaşlı Çinli, zaman zaman "durmamızı ve çömelmemiz" konusunda bizi ikaz ediyor. Çaresiz dediğini yapıyoruz. Biraz daha gittikten sonra yaşlı Çinli, içtiği tütünün etkisinden olacak, durmadan gülüyor. Bu durum, bizi rahatsız etmeye başladı. Yaşlı Çinli'nin kafası yerinde değilse, oraya nasıl gidip döneceğiz? Uygurlu rehberimizde, o bölgeye daha önce hiç gitmemiş. "Yakalamamız halinde panik yapmamamızı, turist olarak geldiğimizi, yaşlı Çinli'nin bizi gezdirirken, herhalde içtiği madden dolayı kafayı bulduğunu, onun peşine takılıp kaybolduğumuzu" anlatmamız konusunda bizi bilgilendiriyor.
Aklımıza Çinlilerin kurnazlıkları geliyor ama bizim Uygurlu rehberimiz, onlardan daha kurnaz çıktı.
Yaşlı Çinli; "önümüzde tepeyi aştıktan sonra piramidi göreceğimizi" söylüyor. Önümüzdeki tepe bir kaç km ama oldukça yokuş. Arazi gittikçe çoraklaşıyor. Nihayet tepeye çıktık. Karşımızda heyecan verici o manzara.... Buralara kadar gelme sebebimiz olan piramit, 3-4 km kadar ilerimizde. Etraf kayalık... Piramit de dev bir kayayı andırıyor. Rengi kıraç toprağın rengine benziyor. Yere uzanarak dürbünle piramide nakıyoruz. Yaşlı Çinli'nin anlatmasına göre; Çinliler, 20-30 yıl önce helikopterle piramitlerin üzerine toprak doldurmuşlar. Ve tohumlama yaparak bitki çıkmasını sağlamışlar. Fakat yıllar sonra, kasırga ve fırtınaların etkisiyle, bu piramidin üzerindeki bitki örtüsü ve toprak tamamen

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:07
kalkmış. Neden bunlara beyaz piramit denmiş anlamış değiliz. Çünkü renkleri hiç de beyaz değil.
Yaşı Çinli, ayrıca "zaman zaman piramitlerin üzerinde büyük ışıklar gördüklerini" anlattı. Biz bu anlatılan olaya, temkinli yaklaşıyoruz."Askeri bir faaliyet olabilir," diyoruz.

Yere uzamış manzarayı seyrederken, yaşlı Çinli, bize mezarlığı işaret ediyor. Bu arada birimiz gizlice fotoğraf makinesini çıkarıp yüksekten,piramidin resmini çekiyor. Çinli ihtiyar,mezarlığa gitmek istediğini söylüyor. Bizimde istediğimiz bu. Mezarlığa doğru yürüdük. Nihayet mezarlığa vardık. Burası kıraç ve çorak bir yer. Anıta benzer bir şey yok."Dedesini" sorduk, "buralarda bir yerde" diyor. ihtiyar Çinli,mezarlıkta 20 dakika kadar oyalanıyor. Bu arada, ihtiyar Çinli ile konuşan Uygurlu rehberimiz, bize müjdeyi veriyor: "Piramide gideceğiz."
Yaşlı Çinli'yi, "nasıl ikna ettiğini?" soruyoruz. Rehberimiz, "bir hastamız olduğunu ve o şifalı bildikleri ottan (maddeden) almak istediğimizi" söylemiş. Bu bir bahane tabii ki. Maksadımız piramide girmek. Yaşlı ihtiyarın hiç itiraz etmemesine şaşırdık. Hava da kararmak üzere. Yürümeye devam ettik ve nihayet Piramit tam önümüzde....Etraf kıraç ve kayalıklı bir yer. Yaşlı Çinli'nin daha önce bahsettiği, Piramidin yakınında, hayvanları otlattıkları otları da göremiyoruz.
İhtiyar gerçekten buraları çok iyi biliyor. Piramide yakın bir yerden doğal bir mağaranın içerisine girdik. Tek başımıza gelsek buraları asla bulamayız. Mağaranın içerisi karanlık olduğu için, sırt çantamızdan fener çıkardık, fenerin ışığında ilerlemeye başladık... Mağarada hafif su şırıltıları duyuyoruz. Mağaranın içerisindeki geçitten piramide doğru yürümeye başladık. İhtiyar Çinli 600 metre kadar bir mesafeden bahsediyordu ama o kadar gitmedik. En fazla 40-50 metre kadar yol gittik. Bu durumda, "acaba yanlış yöne mi gidiyoruz" diye endişelendik.Uygurlu rehberimiz, "ihtiyara güvenmemizi" söyledi. Nihayet 3 kanallı bir girişe geldik. Dikey bir yerden, 7-8 metre kadar aşağı kaydık.Mağaralarda hiç yarasa göremedik. "Sürüngen hayvan olup olmadığını" sorduk. Yaşlı Çinli,"bu mevsimde olmadığını" söylüyor. Geniş bir alana geldiğimizde yaşlı Çinli, "Piramidin içinde olduğumuzu" söylüyor. İçersi aşırı soğuk, sanki klima çalışıyor gibi. Piramit tabii bir oluşumun üzerine yapılmış. Oldukça heyecanlıyız. Düz bir duvarın arkasından döndük ve işte o manzara.
Zifiri karanlık her yer. Fenerlerimizin aydınlığında baktığımızda, karşımızda düz bir duvarın yukarı doğru uzandığını görüyoruz. Hafif bir su sızıntısı var. Ya biriken yağmur sularından ya da içeri ile dışarının ısı farkından kaynaklanıyor. İçerisi küf kokuyor sanki. İlerlemeye başladık ama adım atarken tedirgin bir şekilde atıyoruz: "Bir çukur olur da düşeriz" diye.
Çinli ihtiyar, bir anda saygıyla eliyle işaret ederek feneri gösterdiği yöne tutmamızı söylüyor. Feneri, gösterdiği yöne tuttuğumuzda, buranın bir mezar odası olduğunu anlıyoruz. 2 metreye yakın boyu olan bir mumya var yerde. Heyecanımız iyice arttı. Mumyanın yanı başında bir kayada çeşitli işaretler ve yazılar görüyoruz. Ay yıldız, kurt başları, ve şok olduğumuz şeyi ışığı tuttuğumuzda görüyoruz.

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:08
Duvarda, 3 metreye yakın boyu olan, muhtemelen granit taştan yapılma bir kafa heykeli. Enteresan olan çift boynuzu veya antene benzer iki tane obje var baş kısmında. Kafasının ortasında yine ay –yıldız simgesi göze çarpıyor. Yine yanında bir kadın ve
kucağında çocuk heykeli. Heykelin baş kısmı kırılmış. Her şeyi incelemeye başlıyoruz. Oksijen almakta zorlanmıyoruz, sanki bir hava sirkülasyonu var. İhtiyar Çinli, dizlerinin üzerine çöküp bir şeyler mırıldanıyor. Gördüğümüz mumya bir erkeğe ait. 30 sene
kadar önce yüzü daha net seçiliyormuş hatta ayaklarında çizmeye benzer şeyler olduğunu söylüyor, yaşlı Çinli.

Biz artık ihtiyar Çinli'ye aldırış etmeden, gördüğümüz her şeyin fotoğrafını çekmeye başlıyoruz. İçerde yaklaşık 7-8 dakika kadar
kaldık ki, ihtiyar Çinli acele çıkmamız gerektiğini işaret ediyor. Biz biraz daha kalıp, etrafı iyice incelemek istiyoruz. Yaşlı Çinli sertleşiyor, teklifimizi kabul etmiyor. Aşağı doğru merdiven ile inilen bir yer görüyoruz ve oraya inmek istiyoruz. Yaşlı Çinli,"oraya inişin çok zor olduğunu, indikten sonra çıkışın ise daha da zor olduğunu, buradan acele çıkmamız gerektiğini" söylüyor. Çinli'nin bu kadar telaşlı olmasından ve sinirlenmesinden dolayı aşağı inemedik. Ancak fenerle şöyle etrafı bir taradığımızda; duvarlarda yazılar ve şekiller ile üst üste dizilmiş ve birbirlerine yapışmış tabletleri gördük daha fazlasını seçemedik....

Geldiğimiz yerden piramidin dışına çıktık.
Hava iyice kararmıştı. Çinli'nin eli ayağı dolaşmaya başladı. Piramitten uzaklaşıp, piramidi üstten gören kayanın oraya geldiğimizde, yaşlı Çinli sızdı kaldı, uyumaya başladı. Uygurlu rehberimiz, "burada durup, yaşlı ihtiyarın ayılmasını beklememiz gerektiğini" söyledi.Bu durum bizim de işimize gelirdi, her ne kadar gece de olsa, çekim yapardık. Uygurlu rehberimiz bizi uyardı, "sakın çekim yapmayın, flaş kullanırsanız etraftan, gören olabilir" diye. 2-3 saat kadar beklememize rağmen yaşlı Çinli uyanmadı, havada iyice soğumuştu.Ama anlaşılan Çinli'nin uyanmasını bekleyecektik. Bu durumdan şikayetçi değildik. Burada sabahlayacak olursak, gündüz gözüyle rahatça çekim yapabilirdik. Çok yorgun olmamıza rağmen, hiç uyuyamadık. Sabahın ilk ışıkları doğduğunda, piramidi daha net görebiliyorduk.
Az dolaşarak, piramidin arka kısmı hariç her tarafını görme imkânı bulduk.
Etrafta hiç kimsenin olmaması bizi rahatlatmıştı.. Rehber ile içimizden biri aşağı indi ve birçok fotoğraf çekti. Aklımız piramidin içinde görmediğimiz o yerlerde kalmıştı ama çok da riske girmek istemiyorduk. Vakit öğlene yakın olmuştu ama bizim Çinli hâlâ uyuyordu. Rehberimiz de bu durumdan endişelenmeye başladı ve onu uyandırmaya çalıştı. Ve nihayet Çinli yarım yamalak uyandı, köye doğru yürümeye başladık. Köye vardığımızda, ilk işimiz fotoğraf makinesindeki görüntüleri kontrol etmek oldu. Fotoğraf makinesinin hafıza kartını çıkararak dikkat çekmeyecek şekilde gizledik Eğer köyden bir ihbar olursa, çektiğimiz resimlerin başına bir şey gelsin istemiyorduk.
O günü köyde geçirdik. Yorgunluktan hemen uyuduk. Ertesi gün erkenden uyandık. Öğlene kadar yaşlı Çinli'nin evinde misafirliğimiz devam etti.Bu arada Çinli'ye yine sorular sormaya başladık.
Mezar odası ve piramitler hakkında şunları öğrendik:

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:11
Gördüğümüz mumyanın bazı parçalarını köylüler koparmış. Bu yüzden bozulmaya başlamış. Eskiden yüzü gözü daha netmiş. O kayada da kurt başları, ay yıldız ve o mumyanın sahibine ait bilgiler varmış. Özellikle çift boynuzlu ve çift antene benzer gibi başı olan granit taştaki o yüzü sorduk: Bizi oldukça heyecanlandıran şu cümleleri sarf etti:

O sizin atanız: OĞUZ KAĞAN'ın temsili suretidir.
Bunları duyunca : (Oğuz, Öğüz, Öküz: Güçlü, dev boynuzlu manasına gelmektedir. Arapça'da ise, Zülkarneyn; çift boynuzlu manasına gelmektedir.Oğuz Kağan; kendi döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür…) bu bilgiler aklımıza geliyor.
Bu bilgiler karşısında çok heyecanlandık. O inmediğimiz bölgede ise; " merdivenlerden aşağı inince, aşağıdaki yerde başka bir mumya olduğunu ve onun hiç bozulmadığını, ayrıca binlerce tabletler olduğunu, zamanla bu tabletlerin bir kısmının aşınarak birbirlerine
yapıştığını ve bu piramidin, -muhtemelen- Oğuz Kağan'ın mezarı olduğunu" söyledi. "Daha bir çok mezar odaları olduğunu ve hepsinin
kapalı olduğunu" söyledi. "Çocukken birkaç tanesini gördüğünü, zamanla çöküntüler yüzünden kapandıklarını" anlattı.

Yine yaşlı Çinli'nin dedeleri, taşlarda yazılan bir efsaneden söz ederlermiş. O efsanede;
"Türklerin, Güneşin batmasına yakın bir zamanda, orduları ile buralara tekrar geleceklerini, Türklerin Doğu'ya, Asya'ya ve Dünya'ya hakim olacakları" anlatırlarmış...
O gün köyden ayrıldık. Ancak oldukça heyecanlı ve endişeli günler geçirdik. Yaşadığımız korku, çektiğimiz görüntüleri yakalatma korkusuydu.Allah'a şükürler olsun ki, sağ salim görüntüleri bütün dünyanın istifadesine imkânına kavuştuk.
SONUÇ:
Yukarıda anlattıklarımız, ancak sizlerle paylaştığımız bölümlerdir. Bu kısa araştırmalarımız sonucunda, yetersiz olsa da, edindiğimiz bilgi, mezar odasındaki kayanın üzerindeki yazılardan bir bölümünün, 2023 yılına işaret etmesidir. Figürlerden çıkarılan sonuç ise, bir Türk hakimiyeti olasılığıdır. Yine kayalarda, Piri Reis'in haritasına benzer haritaların olması oldukça dikkat çekicidir. Kendi dönemlerinde,
bilim ve teknikte çok ileri gitmiş bir medeniyetin izlerini görmek mümkündür. Mısır piramitleri, Firavun'un şeytani bir yapısı olarak bilinmektedir. Türk piramitleri ise, onlara karşı bir ilim yuvası mıdır? Bu konuları uzmanlar araştırmalıdır? Eğer 2023 yılında bir Türk hakimiyeti sırrına vakıf olunduysa, acaba 2012 Marduk hikâyeleri, bu hakimiyeti engellemek için mi üretilmiştir? Yoksa bu konuda bir operasyon mu yapılacaktır? (Dünyayı kaosa sürükleyecek bir nükleer güç saldırısı yapıp, sonra da Marduk çarptı mı diyecekler?)
Yine edinilen bilgiler, Çinlilerin piramitlerin bulunduğu alana radyasyon serpiştirdiği, (oraya kimse girmemesi için) söylenilmektedir.
Acaba oradaki granit taşta bulunan suret, gerçekten Oğuz Kağan'ın [Zülkarneyn'in (A.S)] betimlenmesi olabilir mi? Bu konuyu araştırmacıların dikkatlerine sunuyoruz.
Bu arada, unutulmamalıdır ki; Ay-Yıldız, Göktürk paralarında da mevcuttur.Bakınız aşağıda ki resim:

Şimdi, aklımıza ister istemez şu bilgiler geliyor: Kuzey Müslümanlığı… İngiliz gizli servisinin belgelerinde geçen bir tabir bu. Güney Müslümanlığı nedir peki? Bundan, meşhur Ortadoğu ve civarındaki ülkeleri kapsayan bölge kastediliyor... Bu gizli servislerin, raporlarında sıkça dile getirdikleri endişe şu: Güney Müslümanlığını kontrol altına aldık, yani Ortadoğu ve Araplar ülkelerini. Asıl tehlike ise; Kuzey Müslümanlığı. Yani Türk Cumhuriyetleri. Bunlar yanlarına; Afganistan'ı Pakistan'ı ve Kafkas ülkelerini alırlarsa ve bütün bu ülkeler; TÜRKYE'NİN önderliğinde birleşirlerse,
çok büyük bir güçle, tekrar dünyaya hakim olabilirler.
Ne var bu bölgede? Enerji yatakları… Aklınıza gelen bütün enerji kaynaklarının önemli miktardaki rezervleri ve aklınıza gelen bütün stratejik madenler.Peki, o zaman buraya hakim olan bu 'güçlü birlik,' dünyaya hakim olmaz mı? Acaba bu birlikteliğin sırları da bu piramitlerde mi gizli? Türkler,bu piramitlerdeki sırlara ulaşırlarsa, bu birlikteliğin hızlanması kaçınılmaz mı?
Bu manada, bunlar sadece akla gelen ilk sorular… Asya Müslümanlığı;TÜRKİYE'NİN liderliğinde birleşirse tüm dünya Müslümanlığını birleştirecek güce dönüşecektir. Acaba bu yüzden mi Türkiye'nin yüzü Ortadoğu'ya çevrilerek, meşgul edilmek istenmekte ve Ortadoğu'nun meseleleriyle oyalandırılmaktadır?
Papa'nın, 3. Bin yılı, Asya'nın Hıristiyanlaştırılması için hedef seçmesi sizce manidar değil mi? Hele yukarıda anlattığımız bilgilerden sonra,Papa'nın bu sözleri niçin söylediği yeterince açık değil mi? Vatikan'ın, Asya Müslümanlığını ve Türk Birliğini engellemek için Asya'yı hedef seçtiği aşikar değil mi….?
Vatikan'da bir kardinalin dediği gibi; "Türkler dünyaya hakim olmaktansa, Marduk dünyaya çarpsın daha iyi" sözü ile ne anlatılmak isteniliyor?Acaba Vatikan, olası bir Türk hakimiyeti ile ilgili gerçekleri biliyor olabilir mi? Peki bu hakimiyeti engellemek için nükleer silah mı kullanılacak? Nükleer silah kullanılıp, kaos ortamı oluşturulduktan sonra, bütün suçu Marduk'a yükleyip, dünya sisteminin gidişatı mı değiştirilecek? Ya da, bu büyük birliği engellemek için Asya'da bir savaş mı planlanacak… ?
Bütün bu hayati bilgilerden sonra söyleyeceklerimiz şudur: Geçici bir süre için, Çin sınırları içersinde bulunan, "Türk milletinin atalarına ait bu mezarları" incelemek için yetkililer gerekli girişimleri yapmalı ve bizim için çok önemli bu eserlere, yazıtlara ve yapılara sahip çıkmalıdır. Buralarda ikili anlaşmalarla Türk askerleri nöbet tutmalı, bütün bu topraklar, mezarlar ve yapılar Türkiye Cumhuriyeti envanterine devredilmelidir.
Her Türk'ün artık Çin'deki piramitlere girmesi için can atması gerekiyor. Çin hükümetinden, piramitleri Türk araştırmacılara açmalarını
talep etmek hepimizin ortak görevidir.
Bu anlattıklarımızda, olağan üstü bilgiler olduğu açıktır. Bunları araştırmak ve dünya kamuoyunu aydınlatmak araştırmacıların işidir.Çin Devleti artık bunları gizleyemez. Tekrar ifade edelim ki, bu konu, bir an evvel yetkililer tarafından gündeme getirilmeli ve buraların araştırmacılara açılması talep edilmelidir…
Güçlü bir Türk Ordusu, güçlü bir Türk dünyası demektir. Güçlü bir Türk Dünyası, huzurlu bir İslam coğrafyası demektir. Huzurlu bir İslam Coğrafyası ise, huzurlu bir dünya demektir...
------
*Bu bölüm, çıkacak olan 'ASA ' isimli kitabımızdan bir bölümdür.
Saygılarımla....

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:20
Yazı çok orjinal, müthiş bilgiler içermektedir.

Yazıyı okudum, başlığımız ile örtüşdüğünden, tarihi bilgiler verdiğinden aktarmayı düşündüm. Ay gazetede orjinal yazısında mağarada çektirmiş olduğu fotoğraflar çok ilginç, görmenizi tavsiye ederim.

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:23
ZÜLKARNEYN (A.S) KİMDİR?
ORHUN KİTÂBELERİNDE GİZLENEN GERÇEK NEDİR?
HZ. OSMAN´IN KILICINDAKİ SIR NEDİR?
OSMAN GAZİ´NİN İLK ADI NEDİR, NASIL VE NİÇİN OSMAN OLMUŞTUR?
KÂBE´NİN ANAHTARLARI KİME EMANET EDİLMİŞTİR?
Bilindiği gibi Orhun Kitâbeleri Türk dünyasının bilinen ilk yazılı belgeleridir. Ancak yüzyıllardan
beri gözden kaçan veya kaçırılan bir gerçek var ki, bu gerçek de o kitâbelerde gizlidir.
Nedir bizim için çok önemli olan bu gerçek?
Bu gerçeği meydana çıkarabilmek için Kur´an-ı Kerim´in Kehf Suresi´ne bakmamız gerekir.
Çünkü asıl sır, Yüce Vahiy Kitabı Kur´an-ı Kerim´dedir.
Şimdi Orhun Kitâbeleri´ne şöyle kısaca bir göz atalım:
" Ben Türk Bilge Kağan; doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına kadar, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar hep milletler bana bağlıdır. Bunca milleti hep düzene soktum, ilerlettim. Doğuya ordu sevk ettim. Bunca yerlere gittim.
Tanrı (Tengri) yardım ettiği için milletime; gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen yerler kazandırdım. Tanrı buyruğu olduğu için, Devletli olduğum için size Kağan oldum. Tanrı yardım ettiği için dört yöndeki milleti derleyip topladım.
Ey Türk Milleti; Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir? EyTürk Milleti, titre ve kendine dön!"
Bilge Kağan meâlen ve orijinaldeki aslında şunları da anlatmaktadır:
" Gittiğim yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. Onların arasında hüküm verdim. Sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım. Orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. Birbirileriyle olan çekişmelerine son verdim. Ordumla Tengri buyruğu olarak adalet getirdim. Tengri buyruğu olarak bunları yaptım…."
Şimdi buraya kadar anlattıklarımız, asıl anlatacağımız konuya hazırlık için ön bilgilerdi:
Şimdi, Kehf Suresi 85. Ayet ile başlayalım: " O DA BİR YOL TUTUP GİTTİ."
Kehf Suresi 86. Ayet: NİHAYET GÜNEŞİN BATTIĞI YERE VARINCA, ONU KARA BİR BALÇIKTA BATAR BULDU. ONUN YANINDA (ORADA) BİR KAVME RASTLADI. BUNUN ÜZERİNE BİZ: EY ZÜLKARNEYN! ONLARA YA AZAP EDECEK VEYA HAKLARINDA İYİLİK ETME YOLUNU SEÇECEKSİN, DEDİK.
Kehf Suresi 89. Ayet: SONRA YİNE BİR YOL TUTTU.
Kehf Suresi 90. Ayet: NİHAYET GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERE ULAŞINCA, ONU ÖYLE BİR KAVİM ÜZERİNE DOĞAR BULDU Kİ, ONLAR İÇİN GÜNEŞE KARŞI BİR ÖRTÜ YAPMAMIŞTIK.
Kehf Suresi incelenirse açıkça: Bilge Kağan´ın anlattıklarının birebir aynısı olduğu ve Yüce Kitabımız Kur´an-ı Kerim´de bu konunun aslının nakledildiği görülecektir.
Bilge Kağan Kitâbelerinde şöyle devam etmektedir:
"Rahat hayata, zenginliğe, Çin´in ipeğine kanma! Milletime, altını, beyaz gümüşü kazandırdım. Hükmettiğim milletlere hakem olup, madenler erittim."
Şimdi:
Kur´an-ı Kerim´de Zülkarneyn (a.s)´den bahsedilirken; Zülkarneyn (a.s)´ın Allah´ın emri ile(buyruğu ile) bir ordu kurduğu, güneşin doğduğu yere bir yol tuttuğu, yine güneşin battığı yere, dünyanın öbür ucuna bir yol tutup gittiği, Allah´ın, O´na bu kavimler üzerinde; ister adalet ile hükmet, ister azap et yetkisi verdiği açık açık belirtilmektedir.Yine Zülkarneyn (a.s) kıssasında; Yecüc ve Mecüc isminde bozgunculuk yapan kavimden bahsedilmekte, bu bozguncuları Zülkarneyn (a.s) madenleri eriterek, set çekerek, engellediği anlatılmaktadır.
Zülkarneyn (a.s)´ın özelliklerine baktığımızda; büyük bir orduya sahip olması, kendisinin büyük bir komutan olması, ordusuyla tüm dünyayı gezmesi ve Allah´ın emri ile gittiği her yere iyilik, adalet ayrıca Allah bilgisi ve töre götürmesidir.
Özelliklere lütfen dikkat buyurun: Kudretli bir komutan, büyük bir ordu ve tüm dünyayı gezmesi…Özelliklere devam edecek olursak; Güneşin en doğduğu ve en battığı yere ve kuzey ve güneyin uçlarına kadar gitmesi. Ve aynı zamanda Allah´ın buyruğu ile gittiği yerlerdeki kavimlere adalet ve iyilik götürmesi…
Şimdi bir de Bilge Kağan´ın yazıtlarda anlattıklarına bakalım:
Aynı şekilde Bilge Kağan´ın (Bilge denmesi; bilgili, alim, erdemli bir insan olmasındandır.) Bilge Kağan da, tıpkı Zülkarneyn (a.s) gibi bir komutan olup, büyük bir orduya sahiptir.Ordusunun tıpkı Kehf Suresi´ndeki gibi (O da bir yol tutup gitti ordusuyla) ayeti gibi güneşin en doğduğu ve en battığı yere, kavimlerin üzerine gittiği (bu bir Tanrı buyruğudur demesi) yine adaletle hükmetmesi ve gittiği yerleri milletine kazandırması, buralarla beraber buraların değerli madenlerini ve zenginliklerini yine milletine kazandırması ve "Ey Türk Milleti, Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ( ki burada da Kıyamete atıf yapılmaktadır.) ilin tören bozulmayacaktır," diyerek, Türklerin Allah buyruğu ile hareket ettiklerini ifade etmesi tıpkı Kehf Suresi ile neredeyse birebir örtüşmektedir.
Türkler, aynı zamanda genel millet olarak; Hz.Ali´nin (Kerremallahu veche- Hiç puta tapmamış) sırrında bir kavimdir.
Atilla yazıtlarında geçen, Atilla Romalıları tarif ederken; "PUTA TAPAN KAVİMDİR" der ve şöyle devam eder; " IRKIMDAN OLAN PUTA TAPMAZ!"
Sanıldığı gibi Türkler Şaman olmamışlardır. Puta da tapmamışlardır.Varolduklarından beri tek Tengri, tek Allah inancına sahip olmuşlardır.
Yine yazıtlardan öğrendiğimize göre Türkler; Allah´ın en büyük Kudret olduğuna, yeri göğü yarattığına, yeri yeşerttiğine, öldüren ve dirilten O olduğuna inanmışlardır.... Biz burada konuyu kısaca ele alıyoruz.
ZÜLKARNEYN (A.S) BİLGE KAĞANDIR
Tarihin gizlediği ve bilerek gizlendiği bir sırdır….
Peki Bilge Kağan gerçekte kimdir? Biraz sonra o konuya geleceğiz, konumuza devam edelim:
Şimdi, Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe…Sözlerinin manalarına bir göz atalım.
Bu sözü söyleyen Bilge Kağan´dır. Şimdi Kehf Suresi´nde geçen Zülkarneyn (a.s)´ın özelliğinden
bahsedelim. Zülkarneyn (a.s) Yecüc ve Mecüc isimli kavimin arasına set çeker. Yecüc ve Mecüc kıyamete yakın en büyük alamet olarak, yine Kur´an´nın ifadesine göre, seddi delecek ve bu kıyametin büyük alameti olacaktır. (Seddi delmek ve yerin delinmesi.) Bu ifadeler, daha öncede söylediğimiz gibi Kur´an-ı Kerim´in bir çok ayetinde kıyamet tarifinin neredeyse birebiridir. (Gök çökerse, yer delinirse kıyamet olmaz mı? Kur´an ifadesiyle yer beşik gibi sallanmaz mı? Güneş dürülmez mi?)
Bilge Kağan´da aynı ifadeyi o günkü anlayışa, o günden bugüne adeta kelimelere bir zaman yolculuğu yaptırarak anlatmıştır.
Zülkarneyn (a.s)´da, kendi yaşadığı dönemde, çağına hükmetmiş, kendi döneminde yapmış olduğu sed, kıyamete yakın delinmesi sebebiyle, bu çağa da hitap etmektedir. Konu çok daha detaylı olup mümkün mertebe biz kısaca anlatmaya gayret etmekteyiz.
Bu anlattıklarımızdan sakın bir ırkın öne çıkarılması yapılıyor sanılmasın. Anlatılmak istenilen açıktır. Türk ırkının, Türk Milleti´nin Rahmani olduğunun vurgulanmasıdır.
Önemli bir not düşecek olursak: Zülkarneyn (a.s); ordusuyla dünyanın her yanına gittiğinde,oradaki kavimlerden de ordusuna asker ve komutanlar katmıştır. Tıpkı Bilge Kağan´ın yaptığı gibi.Türk milleti de içinde barındırdığı tüm unsurlarla bir millettir.
Oğuz, Öğüz, Öküz: (Güçlü, dev boynuzlu manasına gelmektedir.)
Zülkarneyn ise Arapça´da; çift boynuzlu manasına gelmektedir.
Oğuz Kağan; Kendi döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür.

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:25
Oğuz denmesinin bir sebebi de, çok güçlü olmasındandır.(Türk gibi güçlü!)
Kur´an-ı Kerim´de; Allah´a kurban edilecek kurbanlıklar arasında; keçi, koyun, deve, sığır sayılmaktadır. Bunlardan en makbulü, gücünden dolayı sığırdır. Koyun, keçi vs. göre daha güçlüdür...
İlahi esrariye de Allah´a kurban millet (gücünden dolayı) ; TÜRK MİLLETİDİR! (Ariflere)
Bilge Kağan acaba Oğuz Kağan mıdır?
(Unutmayalım ki, bilge lakabi bir isimdir, az önce de söylediğimiz gibi; Bilge denmesi; bilgili, alim, erdemli bir insan olmasındandır.)
BİLGE KAĞAN (OĞUZ KAĞAN) = ZÜLKARNEYN (A.S)
Şimdi gelelim ilahi mesaja:
Türk Millet´i ahir zamanda büyük rol oynayacaktır. (Ordusuyla, milletiyle, mayasıyla…)Gazi Paşa; bu sırrı, ariflere, birkaç kelimeyle şöyle ifade etmiştir:
"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"
Burada anlatılmak istenen, üstte de anlattığımız gibi Türk Milleti´nin mayasıdır. O mayanın; bu milletin genlerinde, karakterinde –unutulmuş bile olsa- yukarıdaki sırrın, kudretin Allah´tan olduğu bilgisidir.
Orhun Kitâbelerinde tek Tanrı için; "Yeri yarattı, Gök´ü yarattı, ikisinin arasında kişiyi yarattı.Kişi Gök´teki Tanrı´ya yakardı, yakındı" der.
Tek Allah inancını ve Kur´an-ı Kerimde´ki yaradılışı ve Adem (a.s)´ı bu cümlelerde görmek çok açık. Türk Millet´i varolduğundan beri Tek Allah´a inandı.
Unutulmamalıdır ki, medeniyetler yıkıldı sanılsa da, yerlerine başkaları gelir ve yıkıldı sandığımız medeniyetler gerçekte tam kaybolmazlar, birbirlerinin sırlarını, izlerini taşırlar.Onun içindir ki ön uygarlıklar ve şimdiki uygarlıklar arasında benzerlikler vardır. Bu kültürlere,törelere yazılara vs. yansır ve devam ederek gelir.
Şimdi burada kitâbelerle ilgili bilgilere bir göz atalım:


Orhun Kitâbeleri´nin üzerindeki bilgilerin benzerlerine M.Ö 4000´li yıllara ait taşlarda silinmiş
bir şeklide rastlandı.
Bu bilgiler, taşların üzerinde eskidikçe, asırlar boyunca başka taşlara aktarılarak günümüze kadar -bir kısmı- gelmiştir. Buradaki bilgiler binlerce yıllık bilgilerdir.Aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Yani sanıldığı gibi, buradaki bilgiler, yazıtların dikildiği tarihe ait değildir. Örnek verecek olursak; Kur´an-ı Kerim 1400 yıl önce kağıda yazıldı diyelim.2000´li yıllarda da dijital bilgisayara aktarıldı.Yani buradaki bilgiler, 1400 yıl öncesine aittir, günümüze değil.
M.Ö 2000´li yıllara ait, Çinli arkeologlar tarafından bulunan; yarı Çince yarı Türkçe ve bir kısmı silinmiş olan yazıtlarda da, tıpkı Orhun Kitabeleri´ndeki bilgilere rastlanmıştır.
Moğolistan´ın güneyinde bulunan; taş ve seramik parçalarının incelenmesi neticesinde,buradaki bilgilerin, Orhun Kitabeleri´ndeki bilgilere benzediği anlaşılmıştır. Bulunan bu parçaların tarihi M.Ö 2000´li yıllara uzanmaktadır.
Orhun harfleriyle yazılan yazıtlardan 13.yüzyıl Moğol tarihçisi Alaaddin Ata Melik Cüveynî , Tarih-i Cihan Güşa adlı yapıtında söz etmişti. Çin kaynakları da kitabelerin dikilişini bildirmekteydi.
Rus çarı I. Petro´nun emriyle Sibirya bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay Strahlenberg, 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılmış Kırgızlara ait mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları´ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg İsveç´e dönüşünde bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap haline getirip Stockholm´de yayınladı.Böylece Orhun yazısı bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. Orhun yazıtlarından iki yüzyıl öncesine ait Yenisey Yazıtları´nın tamamına yakını bu süreçte ortaya çıkarıldı.
Rus bilim adamları,1943 yılında Sibirya´da taş mezarlar bulmuşlar ve ABD´li bilim adamları ile ortak yaptıkları inceleme neticesinde, bu taşların üzerindekilerin, ´Türklere ait fatih bir komutanın´ sözleri olduklarını tespit etmişlerdir…..
*
Şimdi gelelim cahillikten veya art niyetli kişilerin bir iddiasına:
Türkler Kılıçla Müslüman Olmuştur Yalanı:
Tarihte hep şunlar anlatılır: Kuteybe isimli Arap Komutan, Asya´ya sefer düzenlemiş ve Türkler ile savaşmış , Türkleri kılıç zoruyla Müslüman yapmıştır yalanına.
Yukarıda anlattığımız konular araştırılırsa, Türklerin zaten var olduklarından beri Tek Allah inancına sahip oldukları görülecektir.
Ama biz bir de Kur´an-ı Kerim´den delil verelim. Müslüman, mücahit Kuteybe, eğer gerçekten Türkleri zorla, kılıçla Müslüman yaptıysa, bu iddiayı dillendirenler şunu düşünmezler mi:
Kur´an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır, Kaf Suresi 45. Ayet: "SEN ONLARA KARŞI BİR ZORBA DEĞİLSİN.O HALDE SEN BENİM UYARIMDAN KORKAN KİMSELERE KUR´AN İLE ÖĞÜT VER…."
(Şimdi iddia sahiplerine şunu soruyoruz: Kuteybe; Zorla, kılıçla böyle bir fiil yaptıysa, İlâhi Kelâm´ın mesajı itibarıyla zorba değil midir?)
Gaşiye Suresi 22. Ayet: "SEN ONLARIN ÜZERİNDE ZORBA DEĞİLSİN, ZORLAYICI DEĞİLSİN,ZOR KULLANACAK DEĞİLSİN."
Bakara Suresi 256. Ayet : " DİNDE ZORLAMA YOKTUR. "
Fetih Suresi 4. Ayet: "İMANLARI ARTSIN DİYE GÜVEN VE HAYIR VEREN O´DUR."
Şimdi anlatmak istediğimiz, Kur´an-ı Kerim´in buna benzer birçok mesajını Kuteybe bilmiyor muydu? Yoksa görmezden mi geldi? İddia sahipleri bir daha düşünsünler. Eğer durum iddia sahiplerinin dediği gibiyse bu çok vahim bir durumdur. Kuteybe´nin bırakın mücahit olmasını,Müslümanlığı bile tartışılır.
Şimdi gelelim başka bir konuya; İslâm Dinini, İslâm Dünyası´nı Araplar ideolojik olarak sahiplenme gibi bir misyon benimsemişlerdir. Tabi bunun alt yapısını hazırlayanlar bellidir.(Şeytaniler,Yahudiler…)
Oysa İslâm Dini alemlere rahmettir. İns´e ve Cin´se gelmiştir, hiçbir ayrım yapmadan.Bu konuyu fazla deşifre etmeyeceğiz. Arifler bilir…
Şimdi mânâ sırlarından bir ifşa:
Bu öyle bir sır ki, aynı zamanda suret aleminden de bir delil sunacağız. Önce bilinen meşhur bir vâkıa´yı anlatalım:
Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke´yi feth etmiş, o gün Kâbe´deki putları kırmış ve Kâbe´nin anahtarlarının getirilmesini istemiştir.
Kâbe´nin anahtarları, o an içim müşrik olan,Osman Bin Talhâ´dadır. Mekke´nin fethî 11 Ocak 630 tarihidir. Bu tarihle ilgili sırrı ifşa etmeyeceğiz. Belki ilerde inşallah…
Yine bir not yukarıdaki yazıya atfen: Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke´yi feth ettiğinde; uyuyanı uyandırmamış, ağaç kestirmemiş, kapıları zorlatmamış, çoluk çocuğa dokundurtmamış kısacası zorbalık yaptırmamıştır. Zorla kimseyi Müslüman yapmamıştır.Kur´an-ı Kerim´in ifadesiyle "Sen tebliğ et" emrini uygulamıştır. Allah´ın emri dışında hareket etmemiştir.
İslâm dini : "Ey insanlar!" hitabıyla tüm insanlığa davet dinidir.
Şimdi tekrar konumuza dönelim:
Peygamber Efendimiz (SAV) Kâbe´nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi bilindiği gibi Hz. Ali´ye verir.
Dikkat buyurun lütfen. Peygamber Efendimiz (SAV) Kâbe´nin anahtarlarının getirilmesini EMREDİYOR! Anahtarların Hz. Ali tarafından getirilmesini EMREDİYOR!
Hz.Ali emir üzerine gider, Osman Bin Talhâ´yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. "Kâbe´nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Hz.Muhammed (SAV)´in peygamberliğine inanmadığını" söyler. Hz. Ali ısrar eder. Çünkü
´emri´ Peygamber Efendimiz (SAV)´den almıştır. Ne pahasına olursa olsun ´emri´ yerine getirmek istemektedir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ´nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır. (Bu ibareye lütfen dikkat : Elini sıkarak, canını yakarak, zorla!)
Hz. Ali, anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz (SAV)´in yanına gelir. Hz. Peygamber (SAV)´e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) anahtarları Hz. Ali´den teslim alır.(Bu ibareye dikkat lütfen: Hz.Ali´nin elinden Hz.Peygamber (SAV) teslim alır.) Ve şaşılacak bir şeklide Hz.Ali´ye tekrar anahtarları Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) uzatır.( Bu ibareye dikkat: Hz.Ali´den aldığı anahtarları Peygamber Efendimiz (SAV) tekrar Hz.Ali´ye eliyle verir.) ve şöyle buyurur:
"Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ´ya teslim et" der. Hz.Ali şaşırır ve sorar:
" Ey Allah´ın Resulü (SAV), az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?" diye sorar.
Peygamber Efendimiz (SAV) bir çok sahabenin yanında şu ibret verici sözleri söyler:
"Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken,Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: " EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! "
Kâbe´nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe´nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: "Git ve teslim et!" (Şimdi şu ibareye dikkat lütfen: Allah buyruğudur, git ve teslim et! Yani emir Yüce Allah´tandır.)
Hz. Ali bu emir üzerine hemen geri döner ve Osman Bin Talhâ´yı bulur ve anahtarları eliyle Osman Bin Talhâ´nın eline uzatır.
Bu sefer şaşırma sırası Osman Bin Talhâ´dadır. Anahtarları alır ve sorar:
" Ya Ali, az önce anahtarları elimden zorla alan sen değil miydin? Niye geri getirdin?" der.
Hz.Ali olanları anlatır: "Bu konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (SAV)´e Ayet geldiğini, Peygamberimizin(SAV)´de anahtarları geri yolladığını" söyler.
Osman Bin Talhâ, müşrik iken bu hadise üzerine koşa koşa Peygamber Efendimiz (SAV)´in yanına varır ve Efendimizin (SAV) şahitliğinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olur.
Şimdi olayları kısaca gözden geçirelim:
Peygamber Efendimiz (SAV), önce kendi emri ile Hz.Ali´ye; " anahtarları getir!" der.
Hz. Ali Osman Bin Talhâ´nın elinden anahtarları alır ve kendi eliyle Hz. Peygamber (SAV)´in eline verir. Sonra Allah´ın emri ile Efendimiz (SAV) eliyle anahtarları Hz. Ali´nin eline verir. Hz.Ali´de kendi eliyle tekrar Osman Bin Talhâ´nın eline anahtarları verir.
Yani Allah´ın emri olan " emaneti ehline teslim ediniz! " ayetinin "emri" yerine getirilmiş olur.
Şimdi gelelim bu konuyu neden anlattığımıza:
GİZLENEN SIR:
Hz. Osman Bin Talhâ Kimdir?
Bütün Arap kaynaklarında Süreyc kabilesinden bahsedilir. Süreyclilerin Orta Asya´dan gelen Türkler olduğu, Arap tarihçilerinin eserlerinde de geçmektedir. "Ubeydullah Türk´tü" derler. Ubeydullah Süreyc kabilesindendir. Bu sülâlenin mesleği kılıç ustalığıdır. Bu aile Orta Asya´dan Anadolu´ya, oradan da Mekke´ye kervanlarla gitmişler ve Mekke´ye yerleşmişlerdir. Tıpkı Selman Farisi örneğinde olduğu gibi. Selman Farisi, İran´dan kalkıp Anadolu´ya gelmiş, burada birkaç yıl kaldıktan sonra Mekke´ye gitmiştir.
Bu konuda kaynak verecek olursak: 897-960 yıllarında yaşamış olan tabakât bilginlerinden Ebü´l-Ferec el-Isfahânî yazmış olduğu Ağani isimli esrede Sureyclilerden bahseder ve ; " Ubeydullah´ın babası Türk idi." Demektedir. (El Ağani 1.B.245)
Yine pek çok Arap tarihçisi; Türk kılıçlarını uzun uzun anlatmışlar ve övmüşlerdir. Sureyc´de Mekke´de bir Türk demirci ustasıydı. Kılıç yapmasıyla meşhurdu. Osman Bir Talhâ Sureyc´in torunlarından olup, bu aileye mensuptur. Sureyc kelimesi Arapça´da esserc kelimesinden alınmıştır. Aslında biraz lakabî bir isimdir. Daha sonra es-sureyciyat diye anılmış, manası ise, Sureyc tarafından imal edilmiş kılıçlar demektir. Çarşı ve pazarda kılıçlar bu isimle satılmıştır. O dönemde, herkes bu kılıçlara sahip olmak istemektedir. ( Kaynaklar: Sıhhaül Arabia, Tali.a.attar.Mısır 1956 1.sh. 322; İbn-i Mansur Erbil Fazl Cemaleddin, Risatül Arap Bulak 1300.III. Sh. 122; El Yesui.l.M El Müncid. Sh. 339, Ayrıca bu konuda Prof.Dr.Zekeriya Kitapçı´nın, ´Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiileri´ kitabına bakılabilir.)
Konuyu fazla detaylandırmadan burada noktalayarak asıl konumuza dönelim.
Netice itibarıyla; Osman Bin Talhâ Orta Asyalı bir Türk soyundandır. Ve kılıç ustasının

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 01:26
torunudur. Peki burada anlatmak istediğimiz nedir?
Burada anlatmak istediğimiz, Kâbe´nin anahtarları: Allah´ın ´emri´, Peygamber Efendimizin (SAV) tatbiki ve Hz.Ali Efendimizin eliyle, Türk olan Osman Bin Talhâ´ya verilmiştir. Bunun manadaki karşılığı, Kâbe´nin anahtarları: KIYAMETE KADAR TÜRKLERDEDİR. (Ariflere)
Şimdi bilinmeyen bir başka sırrı delilleriyle ortaya koyalım inşallah:
Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)´in; "İlmin şehri bensem, kapısı Ali´dir" sözünü hatırlayınız. Bilindiği gibi Hz. Ali tasavvufta, bir çok tarikatın ´PİRİ´ kabul eldir.
Yani Hz.Ali; Kâbe´nin bilgisini, anahtarlarını TÜRK MİLLETİ´NİN ELİNE VERMİŞTİR. Bu sırrı Allah´ın izniyle ilk defa ifşa ediyoruz.
MUKADDES EMANETLER VE HZ.OSMAN´IN KILICI
Bilindiği üzere Mukaddes Emanetler, Yavuz Sultan Selim´in Mısır seferi sonucunda İstanbul´a getirilmiştir.Bu emanetler içersinde Hz. Osman´ın kılıcı da vardır. Şimdiye kadar bilinen budur.
Oysa şimdi ilk defa bir gerçeği, Hz. Osman´ın kılıcı ile ilgili gerçeği Allah´ın izni ile açıklıyoruz;
Hz. Osman´ın, Topkapı Saray´ı Mukaddes Emanetler bölümüne sergilenen bir kılıcı vardır ki, aslında bu kılıç, Yavuz Sultan Selim´in, Mısır Seferi sonucunda getirilen emanetlerle birlikte İstanbul´a gelmemiştir.
Bu kılıç, daha Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce, Hz. Osman döneminden, Ertuğrul Gazi´nin eline Şeyh Edebali kanalıyla "kutsal bir işaret" olarak teslim edilmiştir. Şeyh Edebali´nin eline geliş silsilesi ise: Sultan Seyyid Hoca Ahmed Yesevi tarafından onu takip eden halifeleri vasıtasıyla ulaşmıştır; ´bir Allah sırrı olarak´…
Konuyu biraz açalım: Ertuğrul Gazi, Osmanlı İmparatorluğu´nun kurucusu, Osman Bey´in babasıdır. Şeyh Edebali ise,Osman Bey´in kayınpederidir. Osman Bey´in gerçek ismi Orhun´dur. ( Bu isim de ilk defa açıklanmaktadır) Kayı Boyu´nun, o günkü tüm isimlerine baktığımızda, bir tane bile Arap kökenli isim göremezsiniz. Ertuğrul Gazi, Alp Arslan, Konuralp vs…
Peki Orhun ismi, nasıl olmuş da Osman olmuştur? Osmanlı Tarih araştırmacılarının en çok sordukları ve cevabını aradıkları bu sorunun cevabını inşallah biz verelim:
İşte bu konuda şimdiye kadar gizlenen sır:
Şeyh Edebali bizzat Orhun´a : " Bundan sonra senin ismin Osman olsun, soyun bu isimle anılsın" demiştir.Hz. Osman´ın o kılıcının "mânâ sırlarını" Osman Bey´e söyleyerek teslim etmiştir. Sanıldığı gibi bu kılıç,Yavuz Sultan Selim´in Mısır Seferinden dönüşte getirdiği kutsal emanetler içersinde gelmemiştir.
İşte delili:
Kılıç ustası Ubeydullah ve Sureyc kabilesinden bahsettik. Ubeydullah Arap ismi taşımasına rağmen Türk´tü.
Bu kılıcı, bizzat kılıç ustası Türk Sahâbî yapmış Hz. Osman´a hediye etmiştir. Dünya ve Türk tarihinde ilk defa bu konudaki delili sunuyoruz:


Topkapı Müzesi´nde gidip gördüğünüzde kılıcın üzerindeki KAYI BOYU´NUN işareti dikkatinizi çekecektir. Kayı Boyu´nun damgası kılıç üzerinde durmaktadır. Çıplak gözle net bir şekilde görülmektedir. Çünkü bu kılıcın ustası Kayı Boyun´dandır.
Kayı Boyu´nu işareti:

(Türk damgalarının M.Ö. 5000´li yıllarda ortaya çıktığı delilleri ile beraber mevcuttur.Ve burada da Kayı Boyu´na ait damganın benzerine rastlanmaktadır.)
Hz. Osman´dan, Osman Bin Talhâ´ya geçip, oradan da Hoca Ahmed Yesevî´ye emanet edilmiştir.(Aradaki detayları anlatmıyoruz….)
Daha sonra bu kılıç, Hoca Ahmed Yesevî silsilesi yoluyla Şeyh Edebali´ye gelmiş ve ´sırları ile beraber´ Osman Bey´e teslim edilmiştir.
Orhun´un Osman olmasının sırrı bu kılıç ile beraberdir. Nitekim, Osman Gazi´nin oğlunun ismi de yine Türk ismi Orhan´dır.
Kayı Boyu´nun kılıcı; Mekke´de dövülmüş, Hz. Osman´a teslim edilmiş, Hz. Osman´dan Osman Bin Talhâ´ya geçmiş ve Osman Bey´e ulaşmıştır. Yani tekrar Kayı Boyu´na, ait olduğu yere dönmüştür.
Şimdi bunun izahını bize yapsınlar. Şimdiye kadar, iddia edildiği şekilde bu kılıç Yavuz Sultan Selim´in Mısır seferinden dönüşte getirilen Mukaddes Emanetlerin içersinde gelmişse, bu kılıcın üzerinde Kayı Boyu´nun işareti ne aramaktadır?
Horasan Erenleri´nin ve Melâmîlerin Piri, Hoca Ahmed Yesevî´ye selâm olsun!
Bu sırrı ifşa etmeyi sebep kılan Allah´a hamd olsun!
Hz. Osman I. Osman
Osman Bin Talhâ II. Osman
Osman Gazi III. Osman
Ya sonrası? ( Bu konuyu şimdilik açmayacağız….)
Buraya kadar anlatılmak istenilenleri anlayanlara selâm olsun….
Manaları sezenlere selâm olsun…
Yüce Allah, İslâm´ın Sancaktarı Türk Milletini, Türk Devletini ve Türk Ordusunu muzaffer kılsın! (AMİN)
Saygılarımla...
Oktan KELEŞ/NETPANO.COM

Oğuzhan İnce
10.04.2010, 15:25
Yazıları tamamen okumadım ama,ressamlar kusmuk der sağdan soldan gördüğünü tuvale yapıştırıverirler öyle bir tadı var,Oğuz için öküz öğüz den gelir denmiş bu yanlış,Türkçe kelimeleri etimolojiden yararlanarak irdelemek için öncelikle bir önceki ve o dönemki alfabeyi su gibi içmiş olmak gerekir..Murat bardakçı gibi bir adam bile bu konuda bu kadar temkinliyken bu kadar emin konusmak yanlış..
Ayrıca beyaz piramitlerin askeri bölgede oldukları konusunda bir fikir var,azıcık aklı izanı olan bir adam,google earth denen vızırtı da askeri bölgelerin görüntülenemediğininden yola çıkıp bunların da sivil bölgede olduklarını bilir...
mumyanın son filminde bu beyaz piramitler konu alınarak çok fazla sahne çekildi bu arada...
bir not daha vereyim cengiz han Türk değildir,en ufak akrabalığı yoktur;fakat uzakkk torunu abdülmecit hanın kızıyla evlenmiştir,bugün cengizin torunları ise hindistanda yaşar moğolda değil...
söylemeden edemeyeceğim başlık çok güzel olmuş cuk diye oturmuş(:

bir de oğuz(türk gibi güçlü)

şeklinde yazılmış o da yanlıştır,çünkü bu ifade koca yusuf için söylenmiştir ki,bu da çok çok sonradır(:

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 16:21
Yazar gitmiş, görmüş, fotoğrafını çekmiş, belgelemiş, Çin'liye rüşvet bile vermiş. Sadece ecdatı için birşeyleri görmek, insanlığa sunmak için. Ben yazının tamamını okudum, batının uydurma tarihi ile, Türk'lerin önüne set çekmek, tarihlerini karalamak için yapmadıklarını bırakmazlar.

Türk gibi güçlü malesef Koca Yusuftan binlerce yıl öncesinden Türk'ler için söylenen sözdür. Koca Yusuf'un yaşadığı kesit, bu binlerce yılın kaçta kaçını oluşturur? Atilla'nın Avrupa'daki lakabı 'Tanrının Kırbacı' değilmiydi.

Sevgili Oğuzhan, yazıyı bir oku, bak senin ismini Oğuzhan niye koyduklarını daha iyi anlayacaksın.

Çünkü, her dönemin kavmine Allah (c.c.) bir Peygamber göndermiştir. Yazıda Peygamber Olan Zülkarneyn (A.S)'ın Oğuzhan olduğuna dair çok kuvvetli emarelerle yazıyor yazar. Öküze möküze ne takılıp kalıyorsun.

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 16:24
TÜRK KAVMİNE GÖNDERİLEN PEYGAMBER komplo teorisi 2
Prş, 15:02
TÜRK KAVMİNE GÖNDERİLEN PEYGAMBER

Bu yazımızı okuyan bazılarının; “Türk’ün Peygamberi de nereden çıktı” dediklerini duyar gibiyim. Her şeye rağmen bir yaraya parmak basmak zorundayız. Her kavme bir Peygamber gönderildiğine göre Türk Kavmine(milletine) gönderilen Peygamberi neden bilemiyoruz? Birer Türk olarak bunu bilmek bizim hakkımız değil midir? İşte bu müktesep haktan ve meraktan hareketle bu araştırmayı yapma lüzumunu gördük.

Türk denince, hemen ırkçılık damgası vuran, Arap-Fars dendiği zaman ağzının suyu akanların yanlış anlamalarına izin verilmemesi için öncelikle şu açıklamayı yapmak lüzumunu görüyoruz: Hz. Muhammed, “Son Peygamber” olup, bütün Alemlere Rahmet olarak gönderildi. Kainat onun hürmetine yaratıldı. Bütün İnsanlar, Cinler ve Peygamberler ondan Şefaat dileyecekler. O bütün kainatın Peygamberidir. Diğer Peygamberler Kavim Peygamberidirler. Buna hiç birimizin itirazı yok. Bu İman ve İnanç çerçevesi içerisinde kalarak, bu güne kadar diğer kavimlerin Peygamberlerinin bilindiğini, ancak Türk Kavmine gönderilen Peygamberin kasıtlı olarak gizlenmesi düşündürcüdür.

Şimdi Ayetlerin ışığında bu konuyu aydınlatmaya çalışalım: Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’inde; “Andolsun ki biz, Allah’a kulluk edin diye her Ümmet’e bir Peygamber gönderdik...”(Nahl s.36) buyurmaktadır. Bir başka Ayetinde; “Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir Peygamberi memleketlerinin ana merkezine göndermedikçe, o memleketi helak edici değildir.”(Nahl s.59) buyurmaktadır. Her kavme mutlaka bir Peygamber gönderildiğini bu iki Ayet-i Kerime’den anlamaktayız.

Bazı araştırmacılar, Hz. İbrahim’in babasının takma adının(Hazar Bölgesinden geldiği için) Azer olduğu, asıl adının Tarekh(Taruh) olduğu ve Tarekh, Tarıkh, Türükh’den hareketle TÜRK olduğunu ve KANTURA adında Türk bir hanımla evlendiğini beyan etmektedirler. Hz. Muhammed’in; “Kantura Oğullarına ilişmeyiniz. Mürüvvet, nimet ve saltanat onların olacak” mealinde bir de Hadisi vardır. İbrahim tezinden hareketle, Hz. İsmail’in soyundan gelen Hz. Muhammed’in de Türk olduğu ileri sürülmektedir. Arap kaynaklarında Peygamber Efendimize ve Ailesine “Arab-ı Müstağribe” denilmektedir. Yani “Garip Arap, Yabancı Arap, sonradan Araplaşan” manalarına gelmektedir. Yine Peyganber Efendimiz; “Ben Arabım, Arap benden değil” derken, bir bakıma “Arab-ı Müstağribe” olduğunu anlatmak istemiş olabilir. Evs ve Hazreç Kabilelerinden olan Hz. Muhammed’in KURT(Hazreç) kabilesinden olması bir tesadüf olabilir mi?

Mısır Kralı Mukavkis, Peygamber Efendimize dört Cariye(taze genç kız) gönderir. Bu dört kızın Türk Sahabi oldukları beyan edilmektedir. Dedesi İbrahim’in geleneğine uyan Hz. Muhammed, Mariye İsimli Türk Kızı ile evlenir. Mariye’den oğlu İbrahim doğar.(Hz. Hüseyin de Türktür.Ayyıldız Yayınları) Bu konuya başka bir araştırmada geniş yer vereceğiz.

Biz asıl konumuza gelelim:

Türk’ün Peygamberini düşünüp dururken, Arslan BULUT’un “Türklüğün Yeni Dünya Düzeni” başlıklı araştırmasını okuyunca, Türk’ün Peygamberini öğrenmiş olduk. Ayrıca millet olarak nasıl aldatıldığımızı, uyutulduğumuzu acı bir şekilde öğrenmiş olduk. Hemen Yavuz Sultan Selim’in zamanına giderek, İran ve Mısır seferleri ile bağlantı kurduk:

Yavuz Sultan Selim, İran ve Mısır’a sefer yaptığında, İran’da ŞİA Mezhebinden yaklaşık 1000, Mısır’da EŞ’ARİ Mezhebinden yaklaşık 1000 dolayında Alimi, işsiz kaldıkları gerekçesi ile Anadolu ve İstanbul Medreselerine yerleştirmiştir. Yavuz Selim’in Alimlere olan saygısından dolayı yapmış olduğu en gafilce bu hata, Osmanlı’nın sonunu hazırlamıştır. Yavuz’un İran ve Mısır’a sefer yapmasının asıl nedeni toprak olmayıp, İslam adına İslam’a zarar veren ŞİA ve EŞ’ARİ(şimdiki Vahhabilik) fitnesini bastırmak gayesini taşıyordu. Bir toplumu Alimler bozar, yine Alimler dizer.. Alim bozulursa Alem bozulur...

Aslında İran ve Mısır’daki Fitnenin ve sapıklığın müsebbipleri ve uygulayıcıları yine bu “Sapık Alimler” idi. O zaman İran’da, Humeyni gibi “Kadınlarla Fiil-i Livata’yı” meşru gören Sapık Mezhep İmamı Alimler mevcuttu.(Tavzihul Mesail-Tahrirul Vesile s.61-62)

Zamanın İstanbul ve Anadolu Üniversitelerinde Türk olup, AKILCILIĞA dayanan İmam-ı MATURİDİ’nin Ekolünün geçerli olduğu bir çağda, bu Sapık Alimlerin Medreselere yerleştirilmeleri sonucu, NAKİLCİLİĞE dayanan Arap ve Pers Ekolünün geçerli kılınması sonumuzu hazırlamıştır. Bu NAKİLCİLER aynı zamanda İCTİHAT KAPILARINI da kapatmışlardı. Bu dönemden sonra Osmanlı yeniliklere kapandığı için, gerilemeye başladı. Matbaa’nın 150 yıl kadar Osmanlı’ya girmesine engel olan Türk Alimler değil, İctihat Kapılarını kapatan işte bu Nakilci Sapık Alimlerdi.

Bu Sapık Alimler, Kur’an Tefsirlerimizle oynayarak Türk’ün Peygamberi ZULKARNEYN’in Rum Hükümdarı İSKENDER olduğunu ileri sürdüler. Bu durumda İskender’in Mü’min olması gerekirdi. Halbuki İskender, Tahrif Edilmiş bir Din olan Hristiyanlığa inanıyordu. Yavuz’un gününden bu güne kadar hala Tefsir ve Meallerimizde ŞİA ve EŞARİ’nin tesirini görmek mümkündür. Zülkarneyn’i “Veli mi, Nebi mi” tartışmasına sokan bu Alimler, Kur’an-ı Kerim’de ismi zikredilen 28 Peygamberi, Din Dersi kitaplarımıza 25 Peygamber olarak yazdırmayı başarmışlardır. Asıl amaçları, Türk’e gönderilen Peygamberden söz ettirmemek, onu yok saymaktır.

Zülkarneyn’in Peygamber mi, yoksa Veli mi olduğu tarışılır ancak, Pakistanlı Prf. Ahmet DEEDAT’ın Kur’an-ı Kerim’de tesbit etmiş olduğu 19 rakamı, onun Peygamber olduğunu tasdik etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de 513 yerde Resul ve Nebi kelimeleri geçmektedir. 513’ü 19 rakamına böldüğümüzde (513:19=27) 27 çıkmaktadır. Bu hesaba göre, Kur’an’da Kıssa’sı geçen Peygamberlerin sayısının 27 olduğunu anlıyoruz. Kur’an’daki sıralamaya göre Zulkarneyn’in ilk 27’nin içerisine girdiğini görmekteyiz.. Tabii ki bu 19 rakamına itiraz edenler de vardır.

Vani Mehmet Efendi eserinde “Kehf Süresinde” kıssası geçen Zülkarneyn’in, Oğuz Han olduğuna işaret etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in El Kehf Süresi’nde 85. Ayetten, 92. Ayete kadar Zulkarneyn’nin Kıssa’sı anlatılır: “O da (batıya ulaşmak için) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş’in battığı yere(Okyanus kıyısına) vardığı zaman, Güneş’i(sanki) siyah bir çamura batıyor buldu.- Sonra Zulkarneyn(doğuya doğru) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş’in doğduğu yere(uzak doğuya) vardığı zaman Güneş’i öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara, Güneş’ten kendilerini koruyacak bir siper yapmamıştık.- Sonra da(güneyden kuzeye doğru üçüncü) biryol tuttu.” Diye buyurulmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de, Zulkarneyn’nin Doğuya, Batıya ve Güneyden Kuzeye üç ayrı sefer yaptığı belirtilmektedir. Oğuz Han’ın 126 yıl süren Hanlığı sırasında, Turan ve Hindistan’a, Irak, İran, Şam ve Mısır’a kadar yürüdüğü, oralara Vali tayin edip, yurduna döndüğü anlaşılmaktadır. Bilge Kağan Kitabelerinde şöyle diyor; “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına(kutuplarda altı ay gece, altı ay gündüz olur) kadar ülkelerde yaşayan bütün milletler hep bana bağlıdır. Bunca milleti düzene soktum. Artık karışıklık yok. Türk Kağanı Ötüken’de oldukça, ülkede düzen bozulmaz.”(A.Bulut)

Yine Vani Mehmet Efendiye göre, Oğuz Han’ın kurduğu hakimiyet ve yapmış olduğu seferler, Zulkarneyn’in yapmış olduğu seferlerle çok benzerlik arzetmektedir. Bu nedenle Oğuz Han adı ile anılan Türk’ün Peygamberi’nin ZULKARNEYN ile aynı kişi olduğu görüşü gittikçe kuvvet kazanmaktadır. Tarikçilere göre aynı dönemde yaşayan iki kişinin, aynı dönemde Dünya Hakimiyeti olamaz. Öyle ise bahsi geçen bu iki isim aynı kişidir denilmekltedir.

“Kaşgarlı Mahmut’un Divanında(C1.S.111-113) Uygurlar anlatılırken; “Zülkarneyn, Uygur illerine geldiğinde Türk Hakanı ona 4000 kişi göndermiş. Bunların tuğlarında Şahin Kanatları takılı imiş. Bunlar hem öne, hem arkaya ok atarlarmış. Zülkarneyn, bunlara şaşmış kalmış ve güya Farsça; ”inan khuz khurend” yani bunlar, kendi kendilerine geçinirler, başkalarının yiyeceğine muhtaç olmazlar. Çünkü bunların elinden av kurtulmaz, istedikleri zaman avlanıp yiyebilirler” demek istemiş.”(E.Yavuz. Tarih Boyunca Türk Kavimleri. S.224)

Uygur bölgesine gelen Zülkarneyn’e karşı Türk Hükümdarının 4000 kişiyi savaşmak için değil de, karşılamak için gönderdiğini anlıyoruz. Eğer Zülkarneyn’in Türklerle bir soy bağı olmasaydı, Türk Hakanı karşılama yerine, ona savaş açarak karşılık verebilirdi. Çünkü Zülkarneyn’e peşinen bir teslimiyet ve bağlılık görülmektedir. Bu durum, Zülkarneyn’in Oğuz Han olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

“Türk Han’dan, Oğuz Han’a kadar hüküm süren Hanları sayan ve Oğuz Han’ın, Kara Han’ın oğlu olduğunu belirten Ebulgazi Bahadır Han’a (Şecere-i Terakkime) göre Türkler, Oğuz Han’dan üç nesil öncesine kadar Müslüman(yani Mü’min) idi.”(A.Bulut-Türklüğün Yeni Dünya Düzeni)

Vani Mehmet Efendi’ye göre “Oğuz Han, Türklere Hanif Dini’ni öğretiyordu.” Bu görüşe göre Oğuz Han, Hz. İbrahim’in dini olan Hanif Dini’ni yaymakta idi. Yani İslamiyet’ten 3700, günümüzden yaklaşık 5200 yıl önce Türkler Hanif Dini’ne inanıyorlardı ve Mü’min idiler.

Başka bir çalışmamızda “Şamanizm-Hanif Dini ve Şamanizm-İslam benzerliğine” ve Hz. Muhammed’in Kırk yaşına kadar Hanif Dinine inandığına değinmiştik. Belkide Tarihteki adı ile Şamanizm, Kur’an’daki adı ile Hanif olan bu din aynı dindir. Çünkü Tarihteki adı ile Oğuz Han, Kur’an’daki adı ile Zulkarneyn denen kişi eğer Hanif Dinini yaymış ise, bir kişi aynı anda hem Şaman, hem Hanif sayılır. Öyle ise bahsedilen din aynı dindir diyebiliriz.

Batı kaynaklı yalancı tarihçilerimiz, Türklerde “Yer Tanrı-Gök Tanrı” inancının hakim olduğunu iddia etmektedirler. Burada İki Tanrı ortaya çıkmaktadır. Asıl Tarihimiz ise Türklerde “Tek Tanrı İnancının Hakim olduğunu” yazmaktadır. Bu durumda bir çelişki gündeme gelmektedir. Hani Türkler Tek Tanrıya inanıyorlardı? Bu iki Tanrı da nereden çıktı?

Buradaki yanlış şudur: Asırlarca Kitabelerimizi biz tercüme edemedik. İlk önce Çinliler tercüme ettiler. Çince’den Macarca’ya, Macarca’dan Fransızca’ya, oradan Türkçe’ye yanlış olarak tercüme edilen Kitabelerimiz, bize hatalı olarak ulaştılar. Çünkü bir dilde olan bir kelimenin tam karşılığı sayılan kelime başka bir dilde olmayabiliyor. Biraz yakın veya benzeri kelime ile tercüme edilebilmektedir.

“Yer Tanrı-Gök Tanrı” ibaresine sadece “in” veya “ün” eki eklediğimiz takdirde kitabenin doğrusu ortaya çıkacaktır ve doğrusu “Yer(in) Gök(ün) Tanrısı” olduğu kolayca anlaşılacaktır. Böylece iki Tanrı inancı da ortadan kalkmış olacaktır. Türkler, yaklaşık bundan 5200 yıl önce Tanrı’yı “Yerin-Göğün Tanrısı” olarak tarif etmişler. Bu görüş İslam İnancına en uygun görüştür. Yaklaşık bu inanıştan 3700 yıl sonra Nazil olan Kur’an-ı Kerim’de bu tarif şekli, aynen Ayet olarak yerini almıştır.

Kur’an’da “Rabbussemevatü vel ard” olarak yerini alan bu Ayet’in meali, aynen Türklerin Tarifi gibidir: “Göklerin ve Yerin Rabbı” tanımı Dinlerin benzerliğini tescil etmektedir.

Şaman veya (Hanif) iken Mü’min olan Türkler, bu dinin tamamlayıcısı ve son din olan İslam ile tanışmakla daha da mükemmeliyet kazanmışlardır. Tabii ki, bu arada İslamlaşalım derken Araplaşma ve Persleşme’den de kurtulamamışız. Tarih, dinlerin benzerliğinden dolayı Türklerin Müslümanlığı seçtiklerini yazıyor. İşte bu benzerliğin sırrı, Hanif(Şamanizm) Dininde yatmaktadır. Attila Diyor ki; “Ben ve Milletim, Tanrının Kırbacıyız. Tanrı kendi yolunda çıkanları cezalandırmak için bizi göderdi.”(DLT) O dönemde henüz Müslüman olmayan Attila’nın “Tanrının Kırbacıyız” sözünden, onun da Hanif olduğu manasını çıkarabiliriz. Sonuç olarak, Hanif Dininin Oğuz Han, İslam Dininin Osmanlı Türkü tarafından dünyaya yayıldığını görüyoruz. Takdiri sizlere bırakıyorum. 12.10.1994- Mehmet Demir Atmalı. Gazeteci Yazar.

************************************************** *********

KAYNAK:

1-A. Fikri YAVUZ. Kur’an Meali.

2-Arslan BULUT. Türklüğün Yeni Dünya Düzeni-ORTADOĞU GAZT.

3-Bektaş “AYYILDIZ YAYINLARI”.- Hz. Hüseyin de Türktür.

4-İmam Humeyni- Tavzihul Mesail ve Tahrirul Vesile adlı kitaplar

5-Kaşgarlı Mahmut- Divan-ı Lügat-it Türk.

6-Edip YAVUZ- Tarih Boyunca Türk Kavimleri.

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 16:25
TÜRK KAVMİNE GÖNDERİLEN PEYGAMBER komplo teorisi 2
Prş, 15:02
TÜRK KAVMİNE GÖNDERİLEN PEYGAMBER

Bu yazımızı okuyan bazılarının; “Türk’ün Peygamberi de nereden çıktı” dediklerini duyar gibiyim. Her şeye rağmen bir yaraya parmak basmak zorundayız. Her kavme bir Peygamber gönderildiğine göre Türk Kavmine(milletine) gönderilen Peygamberi neden bilemiyoruz? Birer Türk olarak bunu bilmek bizim hakkımız değil midir? İşte bu müktesep haktan ve meraktan hareketle bu araştırmayı yapma lüzumunu gördük.

Türk denince, hemen ırkçılık damgası vuran, Arap-Fars dendiği zaman ağzının suyu akanların yanlış anlamalarına izin verilmemesi için öncelikle şu açıklamayı yapmak lüzumunu görüyoruz: Hz. Muhammed, “Son Peygamber” olup, bütün Alemlere Rahmet olarak gönderildi. Kainat onun hürmetine yaratıldı. Bütün İnsanlar, Cinler ve Peygamberler ondan Şefaat dileyecekler. O bütün kainatın Peygamberidir. Diğer Peygamberler Kavim Peygamberidirler. Buna hiç birimizin itirazı yok. Bu İman ve İnanç çerçevesi içerisinde kalarak, bu güne kadar diğer kavimlerin Peygamberlerinin bilindiğini, ancak Türk Kavmine gönderilen Peygamberin kasıtlı olarak gizlenmesi düşündürcüdür.

Şimdi Ayetlerin ışığında bu konuyu aydınlatmaya çalışalım: Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’inde; “Andolsun ki biz, Allah’a kulluk edin diye her Ümmet’e bir Peygamber gönderdik...”(Nahl s.36) buyurmaktadır. Bir başka Ayetinde; “Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir Peygamberi memleketlerinin ana merkezine göndermedikçe, o memleketi helak edici değildir.”(Nahl s.59) buyurmaktadır. Her kavme mutlaka bir Peygamber gönderildiğini bu iki Ayet-i Kerime’den anlamaktayız.

Bazı araştırmacılar, Hz. İbrahim’in babasının takma adının(Hazar Bölgesinden geldiği için) Azer olduğu, asıl adının Tarekh(Taruh) olduğu ve Tarekh, Tarıkh, Türükh’den hareketle TÜRK olduğunu ve KANTURA adında Türk bir hanımla evlendiğini beyan etmektedirler. Hz. Muhammed’in; “Kantura Oğullarına ilişmeyiniz. Mürüvvet, nimet ve saltanat onların olacak” mealinde bir de Hadisi vardır. İbrahim tezinden hareketle, Hz. İsmail’in soyundan gelen Hz. Muhammed’in de Türk olduğu ileri sürülmektedir. Arap kaynaklarında Peygamber Efendimize ve Ailesine “Arab-ı Müstağribe” denilmektedir. Yani “Garip Arap, Yabancı Arap, sonradan Araplaşan” manalarına gelmektedir. Yine Peyganber Efendimiz; “Ben Arabım, Arap benden değil” derken, bir bakıma “Arab-ı Müstağribe” olduğunu anlatmak istemiş olabilir. Evs ve Hazreç Kabilelerinden olan Hz. Muhammed’in KURT(Hazreç) kabilesinden olması bir tesadüf olabilir mi?

Mısır Kralı Mukavkis, Peygamber Efendimize dört Cariye(taze genç kız) gönderir. Bu dört kızın Türk Sahabi oldukları beyan edilmektedir. Dedesi İbrahim’in geleneğine uyan Hz. Muhammed, Mariye İsimli Türk Kızı ile evlenir. Mariye’den oğlu İbrahim doğar.(Hz. Hüseyin de Türktür.Ayyıldız Yayınları) Bu konuya başka bir araştırmada geniş yer vereceğiz.

Biz asıl konumuza gelelim:

Türk’ün Peygamberini düşünüp dururken, Arslan BULUT’un “Türklüğün Yeni Dünya Düzeni” başlıklı araştırmasını okuyunca, Türk’ün Peygamberini öğrenmiş olduk. Ayrıca millet olarak nasıl aldatıldığımızı, uyutulduğumuzu acı bir şekilde öğrenmiş olduk. Hemen Yavuz Sultan Selim’in zamanına giderek, İran ve Mısır seferleri ile bağlantı kurduk:

Yavuz Sultan Selim, İran ve Mısır’a sefer yaptığında, İran’da ŞİA Mezhebinden yaklaşık 1000, Mısır’da EŞ’ARİ Mezhebinden yaklaşık 1000 dolayında Alimi, işsiz kaldıkları gerekçesi ile Anadolu ve İstanbul Medreselerine yerleştirmiştir. Yavuz Selim’in Alimlere olan saygısından dolayı yapmış olduğu en gafilce bu hata, Osmanlı’nın sonunu hazırlamıştır. Yavuz’un İran ve Mısır’a sefer yapmasının asıl nedeni toprak olmayıp, İslam adına İslam’a zarar veren ŞİA ve EŞ’ARİ(şimdiki Vahhabilik) fitnesini bastırmak gayesini taşıyordu. Bir toplumu Alimler bozar, yine Alimler dizer.. Alim bozulursa Alem bozulur...

Aslında İran ve Mısır’daki Fitnenin ve sapıklığın müsebbipleri ve uygulayıcıları yine bu “Sapık Alimler” idi. O zaman İran’da, Humeyni gibi “Kadınlarla Fiil-i Livata’yı” meşru gören Sapık Mezhep İmamı Alimler mevcuttu.(Tavzihul Mesail-Tahrirul Vesile s.61-62)

Zamanın İstanbul ve Anadolu Üniversitelerinde Türk olup, AKILCILIĞA dayanan İmam-ı MATURİDİ’nin Ekolünün geçerli olduğu bir çağda, bu Sapık Alimlerin Medreselere yerleştirilmeleri sonucu, NAKİLCİLİĞE dayanan Arap ve Pers Ekolünün geçerli kılınması sonumuzu hazırlamıştır. Bu NAKİLCİLER aynı zamanda İCTİHAT KAPILARINI da kapatmışlardı. Bu dönemden sonra Osmanlı yeniliklere kapandığı için, gerilemeye başladı. Matbaa’nın 150 yıl kadar Osmanlı’ya girmesine engel olan Türk Alimler değil, İctihat Kapılarını kapatan işte bu Nakilci Sapık Alimlerdi.

Bu Sapık Alimler, Kur’an Tefsirlerimizle oynayarak Türk’ün Peygamberi ZULKARNEYN’in Rum Hükümdarı İSKENDER olduğunu ileri sürdüler. Bu durumda İskender’in Mü’min olması gerekirdi. Halbuki İskender, Tahrif Edilmiş bir Din olan Hristiyanlığa inanıyordu. Yavuz’un gününden bu güne kadar hala Tefsir ve Meallerimizde ŞİA ve EŞARİ’nin tesirini görmek mümkündür. Zülkarneyn’i “Veli mi, Nebi mi” tartışmasına sokan bu Alimler, Kur’an-ı Kerim’de ismi zikredilen 28 Peygamberi, Din Dersi kitaplarımıza 25 Peygamber olarak yazdırmayı başarmışlardır. Asıl amaçları, Türk’e gönderilen Peygamberden söz ettirmemek, onu yok saymaktır.

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 16:26
Zülkarneyn’in Peygamber mi, yoksa Veli mi olduğu tarışılır ancak, Pakistanlı Prf. Ahmet DEEDAT’ın Kur’an-ı Kerim’de tesbit etmiş olduğu 19 rakamı, onun Peygamber olduğunu tasdik etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de 513 yerde Resul ve Nebi kelimeleri geçmektedir. 513’ü 19 rakamına böldüğümüzde (513:19=27) 27 çıkmaktadır. Bu hesaba göre, Kur’an’da Kıssa’sı geçen Peygamberlerin sayısının 27 olduğunu anlıyoruz. Kur’an’daki sıralamaya göre Zulkarneyn’in ilk 27’nin içerisine girdiğini görmekteyiz.. Tabii ki bu 19 rakamına itiraz edenler de vardır.

Vani Mehmet Efendi eserinde “Kehf Süresinde” kıssası geçen Zülkarneyn’in, Oğuz Han olduğuna işaret etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in El Kehf Süresi’nde 85. Ayetten, 92. Ayete kadar Zulkarneyn’nin Kıssa’sı anlatılır: “O da (batıya ulaşmak için) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş’in battığı yere(Okyanus kıyısına) vardığı zaman, Güneş’i(sanki) siyah bir çamura batıyor buldu.- Sonra Zulkarneyn(doğuya doğru) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş’in doğduğu yere(uzak doğuya) vardığı zaman Güneş’i öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara, Güneş’ten kendilerini koruyacak bir siper yapmamıştık.- Sonra da(güneyden kuzeye doğru üçüncü) biryol tuttu.” Diye buyurulmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de, Zulkarneyn’nin Doğuya, Batıya ve Güneyden Kuzeye üç ayrı sefer yaptığı belirtilmektedir. Oğuz Han’ın 126 yıl süren Hanlığı sırasında, Turan ve Hindistan’a, Irak, İran, Şam ve Mısır’a kadar yürüdüğü, oralara Vali tayin edip, yurduna döndüğü anlaşılmaktadır. Bilge Kağan Kitabelerinde şöyle diyor; “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına(kutuplarda altı ay gece, altı ay gündüz olur) kadar ülkelerde yaşayan bütün milletler hep bana bağlıdır. Bunca milleti düzene soktum. Artık karışıklık yok. Türk Kağanı Ötüken’de oldukça, ülkede düzen bozulmaz.”(A.Bulut)

Yine Vani Mehmet Efendiye göre, Oğuz Han’ın kurduğu hakimiyet ve yapmış olduğu seferler, Zulkarneyn’in yapmış olduğu seferlerle çok benzerlik arzetmektedir. Bu nedenle Oğuz Han adı ile anılan Türk’ün Peygamberi’nin ZULKARNEYN ile aynı kişi olduğu görüşü gittikçe kuvvet kazanmaktadır. Tarikçilere göre aynı dönemde yaşayan iki kişinin, aynı dönemde Dünya Hakimiyeti olamaz. Öyle ise bahsi geçen bu iki isim aynı kişidir denilmekltedir.

“Kaşgarlı Mahmut’un Divanında(C1.S.111-113) Uygurlar anlatılırken; “Zülkarneyn, Uygur illerine geldiğinde Türk Hakanı ona 4000 kişi göndermiş. Bunların tuğlarında Şahin Kanatları takılı imiş. Bunlar hem öne, hem arkaya ok atarlarmış. Zülkarneyn, bunlara şaşmış kalmış ve güya Farsça; ”inan khuz khurend” yani bunlar, kendi kendilerine geçinirler, başkalarının yiyeceğine muhtaç olmazlar. Çünkü bunların elinden av kurtulmaz, istedikleri zaman avlanıp yiyebilirler” demek istemiş.”(E.Yavuz. Tarih Boyunca Türk Kavimleri. S.224)

Uygur bölgesine gelen Zülkarneyn’e karşı Türk Hükümdarının 4000 kişiyi savaşmak için değil de, karşılamak için gönderdiğini anlıyoruz. Eğer Zülkarneyn’in Türklerle bir soy bağı olmasaydı, Türk Hakanı karşılama yerine, ona savaş açarak karşılık verebilirdi. Çünkü Zülkarneyn’e peşinen bir teslimiyet ve bağlılık görülmektedir. Bu durum, Zülkarneyn’in Oğuz Han olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

“Türk Han’dan, Oğuz Han’a kadar hüküm süren Hanları sayan ve Oğuz Han’ın, Kara Han’ın oğlu olduğunu belirten Ebulgazi Bahadır Han’a (Şecere-i Terakkime) göre Türkler, Oğuz Han’dan üç nesil öncesine kadar Müslüman(yani Mü’min) idi.”(A.Bulut-Türklüğün Yeni Dünya Düzeni)

Vani Mehmet Efendi’ye göre “Oğuz Han, Türklere Hanif Dini’ni öğretiyordu.” Bu görüşe göre Oğuz Han, Hz. İbrahim’in dini olan Hanif Dini’ni yaymakta idi. Yani İslamiyet’ten 3700, günümüzden yaklaşık 5200 yıl önce Türkler Hanif Dini’ne inanıyorlardı ve Mü’min idiler.

Başka bir çalışmamızda “Şamanizm-Hanif Dini ve Şamanizm-İslam benzerliğine” ve Hz. Muhammed’in Kırk yaşına kadar Hanif Dinine inandığına değinmiştik. Belkide Tarihteki adı ile Şamanizm, Kur’an’daki adı ile Hanif olan bu din aynı dindir. Çünkü Tarihteki adı ile Oğuz Han, Kur’an’daki adı ile Zulkarneyn denen kişi eğer Hanif Dinini yaymış ise, bir kişi aynı anda hem Şaman, hem Hanif sayılır. Öyle ise bahsedilen din aynı dindir diyebiliriz.

Batı kaynaklı yalancı tarihçilerimiz, Türklerde “Yer Tanrı-Gök Tanrı” inancının hakim olduğunu iddia etmektedirler. Burada İki Tanrı ortaya çıkmaktadır. Asıl Tarihimiz ise Türklerde “Tek Tanrı İnancının Hakim olduğunu” yazmaktadır. Bu durumda bir çelişki gündeme gelmektedir. Hani Türkler Tek Tanrıya inanıyorlardı? Bu iki Tanrı da nereden çıktı?

Buradaki yanlış şudur: Asırlarca Kitabelerimizi biz tercüme edemedik. İlk önce Çinliler tercüme ettiler. Çince’den Macarca’ya, Macarca’dan Fransızca’ya, oradan Türkçe’ye yanlış olarak tercüme edilen Kitabelerimiz, bize hatalı olarak ulaştılar. Çünkü bir dilde olan bir kelimenin tam karşılığı sayılan kelime başka bir dilde olmayabiliyor. Biraz yakın veya benzeri kelime ile tercüme edilebilmektedir.

Adil ÖZGÜR
10.04.2010, 16:28
“Yer Tanrı-Gök Tanrı” ibaresine sadece “in” veya “ün” eki eklediğimiz takdirde kitabenin doğrusu ortaya çıkacaktır ve doğrusu “Yer(in) Gök(ün) Tanrısı” olduğu kolayca anlaşılacaktır. Böylece iki Tanrı inancı da ortadan kalkmış olacaktır. Türkler, yaklaşık bundan 5200 yıl önce Tanrı’yı “Yerin-Göğün Tanrısı” olarak tarif etmişler. Bu görüş İslam İnancına en uygun görüştür. Yaklaşık bu inanıştan 3700 yıl sonra Nazil olan Kur’an-ı Kerim’de bu tarif şekli, aynen Ayet olarak yerini almıştır.

Kur’an’da “Rabbussemevatü vel ard” olarak yerini alan bu Ayet’in meali, aynen Türklerin Tarifi gibidir: “Göklerin ve Yerin Rabbı” tanımı Dinlerin benzerliğini tescil etmektedir.

Şaman veya (Hanif) iken Mü’min olan Türkler, bu dinin tamamlayıcısı ve son din olan İslam ile tanışmakla daha da mükemmeliyet kazanmışlardır. Tabii ki, bu arada İslamlaşalım derken Araplaşma ve Persleşme’den de kurtulamamışız. Tarih, dinlerin benzerliğinden dolayı Türklerin Müslümanlığı seçtiklerini yazıyor. İşte bu benzerliğin sırrı, Hanif(Şamanizm) Dininde yatmaktadır. Attila Diyor ki; “Ben ve Milletim, Tanrının Kırbacıyız. Tanrı kendi yolunda çıkanları cezalandırmak için bizi göderdi.”(DLT) O dönemde henüz Müslüman olmayan Attila’nın “Tanrının Kırbacıyız” sözünden, onun da Hanif olduğu manasını çıkarabiliriz. Sonuç olarak, Hanif Dininin Oğuz Han, İslam Dininin Osmanlı Türkü tarafından dünyaya yayıldığını görüyoruz. Takdiri sizlere bırakıyorum.

12.10.1994- Mehmet Demir Atmalı. Gazeteci Yazar.

************************************************** *********

KAYNAK:

1-A. Fikri YAVUZ. Kur’an Meali.

2-Arslan BULUT. Türklüğün Yeni Dünya Düzeni-ORTADOĞU GAZT.

3-Bektaş “AYYILDIZ YAYINLARI”.- Hz. Hüseyin de Türktür.

4-İmam Humeyni- Tavzihul Mesail ve Tahrirul Vesile adlı kitaplar

5-Kaşgarlı Mahmut- Divan-ı Lügat-it Türk.

6-Edip YAVUZ- Tarih Boyunca Türk Kavimleri.

Oğuzhan İnce
11.04.2010, 23:32
Yazar gitmiş, görmüş, fotoğrafını çekmiş, belgelemiş, Çin'liye rüşvet bile vermiş. Sadece ecdatı için birşeyleri görmek, insanlığa sunmak için. Ben yazının tamamını okudum, batının uydurma tarihi ile, Türk'lerin önüne set çekmek, tarihlerini karalamak için yapmadıklarını bırakmazlar.

Türk gibi güçlü malesef Koca Yusuftan binlerce yıl öncesinden Türk'ler için söylenen sözdür. Koca Yusuf'un yaşadığı kesit, bu binlerce yılın kaçta kaçını oluşturur? Atilla'nın Avrupa'daki lakabı 'Tanrının Kırbacı' değilmiydi.

Sevgili Oğuzhan, yazıyı bir oku, bak senin ismini Oğuzhan niye koyduklarını daha iyi anlayacaksın.

Çünkü, her dönemin kavmine Allah (c.c.) bir Peygamber göndermiştir. Yazıda Peygamber Olan Zülkarneyn (A.S)'ın Oğuzhan olduğuna dair çok kuvvetli emarelerle yazıyor yazar. Öküze möküze ne takılıp kalıyorsun.
Abi bu konuyu bana anlatmana gerek yok,19 yaşında olabilirim ama iddia ediyorum forumda bu konuda benden daha donanımlı insan çok azdır,tarihe karşı özel bir ilgim var,Oğuzhan'ın 7 göbek sülalesini araştıracak kadar da kaynak sahibiyim,kısacası velet yerine koyma beni(:

Şaka bir yana,ben ırkçı denilebilecek kıvamda bir Türkçüyüm,ama bu konuda haklıyım olaya biraz da nesnel yaklaşmak lazım,Tanrı'nın kırbacı diyorlar fakat dante'nin ilahi komedyasında da görürsün atillayı şeytan olarak görüyorlar.cengiz içinde denir aynısı(kendisi moğoldur)

Ben onların piramit olmadığını da söylmedim ayrıca,internette araştırrak bir dünya saçm sapan bilgi bulabilirim sana..Ama o bölge de uygur hakimiyeti söz konusu tam emin değilim.Çinlerin 7 ya da 8. hanedanı çin seddi yapılmadan bir yüzyıl önce,tabi bu piramitler ne keopstan büyük ne de eski ama asya'da piramit olması da enteresan..
dediğim gibi askeri bölge falan değil,girişinde kosssskoacam beyaz piramitler yazıyor ingilizce ki müzeleri olduğu da söyleniyor,bu bölge halkının uydurması...
Ayrıca abi gerçekten sevindim bu konuda birşeyler araştıran bilen sorgulayan birilerinin olmasını istersen ben de celaleddin harzemşah la cengiz'in savaşını anlatan bir roman yazmaya uğraşıyorum atarım bir okursun(: