Sayfa 7 Toplam 9 Sayfadan BirinciBirinci ... 5 6 7 8 9 SonuncuSonuncu
Toplam 219 adet sonuctan sayfa basi 151 ile 175 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Güzel Yazılar

  1. #151
    sümela61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.11.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    47
    Mesajlar
    2,010

    Standart

    Recep hikayeler çok güzelmiş... paylaşımın için teşekkürler...
    "7 tepeli şehir... bekle... son tepene de dikeceğiz bayrağımızı..."

  2. #152
    sümela61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.11.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    47
    Mesajlar
    2,010

    Standart

    Gazeteler; TGRT'den yuklu maas, luks cip ve araba alan unlu artistlerin dudak ucuklatan anlasmalarini yayinliyor. Bir sarkiciya toptan 3 milyon dolar, otekine ayda seksen milyar maas, berikine 700 bin Dolar...

    Bu arada hediye edilen yuz bin dolarlik cipler, trilyonluk villalar da caba. Peki, bu durum sadece TGRT'de mi boyle?

    Hayir! Son yillarda medya ve eglence sektorunde, Amerika'ya parmak isirtacak rakamlar telaffuz edilmeye baslandi. Milyonlarca dolarlik transferler, yuz-yuzelli bin dolar aylik maaslar herkesin cenesini yoruyor. kendisini dinleyenlere gobek attirma hunerine sahip sarkicilar, milyonlarca dolarlik servetin sahibi oluyor.

    Gorgusuz "sosyete" dugunlerinde sarki-turku soyleyenler bir gecede iki "ekstra" cikarip 100 bin dolari cebe koyuyor, ertesi gun programlari icin sete, bir sonraki gun de dizilerine kosuyorlar.

    Peki bu adamlar kadinlar, topluma hangi katkida bulunuyorlar da bu servetlere kavusuyorlar dersiniz? Bu paralari kim oduyor ve daha onemlisi neden oduyor?


    Bu sorularin cevabi basit: Bir takim hanende sazende takimi, bizden enayilik vergisi aliyorlar. Onlara bu buyuk serveti kazandiran sey; bizim toplumsal enayiligimiz. Degerler sistemi asiri derecede bozulmus, ayaklarin bas baslarin ayak oldugu bir toplumda yasanan carpikligin, her el cirpan kisinin arkasindan agzi acik ayran budalasi gibi kosmamizin sonucu butun bunlar. Kendileri gibi erkek olan arabesk sarkicisinin ciplak ayaklarina dokunabilmek icin birbirini ezen kalabaligin psIkopatolojik yansimalari.

    Her taraflarindan lopur lopur et veyag fiskiran terli escinsel sarkicilara hayranlikla bagli olan ve onlarin soyledigi sarkinin ritmine uyarak kalca tokusturan aslan parcasi erkeklerimizin eglence dunyasi. Adamlar ve kadinlar, boyle bir toplumdan enayilik vergisi tahsil etmesin de ne yapsin!

    ***

    Siz siz olun; sakin Mehmet Akif'in, istiklal marsinin odulunu almamasini ya da son gunlerinde cektigi sefaleti unutun, Nazim Hikmet'e sahip cikmayin, Sabahattin Ali'yi kim oldurdu diye sormayin, Melih Cevdet Anday ne yapiyor diye merak etmeyin, Turkiye'nin AB'ye alinmasi karsiliginda hangi bedelle karsi karsiya olduguyla ilgilenmeyin, Fazil Husnu Daglarca nasil geciniyor diye akliniza takmayin, Avni Arbas'i ziyarete gitmeyin, Cemil Meric'in kitaplarina el surmeyin. Dogduklari ev muze yapilacak, adlarina enstituler kurulacak,
    universite doktoralari hazirlanacak degerlerinizi bir an once tepelemeye bakin. Cunku kultur, siir, resim, nitelikli muzik, dusunce gibi kavramlar bu millete zararlidir. Allah korusun, onun aklini falan bozar! Bu insanlarin ciktigi televizyon kanallarini hemen "zap"layip, kalca-gobek lumpen eglence dunyasina ziplayin. Ve pasa pasa enayilik verginizi odeyin.

    Sonra sokaklara cikip "Butun dunya sasirma, sabrimizi tasirma!" diye bagirin. Bizler gibi bir avuc insana da "damarlarimizda mevcut olan asil kani" arayarak omur tuketmek dussun.


    Zulfu Livaneli
    "7 tepeli şehir... bekle... son tepene de dikeceğiz bayrağımızı..."

  3. #153
    kutoz
    Ziyaretçi

    Standart


    Burası da Trabzon!..

    Salonun tüm koltukları doluydu; sahnenin önünde yerde oturanlar, koridorlarda ise ayakta duranlar vardı. Bine yakın insan içerdeyken, söyleyenlerin yalancısıyım, bir o kadarı da kapıdan dönmüştü. Kentin yakın tarihinde ilk kez.. Hayır! İkinci kez böylesine ilgi gösterilen bir etkinlik oluyordu. İkinci kez dedim, çünkü geçen yıl ilki düzenlenen Kültür ve Sanat Festivali'nde de bir gösteri yapmıştım. Aynı ilgi, aynı kalabalık geçen yıl da vardı. İşte ben, bu kentte dünyaya açtım gözlerimi. Türkçe'yi bu kentte öğrendim, kitabı bu kentte tanıdım ve sevdim. Kentin adı Trabzon'dur! Hani, linç için bir araya gelenlerin kentin yüzü gibi tanıtıldığı, bir şaire, bir meddaha gösterilen yoğun ilginin haber bile olmadığı Trabzon! Fatih Altaylı gibi söyleyelim: Biz ne zaman adam oluruz?.. Bir kentin insanlarını yalnızca kötü amaçla bir araya geldiklerinde değil, sanat etkinliklerinde daha fazla kalabalığı oluşturduklarını haber yaptığımız zaman!..

    TRABZON HİKAYESİ

    İki yıldır konserlere, sergilere, konferanslara, gösterilere sahne oluyor Trabzon. Volkan Canalioğlu'nun başkanlığında kent, yıllardır kaybettiği kültür kimliğini yeniden kazanma uğraşı veriyor. Bu çabasında Trabzon yalnız bırakılmamalı. Maçka'da ve Trabzon'da iki yıldır düzenlenen etkinliklerde, yöre halkının sanata ve sanatçıya sahip çıkması mutlaka kentin gerçek kimliği olarak öne çıkarılmalı ve tanınmalıdır. Bu örnek oluşturmayla, festival için çalışan insanlara moral bakımından güç sağlanır ve bir sonraki etkinliğe olan ilgiyi daha da artırabiliriz; tabii ki, Doğu Karadeniz'i yalnızca bir 'haber' olarak görmüyorsak! Bu yılki etkinlikler de sona erdi. Önemini yukarda anlatmaya çalıştığım duyarlık yazılı ve görsel basın tarafından gösterilmedi. Trabzon, bir kez daha saha kapatma, cinayet ve cinnet haberlerine mahkum edildi!.. Bir kez daha sevgili Altaylı gibi soralım: Biz ne zaman adam oluruz?.. Bataklığın çamurunu değil, nilüfer çiçeğini de gördüğümüz zaman. Trabzon'un Kunduracılar Çarşısı'nda diş doktoru Nizamettin Algan'ın muayenehanesi vardı. Nizamettin amcanın Afrika maskları ve totemlerle dolu bekleme salonu bir müzeden farksızdı. Biliyordum ki, kardeşi de doktordu ve diplomasını duvara asmak yerine, Afrika'daki yoksul, aç insanlara yardım ediyordu. Kara kıtada insanlık için direnen, türlü zorluklara karşı hayat kurtaran bir doktorun Trabzonlu olmasıyla her zaman övündüm, gurur duydum. Nizamettin amcanın bekleme salonunda sergilenen Afrika eşyaları, biz Trabzonlu çocukların dilinden düşmezdi. UNESCO doktoru Celalettin amcayı yıllar sonra gördüm. Çocukluğumun kahramanı meğer ne kadar da kısa boyluymuş!.. Tüm ömrünü Afrika'ya adayan Celalettin Algan'ın büstü, Trabzon'un bir köşesine kondu diye birileri kızılca kıyamet koparıyor!..

    NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

    Bir kent doktorlarıyla, hakimleri, savcıları, avukatları, eczacıları, mimarları, mühendisleri, gazetecileri ve öğretmenleriyle övünmelidir. İtfaiyecileri, terzileri, kitapçılarıdır bir kentin gerçek kahramanları. Trabzon'da Kurtlar Vadisi'nden çıkma özentiler dolaşıyor olsa da, sokaklarında 'Kitap Kurtları Vadisi'nin kahramanı daha çoktur. İnsanlık adına yaptığı hizmetlerden dolayı dünyanın saygın dergilerine ve gazetelerine haber olan Doktor Celalettin Algan'ın bir büstüne tahammül edemeyenler, çocuklarına 'kahraman' olarak kimleri tanıtmak istiyorlar? Trabzon'a bu saygısızlığı yapanlar, tıp biliminden, insanlıktan vazgeçtim, Afrika'nın zürafalarından, fillerinden, gergedanlarından utansınlar. Ne zaman mı adam oluruz?.. Çocuklarımıza tüm dünyanın şapka çıkardığı doktorlarımızı, bilim insanlarımızı kahraman olarak tanıtıp, örnek almaları için heykellerini kentlerimize diktiğimiz zaman.

    Sunay Akın (30.09.2006/Sabah Gzt.)

  4. #154
    sümela61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.11.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    47
    Mesajlar
    2,010

    Standart

    harika yazmış yine...
    "7 tepeli şehir... bekle... son tepene de dikeceğiz bayrağımızı..."

  5. #155
    sümela61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.11.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    47
    Mesajlar
    2,010

    Standart

    sevgili Ömer (omerkucuk) sayesinde bu yazıdan haberdar oldum, sizinle paylaşayım dedim... teşekkürler Ömer...

    ROMEO ve JULIET YAŞASAYDI...

    Onlar yüzlerce yıldır tutkulu, kararlı ve ölümüne aşkın simgesi. Ama onlardan söz ederken hep göz ardı ettiğimiz bir şey var: Romeo ve Jülyet yeniyetmeydiler.

    Yani çocukluğun asude neşesini terketmiş olmanın hüznüyle geleceğe dair endişelerin insanın her anını zehirlediği o malum yaşlardaydılar.

    Güzel, coşkulu, uçsuz bucaksız hayalleri vardı.

    Bilmedikleri ve üzerlerine üzerlerine gelen gelecek karşısında tek direnme noktaları bu yüceltilmiş hayalleriydi.

    Ne var ki, ailelerinin arasındaki acımasız düşmanlık onların hayallerinin gerçekleşmesine izin vermiyordu.

    Ölümleri her şeyin sonu oldu.

    Peki, burada duralım.

    Ve düşünelim.

    Ya tersi olsaydı?..

    Yani her şey yolunda gitseydi ve çatışma aileler arasında değil de; iki gencin romantik beklentileriyle düzenli beraberliğin (evliliğin) somut gerçekleri arasında baş gösterseydi...

    Mesela aileler birbirleriyle çatışmak yerine Romeo’yla Jülyet’i başgöz edip kızın pırlantasından oğlanın işine gücüne kadar ne varsa, hepsine karışsaydılar...

    Çağlar aşan bir trajedi yerine komedi çıkardı karşımıza. O da en iyi ihtimalle!

    Bu yüzden “karanlık” yorumların el üstünde tutulduğu kimi psikanalitik metinlerde Romeo ile Jülyet; sürekli beraberliğe dönüşen aşkların ağır ağır etkisini gösteren zehrini içmektense bir yudumda zehir içmeyi tercih etmiş “kahramanlar” olduğu yazılmıştır.

    Abartmalı bir yorum elbette! Ama itiraf etmeli ki, pek ince ve haklı ayrıntılar içeren bir abartma. Öyle değil mi?



    ***

    İnsan sever ve sevdiğini ister.

    Orada, uzakta değil, burada, yanıbaşımda olsun ister.

    Hatta “içinde” bir yerde olsun ister.

    Ama o kadarla kalmaz seven insan.

    Sevdiğiyle birlikte bir hayat da ister.

    Ve bir de bire “yeşil panjurlu ev” hayali başköşeye yerleşir; bütün arzuların üzerine ağırlığını bastırır.

    Ancak yeşil panjur zor iştir.

    Bir türlü hayallerdeki yeşili tutturamaz gerçek hayattaki boyacılar.

    Tam renk tuttuğunda panjurlar çürümeye, rüzgar ve ışık geçirmeye başlar.

    Bahçedeki hanımelleri mi?..

    Onca iş güç koşuşturma içinde bahçeye hanımeli dikmeyi başarabildilerse bile sulamayı unuturlar. Hatta “kim sulayacak bu hanımellerini?” tartışması bile çıkar ki, şiddetini ve ciddiyetini hiç yabana atmamalı.

    O kadarla da kalmaz.

    İşin içine karışan ailelerin durumu, çatışan ailelerden daha kabul edilir değildir. Bu gerçek zamanla anlaşılır.

    Yetmez.

    Komşular, arkadaşlar, baştan çıkarıcılar...

    Hepsi düzenli beraberliğe dönüşen tutkulu aşkı zorlar.

    Yani hem sevgili hem de başkalarının arasında herkes gibi biri olmak öyle uzaktan kolay görünür. Yakından işler çoğu zaman başka türlü yürür.

    Sonunda yüceltilmiş romantik beklentiler (idealler) ile gündelik gerçekler arasında açılan uçurumdan aşağı ya ruhlar fırlatılır ya da doğrudan ilişkilerin kendisi...


    ***

    Asıl anlatmak istediğim şu...

    Düş kırıklıkları, öfke ya da sıkıntı ve kayıtsızlık çukurunda debelenen ilişkileri tartışırken bin türlü tarafından dem vuruyoruz.

    Aşkın ruhsal ve kimyasal ömrü, cinsellik, arzuların sınırsızlığı gibi şeyleri tartışıyoruz.

    Hatta elektrik ve kira faturalarının ya da bir süre işsiz kalan partnerin solgun bir güle dönüşmesinin yarattığı sonuçları bile tartışıyoruz. (Öyle ya Romeo ve Jülyet için bunlar hiç söz konusu olmadı!)

    Doğru yapıyoruz.

    Fakat ilişkinin ilerki yıllarında ortaya çıkan sorunların ve kırgınlıkların altında yatan nedenler arasında başlangıçtaki romantik ideallerin payını unutuyoruz.

    Romantizmin en büyük düşmanı, romantik ideallerin ta kendisi olmasın sakın!

    Haşmet Babaoğlu
    "7 tepeli şehir... bekle... son tepene de dikeceğiz bayrağımızı..."

  6. #156
    Trabzonspor Kongre Üyesi

    BMN Yönetim Kurulu

    Üyelik tarihi
    28.01.2006
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    35
    Mesajlar
    6,322

    Standart

    Eşi bitkisel hayata giren bir erkegin mektubu


    Seni ezberlemeye calisiyorum.
    Kendini bana birak, senden alabilecegim hicbir sey yok,
    hele senin haberin olmadan asla. Gözlerine dokunmak
    için ne kadar uzun zamandir bekliyorum biliyor musun?
    Ya saclarini koklamak için? Yasemin gibi kokuyorlar...
    Belki de daha güzel.

    "Böyle kokmayi nasil başariyorsun?" derdim hep,
    Sen de bana, "Sen koklamayi biliyorsun derdin"
    Siyah saçlarin, yesil çayirlarlari animsatan
    göz bebeklerinle bulusunca, ne kadar romantik
    duruyorlar.. Öyle ezberlemek istiyorum ki seni,
    unutmak denen sey bile hasetlensin.

    Kirpiklerine baktikça rimel olup bulasmak geliyor içimden.
    Bir firça kadar bile sansli bulmuyorum kendimi.
    Yada bir çorap kadar, bir ruj olmak bile
    düsmüyor payima. Dudaklarina yaslanmak ne güzel olurdu.
    Ne güzel olurdu onlara pervasizca dokunmak...

    Seni ezberlemek istiyorum. Ellerinde kimsede olmayan
    bir hüzün var, yüzünde yaşayan her duygu ellerine
    de bulasmis sanki, incinmekten hiç korkmazdin sen..
    Ojelerin silinmis, yarin onlari yeniden sürecegim.
    Kir çiçeklerini çok seversin, sana tazelerini toplamaliyim...
    Daha çok sey var söylemek istedigim, ama
    dilime mühür vurdum sen konus diyinceye kadar.
    Sadece yüregimle konusuyorum. Sadece yüregimle...

    Bilmemki kitap okumami ister misin? En sevdigin sey,
    boleroyu dinlerken kitap okumakti...
    Küpelerini çikarmislar, aradim ama komedin de
    degiller, yüzügünde yok, yer yarildi içine girdi sanki.
    Oysa ne kadar sevinmistin sana evlenme teklif
    ettigim o aksam, hiç çikarmayacagina da söz vermistin.
    Sana sitem etmiyorum. Birak hiç degilse kendimle
    konusayim. Sen beni yokmus farz et.
    Ne tuhaf, o kadar güzel görünüyorsun ki,
    sanki başka bir yerdeymişiz hissine kapiliyorum.

    Beni azarlamak için neler vermezdin şimdi...
    Keske azarlasan. Gözlerini çevire çevire bakip
    "Gene mi alisverisi eksik yaptin" demeni ne
    kadar sevdigimi bilmiyorsun.
    Yada ne zaman futbol seyretsem,
    yüzünde beliren kiskanç ifadeye ne kadar hayran
    oldugumu. Sana ait bir esya gibi yanindan
    hiç ayrilmasam ne kadar sevinirdin kimbilir.
    Çok tatlisin, çok...

    is çikisi yine gelecegim. Daha ne kadar idare ederler ki...
    Neyse sen bos ver bunlari. Keske hiçbir sorumlulugum
    olmasaydi, her saniyeyi seninle geçirmek çok keyifli olurdu.
    Ama isteyken hep seni hayal edecegim bunu bil.
    Tatli tatli sarki söyleyisini, yaramaz çocuklar gibi
    gizlice çaldigin isliklari, kizdiginda söyledigim muzur sözleri...

    Ayaklarin daha sicak şimdi.Yastigini da
    düzelttik mi tamam... Burnundan öpmek istiyorum seni,
    ne kadar zarif bir duruşu var, hiç bukadar
    düzgün oldugunu fark etmemistim.
    Garip, şu son birkaç aydir, seninle ilgili neler
    kaçirdigimi daha iyi anliyorum. Hemsire gelmek üzeredir
    canimin içi, birazdan annemlerde gelecek, beni merak etme,
    ben seninim, hep senindim zaten.

    Sesimi duyduğunu düşünüyorum.
    Gözlerin kapali olsada gördügünü...
    Ellerin ezberlediklerini animsiyor olmali...
    Karanliktan korkmana gerek yok. Isik hep yanik kalacak.

    Doktorlar bu gün olmasa da, bir gün komadan
    çikabilecegini söylüyor. Onlar seni tanimiyorlar ki,
    ne kadar inatçi olduğunu, birbirimizi ne kadar sevdigimizi,
    bir ay sonra kutlayacagimiz evlilik yildönümünü bilmiyorlar.
    Onlara da hak vermeliyiz!

    Burnundan öpüldün, dudaklarina degmeye kiyamadim yine...

  7. #157
    sümela61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.11.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    47
    Mesajlar
    2,010

    Standart

    bu yazılarımı daha önce de buraya eklemiştim ama forumun yeni haline geçilince yazılar biraz karışık olmuş... izninizle, tekrar ekleyeyim dedim...

    BİR DELİNİN GÜNÜ (I)

    Bu yazımda sizlere yakından tanıdığım bir delinin, bir gününü nasıl geçirdiğini anlatmaya çalışacağım… Sizlere aşağıda aktaracağım bilgileri, bahsi geçen bu deli; yüreğine anlatmış… Ben de O’nun yüreğinden öğrendim gününü nasıl geçirdiğini, buyurun okuyun…

    ““… sabah kalktığım gibi yüzümü yıkamaya giderim herkes gibi. Suyu yüzüme çarpar dururum, hareketlerimde bir incelik yoktur. Aksine bir şeylerin hıncını çıkarırcasına çarparım suyu suratıma. Siz “normal”ler bilmezsiniz, nasıl çarpılır su surata, nefretle. Siz “normal”lerin suratına çarpmadığım acı gerçeklerin acısını, kendi suratımdan çıkarır gibi çarparım. Gün içerisinde –yatağa girene kadar- sürekli maskeyle dolaştığım için yüzümü iyice temizlemem gerektiğini düşünürüm. Yoksa maskeler düşebilir, bu olmaz. Tam lavabonun başından dönüp banyodan çıkacakken aynadaki suratımın bana ne kadar “acımaklı” baktığını görürüm. Ben de ona nefretle bakarım. Nefretle baktığımı anlayınca acımayı keser ve bana, yüzümdeki çizgilerin her sabah daha da belirginleştiğini gösterir. Canımı yakacak kadar açık sözlüdür aynadaki yansımam. Hemen ışığı kapatırım, suratımdaki çizgiler belirsizleşir. Aslında görmekten korktuğum, mutsuzluğumun suratımdaki yansımalarıdır. Sonra birden aynadaki adama şöyle derim: “oğlum, yüzüm kırışsa ne olur kırışmasa ne… benim hayattan zaten bir beklentim yok ki…” Tekrar yakarım ışığı, az evvel korktuğum çizgileri öperim bu kez, aynadan da olsa. Annemin “bu aynayı yeni silmiştim, kim kirletti yine?” cümlesini sarf edeceğini bile bile öperim aynadaki suratı. Oysa benim canım annem ne kadar silerse silsin aynadaki “kirli yüz” ün asla temizlenmeyeceğini hiç bilmez…

    Siz “normal”leri bilmem ama ben kalkar kalkmaz yapılan kahvaltılardan hiç haz etmem. Siyah siyah zeytinler üstüme üstüme gelir. Görebildiğim her yer pusludur. Ev ahalisinden olduğunu tahmin ettiğim birileri de vardır mutfakta, ama “pus”tan dolayı hiç fark edemem bana olan yakınlık derecelerini. Sonra onlar her “normal” insanın yaptığı gibi birilerini, şayet birilerini bulamazlarsa birbirlerini çekiştirmeye başlarlar. Hemen “mp3 player”ımı alırım, bu diyaloglara şahit olmamak ve ortamdan soyutlanmak için. Kulağımdaki kemençe sesi beni tedavi ederken kolum dürtülür: “yavrum çayın soğuyor…” Bu söz hala (bu pisliklerle dolu) dünyada yaşamaya devam ettiğimi hatırlatır bana, keyfim kaçar. Zeytinler hala peşimdedir. Aslında benim gibi deliler ilginin üstlerinde olmasından şikâyetçi olmuşlardır hep. Bu yüzden “kahvaltı yapacak mısın, karnın aç mı, yumurta pişireyim mi sana, çayın soğuyor” gibi laflara, garip bir şekilde “sert” yanıtlar verirler. Övünmek gibi olmasın ama ben de azıcık deliyim ve dolayısıyla aynı davranışları ben de gösteriyorum. Sonra çevremde beni çok sevdiklerinden emin olduğum insanlar “neden böyle davranıyorsun, sen deli misin?” derler. Çok geç kalmış bir sorudur bu, ama yine de beni o an mutlu eder bu soru. Çünkü insanların beni anladıkları ender anlardan biridir bu.

    Çayı çok severim ben, bilir misin? O yüzden her sabah mutlaka içerim, “pus”ların dağılmasına yardımcı olur çay. Çayı neden bu kadar sevdiğimi sanırım buldum. Çünkü o her sabah bütün sıcaklığıyla karşımda olur, içimi ısıtır. Ailemden, arkadaşlarımdan iyidir çay. Onlar da beni severler ama kötü yönlerimi hiç bilmezler. Dolayısıyla onların bana duyduğu sevgi iyi yanlarıma duydukları sevgidir aslında, onların gösterdikleri sıcaklık bana değil iyi huylarımadır. Her yönümle tanısalar beni, belki de bu kadar sevgiyle yaklaşmazlar. Ama ben “çay”a her şeyimi anlatırım. Söylediğim yalanları, işlediğim günahları, aklımdan geçen “şeytan”lıkları… O yine de her sabah aynı sıcaklıkla ısıtır içimi. Bu kimsede görmediğim bir sıcaklıktır. Herhangi bir sabah beni biraz mahcup görse, “ben senin ne haltlar ettiğinle ilgilenmiyorum ki oğlum, sen her şeye rağmen iyi birisisin” der. İşte böyle anlarda onu hep ince belli bardakla içmeyi severim, sarılması daha keyifli olsun diye. “Keşke herkes senin kadar iyi olabilse” der, bu lafının beni daha çok yaraladığını bile bile. Yaramı kanattığını anlar ve son lafını eder: “Ben seni severken, her halinle seviyorum, unutma…

    Peki” derim, “bazı sabahlar içimi ısıtsan da, sen de bir burukluk bir acılık hissederim; sanki içinde bir şeyler kanar da bana belli etmezsin.” Cevabı hazırdır: “Sana benziyorum işte. O acı ve buruk olduğum sabahlar, beni bir başıma beklettiğin ve bana zamanında gelmediğin sabahlardır.” Düşünürüm de, oldukça haklıdır. Ben de hep bekletilen, hep ertelenen kişi olmuşumdur aslında. O yüzden de içimde hiç geçmeyecek bir burukluk ve acılık vardır…

    Devam ederim sohbete “çay”la: “Bazen seni bekletmediğim, hemen sana koştuğum halde yine buruksun?” “Aramıza sigarayı kattığın zamanları kastediyorsun sanırım” der, boğazımı yakıp geçerken. “Beni mi kıskanıyorsun, delisin sen” derim. “En az senin kadar” der…

    Sigara ve çay… Birlikte denendiklerinde çok zararlılarmış, aynadaki suratım söylemişti geçtiğimiz sabahların birinde. Ben de O’na yine aynı cevabı vermiştim: “oğlum, zararlı olsalar ne olur, olmasalar ne… benim hayattan zaten bir beklentim yok ki…” Sonra yine bir öpücük kondurmuştum aynadaki adama.

    Benim sabahlarım böyle geçiyor işte… Daha sonra bir an önce kendimi evden dışarı, sokağa atarım… ””


    (devam edecek…)
    Konu sümela61 tarafından (30.11.2006 Saat 15:55 ) değiştirilmiştir.
    "7 tepeli şehir... bekle... son tepene de dikeceğiz bayrağımızı..."

  8. #158
    sümela61 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.11.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    47
    Mesajlar
    2,010

    Standart

    BİR DELİNİN GÜNÜ – II

    …sonra bir an önce kendimi evden dışarı, sokağa atarım…

    Her ne kadar yeni bir gün başlıyor olsa da, aslında her şey birbirinin aynısıdır benim için… Her yeni gün yeni bir heyecan demekmiş, her yeni gün (yeni bir heyecan yaşanabileceği için) yeni bir umut demekmiş… Evet, bunları da aynadaki o adam söyledi… Ne çok şey biliyormuş bu adam, değil mi sevgili yüreğim?.. Ama ben yine itimat etmedim; “sen onu benim huni’me anlat” dedim… Ben böyle cevaplar verdim mi, bir bozuluyor ki sorma… O an suratının aldığı şekli görmeni isterim…

    Neyse sokağımızın köşesini dönüp caddeye varmak üzereyken fark ederim ki, cep telefonum, anahtarlarım ya da cüzdanımdan en az birisini evde unutmuşum… Söylene söylene merdivenleri tekrar çıkarım, içeri girerim, “sen daha gitmedin mi?” diyen birisi muhakkak bulunur kıyıda köşede… Aldırış etmem… Zaten bu aynadaki adamın bana kazandırdığı en önemli şey de bu oldu, artık aldırış etmemeyi öğrendim… Aynadaki adam demişken eve tekrar girdiğimde rahat duramam, banyoya gider aynaya bakarım ama bizimkisi yerinde yoktur… Sanırım ben böyle aniden geri döndüğümde O’nu atlatıyorum… Tahmin ederim, ben evden çıkınca O da hemen işyerindeki aynaya koşuyor; benden önce yerini alıp beni beklemek için… Çoğu kez canımı acıtacak kadar açık sözlü olsa da galiba ben de O’na alıştım…

    Bazı sabahlar eve geri dönüp de aynaya dikkatli baktığımda makyajımı tam yapmadığımı fark ederim… Yüzüme biraz dikkatli bakan mutsuzluğumu anlayabilir diye korkarım o an… Öyle ya, bana biçilen rolde mutsuzluklara yer yoktur, mutsuzsam da bu beni ilgilendirmelidir sadece… Hemen odama koşarım boyamı alıp son rötuşları yapmak için… Bilir misin yüreğim, ben odamda yürürken çok dikkatli basarım yerlere… Evdekiler anlam veremez buna… Ama her yerde “kalp kırıkları” vardır onların görmediği… Onların üstüne basıp daha da ufalamaktan korkarım… Neden “bilir misin?” dedim ki sanki sana… Zaten kırılan şey sen değil misin, benim canım yüreğim?.. Yaşlanıyorum sanırım, yaşlılığıma ver… Odamdaki mutluluk boyasına fırçamı daldırıp suratımı iyice boyarım, bu sefer kusursuza yakın olur kamufle işi… Artık kimse anlayamaz “geçmişe ait kırgınlıklarımı” ve bunun neticesinde oluşmuş “mutsuzluklarımı”…

    Dışarı ikinci kez çıktığımda artık her şeyim yanımdadır ve ben de hazırımdır o günkü rolüme… O kadar çok sahnelemişimdir ki bu oyunu, artık hangimiz gerçeğiz fark edemem: ben mi, yoksa aynadaki o adam mı?.. Aslına bakarsan aynadaki o adamın benden pek de farkı yoktur… Sadece O olduğu gibidir, bense insanların istediği gibi… Yani O’nun kimseden en ufak bir çekincesi yoktur; nasıl istiyorsa öyle konuşur, öyle davranır… Bense hep ılımlı, hep dert dinleyen, hep sakin, hep mutlu, hep veren, hep esprili, hep dürüst, hep ahlaklı, hep hoşgörülü olmalıyımdır ve öyle olmaya da çalışırım… Bu yüzden çevremdekiler de beni çok sevdiklerini söyleyip dururlar… Hayır benim sevgili yüreğim, onlar beni değil bu özelliklerimi seviyorlar… Oysa ki ben, beni sever gibi yapan bu kişileri sevmiyorum… Ben aynadaki o adamı seviyorum…

    Sonunda işyerime gitmek üzere dolmuşa binerim… Dolmuşun içi alabildiğine kalabalıktır ama dışarıdaki trafik içerdeki kalabalıktan beterdir… “Ah Trabzon yarim Trabzon, ben senden uzakta bu yerlerde yaşamak istemiyorum, burada her günüm bana işkence Trabzon’um” derim içimden… Aynadaki adam “normal”lerle konuşabilse benim içimden söylediğim bu cümleyi dolmuşun içinde haykırırdı; bunu da bilirim… Dolmuştaki insanlara şöyle bir bakarım; hiç birisinin makyajdan haberi yoktur anlaşılan… Hepsinin suratından buram buram mutsuzluk yayılır etrafa… İçimin sıkkınlığı artar, kafamı dışarı çeviririm hemen ve o an aynada “benimkisi”ni görürüm… “Beni atlatabileceğini mi sandın?” der… Duymazlıktan gelirim… Ama güçlü olan O’dur; bunu ikimiz de biliriz… Devam eder: “Mehmet efendi sen bu sabah da namaz kılmadın, ne olacak böyle?”… Buna kayıtsız kalamam ve cevabım sert olur: “Orada dur işte, haddini bil… Ne seni ne de bir başkasını, Yargılayıcı ve Affedici olan’la aramıza sokmam… Ben biliyorum ki O beni seviyor, gerisi kimseyi ilgilendirmez... Şimdi canın cehenneme” derim… Yol boyu ne aynadaki adam, ne de ben tek kelime etmeyiz… Aslında O’na böyle sert davrandım mı içim rahat etmez ama elimde olmadan agresifleştirir bu tür sorular beni…

    Rahatlamanın yolu müzikten geçer ve yine imdadıma “mp3 player”ım yetişir… Şebnem Ferahsana bilmediğin bir şey söyleyemem” (*) derken, ruhum çoktan (başıboş bir at gibi) gezinmeye başlamıştır farklı alemlerde… Şarkı biter, yol biter, inme vaktidir… Tam inerken omzuma atılan sert bir omuz ve akabinde dilenilmeyen özür, indikten sonra asfaltın üzerinde gördüğüm tükürük, yürürken gazetelerde gözüme çarpan gasp, tecavüz, cinayet haberleri; beni yine o cümleyi kurmaya mecbur kılar: “Bu şehirde ne işim var?

    (devam edecek)

    SANA BİLMEDİĞİN BİR ŞEY SÖYLEYEMEM (*)

    Suyun derinliği aynıydı
    Ama senin beline benimse omuzlarıma geliyordu
    Bütün yapraklar sararıp düşecekti
    Ama ilk ben düştüm kalanlar arkamdan korkuyla baktı


    Bütün aşklar çok büyük olacaktı
    Ama en büyük bizimkisi diyecektik
    Her bir insan eşsiz olacaktı
    Ama hep kendimizi en değerli zannedecektik

    Çamur mu sürmek istiyorsun başkasının duygularına
    Önce senin ellerin kirlenecek

    Suyla mı gidiyorsun bir başkasının yanan yüreğine
    O yürekte hep yerin olacak

    Sana bilmediğin bir şey söyleyemem
    Ben de hiçbir şey bilmiyorum
    Ne kadar iyilik varsa hepimiz için
    Hepsini dileyip gerisine direniyorum


    Çok sonraları fark edecektik
    İyilik temizlik bile göreceli olacaktı
    O kadar hızlı kirlenecektik ki
    Masumiyet fotoğraflarda eskiyip solacaktı

    Korkuyor musun senden farklı olan her şeyden
    Korktuğun şey kendi içinde büyüyecek
    Ortak mı oluyorsun bir başkasının yalnızlığına
    Yüreğin yalnızlık nedir bilmeyecek
    "7 tepeli şehir... bekle... son tepene de dikeceğiz bayrağımızı..."

  9. #159
    Oğuuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    23.07.2006
    Nereden
    Sivas
    Yaş
    39
    Mesajlar
    1,100

    Standart

    - Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür. Bebek:
    - Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.

    - Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
    - Allah’ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım. Nasıl iletişim kuracağım?

    - Senin için yarattığım melek, o sana sabırla onların dilini öğretecektir.

    - Allah’ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa çıkacağım bilemiyorum.
    - Senin için yarattığım melek, seni canı pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.

    - Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
    - Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.

    - Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan
    götürürlerken bebek tekrar sorar.

    - Allah’ım benim için yarattığın meleğin adı ne?

    - Adının önemi yok ama sen ona ANNE diyeceksin
    yok bir sitemim hayatta hersey kısmet...

  10. #160
    Oğuuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    23.07.2006
    Nereden
    Sivas
    Yaş
    39
    Mesajlar
    1,100

    Standart

    BİR AŞK HİKAYESİ

    Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmış, dert içinde eve kapanmıştı.

    Sokağa çıkmıyordu. Annesi... Bir de kendisi... O kadardı bütün hayati...

    Bir gün fena halde bunaldı, dayanamadı, attı kendini sokağa. Bir yığın vitrinin önünden geçti. Tam bir CD satan dükkânı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu.

    Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar. Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı iste...

    İçeri girdi. Kız gülümseyerek koştu ona... "Size nasıl yardim edebilirim" diye...

    Nasıl bir gülümsemeydi o... Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı. Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi. Rast gele bir plağı işaret ederek... "Evet. Su CD’ yi bana sarar misiniz?"

    Kız CD’ yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi. Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı.

    Ertesi sabah gene gitti ayni dükkana. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan...

    Günler hep alınıp sardırılan CD' leble geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu.

    Annesine açıldı sonunda... Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.

    Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye.

    Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çakabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanana koydu gizlice. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan...

    İki gün sonra evin telefonu çaldı. Anne açtı telefonu. CD dükkânındaki tezgahtar kızdı arayan... Delikanlıyı istedi. Notunu yeni bulmuştu da. Anne ağlıyordu. "Duymadınız mı? dedi. "Dün kaybettik olgumu."

    Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda .. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı.

    İçinde bir CD vardı, bir de minik not .. "Merhaba. Sizi öyle tatlı buldum ki. Daha yakından tanımak istiyorum. Bir aksam birlikte çıkalım mı. Sevgiler. Jacelyn!."

    Anne bir paketi daha açtı. Onda da bir CD ve bir not vardı. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık. Sevgiler. Jacelyn!"

    Unutmayın. Düşündüğünüz şeyi mutlak söyleyin. Birini seviyorsanız, söyleyin ona. İçinizdekini söylemekten korkmayın. Birisi hakkında ne hissediyorsanız söyleyin ona. Ve hemen söyleyin. Hemen!

    Çünkü, doğru zamanı bekler ve "İşte simdi tam zamanı" derseniz, bir bakarsınız çok geç olmuş. Gününüze sahip olun ki, pişmanlıklar yaşamayasınız. Hepsinden önemlisi, dostlarınıza, sevdiklerinize, ailenize hep yakın olun.

    Çünkü bugünkü insan olmanızı onlar sağladı, sizi onlar şekillendirdiler. "Seni seviyorum" demekten sakin, ama sakin çekinmeyin, utanmayın, korkmayın!.

    Yasamı yaşanmaya değer yapan şey sevgidir...
    yok bir sitemim hayatta hersey kısmet...

  11. #161
    Oğuuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    23.07.2006
    Nereden
    Sivas
    Yaş
    39
    Mesajlar
    1,100

    Standart

    Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni sevmeli… Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana sarılmalı… Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana dayanmalı… Dost dediğin; Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli. Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli, Ve ağladığında, seninle ağlamalı… Ama hepsinden daha çok ; Dost matematiksel olmalı; “sevinci çarpmalı… Üzüntüyü bölmeli… Geçmişi çıkarmalı… Yarını toplamalı…” kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı… Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı… işi bitince seni bir tarafa atmamalı… İşte dostluk budur. Ne olursa olsun herkes sana yüzünü dönse bile o hep seninle beraberdir..
    yok bir sitemim hayatta hersey kısmet...

  12. #162
    Forumdan Uzaklaştırılmıştır
    Üyelik tarihi
    23.08.2004
    Mesajlar
    680

    Standart 2 liralık hayatlar

    Günlerdir 2 demir lirayı elimde çevirip duruyorum.
    2 Türk lirası...
    Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.
    Para üstü olsa aldırmazsınız.
    Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.
    Hepi topu 2 lira....
    * * *
    6 Şubat gecesi Şanlıurfa'ya çok yağmur yağdı.
    Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı;
    üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.
    O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece...
    Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.
    Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.
    Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi'ne uçtu.
    Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.
    Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.
    Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.
    Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.
    Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.
    Zehra ve Hatun Kaya kayboldu.
    Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.
    Adları ilk kez haberlerde duyuldu.
    * * *
    Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.
    Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar.
    Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı.
    Sonuç alınamadı.
    Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma
    başlattı. Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran müteahhit Celal Ulukaya
    gözaltına alındı.
    Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.
    Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı.
    Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.
    Ertuğrul, "Niye çalışıyorsun o zaman" sorusuna kısa bir yanıt verdi:
    "Mecburum. İş yok."
    * * *
    Günde 2 liradan ayda 60 lira...
    44 işçiyi Çırpı Deresi'ne sürükleyen, 11'ini yağmur sularından bir
    selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu...
    İşsizlik illetine düşmüş fukaraları "Hiç yoktan iyi" tesellisiyle
    kandıran müteahhitlerin ucuz işgücüne biçtikleri değer...
    2 demir lira...
    Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik...
    2 paralık hayatların can pahası..
    Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.
    Hayat dersi niyetine...

    Ne zaman adam oluruz...Şükretmeyi öğrendiğimizde....

    Mine Baysal

  13. #163
    hly_ts - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    07.01.2007
    Yaş
    39
    Mesajlar
    580

    Standart Hayata Bakişin Güzel Bir Anlatimi !!!!!

    Ileri derecede hasta iki adam ayni hastane odasındaydılar. Adamlardan birinin her öğleden sonra 1 saatliğine oturmasına izin veriliyordu, cigerlerindeki suyun süzülmesi için. Bu hastanin yatagi odadaki tek pencerenin tam yanindaydi. Diger hasta ise hep sırtüstü yatmak zorundaydı. Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konuşur, eşlerini, ailelerini, evlerini, işlerini, askerlik anılarını, tatilde gittikleri yerleri anlatirlardi birbirlerine. Pencerenin yanindaki hasta, her öğleden sonra oturmasina izin verdikleri saati diger hastaya pencereden gorebildiklerini anlatarak geciriyordu. diger hasta hep bir sonraki gunu iple cekmeye basladi, dışarıdaki renkli ve hareketli dünyayı dinlemek için. Pencere, icinde cok güzel bir göl olan parka bakıyordu. Ördekler ve kuğular gölde yuzerken cocuklar model bot'larini suda yuzduruyorlardi. Genc asiklar, gokkusaginin tum renklerindeki ciceklerin arasinda kol kola dolasiyorlardi. Ulu agaclar etrafi susluyor, uzaktan sehrin silueti gorunebiliyordu. Pencere kenarindaki adam bunlari muhtesem bir detayla anlatirken, odanin diger ucunda yatan adam gozlerini kapar ve bu muhtesem manzarayi hayalinde canlandirirdi. Sicak bir ogleden sonra, pencerenin yanindaki adam gecmekte olan bir senlik alayini tarif etti. Diger adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandirabiliyordu, pencere kenarindaki adamin tasviriyle. Gunler ve haftalar gecti. Bir sabah banyo yaptirmak icin su getiren gunduzcu hemsire pencere kenarinda yatan hastanin cansiz bedeniniyle karsilasti: uykusunda, huzur icinde ölmüştü. Hüzünlendi, hastane gorevlilerini cesedi disari tasimalari icin çagirdi. Uygun zaman gectigine kanaat getirir getirmez, diger hasta pencerenin kenarindaki yataga tasinmasinin mumkun olup olamayacagini sordu. Hemsire memnuniyetle istegini yerine getirdi, hastanin rahat oldugundan emin olduktan sonra onu yalniz birakti. Yavasca, duydugu aciya aldirmadan, bir dirseğine yaslanarak disaridaki dunyaya bakmak uzere yatagindan dogruldu adam. Sonunda, disariyi kendi gozleriyle gorme zevkini yasayabilecekti. Pencereden disari bakabilmek icin yavasca donmeye zorladi kendisini. Pencere, boş bir duvara bakiyordu. Adam hemsireye, vefat eden oda arkadasinin pencerenin disinda gorunen harika seylerden bahsetmesine sebep olan şeyin ne olabilecegini sordu. Hemsirenin cevabı, ölen adamin kör oldugu ve pencerenin onundeki duvarı görmediğiydi. "Sanirim seni cesaretlendirmek istedi" dedi. Epilog: Diger insanlari mutlu etmek cok buyuk mutluluk getirir, kendi durumunuz ne olursa olsun. Paylasilan dertler yarisi kadar üzüntü verir, paylaşılan multuluklar ise iki katı artar. Kendinizi zengin hissetmek istiyorsanız, sahip olduğunuz ve paranın satın alamayacağı her şeyi paylaşın....
    Ölümüne bir sevda bu, Duysun tüm dünya bunu, Ne Fener'i, ne Cimbom'u Sevdik biz Trabzon'u Ne zaman gelecek Bu büyük hasretliğin sonu Görelim seni Türkiye'nin $ampiyonu

  14. #164
    Trabzonspor Kongre Üyesi

    BMN Yönetim Kurulu

    Üyelik tarihi
    28.01.2006
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    35
    Mesajlar
    6,322

    Standart

    Aşık mısın değil misin?

    1. Onunla aynı ortamdayken görmezlikten geliyor, ama etrafta olmadığı zaman çaktırmadan gözlerin onu arıyorsa. Evet ona aşıksın...

    2. O an senin yanında seni her zaman güldüren biri olduğu halde senin gözlerin ve dikkatin hala ötekini üzerinde ise. Evet ona aşıksın...

    3. Gittiği yerden seni arıcağını söylediği halde, telefonun bir türlü çalmıyorsa ve acaba sağ salim oraya gittimi diye senin içini yiyiyorsa. Sabırsızlıktan telefonun çalmasını bekliyor, dualar ediyosan. Evet ona aşıksın...

    4. Başkalarından gelen upuzun mektupları ondan gelicek kısacık bir not için silip gecıiyorsan.evet ona aşıksın...

    5. Telesekreterine bıraktığı msjı haftalarca silmiyorsan. kasedi defalarca başa sarıp dinliyorsan. Evet ona aşıksın...

    6. Eline iki tane sinema bileti gectiginde ilk aklına gelen kişi oysa.evet ona aşıksın...

    7. Durmadan hayır o sadece arkadasım diyorsan, ama bir araya geldiginiz zaman o tarif edilmez çekimi hissediyorsan.evet ona aşkısın...


    ve bu saydıklarımı okurken gözünde biri canlanıyorsa işte sen ona aşıksın...

    ________________

    ...demişler

  15. #165

    Üyelik tarihi
    25.04.2007
    Nereden
    Almanya
    Mesajlar
    168

    Standart

    Öyle anlar vardır ki neresinden başlarsanız başlayın anlatmaya fark etmez. Çünkü dili ayrı olsa bile tektir acının tarifi her yürekte...

    On yaşlarında bir kız çocuğuydu televizyonun tozlu camından gözbebeklerime aksi düşen ve onun birkaç metre ötesinde Türk bayrağına sarılı bir tabutun içinde yatan yirmi yaşlarındaki abisi.

    Hani sesler vardır bir ömür boyu silinmez kulaklarınızdan.
    Seslenişler vardır kanar durmadan sol yanınızda, yaralarını bir ömür boyu sağaltamazsınız.

    Hani anneleri vardır o çocukların.
    *“ne oldu çocuk sana yok olup gittin birden/ nasıl kıydılar sana ne zor büyüttüm seni ben.”.
    Ah yavrum bilmezler, nasıl büyür bir evlat, nasıl sabahlanır gecelerce başucunda, nasıl doyulur her lokmasında.

    Hani küçük kardeşleri vardır onların
    *“en kolay katlanılan başkasının acısı”
    Ah abim, çocukluğumun o uzun boylu masal kahramanı. Küçücük parmaklarımla hayata tutunduğum ilk dalım, tırnaklarımla yoluklar içinde bıraktığım yüzüne rağmen bana bir kere kızmayan ilk çocukluk arkadaşım.Ne olursun yalnız başıma bırakma beni cücelerin hüküm sürdüğü karanlıklar diyarında.

    Affet beni çocuk, bunları yazmak için kendi vicdanımın yüzüne tükürüyorum kaç gecedir. Kaç gecedir gözlerimin pınarında donup kalıyor gözyaşlarım.

    Kaç gecedir senin kanın sızıyor titreyen parmaklarım arasından. Öz kardeşimsin artık benim bilmesen de,
    Kendi canımdan da öte...

    *“Soğuktur şimdi orası”
    Üşüyor musun?
    Kuvvetsiz hak acizdir;Haksiz kuvvet ise zorbaliktir.
    Bir düzene tabi olmak sizin her seye hükmetme arsuzu,icinde zorbaligi barindirir.



  16. #166

    Üyelik tarihi
    25.04.2007
    Nereden
    Almanya
    Mesajlar
    168

    Standart

    Ben en özel en güzel eşyalarımı kendim için, hiç bekletmeden kullanırım. Siz de öyle yapın. Çünkü yarın hayatda olmayabiliriz. Ya da sevdiğinizi söyleyeceğiniz kimse olmayabilir. Hani gardirobunuzda küflenen o en sevdiğiniz elbiseniz var ya, o çok özel gün için beklettiğiniz, giymelere kıyamadığınız o alımlı tuvalet, o cakalı takım, o göz alıcı kazak... Bugün giyin onu!... Beklediğiniz o güzel gün hiç gelmeyebilir çünkü...

    Değerli misafirleriniz için sakladığınız çay takımlarınızı çıkartın dolaptan; en yakınlarınızla için çayınızı; kimseniz yoksa kendiniz çıkarın hoş bir takımdan çay yudumlamanın doyumsuz keyfini...

    Haydi, açın, nicedir kapalı duran misafir odanızın kapısını. Yıpranır diye korktuğunuz koltuklara serilin gönlünüzce. Çalın, çalmak için önemli! bir konuk beklediğiniz eski plakları bu gece..

    Çimlerle buluşmak için düzgün havayı, kırda öpüşmek için doğru sevdayı beklemeyin. Hep ertelediğiniz pikniğin günü bugün... "Haftaya giderim" dediklerinizi ziyarete gidin acilen. Haftaya orada olmayabilirler. Babanızın elini öpecekseniz, oğlunuzu lunaparka götürecekseniz, aşkınızı ilan edecekseniz;... şimdi yapın!

    Ve, ne olur, söylemek için özel bir an beklediğiniz o sihirli sözcükleri hemen söyleyin sevdiğinize. Söylemeye niyetlendiğinizde çok geç olabilir. Daha kaç bahar olacak ki hayatınızda? Yaşamı ertelemeyin, beklediğiniz "o gün" işte "Bugün!"
    Kuvvetsiz hak acizdir;Haksiz kuvvet ise zorbaliktir.
    Bir düzene tabi olmak sizin her seye hükmetme arsuzu,icinde zorbaligi barindirir.



  17. #167
    Trabzonspor Kongre Üyesi

    BMN Yönetim Kurulu

    Üyelik tarihi
    28.01.2006
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    35
    Mesajlar
    6,322

    Standart Gidenler Kimdi?

    Şunu yaz bir kenara;
    Gidenler,seni hak etmeyenlerdi!
    Gittiler,doğru insana yol açılsın diye...

    Bahar geldi,su yürüyor her ağacın dalına...
    Bahar geldi;yeşermekte yapraklar...
    Bahar geldi;içine ve içime...
    Ama bahar gelirken gene ve yine giderken bahar;yanacak bazı canlar...

    Unutuyorsun bazen;
    Attığın her okunun saplandığı nokta olmayabilir hedef...
    Sen,sezdiğin hedefle buluşturmaya çalışacaksın okunun ucunu!

    Değneğinin yere değdiği yer olmayabilir çoğu zaman dünyanın merkezi...
    Dünyanın merkezi;yüreklerin ayrı köşelerinden tutuşmasıyla değil,kalplerin aynı noktada buluşmasıyla belirir!..
    Belki bu hal;iki gönlün,aynı yerde kök salabilmesi olarak ifade edilebilir.Yani;iki sarmaşık tohumu gibi sanki...

    Şimdi sen,bir ok olup uçarken...Veya bir hedef gibi beklerken...Neden sızlanmaktasın ki bulamadığın hedefler,yahut seni bulamayan oklar için?..

    Bahar gelir,sular yürür;kışı canlı çıkaran her ağacın dalına,yaprağına...
    Gönül ister ki;yanmasın canlar.Gönül ister ki;giden olmasın ve kalsın ilk gelen...
    Peki bu olur mu sence her zaman?..

    Gidecek zaten,gidecek olanlar!
    Anlamak lazım;yolcular için olduğunu yolcu koltuklarının!..
    İsteyen iner,ve insin de zaten dilediği durakta;
    Sen yürü!..

    Hadi şunu yaz bir kenara...
    De ki;
    Gidenler,beni hak etmeyenlerdi!
    Gittiler;doğru insana yol açılsın diye...


    Muammer Erkul , Türkiye Gazetesi , 24 Mart 2004 / Çarşamba

  18. #168
    ilhan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    21.01.2007
    Nereden
    İzmir
    Mesajlar
    19,991

    Standart

    Gamze , Aşık mısın değil misin? bu yazıda ki 7maddeyide okudum ve hepsinde başka başka kızlar geldi gözümün önüne hepsine mi aşıgım şimdi
    Türkçe, Turkche olmasın! Dilimizi koruyalım! Türkçeye 29 harf yeter!

    “Ben basit bir '
    iyi futbol dilencisiyim'. Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum:
    “Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!”
    Eduardo Galeano


    "İhaneti severim, ama hainlerden nefret ederim." Cesar

  19. #169
    Bilo Paşa
    Ziyaretçi

    Standart

    aşgam aşgam içimizi kararttınız uleyn, durun size güzel bir söz söyliyeyimde kendinize gelin, arkadaşlar yönetim istifa edecek ,ziyada kovulacak muşamba gidecek hüseyin penaltı atabilecek

  20. #170
    Erkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15.10.2006
    Nereden
    Hollanda
    Yaş
    32
    Mesajlar
    3,363

    Standart

    Alıntı Bilo Paşa Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    aşgam aşgam içimizi kararttınız uleyn, durun size güzel bir söz söyliyeyimde kendinize gelin, arkadaşlar yönetim istifa edecek ,ziyada kovulacak muşamba gidecek hüseyin penaltı atabilecek
    ve 1 saat sonra bordo mavi karlar yagacak degilmi
    Saldırın Seferoğulları
    Bordo Mavi . Net

  21. #171
    Trabzonspor Kongre Üyesi
    antagonist - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    26.03.2005
    Nereden
    İstanbul
    Yaş
    37
    Mesajlar
    2,640

    Standart

    Alıntı İlhan Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Gamze , Aşık mısın değil misin? bu yazıda ki 7maddeyide okudum ve hepsinde başka başka kızlar geldi gözümün önüne hepsine mi aşıgım şimdi
    Ayran gönüllüsün.

  22. #172
    kingfisher - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.09.2006
    Mesajlar
    347

    Standart

    bugün de yine aynı yolarda yürüdüm.aynı yüzlerle günü tamamlamak üzereyken,yine aynı yüzlerden ayrılıp aynı yolların aynı eziyetinde ilerledim.yine dönmek zorunda olduğum yere döndüm ve bugün de yine aynı kendimle kaldım odamda.ve yine aynımla,içimdeki bir kaç hüzünü okuyup şu saate kadar aynı şarkıyı dinleye dinleye geldim.sanki zaman hep aynıymış gibi...yine aynı zamanın diliminde aynı renkteki dünyanın karanlığına baktım...
    ve ben bu karanlıkta yaşamanın her halinden memnunken,hayatın bana acı dokunuşlarından yorulup,başka şehirlerin karanlığına karanlığımı taşımaya karar verdim...ve ben kendimin isteyerek yaşadığı aynıları yanımda götürüp,istemeden yaptığım aynılarımı,gittiğim yolun tersine bırakmak istiyorum....
    her şey bir yere kadar...herkesin bittiği an'lar vardır ve ben artık kendimi tükettiğimi düşünüyorum...oynadığım rol o kadar iyi ezberimdeki;bir tek noktası bile atlatılmadan tarafımdan uygulanıyor ...fakat ben artık rolümü şaşırmak istiyorum...yanlışlıkla başka bir gün doğmuna uyanmak istiyorum.gözlerim başka tablolara baksın.aynı zamanın saatleri kendilerini kaybedip,farklı dilimlerde akmayı öğrensinler...aynı yüzlerin anlamını yitirmiş ifadelerini unutturacak,yeni yüzlerde değişik bakışların anlamını çözmemi sağlayacak,yeni insanlar lazım...
    aynılardan ardı sıra yürürken,bir yol ayrımı çıksa karşıma ve ben orada bıraksam tüm istemediğim aynılarımı...

  23. #173
    zafer6161 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    20.10.2004
    Nereden
    Trabzon
    Yaş
    43
    Mesajlar
    15,720

    Standart Netten tanışan 2 genç :(

    Netten tanışan 2 genç

    " nette tanışan iki genç arkadaş olurlar. zaman içinde sıkı bir dostluğa dönüşen beraberliklerini zedelememek için hiçbir zaman birbirlerini görmemeğe, fiziki özelliklerinden bahsetmemeye karar verirler.ısimlerin, şekillerin olmadığı sadece ruhların derinliklerinden gelen en samimi duyguların dile getirildiği zaman ve mekan unsurlarından soyutlanmış bir birliktelik içinde sürer dostlukları.ve bir gün bakarlar ki birbirlerini tamamlayan iki varlık olmuşlar. yazışmadıkları gün hatta saat olmamaya başlamışlar. adeta nefes alış gibi doğal bir bütünleşme, isim takamadıkları bir aşk gelişmiş içlerinde. tüm beşeri sıfatlardan sıyrılmış, bambaşka bir halmiş bu.aradan geçen zaman zarfında, artık kesinlikle birbirlerinden asla kopamayacaklarına inandıkları gün; tanışmaya ve evlenmeye karar vermişler.ve ikisinin de çok iyi bildikleri bir kentin çok iyi tanıdıkları bir sahilinde buluşmak üzere anlaşmışlar.hanımın elinde kırmızı güller ve dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme olacakmış. erkek ise hiçbir alamet taşımayacakmış.nihayet beklenen gün gelmiş. genç erkek sözleştikleri yere yaklaştıkça kalbi duracak gibi oluyormuş. ışler biraz değişmeye başlamış kalbinde. ya çok çirkin bir kadınsa sevdiceği, ya kör, topal ya da………… ise. biraz hata yaptığını düşünür gibi olmuş ama çabuk savmış bu kendine ve aşkına yakışmayan düşünceleri zihninden.karşıda elinde bir gül tutan ve sağa ,sola bakınan hanımı görmüş. ıçi hop etmiş fakat dudaklarında beliren düş kırıklığını biraz olsun giderebilmek için bir, iki derin nefes almış ve son derece kararlı adımlarla hanımın yanına yaklaşmış.annesi yaşında hatta daha da yaşlı, saçları pamuk gibi bembeyaz, yüzü yaşadığı yılların derin izleri ile buruşmuş fakat dudaklarında güzel bir o kadar da şaşkın bir tebessümle kendine doğru yaklaşan genç erkeğe bakıyormuş. gözleri bin bir soru ile kıpırdıyor, yorgun gözkapakları arada bir feri kaçmış gözbebeklerini uzaklara yönlendiriyor ama yaşlı kadın gözlerini genç erkeğin bakışlarına kilitlemeye çalışıyormuş.zihninde çeşit, çeşit zıt fikirlerin koşuştuğu genç adam bir, iki yutkundu ve gücünün son raddesindeki bir hıçkırıkla,"merhaba aşkım. nasılsın." dedi.kadere teslim olmuştu. söz vermişti. biliyordu her şey olabilirdi. bir an gözlerini kapadı ve yazışmalarını hatırlamaya çalıştı. onca duygu dolu kelimeler, sevda yüklü vaatler, parlak gelecekler nasıl olmuştu da bu yaşı geçmiş hatunun kaleminden dökülebilmişti. bir türlü inanamıyordu fakat gerçek gün gibi ortadaydı.yaşlı kadının elinde tuttuğu kırmızı güller aldı ve tarif edilemeyen bir duyguyla onları öptü. sonra elini uzattı ve,"hadi kalkmana yardım edeyim aşkım. buradan uzaklaşalım. " dedi.olanları anlamsız gözlerle seyreden yaşlı kadın dudaklarını araladı ve,"ey oğul, ben yıllardır bu kelimeyi unutmuş anan belki ninen yaşta bir kadınım. neler oluyor anlayamadım ama o gülleri elimden niye aldın. onları bana şu ilerde oturan genç kız verdi. birini bekliyormuş, burada buluşacaklarmış. gelirse benim tarafımdan bu gülleri ona verir misin demişti. ben de o genci bekliyordum. yoksa o sen misin?"genç adam bir an soluksuz kaldı, boğazında düğümlenen hıçkırık ve karmakarışık duygularla yaşlı kadının işaret ettiği yöne baktı. bir çift sevgi ve minnettarlıkla parlayan yeşil göz kendisine gülümsüyordu. telaşla yaşlı kadının ellerini öptü ve gülleri ona tekrar vererek işaret edilen tarafa koşmaya başladı. genç kız da ayağa kalkmış onu bekliyordu."seni izledim. şayet gülleri almayıp geri dönseydin sessizce buradan uzaklaşacaktım. seni doğru tanımışım aşkım."
    __________________
    Ne Olmuş Şampiyon Olamadıysak,,,
    Hayallerimizi Satmadık'ya,,,

  24. #174
    ilhan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    21.01.2007
    Nereden
    İzmir
    Mesajlar
    19,991

    Standart

    Alıntı Süleyman Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Ayran gönüllüsün.
    Yazı sahibine sormuştum ama teşekkürler cevap için =)

    Ayran gönüllük değil sadece geçmişte kalan ilişkilerimin kalıntıları olan izler sonucu her şıkta başkası geldi gözümün önüne ( neden açıklama yaptiysam )
    Türkçe, Turkche olmasın! Dilimizi koruyalım! Türkçeye 29 harf yeter!

    “Ben basit bir '
    iyi futbol dilencisiyim'. Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum:
    “Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!”
    Eduardo Galeano


    "İhaneti severim, ama hainlerden nefret ederim." Cesar

  25. #175
    Erkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15.10.2006
    Nereden
    Hollanda
    Yaş
    32
    Mesajlar
    3,363

    Standart

    @ Zafer abinin internet aski , burdan cikardigimiz dersler.. 1. Tanimadigin kisiye asla randevu verme. 2. Eger tanismak istiyorsan yasini sor 3. fotograf kurtarmaz kamerayi da actir yoksa olmaz..... 4 ilk 3 noktayi es gectiyseniz ve bu duruma kaldiysaniz, kibar olup cicekleri alman lagzim neolur neolmaz o kisi yi de kirmamis olursun sonra sen yoluna o yoluna....
    Saldırın Seferoğulları
    Bordo Mavi . Net

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Benzer Konular

  1. sizce dünyanin en güzel stadi hangisi?
    Konu Sahibi 61 POWER Forum Türk Futbolu
    Cevap: 61
    Son Mesaj : 23.04.2006, 02:57
  2. En Güzel Söz..
    Konu Sahibi MeKanSiZ Forum Ganita
    Cevap: 48
    Son Mesaj : 15.04.2006, 18:39
  3. Güzel bir test
    Konu Sahibi TURHAN Forum Ganita
    Cevap: 45
    Son Mesaj : 14.08.2005, 12:32

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •